Hasan H. YILDIRIM posted on February 02, 2016 09:48
Cizre'de devlet güçlerinin saldırılarında yaralanan ve 9 gündür bir binanın bodrumunda hastaneye kaldırılmayı bekleyen 22 yaralıdan 7’si hayatını kaybetti. On beş yaralı ile bir gündür irtibat kurulamıyor.
Onları almaya giden sağlık görevlilerini Türk devlet güçleri engelliyor, ambulanslara ateş açıyor, kadınları tutukluyor,
Türk devleti Kürtlere savaşın acımasız yüzünü öğretiyor. Böyle davranmakla ayrı bir halk olduklarını, kendileri için Kürtlerin bir değer ifade etmediğini, teslim olmaktan veya ölmekten başka seçeneklerinin olmadığını anlatıyor.
Türk devleti başka bir ülkeye, düşmana, savaş halinde olduğu bir halka ve güce karşı savaşın acımasız kurallarıyla davranıyor, ama Kürt siyasetçileri bunu anlamıyor, hala bu devlet kendi devletleriymiş gibi, başbakanla, içişleri bakanıyla, vali ve kaymakamlarıyla görüşmeye çalışıyorlar. İnsanı Cizre’nin bodrum katında yaralı ve ölü halde kuşatılmış olanların inlemeleri kadar kendini hala Türk sisteminin bir parçası sayan Kürt siyasetçilerinin devlet karşısındaki yalvaran duruşları yaralıyor.
Bu devletin 12 sene zindanlarında, beş sene hücrelerinde ve sekiz yıl süren işkence seanslarında kalmış biri olarak bunları yazıyorum. Biz en ağır ve kahredici işkenceler altında işkencecilere yalvarmadık, yeter demedik, öyle donuk gözlerle işkencecilerin vuruşlarına, hücre ve zindan duvarlarına bakıp durduk, ta ki onlar yorulana kadar.
Orada ben, düşman kavramının ne demek olduğunu iyice gözlerime ve bilincime kazdım. Kürtlerin düşman kavramı bir tuhaf. Düşmana hem kurşun sıkıp, hem onun sistemini kurtarmaya çalışmanın yaman çelişkisi sanırım sadece Kürtlere ait. Bir grup silahlı çatışma içindeyken, bir grup siyasetçi biz bu ülkenin bölünmemesinin garantisiyiz diyor.
Türkler de artık bunu yutmuyor. Kürt siyasetçilerine güvenmiyor. Kürtlerin ve Türklerin birbirini kandırdığına dair gerçekler bütün boyutlarıyla ortaya çıkmış bulunuyor. İşte Türk egemenliği, bu nedenle Erdoğan öncülüğünde Kürtlere karşı acımasız bir savaş açmış bulunuyor. Ve çok net konuşuyorlar. „Ya teslim olacaksınız ya da öleceksiniz,“
Birinci Dünya Savaşının yenik psikolojisi altında kıvranan Alman burjuvazisi dünyaya savaş ilan eden Hitler'i boşuna desteklemedi. Hitler kazansaydı Almanya dünyanın hakimi olacaktı. İkinci Dünya savaşının son anlarında Hitler’in ve generallerinin yaşadıkları trajedi çeşitli kitaplara ve filmlere konu oldu. Yenildiklerini gören Hitler, Amerikalılara ve Rus Kızılordusuna yerle bir edilmiş bir Almanya bırakmak istiyordu.
Zafer kazanmamış bir halkın bu dünyada yaşama hakkı yok diyordu. Sevgilisiyle birlikte intihar odasına kapanırken, ona bağlı subay ve generaller de tek tek intihar ediyordu. Sonra Almanya, edebince diz çöküp teslim olmasını bildi. Yaralarını sardı, geride kalan Alman halkı, aynı Almanya’yı yeniden yarattı ve suçlarıyla yüzleşti. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşındaki toplam kaybı 5 milyon, Sovyetler Birliğinin 17 milyondu. Bunları savaşın acımasız yüzüne ve kararlarına örnek olsun diye aktarıyorum.
Yılladır ısrarla bir hususun altını çizer dururum. Türkiye sınırları içinde bulunan Kuzey Kürdistan’ın konumu, mevzisi belli cephe savaşına uygun değil. PKK bir dönem dağlarda cephe savaşı verdi, yani sabit alanlarda mevzi savaşıydı bu.
Türk devleti tanklarla, toplarla ve uçaklarla mevzileri vurdu dağıttı, o cephe savaşı ve düzenli ordu denemelerinden geriye mezarsız binlerce gerilla ismi kaldı. Aynı mevzi ve hendek savaşı şimdi Kürt şehirlerinde veriliyor. Mahallesi, sokağı ve evi belli çatışmalarda direnişçilerin tanka, topa ve uçağa sahip olan güç karşısında ne kadar şansı olabilir. Türk devleti çatışmalara ilişkin sık sık şöyle bir açıklama yapıyor:
„Çatışmalarda çok kayıp vermemizin nedeni şehri yerle bir etmek istemeyişimizdendir.“ Savaşın daha ileri bir aşamasında, acımasız aşamasında, Türk devleti o şehri karadan ve havadan yerle bir edebilir.
Taş üstünde taş koymayabilir. Sonuçları ne olur o ayrı bir konu. Ama bunu yapacak teknolojisi ve devlet olanakları var.
Onun için dedik, Kürtler Türk devletiyle asla mevzi savaşına girmemeli, savunma birimlerinin sabit yerleri, mahalleleri ve semtleri olmamalıdır. Yerler sabit olursa, bu Türk devletine o mahalleyi, caddeyi ve evleri vurmak fırsatı sunuyor ve dağılan, evi yıkılan Kürt hayatı oluyor.
Bunları yazdığımız zaman, bir gün kendini dünyanın fatihi, Türk devleti saldırılarda bir adım öne geçtiğinde kendini dünyanın en zavallı bireyi olarak gören şahıs, şöyle diyor:
„Biz geri çekilmeyiz, direniriz, ölürüz,“
Ama gerçekten mantık bu ve bu mantık, bu kararsızlık her savaş döneminde Kürtleri mahvediyor.
Bir yandan mantık böyle olur, bir yandan Cizre’de bir bodrumda mahsur kalan ve su diye inleyen yaralılar için siyasetçiler devlete yalvarır. Buna gerek yok. Savaş, insan ve halk hayatının en ciddi ve en belalı işidir.
Yarım hamilelik olmayacağı gibi, sür git yarım savaş olmaz. Savaşanlar ölülerini, yaralılarını, halkını bir yerden bir yere çıkarmanın tedbirini almaya çalışır. Bir yerde kuşatılmış bir birliği ve halkı varsa, çemberi yarmaya ve onlara ulaşmaya çalışır.
Bunu başaramazsa, çığlık atmaz, yalvarmaz, kayıplarının acısını yüreğinin derinliklerinde hissederek, bir daha benzer kuşatmalara girmemenin tedbirleri alınır. Kürt siyasetçileri sık sık:
„Biz direniyoruz batı niye sessiz,“ diyor. Türk ve savaş gerçeğinden uzak bir değerlendirme. Türk burjuvazisi, İslamcılığı, sosyal demokratlığı ve milliyetçiliği Kürde karşı savaşta Erdoğan ve Genelkurmay etrafında kenetlendi. Bedeli neyse bunu ödeyecekler. Başarırlar veya yenilirler, ama bir karar uyguluyorlar. HDP ve PKK’nin de buna uygun tedbirlerini almaları gerekiyor. Bu yıkıntıların üzerinde barış inşa edileceği sanılmasın.
Kürtler Türk saldırganlığı altında kötü bir zaman geçiriyor. PKK ve HDP bu durumu bize çarşaf uzunluğunda açıklamalarla izah etmelerine gerek yok. İki de bir halkın direnişe çağrılması da gerekmiyor. „Biz direniyoruz, batı niye suskun?“ sorusu da anlamsız.
Ya üstün bir planla savaşılır ve savaşın keskin gerekleri yerine getirilip devletten aman dilenmez ya da halkımızın çıkarları gereği şehir çatışmalarını sonlandırıyoruz diyerek, kendine bir düşünme ve toparlanma fırsatı tanınır.
Kürtleri hep savaşın mağdurları yapan, ağlatan, çığlık attıran, hasta eden, gereksiz kayıplarla çılgına çevirten mücadele tarzına yeter deyin artık.
kurdistanaktuel.com