Konuğum Fuat Öner, hoş geldiniz hocam.
Hoş bulduk, davetin için teşekkür ediyorum. Umarım verimli bir yayın olur Kürdistanlılar için.
Sağ olun, teşekkürler katıldığınız için.
Bu çözüm sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanı Mehmet Uçum ne diyordu? Kürt sorunu diyor yoktur. Yani Kuzey'de, Türkiye'de Kürt sorunu yoktur. Dışarıda bazı emperyalistler, bazı çevreler kışkırtıyorlar. Diş bir meseledir diyor. Dolayısıyla Kürt sorunu konusunu kapatmışız demek istiyor. Hatta şeye gelince işte Kuzey'de zaten fazla güçleri yok. Ama Rojava'da 100 bin kişilik güçleri var. Asıl hedefimiz budur diyorlar. Öcalan diyor ki, Türkiye'yi demokratikleştirdikçe Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülecektir. Yani gerçekten bu süreç nedir? Türkiye gerçekten demokratikleşiyor mu?
- Şimdi Türk Devleti'nin bir kendi toplumuyla ilişkilerini tartışabiliriz. Yani Kürdistan'ın batısında Türkiye dediğimiz coğrafyada yaşayan toplumla Türk Devleti'nin ilişkisini tartışabiliriz. Burada bu devletin demokratik olup olmadığı tartışılabilinir. Bir de Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürdistan'daki varlığını tartışabiliriz.
Kürdistan toplumunun Türk Devleti ile ilişkisini tartışabiliriz. Burada demokrasiye yer yoktur. Türk Devleti Kürdistan'da işgalci bir devlettir. Yüzyıllık pratiği de jenosidal bir pratiktir. Çünkü bu cumhuriyetin temel paradigması bir ulus inşasıdır. Işte ‘Nation-building’ dedikleri bir ulus inşa etmektir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman bu devletin sınırları içinde bir ulus yoktu. Bu coğrafyada Türk olusu hiçbir zaman tarih boyunca olmamıştır zaten. Bazı Türk etnisiteli gruplar gelmişlerdir. Bunlar işte bazı beylikler kurmuşlardır. Sonra imparatorluk olmuştur. Dolayısıyla devletin önündeki temel sorun bu devlete bir ulus oluşturmaktır.
Devletin egemenlik sahasında birden fazla ulus ve ülke hakikati olduğu için bu mecmuadan bir ulus yaratmanın tek yolu jenosittir. Onun için önce Rumlara, Ermenilere, Süryanilere kısa dönemli jenosit uygulanmıştır. Kürtler kısa dönemli genositle ortadan kaldıramayacak bir ulus ve ülke hakikatine sahip oldukları için de Kürtlere dönük zamana yayılmış genosit uygulamasına geçmişlerdir. Bu devletin Kürdistan'daki yüzyıllık pratiği budur.
Şimdi buradan demokrasi çıkmaz. Demokrasi iki millet arasındaki ilişkiyi tanımlayan bir kavram değildir. Demokrasi bir devletin kendi toplumuyla olan ilişkilerini ifade eden bir kavramdır. Dolayısıyla Kürtlerle Türkler arasında demokratik bir ilişki, Kürt milletiyle Türk devleti arasında demokratik ilişki, sözün kendisine muhaliftir. Böyle bir tanımlama olmaz. Bu devletin Kürdistan'daki varlığı işgalcidir ve jenosidal bir pratiğe sahiptir. Bu durum sürdüğü müddetçe bu devletin kendi toplumuyla da demokratik bir ilişki tesis etmesi mümkün değildir. Çünkü işgalcilik, jenositçilik Türk toplumunun kendisini de zehirlemektedir.
Devlet Kürdistan'da yaptığı bütün katliamlar için Türk toplumundan rıza üretmek zorundadır ve yüzyıldır üretmiştir. Şimdi işgalciliğe rıza gösteren bir toplum demokratikleşemez. Onun için yani bunu daha çok Türkiye'li devrimci arkadaşlarla tartışırken söylüyoruz. Eğer Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyorsanız Bu devlet Kürdistan'dan çekilmelidir.
Bu devlet Kürdistan'da işgalciliği sürdürdüğü müddetçe kendi toplumu için de demokratik bir sistem kurması mümkün değildir. Dolayısıyla Kürdistan meselesini Türkiye'deki demokrasinin ileriliği geriliği üzerinde tartışmak Kürdistan hakikatini reddetmektir. Bizim Kürdistan'da ulusal kurtuluş mücadelemizin hedefi Türkiye'yi demokratikleştirmek değil Kürdistan'da ulusal demokratik devrimi gerçekleştirip Kürdistan'da demokratik bir devlet inşa etmektir.
Bu şu bakımdan da önemlidir yani son işte dört aydır adına Bahçeli Öcalan açılımı ya da süreci diyebileceğimiz bir gariplikler yaşıyoruz. Şimdi sapmalar üzerinde düşünmek önemlidir. Insan zihnini açar. Olgulara daha derinde nüfuz etmemize imkan verir. Bu süreç iki sapmayla başladı.
Birinci sapma Erdoğan Ekim ayında Türk Meclisi'nin açılışında konuşurken dedi ki İsrail'in Lübnan'dan sonraki hedefi bizim ülkemizdir. O zaman henüz Lübnan'da ateşkes imzalanmamıştı ve Suriye rejimi de göçmemişti. Şimdi bu beyanı analiz etmemiz lazım.
Türkiye NATO devleti. İsrail Orta Doğu'daki Amerika hatta Orta Doğu'daki NATO. İsrail'in bu koşullarda Türkiye'ye saldırması mümkün değildir. NATO'nun beşinci maddesi var mesela. Ve ortalıkta bunu kanıtlayacak hiçbir söz de yoktu.
Şimdi bu sapma niye gerçekleşti? Ya da Türk Devlet Başkanı Hilaf ve hakikat bu beyanı niye verdi? Kastettiği neydi? Bunun hemen bir sonraki cümlesi de iç cepheyi güçlendirelim çağrısıydı. Yani İsrail bize saldıracak, biz kendi iç cephemizi güçlendirelim çağrısıydı.
Normalde bir devlet başkanı başka bir devletin kendilerine saldıracağını düşünse bu halk arasında paniğe, hazırlığa ya da savunma coşkusuna falan yol açar. O ülkenin bütün siyasi partileri de bir birleşik cephe kurmaya çalışırlar. Bunların hiçbiri olmadı çünkü kimse inanmadı.
Peki bunun nedeni neydi? Erdoğan'ın kastettiği tehdit neydi? Tehdit şuydu yani Gazze savaşı başladıktan bu yana bu savaşın yayılma istidadını göstereceği söyleniyordu. Önce Gazze, sonra Lübnan, sonra Suriye. İsrail aynı anda 6 ayrı devletle savaştı. İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen. Dolayısıyla Suriye'nin destabilize olması ihtimaldi. Güçlü bir ihtimaldi.
Çünkü savaş sürerken İsrail Suriye'de özellikle Hizbullah varlığını ve İran milislerini sürekli bombaladı. Ve Erdoğan ya da Türk Devleti şöyle düşündü. Eğer Suriye'de bir destabilizasyon olursa Esad giderse Suriye devlet sınırları içinde en örgütlü, en savaşçı, en silahlı kesim Kürt kesimidir. Bunlar devletleşebilirler. Ya da işte federal konfederal bir statü kazanabilirler. Erdoğan'ın tehdit olarak yani İsrail tehdidi olarak söylediği esas mesele buydu. Bu birinci sapma.
Türk Devleti'nin beka meselesi olarak gördüğü bir tek mesele vardır. O da Kürdistan'ın devletleşmesidir. Çünkü Kürtler devletleşirse yüzyıllık ulus inşa projesi göçecek. Ve bu cumhuriyetin varlık nedeni budur. Bir ulus inşa etmektir. Bunun önündeki yegane engel Kürtlerin ulus ve ülke hakikatleridir. Şimdi ikinci bir sapma gördük.
Bundan bir hafta on gün sonra Türkiye'nin faşist Kürt ve Kürdistan düşmanı partisi olan MHP'nin faşist genel başkanı Öcalan'ı mecliste konuşmaya davet etti. Umut hakkı karşılığında. Yani terörist başı bebek katili dediği Öcalan'ı mecliste Dem grubunda konuşmaya davet etti. Söylediği yani buna karşılık vereceği tek şeyin de umut hakkı olduğuydu. Şimdi bu ikinci sapma. Türkiye'de böyle açılımlar yapabilecek son parti bile MHP değildir. Bütün siyasetini Kürt Kürdistan düşmanlığı üzerinde sürdüren bir partidir. Peki bu niye böyle söyledi?
Bundan da anlıyoruz ki Kürdistan'ın devletleşmesi ihtimali sadece AKP MHP üzerinde değil. Bunların arkasında devlet aklını da tedirgin etmiştir. Tedirginliklerin nedeni şudur. Yani 1990'dan bu yana özellikle 2003'ten bu yana Güney Kürdistan'daki federe yapı Türk Devleti'ni zaten yeterince zor durumda bırakmıştır.
Bunun yanına küçük güney dediğimiz ki aslında orası Batı Kürdistan değil. Küçük güneydir. Yani Kürdistan'ın güneyinde iki parçamız var. Bir Hevler merkezli biri de kamışlı merkezli iki parçamız var.
Eğer bu ikinci parçada devletleşme yolunda ilerlerse Ve bu ikisinin birleşme ihtimali mevcut siyaset sınıfımızın ufku dışında ciddi bir tehdittir Türk Devleti için. O zaman ne yapmamız lazım? O zaman Kürtleri iç cepheye çağırmamız lazım. İç cepheyi güçlendirelim dediklerinde siyasal mantığın doğası gereği çağrı CHP'ye değil Öcalan üzerinden Deme yapılmış oldu. Çünkü son dört ayda görüyoruz ki MHP AKP iktidarı CHP üzerinde de belli bir baskı uyguluyor. Eğer böyle bir iç cephe ihtiyacı olsaydı CHP'yle daha iyi ilişkilerinin olması lazımdı. Dolayısıyla bu çağrı Öcalan üzerinden Kürtleri iç cepheye çağırma çağrısıdır. Bu sefer sadece Kuzeybatı Kürdistan'daki Kürtleri değil Güney Kürdistan'ı da Güney Kürdistan'ın her iki parçasını da bu iç cepheye çağırıyorlar.
Bu sefer de Kürt siyasetindeki sapmaya geliyoruz.
Normalde Kürdistan ve Kürt siyaseti Türk devletinin, Türk siyasetinin iç cephesi değildir. Biz Türkiye'nin içinde değiliz. Türkiye Kürdistan'ın içindedir. Ve Türkiye Kürdistan'ın içinde işgalci bir devlet olarak vardır. Normal şartlarda Kürt siyaseti yürütüyorum diyenlerin bu çağrıyı reddetmeleri lazım. Biz Türk siyasetinin ya da Türk devletinin iç cephesinin unsurları değiliz. Bu devlet bizim içimizde işgalci. Olağan bir diyalog için önce Türk devletinin Kürdistan'dan çekilmesi Kürt halkının ulus ülke hakikatini tanıması lazım demeleri lazım. Siyaset mantığının olağan gidişinde Kürtler adına siyaset yaptıklarını iddia edenlerin bu çağrıya muhatap olmamaları lazım. Çünkü ortada bir barış süreci falan yok. MHP lideri Öcalan'a talimat verir gibi bağıra çağıra gel diyor burada örgütünü lağv et, silahlı gücünü dağıt. Burada bir diyalog çağrısı yok. bir çözüm masası çağrısı yok. MHP'nin faşist liderinin Öcalana bir talimatı var. Ama gel gör ki Kuzeybatı Kürdistan'daki siyaset sınıfımız o kadar dejenere olmuş ve devrimci ruhtan o kadar uzaklaşmıştır ki bu faşist çağrıya muhatap olmak için sıraya girildi.
Önce Sırrı Süre'ye Önder Paşa Bahçeli'ye teşekkür etti. Peşinden Selahattin Demirtaş teşekkür etti. Sonra Öcalan teşekkür etti. ve işte Kürtler adına sözüm ona siyaset yürüten partiler sıraya girdiler. Dem dışındaki Kürt partilerinin de çoğu bizi de muhatap alın. Bizsiz masa kurulmaz. Sadece Dem len götürmeyin bu işi. Bizi de alın demeye başladılar. Bu da Kürt siyasetindeki sapmadır.
Yani ortalıkta muhatap olacağınız bir çağrı yok. Erdoğan ve MHP liderinin diğer sloganı nedir? Şudur, terörsüz Türkiye diyorlar. Peki Türkiye'de terör var mı?
2016'dan 2025'e kadar son 9 yılda PKK'nin Türkiye'de 3 tane silahlı eylemi olmuş. Biri Mersin'de ikisi Ankara'da. Bu silahlı eylemlerinde 6 PKK militanı ölmüş. Son TÜSAS saldırısında da 6-7 tane TÜSAS görevlisi öldürülmüş. 9 yılda 3 tane böyle eyleme bakıp Türkiye'de terör var demek akıl dışıdır. Dünyanın bütün devletlerinde 9 ayda 3 tane böyle eylem olur. Peki terör nerede var? Türk Devleti Kürdistan'ın üç parçasında terör üretiyor. Kuzeybatı Kürdistan'da, Orta Güney Kürdistan'da, Küçük Güney'de. Peki Türk Devleti'nin bu açılımında bu teröre son vereceklerine dair bir emare var mı? Hayır, yok. Yani böyle bir böyle bir ortam yok. PKK'nın Türk Devleti'ni zora sokan Türkiye'de sürdürdüğü bir silahlı mücadele yok ki. Ama Türkiye'nin Kürdistan'ın üç parçasında sürdürdüğü bir işgal hareketi var.
Peki, bu çağrıya muhatap olanlar şunu diyebiliyorlar mı? Siz PKK silah bıraksın diyorsunuz. Siz Kürdistan'ın üç parçasındaki işgalci şiddetinize ya da terörünüze son verecek misiniz? Hayır, önce bir siz bırakın.
Evet, önce siz bir Afrin'den, Serekaniye'den, Gresipi'den çekilin. Güney Kürdistan'da, Orta Güney Kürdistan'da kurduğunuz 60-70'e yakın askeri yerleşkeleri bir dağıtın. Madem işte şiddetsiz bir ortam talebiniz var. Önce siz bunlardan vazgeçin.
Sonra Sımo denilen mayın eşekleri üzerinden Küçük Güney'i sürekli bombardımana tabi tutmaya bu Sımo militanları tarafından küçük güneyde sürdürdüğünüz teröre bir son verin. Bu da yok. Muhatabız diyenlerin de böyle bir talebi yok. Muhatabız diyenler diyorlar ki Öcalan'ın önünü açın, o bu meseleleri çözecek.
Şimdi burada temel soru şudur. Iki bin yirmi dördün sonunda Türk Devleti'ni zora sokan Türkiye'de ya da Kuzeybatı Kürdistan'da gelişmiş bir mücadele var mıydı? Yoktu. Yani içeride devleti böyle şeyler yapmaya zorlayacak bir caydırıcılığımız yoktu.
Bundan neyi anlıyoruz? Bu açılımın yani Bahçeli Öcalan açılımının nedenleri Işte Türk Devleti'nin egemenlik sahasındaki sınırların içinde değil. Bu doğrudan dışarıyla ilgili bir meseledir. Çünkü içeride onları buna zorlayacak bir caydırıcılıkta değiliz.
Biz onları zorladık da onlar açılım yaptılar gibi bir durum yok. Öyleyse temel dinamik dışarısıdır. Dışarısı neresidir? Küçük Güney'dir ve Küçük Güney'de Esad rejimi yıkıldıktan sonra oranın devletleşme federal ya da konfederal bir yapıya kavuşma ihtimalidir.
Peki bunun için önerilen nedir? Bunu Sırrı Süreyya Önder Paşa ve Öcalan Paşa'nın iki beyanından anlayabiliyoruz. Öcalan Paşa diyor ki emperyalizmin Türkiye, İran, Irak, Suriye üzerinde emelleri var. Emperyalizme kapıyı kapatacak bir model üzerinde çalışıyorum.
Birinci beyan bu. Kimse de demiyor ki yani bu dört devletin bir milyondan fazla silahlı gücü var. Bu dört devletin sayısız üniversiteleri, akademisyenleri var. Bunların emperyalizmle bir sorunu varsa şayet bunlar kendilerine bir model oluşturabilirler.
Sonra niye senin sana derttir bu? Emperyalizmin emelleri dediğin nedir? Bu dört devletin Kürdistan'daki emperyalist emellerini ne yapacaksın? Türkiye'de, İran'da bölgesel altemperyal güçlerdir.
İran İsrail'le savaşındaki yenilgiden önce altı ülkede asker bulunduruyordu. Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da, Yemen'de, Filistin'de asker bulunduran bir emperyal güç.
Türkiye Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Bosna'da, Azerbaycan'da asker bulunduran buradaki savaşlara katılan ve özellikle kendisine yakın coğrafyada yayılma emelleri olan emperyalist bir devlet.
Şimdi senin ülken bu emperyalist işgal ve saldırı altındayken sen bu dört devletin bu dört devlete karşı varsaydığın emperyalist emellere kapı kapatacak ne yapabilirsin?
Bu niye sana derttir? Ve tuhaf bir şekilde ne Kürt halkından ne Kürt siyasetinden Kuzeybatı Kürdistan'da Kürt siyasetinden buna karşı ciddi bir tepki yok. Tam tersine herkes Godoy'u bekler gibi işte bilmem 15 Şubat'a Öcalan ne açıklayacak moduna girdiler. Şimdi yirmi altı yıldır Öcalan İmralı'da ve bu Öcalan'ın beşinci çıkışı benim sayıma göre. Bunlara kısaca değinip sözünü noktalayacağım.
İlk çıkışı, yakalandıktan sonra bütün silahlı güçlerini Türkiye Devleti'nin sınırları dışına davet etti. Bir talimatla bütün silahlı güçler Kuzeybatı Kürdistan'dan ve varsa Türkiye'den çekilecekler dendi. Şimdi bu siyasal yaşamın olağan akışına aykırı bir karardı. Bu da bir sapmaydı yani. Çünkü normalde savaşan bir örgütün lideri yakalanırsa örgüt savaşı tırmandırır.
O zaman hem halk içinde hem silahlı güçler içinde tırmandırma ruhu ve çabası vardı. Bunun için onlarca insan kendilerini yaktılar. Bu o ruhun dışa vurumuydu. Ama Öcalan PKK'de bir lider değil. Zaten önderlik diyorlar. Önder demiyorlar. Önderlik diyorlar. Bu şu anlama geliyor. Öcalan PKK'nin içinde değil, PKK Öcalan'ın içinde. PKK Öcalan'ın içinde olduğu için de bu akla zarar karara PKK uydu. Yüzlerce savaşçı sadece geri çekildikleri için öldürüldüler.
Selim Çürükkaya bunların dokuz yüz otuz kişi olduğunu falan söylüyor ama yani ben yüzlerce kişi diyeyim.
Normalde böyle bir geri çekilme için iki taraf anlaşır, bu taraf saldırmaz, öbür taraf geri çekilir. Böyle bir şey yok. Öcalan çekilin demiş, çekilmiştir. Çekilmeyeceğiz diyenlerin bir kısmının da PKK tarafından öldürüldüğü söylenir. Birinci çıkışı böyle siyasi hayatın olağan akışına aykırıydı. Kimse bunun hesabını sormadı. Ölen yüzlerce Kürt gencinin aileleri de sormadılar.
Hani tamam savaşta öldürüldü şehit oldu diyorsunuz tamam. Bunu anlıyor millet. Ama ortada bir savaş yok. Çıkın buradan diyorsun çıkıyorlar. Türk Devleti yüzlercesini öldürüyor.
İkinci açılımı Öcalan'ın İmralı açılımı 2004'te gerçekleşti.
1999'Dan 2004'e kadar gerek Öcalan'ın gerek PKK'nın külliyatını okuduğunuz zaman bir tek şey var. Silahlı mücadele miadını doldurmuştur. Şiddet her tür kötülüğün anasıdır. Bu seyirde gelişirken 2004'te birden İmralı'dan genelkurmayın katı denetiminde olan İmralı cezaevinden Mahmut Şakar vasıtasıyla silahlı mücadele kararı çıkartıldı Kandil'de.
Bu da olağan değil. Siyasal yaşamın olağan gidişiyle ilgisi olmayan bir şey. Yani yakalandığından beri devlete teslim olmuş. Orada davasını örgütünü savunmamış birinin 5 yıllık pasifizm propagandasından sonra silahlı mücadele çıkartması da böyle bir sapmadır.
Üçüncüsü Oslo görüşmelerinin İmralı'ya taşınmasıdır. Şimdi biliyorsun 2007-08'e kadar İmralı genelkurmayın kontrolündeydi. Ve AKP 2004'teki silahlı mücadele kararını genel kurmayın PKK'ya aldırttığını kendilerine karşı bir savaş olduğunu söylediler o zaman.
Iki bin yedi sekizde bir genelge ile İmralı'nın kontrolü genel kurmaydan alındı, milli istihbarat teşkilatına verildi. O zamanlar Oso'da süren bir görüşmeler vardı ve ilk defa Üçüncü garantör ya da gözlemci diyeceğimiz bir devletin varlığında Türk tarafıyla PKK tarafı görüştüler. Öcalan bunları da İmralı'ya aldı.
Oysa dışarıda zaten örgütün dışarıda senden daha iyi vaziyete hakimler, güçlerini senden daha iyi biliyorlar. Niye Oslo'da değil de İmralı'da sürecek bu görüşmeler? Bu üçüncü açılımda üçüncü bir sapmaydı.
Dördüncüsü iki bin on iki sonunda başlayan açılımdır.
İki bin on iki yazında PKK alan hakimiyeti ilan etti Şemzinan'da. Aynı dönemde zindan direnişleri başladı ve binlerce tutuklu, hükümlü katıldı o direnişe. Açlık grevleri, ölüm orucu. Bu zindan direnişi Kürdistan'a yansıdı. Kürdistan'ın birçok yerinde açlık grevi çadırları kuruldu. PKK atak'taydı. 2012'nin sonuna geldiğimiz zaman bir de 2011'de Suriye savaşı başlamıştı. Birdenbire Öcalan yine çıktı piyasaya alan hakimiyetine son verin, zindan direnişlerine son verin biz bu meseleyi İmralı'da çözeceğiz dediler.
Çözümün belgesi ne oldu? 2013 nevruzunda Çanakkale ruhu, milli kurtuluş savaşı ruhu ve İslam kardeşliği gibi Kürdistan devrimine karşı olan ne kadar ruh varsa onları çağıran bir nevruz bildirisi okundu. Gördüğün gibi bu da şeye aykırı. Siyasal yaşamın olağan akışına aykırı. Son beşincisi de demin anlattığımızdır.
Şimdi bunların hepsi olağan siyasal aklın normal siyasal yaşamın tersine gelişmeler. Öcalan içeride. Yakalandığından beri ne davasını ne partisini savunmuş değil.
Böyle birine bir milletin temsilcisi rolünü vermek akla ziyandır. Kürt siyasetinin, Kürdistan halkının özellikle bu savaşta çocuklarını kaybeden Kürdistanlı ailelerin buna itiraz etmeleri lazım. Bu çarpıklığın nedeni budur. Kendi iradesi olmayan birine sen irademizdir dersen olacak olanlar bunlardır.
Dolayısıyla son açılıma gelirsek bu Kürdistan'a dönük bir saldırıdır. Bu sefer sadece kuzey batı değil o dağında küçük güney Kürdistan vardır. Onun yanında Güney Kürdistan'da bu açılımın hedefindedir. Onları görmemiz lazım. Çünkü Türkiye'nin Güney Kürdistan'da kurduğu 70-80 askeri yerleşkenin sebebi PKK değildir.
Güney Kürdistan'daki mevcut yapıyı bozmak ve onu kontrol altına almaktır.
Irak önümüzdeki dönemde savaşın odaklanacağı yerlerden biri olacaktır. İran'ın direniş cephesi ya da Şii Hilali dediğimiz cephe Tahran'dan başlar, Bağdat, Şam.
Filistin üzerinden Yemen'e gidiyordu. Araba samaklarının üçü kalktı. Filistin, Lübnan, Suriye.
İsrail'le İran arasında kalan devlet şimdilik Irak var. Savaş orada yoğunlaşacak. Ikincisi Suriye'de önümüzdeki on yılda savaş devam edecek. Oraya geleceğiz ayrıntılı olarak.
Türk Devleti Kürdistan'ın bütün parçalarına dönük yayılmacı bir projeye sahiptir.
Burada öcalan Türk Devleti'nin kullanacağı bir enstrümandan. Başka bir şey değildir. deyip noktalayayım.
-Evet ben sizin demin aktardığınız satmalara bir şey daha ekleyeyim. Sırrı Süreyya Önder'de bin dokuz on beş baharında Abdullah Öcalan'ın da yetkililerini alarak onun temsilcisi olarak yani bütün yetkililerine sahip kalınmış Pendek Savaşı'nı başlatma kararı gidip aldırıyor. Mahmut Şakal gibi. Bu savaş da içeriden çıkıyor, Türkiye'nin denetiminde ve Türkiye'nin onayı dahilinde yapılan bir savaştır.
Bundan dolayı da Kuzey sahası ondan sonra gerilaya kapatıldı.
-Sırı süreye Önder, İmralı'da Öcalan tarafından KCK'nin Fahri Başkanı ilan edilmiştir. KCK Türk Devleti'ne göre terörist bir örgüt. KCK'ye uzaktan selam verenler yıllarca hapis yatıyor. Ama KCK'nin Fahri Başkanı şimdi Türk Meclisi'nin başkan yardımcısıdır.
Sırı Süreyya Önder'in kendisi İsmail Saymaz'la yaptığı bir roportaj da ben iki bin on iki, iki bin on beş yılları arasında parti görevi yapmadım, devlet görevi yaptım diyen adamdır.
Şu anda da Cumhurbaşkanı'ndan sonra ikinci sırada meclis başkanı var. Sıra Süreyya Önder meclis başkan yardımcısıdır. Ve Bahçeli'yle Öcalan arasındaki heyetin başındadır. Yanına bir de Pervin Buldan var.
Ahmet Türk'ü aldılar sonra ekarte ettiler. Dolayısıyla yani Türk Devleti'nin iç cephe çağrısına Kürt Siyasetinin içine yerleştirdikleri unsurlar tarafından davet ediliyorlar.
Hocam bu olmayan süreç yani olmayan barışın da yetkilisi olarak ilan edilmiş. Yani dışarıda benim adıma sen yetkilisin. Sonra şuraya gene aynı görüldü.
-Bugün Netanyahu'nun bir açıklaması vardı Amerika'ya giderken. Dedi ki, Orta Doğu'da haritayı değiştirdik. Onların tarafla beraber daha da değiştireceğiz. Böyle bir mesaj verdi.
Colani zafer konferansı yaptı. Colani yi Cumhurbaşkanı ilan ettiler. Anayasayı, seçim sistemini, her şeyi fethettiler.
Özel yönetim dedi ki, bizim irademiz burada yoktur. Biz buna katılmıyoruz, doğru da görmüyoruz. Onun için böyle bir şerh koydular. Onlar bu hükümetin içinde değiliz. temsil edilmiyoruz. Dolayısıyla biz böyle bir karara da altına imza atmıyoruz dediler. Şimdi Rojava ile ilgili şeyler, bu Netanyahu açıklamasından çıkaracağımız... Zaten herkes diyor ki harita değişecek ve bundan sonra da değişeceği benziyor. Bu konularda ne diyorsun? Biz de Rojava işini garanti edecek miyiz?
-Şimdi birincisi Orta Doğu'da, Yakın Doğu'da siyasi sınırları değiştirme talebi bizim talebimizdir. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, Sovyetler Birliği, dünyanın bütün güçleri mevcut siyasi sınırları savundukları zaman biz bu sınırlara karşıydık. Bu sınırların işgalciye emperyalist sınırlar olduğunu söylüyorduk. Bu sınırların değiştirilmesi talebi bizim talebimizdir.
Önce bunu net olarak koyalım. Çünkü bunun üzerinden Kürt siyasetine işte emperyalizme aleti olmak falan gibi suçlamalar geliyor. Bunlar akıl dışıdır. Bölgede özellikle yakın doğuda ama Orta Doğu'da da kurulu olan sınırların hiçbiri siyasi sınırların hiçbiri tarihsel toplumsal gerçekliklerle uyuşmamaktadır.
Tarihsel toplumsal gerçeklerle uyuşmayan bütün bu sınırların ortadan kaldırılması bölgedeki halkların tarihsel toplumsal gerçekliklerine uygun yeni sınırların çizilmesi devrimci bir görevdir. Elli yıldır biz, bizden önce de yüz yıldır Kürt siyaseti bu sınırların değiştirilmesi için mücadele ediyor.
Başka bazıları için emperyalist bir plan olabilir. Ama bizim için öyle değil. Biz zaten bu sınırların yani Kürdistan'da mevcut beş tane devlet sınırı var. Bu beş devlet sınırı Kürdistan'ın böğrüne saplanmış hançerlerdir.
Bizim devrimci mücadelemizin hedefi bu sınırları kaldırmaktır. Bu birincisi. İkincisi, mevcut siyasi sınırlar zaten emperyalistlerin çizdiği sınırlardır. Yani Orta Doğu'da daha çok Saykis Piko'yu esas alan devlet sınırları var. Yakın Doğu'da Lozan Anlaşması'nı esas alan siyasi sınırlar var. Mevcut siyasi sınırları kutsayanlar devrimci değil, emperyalizm yardakçılarıdır. Çünkü mevcut siyasi sınırları çizenler zaten emperyalistlerdir.
Şimdi 2025 yılında başka bazı emperyalistler İngiltere ve Fransa emperyalistlerinin çizdiği sınırları değiştiriyorsa ya da değiştirmek istiyorsa bu emperyalistler arası bir çatışmaya işaret eder. Biz orada değiliz. Biz zaten bu sınırların değiştirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Yüz yıllık mücadelemizin hedefi budur. Yüz elli yıllık yani bin sekiz yüz yetmişten Şeh Ubeydullah Nehri başkaldırısından bu yana Kürdistan'ı siyaset bu siyasi sınırları değiştirmeye çalışıyor. İsrail bundan neyi kastediyor? Trump'la hangi konularda anlaşacak? Trump'la anlaşınca İngiltere bunu destekleyecek mi? Avrupa Birliği bunları destekleyecek mi? Çin ve Rusya, Hindistan, Japonya bunlara ne diyecek? Bu önümüzdeki günlerin sorunlarıdır. Henüz ortada açık net bir şey yoktur. Ama şunu söylemek mümkündür.
Özellikle 90'dan başlayarak İsrail bölgede artık emperyal bir güç gibi davranıyor. Yayılmacı bir güç gibi davranıyor. Böyle projeleri vardır. Bu 3 cü Dünya Savaşı'nın Orta Doğu ve yakın Doğu'daki sürdürülmüş halidir bu.
Buna bakıp Kürt Kürdistani siyaseti emperyalizme alet olmakla suçlayanlar kendileri emperyalizmin aletleridir. Bu dört devlet üzerinde emperyalist emellere kapıyı. kapatmaya çalışan Öcalan'da aslında mevcut emperyalist statükonunun taşaranlığını yapmaktadır. Çünkü biz yüz elli yıldır bu sınırların değişmesi için savaşıyoruz. Gerekirse önümüzdeki yüz yılda da bunun için savaşmaya devam edeceğiz. Çünkü Kürtlerin bir toplum olarak bir ulus olarak normalleşmesi bu işgalci devlet sınırlarının ortadan kalkmasına bağlıdır.
Şimdi bize dayatılan şudur.
Biz Nüsaybin’lere diyeceğiz ki siz Edirne'dekilerle Tokat'takilerle birlikte yaşayın.
Ama sakın ha Kamuşlu'daki Kürtlerle birlikte yaşamayı aklınızdan geçirmeyin. Biz Şırnak'taki Kürdistanlılara diyeceğiz ki siz de Konya'dakilerle, Çorum'dakilerle birlikte yaşamayı öğrenin. Demokrasi böyle bir şeydir. Ama sakın ola ki Dohuklarla birlikte yaşamayı hayal etmeyin. Öcalan'ın modeli böyle bir model.
Bizim modelimiz herkesten önce Kürdistanlıların birlikte yaşamalarıdır. önce Kürdistanlıların birlikte yaşama hukukuna ulaşmaları ve bunun somut ifadesi olarak devletleşmeleri lazım. Ancak ondan sonra biz de normal bir millet olur, komşularımızla normal bir millet gibi uygar ilişkiler arayışına gireriz. Ama şu anda komşularımızda uygarlık yok. Yani sömürgecilik, işgalcilik, jenositcilik uygar bir ilişki kurmamıza engeldir.
Bir şeyin önünü kesmek gerekiyorsa bu işgal ilişkilerinin önünü kesmeye çalışmak lazım. Yani Netenyahu'nun açıklamaları için söyleyeceklerim bu kadar. Orada bir kritik nokta var. Ona da değineyim.
Türklerin Davut Koridoru dedikleri Kürtlerin Selahattin Eyyubi. Koridoru dedikleri bir koridor var. Bu Güney Kürdistan'ın her iki parçasından başlayıp Suriye, Irak, Ürdün sınırından İsrail'e ulaşan oradan da Akdeniz'e ulaşan yeni bir enerji yolu haritasıdır. Enerji yolu koridorudur. Şimdi biliniyor bölgede ve dünyada iki önemli enerji yolu projesi var.
Biri Çin'in ipek yolu, diğeri Hindistan'ın baharat yolu. Dünyada da bölgede de süren savaşların bir nedeni de enerji kaynaklarına sahip olmak ve enerji yollarını kontrol etmektir. Şimdi bu koridor Kürtler açısından önemlidir. Onun için ben Güney Kürdistan'ın her iki parçasının birleşmeleri ve bu enerji koridorunu kontrol etmeleri gerektiğini söylüyorum. Çünkü eğer bu enerji koridoru kontrol edilebilinirse, Kürdistan'ın bu iki parçasının dünyaya açılmasının yolu olacak bu. Yani Güney Kürdistan'da küçük güneyde hem petrolünü hem doğal gazını bu enerji koridorundan dünyaya açabilecek.
Türk Devleti'nin hesabı bu. Bunu kesmek için biliyorsun Irak'la beraber bir kalkınma yolu projesi oluşturdular ve bu kalkınma yolu projesinin Güney Kürdistan'ın içinden geçmesine de izin vermiyorlar. Bu kalkınma yolu doğrudan Irak'tan Türkiye'ye sınır boyunca gidecek. Türk Devleti'nin orada silahlı güçler olmasından rahatsızlığın esas nedeni budur. Çünkü enerji yolu güvenlik ister. Orada size karşı bir silahlı gücün olmaması lazım.
Şimdi Mazlum Abdi'nin son dönemde birçok açıklaması var. Aslında Mazlum Abdi gibi birinin bu kadar çok fazla konuşmaması lazım. Hem Daeş'e karşı mücadelede çok ciddi bir partizan savaşını yürüten önemli bir Kürdistan'ı komutandır.
Şam'a karşı son beyanı, SDG'nin son beyanı son derece yerindedir, doğrudur. Doğruluğu şudur, bu meşru değildir diyor. Evet Şam'da yapılacak bir toplantının Küçük Güney Kürdistan hakkında vereceği hiçbir karar meşru değildir.
Şam'da zaten meşru bir yönetim yoktur. HTŞ ve lideri Golani, Al-Qaeda'dan, Daesh'tan gelen, Nasra'dan gelen kadrolardır. Bu kadroların çoğu Suriye'ye dışarıdan gelmiş kadrolardır. Afgandır, Özbek'tir, Uygur'dur. O coğrafyalardan ya da Avrupa'dan gelen İşte onların deyimine göre mücahiddir. Bize göre saldırgan teröristlerdir. HTŞ budur. Bunun Kürdistan'la ilgili alacağı hiçbir karar bir kere meşru değildir.
İkincisi bu konferansta Gulani'yi devlet başkanı yaptılar. Anayasayı iptal ettiler. Geçen ay ya da bu ocağın başlangıcında Gulani bu dışarıdan gelen militanlarının bir kesimini general yaptı, bir kesimini albay yaptı, bazılarını bakan yaptılar.
Bunlar ve Türkiye ısrarla Küçük Güney Kürdistan'daki PKK'lı kadroların oradan çıkması gerektiğini söylüyorlar. Ve bizim taraf yani Mazlum Abdi üzerinden tartışalım. Şunu söyleyemiyor.
Siz Suriye ile hiçbir ilgisi olmayan yabancı savaşçıları general yaptınız, albay yaptınız, bakan yaptınız. Bizimkiler yabancı değil ya Kürdistan'ın kuzeyinden gelmiş ya Kürdistan'ın diğer güney parçasından gelmiş. Sizin bizden öyle bir talepte bulunmaya hakkınız yok diyemiyorlar. Tam tersine Mazlum Abdi diyor ki bu arkadaşlar geldiler, yardım ettiler. Ateşkes olursa zaten gidecekler. Tamam gitsinler. Eğer orada yapacakları işleri yoksa gitsinler. Ama gideceklerse ya da birinin göndermesi gerekiyorsa bu sizin kararınız olmalı. Türkiye'nin ya da binlerce Kürt'ün katili olan.
Golani'nin sizden böyle bir şey istemeye hakkı yoktur. Önce bir kendi gücünüze güvenin, ulus ülke hakikatiniz üzerinden doğru dürüst bir ulusal tavır alın. Yani Bahçeli ve Gulani kim oluyor ki oradaki Kürtlere yabancı deyip Kazakistan'dan, Tataristan'dan şuradan gelen teröristlere de general albay ve bakan yapabiliyor. Yani bunu şunun için söylüyorum. Kürt siyaseti kendine güvenli olmalıdır. Kürdistan'ın müthiş bir potansiyeli var.
Kürdistan halkı yüzyıllardır her seferinde düşmana karşı kahramanca fedakarca savaşmış bir halktır. Buna güvenip buna dayanıp biraz geniş ufuklu olmak lazım. Yani biraz çıtayı yukarıda tutmak lazım. Tamam siz ileride müzakereye girerseniz işte üç alır beş verirsiniz. Ne yaparsanız yaparsınız. Ama önce bir ulusal tavır sahibi olun. Size gelen bu ahlaksız teklifleri bir reddedin. Bu diğer bir yanı Mazlum Abdi'nin son açıklamalarından biri de bu Bahçeli Öcalan açılımıyla ilgilidir ve orası çok endişe vericidir.
Diyor ki işte 15 Şubat'ta muhtemelen Öcalan konuşacak. PKK ile Türkiye barışacak. Bu durumda Türkiye'de bize saldırmaz. O hala sanıyor ki Türkiye'nin derdi orada PKK'li olmasıdır. Öyle değil. Türkiye'nin derdi orada Kürtlerin siyasi bir yapı kurmaları ve Güney Kürdistan'la birleşme ihtimalleridir. Türkiye'nin derdi budur. Orada PKK'lı olup olmaması Türkiye için sadece gerekçedir, mazerettir.
Dolayısıyla Mazlum Abdi'nin buralara dikkat etmesi lazım. Aynı şekilde Mazlum Abdi'nin Mesut Barzani ile görüşmesi bütün Kürtler de bir umut yarattı. Herkes aslında çok önceden olması gereken bu görüşmenin şimdi olsa da sevindirici olduğunu söyledi. Ben de o kanıdayım.
Yani çünkü herkesten önce Kürtlerin birbirleriyle konuşmaları, Kürtlerin birlikte yaşamayı öğrenmeleri lazım. Ama orada da söylediği bir söz, işte ben Kek Mesu'da dedim ki yani Türkiye ile aramızı düzelt. Şimdi işte bu olmaz. Yani sen Küçük Güney'i temsil ediyorsun, o Orta Güney Kürdistan'ı temsil ediyor. Eğer size dönük Türkiye'den ya da başka bir devletten saldırı olacaksa birlikte mücadele etmeniz lazım. Mesut Barzani'nin de 2009-2015 açılım dedikleri İmralı açılımı döneminde olduğu gibi bu tip ara buluculuklar yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Diplomatik destek ayrı bir şeydir. Yani Necirwan Barzani var, Mesrur Barzani var.Bunların dünyadaki birçok devletle ilişkileri var. Bu ilişkileri kullanıp yardımcı olabilirler.
Kek Mesud'un şu açıklaması önemlidir.
Biz küçük güneye, onların Rojava dedikleri her tür yardıma hazırız. Gerekirse askeri yardımda da bulunuruz. Burası önemlidir. Burada önemli olan budur. Yani şu anda 300 bin tane savaşçımız var.
Bu bölgede 300 bin kişilik bir orduya sahip olmak çok önemlidir. Fakat bizim ordumuz üç parçalı. Bizim ordumuz ulusal bir ordu değil, parti orduları. Yani YNK'in bir ordusu var, PDK'nin bir ordusu var, işte PYD'nin de bir başka ordusu var.
Şimdi Kürt siyasetinin en acil sorunu birleşik bir ordu oluşturmak ve birleşik bir siyasi akla ulaşmaktır. Dolayısıyla Genel Mazlum'la Başkan Barzani bir araya geldikleri zaman bence bunları konuşmaları gerekiyordu. Başka sorun var mıydı? Atladığımız sorun var mıydı?
Bir de Suriye Milli Ordusu'ndan söz etmiştim. Şimdi Suriye milli ordusu Türkiye'ye bağlı paramiliter bir yapıdır. Bu Suriye halkını falan temsil eden ya da işte adında olduğu gibi milli bir güç değildir. Gayrimilli bir güçtür. Çünkü bir başka devlet tarafından kurulmuş, örgütlenmiş ve yönlendiriliyor. İkincisi bu ordunun tek hedefi Kürdistan'dır. Yani bu ordu ne Esad'la savaşmıştır, ne Deaş'la savaşmıştır. Bu ordu sadece Kürtlerle savaşmıştır.
Türk Devleti tarafından kullanılan bir aparattır. Onun için küçük güneydeki kardeşlerimiz işte Suriye'ye. entegre olmak falan derken bunları iyi hesaplamaları lazım. Suriye'de entegre olunacak bir sistem yoktur. Benim kanıma göre olması da mümkün değildir.
Yani Suriye'de eğer bir ulus oluşturulabilseydi bunu Baas yapardı. Sekülerdi, Arap milliyetçisiydi. Bir Suriye ulusu inşa edebilirlerdi, edemediler. Şimdi Baas'ın inşa edemediği Suriye ulusunu mezhepçi fanatik, şiddette dayanan, elleri on binlerce masumun kanına bulaşmış HETEŞ'e ve GULANİ'nin bir Suriye ulusu oluşturması mümkün değildir. Buna demokratik ulus palavrasıyla yaklaşmamak lazım. Demokratik ulus olmaz. Demokrasi bir devlet durumudur.
Bir devletin demokratik olup olmadığını tartışabiliriz. Bir ulusun demokratik olup olmadığı tartışılamaz. Her ulusun içinde demokrasiden yana olan, demokrasiye karşı olan güçler vardır. Dolayısıyla HTS ve Golanin'in Kürtlerden, Dürzülerden, Nusayri Araplardan, Ermeni ve Süryanilerden rıza üretmesi mümkün değildir.
Onun için kendilerini barışa yakın hissetmesinler. Şu anda yapılması gereken özellikle Güney Kürdistan yönetimiyle iyi ilişkiler kurmaları ve daha ciddi bir savaşa hazırlık yapmalarıdır. Çünkü bu tarafta Semao var, Türkiye destekleri desteklidir. Habire Kürdistan'a saldırıyor.
Öbür tarafta da Şam'da da karakterlerini bildiğimiz uygarlığa karşı bir siyasi zihniyet var. Buradan birlik yani birleşik bir Suriye çıkmaz. Suriye'nin önümüzdeki yıllardaki kaderi savaşın daha sert bir şekilde devam etmesidir diyorum.
Oldu hocam. Çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ediyorum. bütün Kürdistanlıları saygıyla selamlıyorum. Kürdistanlı siyasilerin bağımsız Birleşik Kürdistan hedefini kendi içinde her gün yeniden güncellemeleri gerektiğini söyleyeceğim. Bu şu ya da bu parçada federasyon otonomi talebine sahip olmakla karşıt bir pozisyon değil.
Ama kazanılan taktik zaferleri ne olursa olsun Kürdistan meselesinin kalıcı çözümü Bağımsız Birleşik Kürdistan'dadır. Teşekkür ediyorum. Umuyorum ki iyi bir program oldu.
Sağ olun. Değerli izleyiciler programın daha sonuna geldik. Kanala abone olmayı ve beğenmeyi unutmayınız. Hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Saygılar, sevgiler sunuyorum.
welat_TV Dursun Ali Küçük