SAVAŞ DÖNEMİNDE; HUKUK SUSAR, GÜÇ KONUŞUR.
-Geçen yıl 2023 yılının Ekiminde başlayan Hamas ve İsrail savaşıyla birlikte Orta Doğu kan gölüne döndü. Ve onun arkasında, Suriye topraklarına, Lübnan ve Suriye topraklarına sıçradı. Ve bugün Kürdistan'ı da kapsayan, Rojava'yı da kapsayan bir savaş alanına dönüştü ve rejim çöktü.
Neden çöktü rejim hocam?
-Şimdi Suriye'de kimler var? Onlara bakalım: Amerika Birleşik Devletleri var, Rusya var. Görünmese de İngiltere var. Yine görünmese de Çin var. Fransa var. Bölgedeki Arap devletleri var. Başta Sudi Arabistan, Katar-El İmârât var.
Bölgenin 3 emperyal gücü var. İran var, Türkiye var, İsrail var. Yani aslında Suriye'de 13 yıldır süren savaş, Suriye'de bir iç savaş değil; bütün dünya Suriye'de savaşıyor.
Bütün dünya sadece Suriye'de mi savaşıyor? Aslında son otuz yılda, dünyanın neresinde çatışma olursa olsun, bütün dünya o çatışma bölgesinde savaşır durumdadır. Bu otuz yılın ilk on yılında, ABD ve Britanya'nın kontrolünde gelişti olaylar. Son yirmi-yirmi beş yıldır; işte, Putin döneminde, Rusya'nın öne çıkması, Çin'in ABD'ye alternatif bir ekonomik güç olması, Hindistan, Japonya, dolayısıyla dünyanın her tarafında bu büyük güçler dövüşüyorlar.
Peki, yani Suriye'de, Libya'da Lübnan'da, Filistin'de her tarafta dünyanın bütün büyük güçleri savaşıyorlarsa, bunun adı niye dünya savaşı değil? Çünkü dünyanın büyük güçleri, özellikle batılı güçler, bir büyük güçler arasında bir nükleer denge var ve bu büyük güçler doğrudan birbirleriyle savaşamıyorlar. Çünkü dünyada bu güçlerin elinde birikmiş olan savaş, nükleer kapasite, dünyayı birkaç defa ortadan kaldırabilecek kapasitededir. Bunun yerine üçüncü bölgelerde bu savaş sürüyor.
Bu bir Üçüncü Dünya Savaşı. Bu savaşın nedeni ne? Bu savaşın nedeni şu: “Sovyet sosyalizmi çözülüp, Sovyet sistemi çökerken, beraberinde dünya düzenini de çökertti.” Çünkü 1945'ten bu yana işte Birleşmiş Milletler'de sembolize edilen dünya düzeninin ayaklarından birisi Sovyetler Birliği idi. Bu çökünce dünya düzeni de çöktü. Kapitalist bir dünyada yeni bir dünya düzeni ancak dünya savaşıyla mümkündür. Bu niçin önemlidir? Suriye'deki savaşı ya da dünyanın herhangi bir yerindeki çatışmayı anlamak için bu büyük fotoğraf içinde bir yere yerleştirmemiz lazım. Yerleştirmediğimiz müddetçe o olayı çözmemiz, anlamamız, mümkün değildir. Bir, bu nedenle.
İkincisi; Savaş döneminde; hukuk susar, güç konuşur! Ve bugün dünyada, bir devletlerarası hukuk da yoktur! Bunun iki örneğini söyleyeyim size: Şimdi, Şam'da iktidar olduğu söylenen Golani, Birleşmiş Milletler kararı ile terörist ilan edilmiştir. HTŞ terörist bir örgüt olarak ilan edilmiştir. Hatta Amerika Birleşik Devletleri, Golani'nin başına 10 milyon dolar ödül koymuştur.
Ama bugün Amerika Birleşik Devletleri, HTŞ ile doğrudan görüşüyor. Bu gece; Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi, Golani ile bir görüşme gerçekleştirecek Şam'da. Yani Birleşmiş Milletler'e göre bu bir teröristtir ama Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi onunla görüşebiliyor. Türk Devleti zaten görüşüyor. İşte Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı, onunla beraber Emevi Camii'ne gidip namaz kıldılar. Ortada bir hukuk yok! Güç var! Savaş budur! Bizim de bunu, böyle anlamamız lazım. Savaş; siyasetin, zor araçlarıyla devam ettirilmesidir.
Son 25 yılda; özellikle, Kuzeybatı Kürdistan'da ama Kürdistan'ın diğer parçalarında da silahlı mücadele dönemi bitmiştir. Her şey konuşularak-uzlaşılarak çözülür anlayışı, Kürdistan halkını fikri açıdan silahsız bırakmıştır. Bir de bu nedenle, dünya savaşı perspektifiyle bakmamız gerekir.
Şimdi Suriye'de savaş 13 yıl sürdü. Aslında her iki dünya savaşı toplamda 9 yıl falan sürdü. Demek ki tek başına her iki dünya savaşının süresinden daha uzun bir süre devam etti. Esat, aslında kendi dinamikleriyle iktidarda kalan biri değildi. Günümüz dünyasında iç dinamiklerle dış dinamikler de o kadar iç içe geçmiştir ki bunları birbirinden ayırmak bile zordur.
Yani 2013-14'ten bu yana Esad'ı iktidarda tutan; İran ve Rusya'dır. Rusya; hava bombardımanlarıyla, İran; Hem Hizbullah'ın desteğiyle, hem Irak'tan gelen İranlı milislerin gücüyle Esad, iktidarda kalmıştır.
Bir diğer olay da şudur: Savaşın başından itibaren; Türkiye, safını netleştirdi. Ve 2011'de; ABD patronajında, Türkiye-Suudi-Katar ekseninde, bir arka cephe kuruldu. Oradaki kendilerini İslamcı olarak tarif eden savaşçıların arkasında durup, Esad'ı devirmeye çalıştılar. 2013'e kadar, ABD'nin temel hedefi de Esad'ı düşürmekti. Fakat 2013'te, bir sıra dışı olay oldu. Mısır'da Sisi darbesi gerçekleşti.
Biliyorsunuz; Suriye savaşı başladığı zaman, Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidardaydı. Türkiye de Suriye'deki Müslüman kardeşlerin arkasında saf tutup, Esad'ı devirmeye çalışıyordu. Erdoğan'ın planı, Yani Türkiye'nin bu savaşa katılmanın arka cephesi şuydu: Erdoğan şöyle düşünüyordu: “Mısır'da, İhvanlar iktidarda, Ankara'da da ben iktidardayım. Suriye'de de Müslüman kardeşler iktidar olursa bu üçünün liderliğini yapıp batıya karşı daha güçlü bir pozisyon alır. Bölgesel bir emperyal devlet haline gelirim.” diye düşünüyor.
Ancak, Sisi darbesi, bu bloğu çatlattı. Suudi Arabistan, ABD ile beraber Sisi darbesini destekledi. Erdoğan pozisyonunu korudu. Mursi'yi desteklemeye devam etti.
O dönem ABD Başkanı'nın söylediği şuydu; 2013'ten sonra: “Biz, Esad'ın gitmesini istiyoruz. Ancak yerine kimin geleceğini de bilmek istiyoruz.” Yani şöyle söylemek belki doğru olur: “2013-2024 arasında Esad, bir ölçüde alternatifsizlikten de orada iktidarda kaldı.” Biliyorsun; bu dönemde, ABD ile Türkiye'nin arası açıldı. ABD, Rusya'ya yanaştı. Astana zirveleri falan gerçekleştirildi. Ama savaş devam etti.
2024'te niye çöktü Esad rejimi? Onun cevabını Netanyahu söyledi: “Biz olmasaydık; siz, iktidara gelemezdiniz.” dedi HTŞ'ye. Çünkü hem Filistin'de Hamas'ı nötralize etti; Lübnan'da, Hizbullah'a çok ağır darbeler indirdi.
Ayrıca Gazze savaşı boyunca; Suriye'deki, İran milislerinin mevzilerini, Hizbullah'ın mevzilerini sürekli bombardıman altında tuttu. Dolayısıyla İran'ın; işte, uzanan ellerini-kollarını kesince; İran'ın, Esad rejimini iktidarda tutma kapasitesi azaldı.
Öbür taraftan Rusya, Ukrayna savaşıyla meşgul. Buradaki paralı askerlerini, yani Suriye'deki paralı askerlerinin çoğunu, geri çekti. Birçok uçağını da Ukrayna cephesine çektiği söyleniyor. Dolayısıyla şunu söylemek mümkün: ABD, Rusya'ya karşı; İsrail, İran'a karşı, bir geçici zafer kazandı. Geçici sözünün altını çiziyorum: “Suriye'de savaş bitmiş değildir.”
Suriye'de Belki kısa süreli bir çatışmasızlık dönemi yaşanacaktır ki henüz çatışmasızlık dönemi de başlamadı. Hem İsrail güneyde çatışmayı sürdürüyor hem Türkiye kuzeyde çatışmayı-savaşı sürdürüyor. Ama diyelim ki uzlaşıldı, geçici bir dönem, bir çatışmasızlık hali oluştu. Bunun kalıcı olması mümkün değildir.
Son günlerde; başta Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Türkiye, İran, bölge Arap devletleri, ısrarla HTŞ'den, Suriye'deki bütün etnik dini birleşenlerin temsil edildiği, bir demokratik yapı kurmasını bekliyorlar. Buna inanıyorlar mı? Sanmıyorum. Ama Suriye'de HTŞ önderliğinde, demokratik denilecek bir yapının kurulması mümkün değildir.
Bu HTŞ'nin İslami deyimle söylersem fıtratına aykırıdır. Çünkü HTŞ, Taliban gibi ve benzeri diğer cihadist gruplar gibi tekfirci bir örgüttür. Tekfirci şu demek: Dini kendisi gibi anlamayan herkesi, kâfir ilan eden bir anlayışa sahiptirler. Değil ki bu dinden olmayanlara karşı, bu düşünce yapısına sahip olmayanlara karşı, hoşgörülü-demokratik bir sistem kurabilsin. Bu mümkün değildir. Taraflar da bunun bilincindedirler. Şimdilik herkes için bir düşünme zaman kazanma dönemidir. Bu dönemi her devlet, kendi çıkarları için yani bu geçici dönemi her devlet kendi çıkarları için kullanmaya çalışacaktır.
Bizim için önemli olan, Türkiye ve İran'ın durumudur. İkisi de Kürdistan'ın işgalcisi iki emperyalist devlet. Türkiye'nin esas korkusu Kürdistan'ın Akdeniz'e uzanmasıydı. Afrin işgali bu nedenle gerçekleştirildi. Şimdi Afrin'in yanında işte PYD-YPG'nin kontrolünde Rusya'nın gözetiminde olan işte Menbiç, Tel Rıf’at gibi bölgelerde alındı.
Deyrizor da HTŞ'ye devredildiği söyleniyor. Kobani'nin, yani Mazlum Abdi'nin söylediğine bakılırsa, ABD aracılığıyla bu bölgelerde, bir geçici ateşkese varılmış durumda. Türkiye her fırsatı, Kürdistan'ın önünü kesmek, Kürdistan'ın devletleşmesini engellemek için kullanıyor.
Ancak şu anda iktidarda gözüken HTŞ, aslında Türkiye'nin esas alternatifi değildi. Bahçeli açılımı ile beraber açığa çıkan A planı Türk Devleti'nin, PYD-YPG'yi teslim alıp, onlarla ÖSO-SMO denilen yapı üzerinden; Esad'ı, teslim almaya çalışmaktı. Bu olmadı. Bu olmayınca Türkiye'nin B planı devreye girdi. Bu sefer ABD ve İsrail bloğunda yer alarak, HTŞ’nin Halep'e, Şam'a yürümesinin önünü açtı.
Yani şunu söyleyeyim: HTŞ’nin bu saldırısının arkasında birçok devlet olduğu söyleniyor. Bunların bir kısmı doğrudur. Ama tartışılmayan bir tek devlet var: “O da Türkiye devletidir.”
HTŞ’nin bu saldırısının arkasında Türk Devleti var. Ve Türk Devleti, şimdi de Şam'a heyetler göndererek, Dışişleri Bakanını, MİT Başkanını göndererek, orada inisiyatifini artırma çalışıyor. Temel hedefi de Batı Kürdistan'da, tanımı çok belli olmasa da mevcut statüyü ortadan kaldırmaktır. Biliyorsun geçenlerde Hakan Fidan 3 şart söyledi:
Bir, Batı Kürdistan'da dışarıdan gelen silahlı güçlerin orayı terk etmesi.
İki, PYD-YPG'nin silahsızlandırılması.
Üç, bu haliyle Şam'daki görüşmelere katılması.
Yani kısaca şunu söylüyorlar: “Ya teslim olacaksınız ya da sizi yok edeceğiz.” Özeti budur; yani bu Türkiye'nin tutumunun.
Aynı şeyleri dün Golani de söyledi: “HTŞ dışındaki bütün silahlı güçleri silahtan arındıracağız.” dediler. “Biz zaten PYD-YPG'yi terörist olarak görüyoruz.” dediler.
Yani, bu; Kürdistan meselesinde, Golani ile Erdoğan'ın bir söz birliği var. Öyle anlaşılıyor ki uzun zamandır bunun üzerinde çalışılmış. Bu böyle bir günde karar altına alınmış bir şey değildir. Dolayısıyla bu savaş sürecek.
Şu anda, kesin olarak, karlı çıktığı söylenebilecek olan tek devlet İsrail'dir. Kaybettiği net olan, İran'dır. Bundan sonra; yani bu işin sonunda, kim kazançlı çıkacak hep beraber göreceğiz. Türkiye bir zafer havası estiriyor.
Bu daha çok Erdoğan'ın iç kamuoyuna dönük bir zafer havasıdır. Sonunda, Türkiye bu operasyondan karlı mı çıkacak, zararlı mı çıkacak, onu birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama Erdoğan'ın iç kamuoyu için bir zafer kazandığını söylemek mümkündür. Şimdi bundan sonra bizim esas dikkat edeceğimiz bir-iki mesele var:
Birincisi, İran'ın tutumu. Yani İran'ın Tahran'dan başlayıp Yemen'e kadar uzanan bir direniş cephesi var idi. Bunun Filistin, Lübnan ve Suriye ayağı koptu. Yemen'le zaten coğrafi olarak çok uzaktalar ve İsrail ile ABD'nin, Yemen'e dönük operasyonlarının devam etmesi muhtemeldir.
İran'ın elinde kalan Irak'tır. Yani şu anda, İsrail'le İran arasında kalan tek tampon Irak'tır. Ve İran, Irak'a yüklenecektir. Hem Güney Kürdistan'ı statüsüzleştirmek için hem de özellikle işte Şengal ve çevresi İran içinde, İsrail içinde stratejik bölgelerdir. Oraya yüklenecektir.
Bu arada Türkiye ile İran'ın karşı karşıya gelmesi muhtemeldir. Çünkü İran medyası yoğun olarak, Türkiye'nin bu operasyonun arkasında olduğunu söylüyor. Yani ABD ve İsrail diyor, bir de bir bölge devleti diyor.
İsim vermiyor ama kastettiği, Türkiye'dir. Evet, Kürtlerin tutumuna herhalde daha sonra geleceğiz. Ama şu dönem esas izlememiz gereken; İran'ın Güney Kürdistan'a yüklenmesi, Irak'a yüklenmesi, Türkiye'nin, Batı Kürdistan'a yüklenmesi ve bu arada iki devletin karşı karşıya gelme ihtimalidir.
Kürdistani siyasetin bundan çıkaracağı dersler var: Yani birincisi, bu 13 yılda, doğru dürüst hazırlanmadığımız anlamına geliyor bu. Yani 13 yılda, binlerce Kürt gencinin kanıyla kazanılmış bazı mevziler var idi.
Bugün bu mevzilerin, tehdit ve tehlike altında olduğu anlaşılıyor. Düşman tabiatına uygun davranıyor. Bizim değerlendirip eleştirmemiz gereken şey; Kürt-Kürdistani siyasetin, bu 13 yıllık savaşı, Kürdistan'ın bağımsızlığı yönünde kullanamamasıdır. Esas tartışmamız gereken, ders almamız gereken nokta budur.
Buna devam edersem şunu söyleyip bitireyim. Kürdistan parçalanmış paylaşılmış ve bölünmüş bir ülke, bir siyasi mühendislik neticesi bölünmüş bir ülke, işgalci devletlerin içindeki Kürt nüfusu yüzde on ile yirmi arasında hesaplanmıştır; başlangıçta hem Suriye'de hem Irak'ta hem İran'da hem de Türkiye'de, şimdi bu oran değişmiştir. Güneybatı Kürdistan'da bu oran azalmıştır. Kuzeybatı Kürdistan'da bu artmıştır.
Kürdistani siyaset, eğer çözümü mevcut işgalci devletlerin sınırları içinde ararsa; bu, Kürdistan'ın sonudur. Hiçbir devletin içinde %25'lik bir oranla, o devletin asıl unsuru olamaz. Buna en yakın parça Güney Kürdistan'da, 30 yıldır bu hedefe ulaşmak yerine, bu hedeften uzaklaşıldığını görüyoruz.
Yani 2017 referandumuyla, bağımsızlık referandumuyla bir hamle yapıldı. Karşı saldırıdan sonra o bağımsızlık planı da geri çekildi. Batı Kürdistan'dan bir devlet yapısı çıkmaz. Hem coğrafyası hem kaynakları bakımından oradan bir devlet yapısı çıkmaz. Yani Suriye sınırları içinde, Batı Kürdistan sorununun kalıcı bir çözümü mümkün değildir.
Diğer parçalarda da mümkün değildir. Dolayısıyla bu 13 yıllık dönem boyunca, birkaç fırsat ele geçti. Akdeniz'e ulaşma fırsatı da dâhil. Özellikle 2014'te Kobani direnişi sırasında.
Güney Kürdistan'la Küçük Güney ya da Batı Kürdistan ayakta kalmak istiyorlarsa, birleşmek zorundadırlar. Birleşmeyi hedeflemek zorundadırlar. Şu anda gücün buna yetmeyebilir. Ama stratejik hedefinin bu olması gerekir.
Bugün Kürdistan'ın dört parçası ve dünyanın her tarafındaki Kürtler; Kürdistan'ın birliği için Kürt siyasal birliğini öne çıkarmak zorundadırlar.
13 yılın sonunda, daha işte dün evveli gün Mazlum Kobani, Kürt siyaseti içinde siyasal birlik çağrısında bulundu. Çok geç kalmış bir çağrı olsa da mecburen böyle bir çağrı yapmış olsa da önemlidir. Sadece Batı Kürdistan'da değil, Güney Kürdistan'la oluşturdukları düşmanlığa bir son vermelidirler. Yani bölgedeki Arap aşiretleriyle, bölgedeki diğer Arap unsurlarıyla her tür ittifaka açık olan YPG-PYD; bir türlü, Güney Kürdistan'la siyasi birliği gündemleştirmediler. Aynı şekilde Güney Kürdistan yönetiminin de böyle bir vizyonu olduğunu görmüyoruz.
Yani en son dün ya da bugün, Mesut Barzani'nin açıklaması var: Golani'nin açıklamalarını, yani herkesin Kürtler de dahil herkesin temsil edildiği bir Suriye yönündeki açıklamasını, olumlu buluyor. Bu parçacı siyaset anlayışından bir an önce vazgeçmek lazım.
Bir Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyor. Dünyanın her tarafı savaş alanı.
Dünyadaki büyük güçler dünyanın her tarafında savaşıyorlar. Orta Doğu'da da Yakın Doğu'da da hiçbir temel mesele; mevcut devlet sınırları içinde, kalıcı bir çözüme ulaşamaz. Kalıcı çözüm, yeni sınırlarla mümkündür. Özellikle Kürdistan için bu böyledir.
Dolayısıyla, Suriye'de olup bitenlerden Kürdistani siyasetin, böyle dersler çıkarması ve devam eden bu savaşa, böyle hazırlanması gerektiği kanısındayım.
-Peki, sevgili hocam, siz de çok güzel anlattınız. Bir giriş yaptınız. Genel sorunu ortaya koydunuz. Şimdi ısrarla Türkiye Cumhuriyeti şeyden bahsediyor. Tayyip Erdoğan söylüyor: Suriye'nin bütünlüğüne kim saldırırsa, karşısında bizi bulur.” Yani sanki oranın o toprakların asli sahibi kendileriymiş gibi. Hâlbuki bugün Suriye paramparça olmuş vaziyette.
Yani siz de ifade ettiniz. Çok sayıda örgütlenmenin kendinin egemen kıldığı topraklar var. İşte güneyde İsrail var. Rojava kendi topraklarında kendi gücü ve imkânları ölçüsünde bir şey yapmaya çalışıyor.
Buradan şunu sormak istiyorum size. Bu savaş ortamında işte bundan, bundan daha önce Körfez Savaşı Güney Kürdistan'ı ortaya çıkardı. İki bin on bir müdahalesi de Suriye'ye ve benzeri terörist örgütlenmelerin saldırısıyla birlikte, Rojava Kürdistanı da bu örgütlenme, mecbur mevcut örgütlenmeyi ortaya çıkardı. Bu krizi derinleşmesiyle birlikte Rojava için ve diğer Kürdistan parçaları için neyi öngörüyorsunuz?
-Şimdi birincisi, devletlerin toprak birliğinin kutsal olduğu emperyalist kolonyalist bir tezdir. Hiçbir devletin toprak bütünlüğü kutsal değildir. Eğer herhangi bir toprağın kutsallığından söz edeceksek; bu ancak, ulusların tarihsel toplumsal sınırlarıdır. Toprak birlikleridir.
Bu anlamda Kürdistanlı devrimciler, Kürdistan'ın birliğini yani ben kutsal sözcüklerini çok kullanmam ama illa kutsal denilecekse, bizim için Kürdistan'ın birliği kutsaldır.
İkincisi, Türkiye gibi, Suriye, Irak, İran gibi devlet ulusu oluşturmamış yapıların birlikleri de kutsal değildir, parçalanmalıdırlar. Çünkü bu zora dayalı işgalci bir birliktir. Hiçbir devrimci, işgalci birliklere kutsiyet atfetmez, onların birliğini, bütünlüğünü savunmaz.
Tam tersine devrimcilerin görevi, bu zora dayalı birlikleri parçalamaktır. Devletlerin toprak birliğini kutsal sayma anlayışı, Birinci Dünya Savaşı sonunda kurulan, dünya düzeninin sloganıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu slogan güçlendirerek arttırıldı. Ama Birinci Savaş da İkinci Savaş da emperyalist paylaşım savaşlarıydı.
Bunların ertesinde kurulan dünya düzenleri de emperyalist düzenleriydi. Bunu söyleyenler peki gerçekten güçleri yettiğinde başka devletlerin toprak birliğine saygılı mıdırlar? Mesela Türkiye. Türkiye; bugün, Suriye'de işgalci bir güçtür.
Irak da işgalci bir güçtür. Türkiye, Libya'da da işgalci bir güçtür. Türkiye'nin ısrarla (devletlerin toprak birliğinin kutsallığı) bunu söylemesinin iki nedeni var:
Birincisi, kendi toprak birliği yapaydır, zora dayalıdır, işgalcidir. Bunu örtmek için işte devletlerin toprak birliğini savunuyor.
İkincisi, Kürdistan'ın devletleşmesini kendi sonları gördükleri için Sadece kendi devletlerinin toprak birliğini değil, İran'ın, Irak'ın, Suriye'nin de toprak birliğini savunur gözüküyorlar. Bunun somut durumla, gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu, Türk Devleti'nin Kürdistan'a dönük, bir kolonyalist saldırısıdır.
Şu anda Türk Devleti, Kürdistan'ın üç parçasında bir savaş yürütüyor. Bu savaşı yürüten işgalci bir gücün ağzından, kutsal hiçbir şey çıkmaz. Çıksa çıksa barbarlık çıkar. Bundan sonra; yani bu savaş, Suriye'de savaş, nasıl gelişecek bilmiyoruz.
Ama bizim buna hazırlıklı olmamız lazım. Yani artık; siyasete, savaş mantığıyla bakmamız lazım. Olağan bir dünya siyaseti yok. Kürdistan zaten hiçbir zaman olağan bir siyasal durum, dönem yaşamış değildir.
Dolayısıyla; önce, fikri olarak bu kolonyalist düşünce sistematiğinden kurtulmamız lazım. Özellikle Kuzeybatı Kürdistan'da son dönem, son yıllarda siz de sık sık duymuşsunuzdur. İşte: “Kürtlerle Türkler bin yıldır birlikte yaşıyorlar. Kardeşçe yaşıyorlar.”
Birlik oldukları zaman, her iki taraf da kazanıyor. Bunu Öcalan da söyledi, Ahmet Özer de söyledi, Erdoğan da söyledi, Bakırhan da söyledi. Şimdi önce, bu fikri egemenlikten kurtulmamız lazım.
Birincisi, Kürtlerle Türklerin “bir aradalığı” bin yıl değil, çok zorlarsan 500 yıldır. Yani 16. yüzyıldan bu yanadır.
İkincisi, hiçbir dönem kardeşçe çatışmadan yaşanmış bir birlikteliğimiz yoktur. Yani 16 ile 19.yüzyıl arasında görece sakin bir dönem yaşanmıştır. Kürdistan mîrliklerinin yönetimindeki Kürdistan'la Osmanlı İmparatorluğu arasında. 19. yüzyılda büyük başkaldırılar ve Osmanlı Devleti'nin yaptığı büyük katliamlarla geçmiştir. Buradan bir kardeşlik çıkmaz. Son yüzyılda ise zamana yayılmış bir jenoside tabi tutulmuş bir Kürdistan var. Bir değiliz, birlikte bir kazancımız yoktur. “Bir aradalığımız” sadece, Kürdistan hakikatinin ortadan kaldırılmasına yarar.
Ve zaten; Türk Devleti'nin, Kürt-Türk Birliği'nden anladığı, Kürtlerin Kürdistan hakikatinden vazgeçmeleri, yani sadece kültürel ve dil olarak asimile olmaları yetmez. Siyaseten de asimile olmaları şartına bağlıdır. Bakın işte Hakan Fidan diyor ki: “Dışarıdan gelen savaşçılar, -PYD, YPG'deki savaşçıları kastediyor- Suriye'yi terk etmelidirler.”
Peki, sizin dünyanın dört bir tarafından getirip Suriye'ye gönderdiğiniz yabancı cihatçılar için niye böyle bir şey söylemiyorsun? Çünkü onlar sizin din kardeşlerinizdir. Kürdistan ise sizinle düşmanlık hukukuna sahip bir ülkedir. Bu nedenle, Kürt savaşçıları dışında, hiç kimsenin Suriye'den çıkması gibi bir talebi yoktur.
Örneğin; Türk Devleti'nin yetiştirdiği, eğittiği, donattığı Müslüman Kardeşler, işte ÖSO-SMO diye adlandırılan yapıları niye silahsızlandırmıyorsun? Tam tersine onlara yeni silahlar verip; Kürtlere, Kürdistan'a saldırtıyorsun. Önce bu fikri hegemonyayı yıkmamız lazım. Ondan daha önemlisi artık Kürt siyasetinin parçacı zihniyetten sıyrılması lazım.
Hiçbir parça içinde kalıcı çözüm mümkün değildir. Geçici kazanımlar elde etmek mümkündür ve biz bunlara karşı çıkmıyoruz. Örneğin, Güney Kürdistandaki federe yapıya biz karşı çıkmadık. Bunun kalıcı çözüm olmadığını söyledik.
Otuz yıllık geçmişine de baktığımız zaman, bir parçanın kendi başına kalıcı bir kurtuluşa, çözüme ulaşmasının mümkün olmadığı görülmüştür. Batı Kürdistan'daki gelişmeler de aynı şekilde. Yani 13 yıldır savaşılıyor. Binlerce Kürt gencinin kanı pahasına kazanılmış bazı mevziler var. Ama orada garanti edilmiş hiçbir ulusal kazanım yok. Yani başlangıçta kantonlar, kantonlar üstü komite, daha sonra federasyon bile getirildi. Sonra Kürdistan bir tarafa bırakılıp Kuzey Doğu Suriye projesine geçiş yapıldı. Bunun yol açtığı sonuçlar nedir?
Birincisi, Kürdistan'daki demografi altüst oldu. Başından beri hem Batı Kürdistan'da siyasi birlik, hem Kürdistan'ın diğer parçalarındaki örgütlerle siyasi birlik anlayışına sahip olunmadığı için, Kürdistan'da demografik yapı değişti. Şu anda Batı Kürdistan'da Kürtlerin çoğunluk oluşturduğu yerler; Kobanî, Amûdê, Tirbespî ve Dêrik'tir. Kamışlı'nın %60'ı Kürt değildir.
Afrin %98'i Kürt'tür. Şu anda bu oran %25-30'a inmiştir. Serêkanîyê aynı durumdadır. Bunun nedeni nedir?
Bunun nedeni; ulusal mücadele, toprak temelli bir mücadeledir. Toprak ekseninden sıyırdığın zaman ulusal mücadeleyi, ulusal hedeflerden uzaklaşırsın. Batı Kürdistan'daki Kürt savaşçılarının büyük çoğunluğu, Batı Kürdistan sınırlarının güneyindedir. Orada da ne olacağı belli değildir.
Yani Deyrizor'da ABD aracılığıyla bir ateşkes imzalandığı ve oradaki PYD-YPG güçlerinin geri çekildiği söyleniyor. Şu anda hedefte Ayn İsa ve Raqqa var. Burada temel tehdit şudur: Bu coğrafyalar, yani bu Kuzey Doğu Suriye denilen coğrafya, Arap çoğunluklu bir coğrafyadır.
Başlangıçta; Raqqa'daki Araplar da Deyrizor'daki Araplar da Sünni Müslümanların, büyük çoğunluğu Daeş ve El-Kaide'yi desteklediler. Daha sonra, Rusya'nın sahaya inmesi, ABD'nin Daeş karşıtı koalisyon kurup PYD'yi yeniden örgütleyip silahla desteklemesinden sonra, buradaki Arap aşiretleri; işte, SDG içinde örgütlendiler. Ama şimdi bunlar, fırsat bulur bulmaz PYD ve YPG'ye karşı çıkıyorlar. Deyrizor’da olan budur.
Safları terk ettiler.
Evet, kendi doğalarına, ulusal aidiyetlerine uygun davranıyorlar. Orada halkların kardeşliği üzerinden yürüyüp başarı kazanacak bir siyasal mücadele iklimi yoktur. Yani PYD-YPG'li kardeşlerimizin yeniden bunları düşünmeleri lazım. Yani HTŞ katilleri tarafından binlerce Kürt genci öldürülmüştür.
Şimdi onlarla demokratik bir ilişki nasıl sağlanabilir? Bu mümkün değildir. Eğer şu anda bir karşı saldırıya muhatap olmuyorsak bunun nedeni; oradaki ABD'nin, daha güneyde de İsrail'in varlığıdır. Bu ila nihayet sürdürülebilir bir tarz-ı siyaset değildir.
Bakın mesela; Şam'ın güneyinde-batısında altı tane Dürzi köyü toplantı yaptı. Dedi ki: “Bizim can güvenliğimiz yok. Biz İsrail'e bağlanmak istiyoruz. Çünkü HTŞ iktidarı bizim için tehdittir.”
Yani: “Can güvenliğimiz yoktur.” dediler. Suriye'de Nusayri Arapların ne olacağı belli değildir. Suriyelilerin, Ermenilerin, Kıldanilerin ne olacağı belli değildir. Ve daha büyük bir tehlikeyle oradaki Kürt toplumunun, ne olacağı da belli değildir.
Dolayısıyla yaşananlardan ders çıkarıp, toprak temelli ulusal siyasete dönmek lazım. Parçacı anlayışlardan vazgeçmek lazım. Kürdistan'ın bağımsızlığı Kürdistan'ın birliğinden geçer. Bunu anlamak lazım.
Şu ana kadar ne yapıldıysa yapıldı. Gönül isterdi ki bunu sağlam bir siyasal kafayla, daha önceden gerçekleştirmiş olsunlar. Ama hiç olmasa bundan sonra, Batı Kürdistan'da Kürtlerin siyasi birliğini sağlamak lazım. Batı Kürdistan'la Güney Kürdistan'ın, hem siyasal birliğini hem ileride toprak birliğini öne koymak lazım. “Kürdistan'ın bağımsızlığının, birliğinden geçtiğini de artık anlamak gerekir.” diye düşünüyorum.
-Peki, hocam, Hurşit Dinler'in bir sorusu var. Gerçi şu anda Rusya Suriye'de değil ama çekip gitti. Diyor ki: “Rusya Suriye'de işgalci değil mi?” diye soruyor. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?
-Şimdi Rusya'nın; Suriye'de bundan sonra ne kadar kalacağı, nasıl kalacağını, henüz bilmiyoruz. Ama Rusya, Suriye devletinin iradesine rağmen oraya gelmiş değil. Suriye devletinin çağrısıyla oraya gelmiş. Şimdi onu çağıran Suriye yönetimi göçtü.
Rusya da HTŞ ile ilişki halinde olduğunu söylüyor. Çünkü Rusya için Suriye'nin önemi, Akdeniz'e açılmasıdır. Orada Tartus'ta bir Deniz gücü üssü var. Lazkiye'de hava gücü üssü var.
Şimdiye kadar HTŞ'yle çatışmadılar. Bundan sonra ne olacak bilmiyorum. Ama benim kişisel düşüncemi sorarsan; yani bu devletler arası hukuk vesaireyi bir tarafa bırakırsak, her ülkede ama yani zorla oluşturulmuş, işgalle oluşturulmuş devlet toprağı anlamındaki ülkeler değil, her ulusun kendi toprağında sadece kendi askeri gücü olmalıdır.
Gerisi işte, bu dünya savaşı yaşanıyor ve dünyadaki bütün devletler üçüncü ülkelerde savaşıyorlar. Yani bugün mesela; Libya'da olmayan devlet yok. Yani Mısır var, Türkiye var, Rusya var. Her birisi var.
Rusya'nın Suriye ile ilişkisi Sovyetler Birliği döneminden kalma bir ilişkidir. Devletlerarası anlaşmalarla orada duruyor. Bundan sonra orada nasıl duracak? O limanlarını ne yapacak? Suriye'de bir devlet yapısı oluşacak mı?
Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Çünkü yani şu anda, Suriye'nin bir devlet olarak yeniden kurulması hem çok güçtür hem de bir savaş alanıdır. Yani Suriye'nin silahlı gücü kalmadı. Savaş uçakları kalmadı.
Savaş helikopterleri kalmadı, cephaneleri kalmadı. Bunların hepsini İsrail yerle bir etti. Niye? Çünkü İsrail HTŞ'nin Şam'a yürümesinden hoşnut olsa da komşusu bir devletin yönetiminde HTŞ'nin ilerde kendisi için tehdit olabileceğini hesaplayıp, Suriye devletinin savaş gücünü neredeyse sıfırladı. Ekonomisi çökmüş durumda. 13 yıldır savaş süren bir coğrafya.
Yani Suriye'de olup bitenler de dünyanın öbür taraflarında olup bitenler de şunun bir daha güncellendiğini görüyoruz: “Ya devrim ya barbarlık.”
13 yıl süren bir savaşta eğer bir devrime yol açmıyorsa barbarlığa yol açar. Şu anda Suriye'ye egemen olan barbarlıktır. Bu dünya için de böyledir. Yani artık işte bilmem internet çağı, şu çağı bu çağı diye övülüp durulan bu çağ; aslında, bir tür yeni orta çağdır.
Liberal-globalist saldırılarının aksine, bireyler gittikçe daha çok baskı altındadırlar. Dünyada hukukun işlerliği kalmış değil. Bu temel gerçeği akılda tutarak, devam etmemiz lazım. Gerçekten Kürdistan için de bu böyledir. Ya devrim ya barbarlık.
-Peki hocam, sevgili Aslan soruyor. Diyor ki: “ABD şemsiyesi altında özgür bağımsız Kürdistan mümkün mü? Sayın Fuat Önen'in bu konuda görüşleri nedir?
-Özgür bağımsız Kürdistan, Kürdistan devrimi ile mümkündür. Dünyanın bugünkü güç dengelerinde, Güney Kürdistan'ın da, Batı Kürdistan'ın da ABD ile taktik ittifaklar kurmasını yanlış bulmuyorum. Ama bu ABD'nin şemsiyesinde bir bağımsız Kürdistan olacağı anlamına gelmez. Bağımsız Birleşik Kürdistan, Kürdistan halkının, Kürdistan devriminin eseri olacaktır.
-Evet, teşekkürler hocam. Çok izleyicilerimizin olumlu mesajları var. Siz de program sonrasında izlersiniz. “Güzel program oldu.” diyorlar.
Sevgilerini gönderiyorlar sizlere. Biz de bu saate kadar sabırla bizi izleyen sevgili izleyicilerimizin hepsine, yürekten teşekkür ediyoruz ama şunu da söylemeden geçemeyeceğiz. Lütfen kanalımıza Dengê Kürdistan'a abone olun ki bu sesleri en geniş kitlelere ulaştırabilelim. Çünkü bu doğru seslere Kürdistan halklarının ihtiyacı var.
Bunu rica ediyoruz bütün izleyicilerimiz de Lütfen abone olun. Sadece abone oldum diyeceksiniz. Ücret falan ödemeniz gerekmiyor.
Ayrıca programımıza bu kıymetli, değerli bilgileriyle katılan ve günümüze ışık tutan görüşleriyle sevgili hocamız Fuat Önen'e de yürekten Dengê Kürdistan ekibi olarak teşekkür ediyoruz.
-Ben de çok teşekkür ediyorum. Bütün izleyicilere selamlarımı, sevgilerimi ve mücadelede birlik çağrısını iletiyorum.
Teşekkürler!
Hoşça kalın! Yoldaşça kalın!
Denge Kurdistan TV 15.12.2024