Devlet, Arapçadır. Platon (Eflatun) ve Aristotales’den (Aristo) sonra Rousseau, Hobbes ile Loke’ın tanımıyla devlet, belli bir toprağa sahip, bağımsız yaşayan insan topluluklarının çıkarlarını koruyan, nizam-intizam sağlayan örgütlenme, tüzel kişiliktir.
Devletin tarihi, ilk insan topluluklarına kadar iner. Ayrıca pek çok çeşidi vardır. Çağımızda hukuka dayalı olmayan biçimlerine haydut devlet, terör devleti deniyor. Her türüne eleştirel olarak bakanlar, devleti "baskı unsuru" olarak görüyor, devletsiz bir dünya hayal ediyorlar. Bunlara "ütopyacılar" (hayalci) deniyor. Marksist ütopyaya göre, zaman içinde üretim ile tüketim başa baş gale gelip insanlar mal ile hizmetlerden istedikleri kadar alacak aşamaya gelince devlet, gereksiz hale gelecek ve kendiliğinden ortadan kalkacak.
Hayal bu ama, henüz devlet yerine konacak bir düzen, düzenek bulunmadı. Hayal, orada ama, devlet yaşıyor. Yer yüzünde her halkın ya da bölgesel karmanın kendi devleti var.
Günümüz dünyasında, 193 tanesi Birleşmiş Milletler üyesi olmak üzere, nüfusu bir kaç on bin olanlar dahil, 208 devlet var.
Öte yandan, devlet himayesinden yoksunluk nedeniyle, sayısını kimsenin tam olarak bilemediği kadar çok, insan ırkı ve kültürün soyu tükeniyor.
Amerikan kıtası ve Avustralya yerlileri bu yüzden, sembolik olarak koruma altındadır. Ortadoğu’da, birçok insan soyu eriyor. Bu havzanın en köklü halklarından biri olan Kürtler, ikiyüz yıldan beri, eritilip yok edilmeye (asimilasyon) karşı, ölümüne direniyorlar.
Bu yüzden, tarihin en savaşkan gecikmiş halkıdır, Kürtler…
Gecikmenin binbir sebebi vardır. Hiç şek u şüphe yok ki, önderlerinin bazı görgüsüzlükleri ve yanlış stratejileri sebeplerden biridir.
Mesela, Birinci Dünya savaşı aşamalarında Araplar, Batılılarla ittifak kurup "ezen Osmanlı postalı" ile savaşırken, Kürtlerin bazı önderleri Ruslar, Fransız ve İngilizlerle savaşarak düşmanlarına yardım ediyorlardı. Kürdistan’ın parçalanmışlığında, bu etkenin rolü büyüktür.
Günümüzde ise hala, bazı Kürtlere söyletilen "kahrolsun batı Emperyalizmi" sloganıyla, Kürtlerin boynunu bastıran ilkel (çakma) emperyalizmin vahşi saldırıları, gözden kaçırılıyor.
Yine geçmişte zaferi kolay ve yakın sanan kimi önderlerin paniğinin son örneği, 16 Ekim 2017 tarihinde Kürdistan’da bir kere daha tazelendi. Bu Güneylilerin kaçıncı kaçışı diyeceksiniz ama, 1975, 1988’in tahribatı bunun yanında hiç mertebesinde kalıyordu.
O zaman, muharebe kaybedilmişti. Bu kez, Kürtlerin devlet olma umudu…
16 Ekim 2017’nin çatışmasız bozgunu ile Güneyli Kürtler, 1991 öncesinin hiçliğine döndüler. Dokunulmazlık delindi.
1991’in devamı olarak Amerika, 2003’de Güney Kürdistan devletini paketleyip teslim etti. Ama Kürtler adına paketi teslim alanlar, ülkeyi gökten düşmüş çiftlik kabul ederek aralarında bölüştüler. Halkı da, "reaya" (maraba ötesi yarı köle) gibi gördüler.
Sınırın dışında kalan Kürtler ise düşmandı. Kürtlerin birliğini sağlama yerine, her biri kendi bölgesinin efendisi kesildi. İçeride, ayrı adliye, ayrı ordu, ayrı polis, ayrı gümrük ve ayrı kasa…
Sanki halk, onlar babadan oğula geçen saltanat kursunlar diye savaşmıştı!..
Sonra gördük. Ülkenin askeri tepeleri ve ekonomisinin teslim edildiği Türk devletinin organizasyonu ile Kürt düşmanları, 16 Ekim’de taarruz vaziyetine geçtiğinde, devlet ilan etme iddiasındakiler toz olup dumana karıştılar. Peşmerge daha düşman görünmeden kaçıp buharlaştı. Bir kaç saat içinde, ülke topraklarının yarısı elden gitti.
Sonra, ülke egemenliğini (sahipliği) simgeleyen gümrük kapıları da işgal edildi. Irak Başbakanı Abadi‘nin, "Peşmerge ve sivil memur maaşlarını biz ödeyeceğiz" demeciyle, ordunun (Peşmerge) Bağdat‘a bağlandığı anlaşıldı.
Böylece Kürtlerin devlet olma rüyası, altın tepsi içinde katillerine sunulmuştu. Bağımsız devlet olmayı ummanlar, federatif düzenin eridiğine, özerkliğin buharlaştığına tanıklık etmişlerdi.
Mala, mülke, insan onuruna siper olması gerekenler, adeta işgalcilere selama durmuş, Güney Kürdistan olgusu buharlaşmıştı. Orası artık, yumuşak başlı, söz dinleyen, kolay yönetilen sömürge topraklarıydı.
Teslimatı yapanlar ise hala pişkince "merxas"tı. Biri, elden gitmiş davası bitmiş ülkeyi, yeni baştan kurtarma adına ölümüne çarpışmadan söz ediyordu. Öteki, işgal sırasında elleri tutulmuş, ayaklarının dibine demir atılmış ve de kafasına vurulup bayıltılmış gibi şaşkın bakınıyor, "ben yapmadım, rüşvet alan hain yaptı" diyordu.
Özetin özetiyle, işgal günlerinin Başbakanı, Neçirvan Barzani, "ben istifa ettim, ne haliniz varsa görün" dercesine çekip giden amcası yerine, "kurtarıcı" Başkan adayı idi. Seçici kurul da, geleneksel alışkanlıkla aile meclisi idi. Neçirvan, aileyi melül, mahzun süzerek, "şimdi, sıra bende" diyordu.
Teslimatçıdan kurtarıcı çıkarmak, yakışır da bir zamanlar Güney Kürdistan vardı. Orası artık hayal ülkesi…