Türk yönetimi, referandumla birlikte Güney Kürdistan’ı da vurulacak düşman hedef haline getirdikten sonra, artık, Kürtlerle yurtta savaş, dünyada savaş konseptine geçti. Artık yalanlar dünyasında kanatlanırken, “kardeşlerim" diyebilecekleri Kürt kalmadı.
Oysa Cizre’yi, Şırnak’ı, Nusaybin ve Sur’u, içinde yaşayan insanların başına yıkarken, Saddam’ın Halepçe’de yaptığının başka türlü benzeri olarak Roboskî’de cinayet işleyip IŞİD’in yolundan giderek insan keserken, çocuk yaştaki kızları, delikanlıları diri diri yakarken, hala Kürtlere dönüp, “kardeşimlerim" diyebiliyorlardı. Üfürdükleri yalanın hakiki göstermek için, gidip güneydekilere sarılmayı, beride, kemik karşılığında kapılarında bağlı tuttukları Kürtleri göstererek, ekliyorlardı:
“Görüldüğü gibi bizim, Kürt kardeşlerimizle hiç bir sorunumuz yoktur, onlar bizimle eşit haklara sahip vatandaştır!.."
Kürtler, öylesine "eşit“ti ki, dillerinden eğitimi yasak, konuştukları kelimeler öldürülmeler için sebepti. Kürtçe kelime duyan Türkler, galeyana gelip kendini kaybetmiş havalarına girip cinayet işliyorlardı.
Kürdün kavmi kimliği, aidiyeti yok, hayatının fiyatı, yani Türklere maliyeti tek kurşundu. Yargı personeli, polis ve askerler, “iç düşmana hak ettiği cezayı verme"de zaten yeminlidir.
Kürtler, günümüzde Türklerle, o kadar eşit haklara sahiptirler ki, yaz aylarında, Türk kesimlerinde iş aramaya giden tarım ve inşaat işçileri, Amerikalı yazar Jonh Steinbeck’in “Gazap Üzümleri" kitabında anlattığı kıtlık, kuraklık savrulmuşu insanlar gibi şehir ve kasaba girişlerinde barikatlanıp geri püskürtülüyor, uzak durmak Türklere karışmamak koşuluyla kabul edilenler de, esir getosunu andıran kamplara kapatılıyorlardı. Çalışabilenler, sıra ücretlerini almaya geldiğinde, birden bire “galeyana gelmiş Türk milliyetçileri" saldırısına uğruyor, polis ve askerler “Türk gençlerini galeyana getiren" bu unsurları, araçlara doldurup sınır dışına atıyor, emekleri gaspçılara kar kalıyordu.
Yine Kürtler, o kadar ileri derecede “eşit haklara sahip vatandaşlar"dır ki, her işe giriyor, her göreve talip olabiliyorlardı. Ama soy kimliklerini inkar, halkının hayallerine düşman olmak koşulu ile…
Onun dışında bir tek subaya, valiye, yargıça rastlayamazsınız. Buna karşılık, halkının sırtında cehennem ateşleri yakan İsmet İnönü, “size Kürt diyenin yüzüne tükürün" diyen General Cemal Gürsel benzerleri ile Özal usulu olağanüstü yetkilerle donanımlı vali (diktatör) atayan sansür ve sürgün kararnameleri yayımlayanlar Cumhurbaşkanı bile oluyorlardı.
Çınarlı Mehdi Eker, Eruhlu Mehmet Şimşek gibi vıcıklaşmış tiplerin Milletvekili ve bakan olması, AKP’nin Kürtlük standardına uygundur. Ama soyunu inkar ve ırkçılığa biat etmeyen Selahaddin Demirtaş ile arkadaşları gibiler hakkı, parlamentodan zindan mukimliği, Belediyelerin gasbı…
TC sınırlarının ötesinde de hem “kardeşleri" hem de “düşmanları" vardı. Mesela Rojava ve Şengal “terörist" yani düşman topraklardı. Çünkü, onlar elleri ve iradeleriyle, kaderlerinin yolunu çiziyorlardı. Magandalık ama, onlar bu yüzden düşmandı.
Kürt’ün varlık olması, kendini yönetme organizasyonuyla, gün ışığına çıkması, çakma Türk’ün onurunu zedeliyordu. Kürt dediğin ayak altı kalması, el, alemin eline bakması gerekiyordu. Dünya durdukça “bindest…"
Türk ırkçısı, bu yüzden öfkeliydi. “Hiç bir yerde, hiç bir Kürt varlığına izin vermeyiz" diye diye Şengal’e, Rojava‘ya tank, top ve uçaklarla saldırıyor, buralarda cinayet işliyor, Kandil dağlarında kırım denemeleri yapıyorlardı.
Ancak, düne kadar, “Kürt kardeşlerimiz" dedikleri de vardı: Güneyliler…
Recep Erdoğan, “hal ve vaziyetin gidişat"ından memnundu. gayet şıktı. Çünkü Güney yönetimi, onun çakma ırkının düşmanı olarak gördüğü Kürtlerle mesafeliydi, oradan sağlanan gelirat da göz ve gönül dolduruyordu. Oğul Burak Necmeddin ile Bilal’in bu düzlemdeki kazancı meçhul, fakat damat Berat, eli ve ayağıyla Kürt petrollerinin içindeydi. Müteahhitlik işleri yolunda, ticaret kazancı doruktaydı.
Damat Berat’ın deyimiyle, TC, petrol kaynakları olmadığı halde, “petrol ihracatçısı" konuma yükselen yer yüzünün tek ülkesiydi.
Gelelim, Recep Erdoğan‘ın “kardeşliği" karşı tarafın teslimiyetine dayanıyordu. Çeteci anlayış bunu gerektiriyordu.
Ancak, onu atlayıp geleceklerini belirlemek üzere referanduma gidince, ipler koptu. Recep şimdi, dost ve kardeş değil, düşman. Düşmanlığı yaymak için, Moskova’dan yardım istiyor. İran’ı, tehdit ve şantaj unsuru olarak ortak askeri tatbikata ikna edemedi, ama Bağdat cenahında fitnecilikte başarılı oldu.
Birlikte, saldırı manevraları yapıyorlar. Öte yandan Amerika ve Rusya Güney Kürdistan’la ilişkilerinde davam kararı açıkladılar. Ankara’nın anladığını sanmıyorum, ama anlamlıdır, bu kararları…
Onların anlayacağı yanilerin yanisi ile “yedirmezler" adama. Ayrıca Kürtlerin eli armut toplamıyor.
800
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA