Çalışma Grubu’nun (KUDÇG) düzenlediği toplantılarda yapılan tartışmaların siyasal arayış içindeki kadrolara azımsanmayacak ölçüde ideolojik teorik donanımlar sunduğu açık. Bu donanımın pratik yaşamla bağlantısını sağlayan mekanizmaların kurulamaması da, çalışma grubu için önemli bir açmaz. Bu açmaz, aynı zamanda bu donanımların yeni kadrolara ve kuşaklara aktarımında da ciddi bir engel. Bu durum, çalışma grubundaki bazı eğilimlerin dar grupçu hesaplara yönelimlerini de kolaylaştırıyor. Bu eğilimlerin belli bir süreçte bu oluşumda görünmelerinin kendileri için bir avantaj kabul edip ve bu avantajı kendi dar grupçu çıkarlarına zemin yapmak için bir çabaya girdiklerine inanmamak zor. Bu basit hesapların yaşam bulduğu ve oluşabilecek ulusal birlik projeleri için ne derecede engelleyici bir faktör olduğu, son tartışmaların basına yansıyan kısımlarından anlamak mümkün.
Ortak Siyasi Akıl Temelinde Ulusal Projeler ile Kadro, Örgüt, Grup ve Çevreler
Kürt ulusal hareketindeki kadro, örgüt, grup ve çevrelerin genel yetmezlikleri ve açmazları yanında yine de ulusal projelerin varolan bu kadrolar aracılığı ile oluşacağı açıktır. Bu nedenle bu açmaz ve yetmezliklerden kurtulmanın tek şansı, ortak ulusal projelerin oluşturacağı ortak mekanizmalarda yer almadadır. Yoksa grup, çevre, örgüt ve parti olmanın asgari şartına bile sahip olmayan kurumlaşmalar, bu kadroların açmazlarını daha da derinleştirmekten başka bir işlev görmeyecek. Böylesi kurumlaşmaların en büyük işlevi, piyasada görünüp ama yaşamda varolma ile yok olma arasında hiç bir farklılık yansıtmayan siyaset tüccarları ve bu siyaset tüccarlarının bireysel kariyerist egolarına doyum sağlayacak ama her türlü riskten de kaçınacak mekanizmalar oluşturmaya yarar. Kanımca bu son tartışmaların bilinçaltı düşünüşünde bu risk mekanizması önemli bir faktör olarak görünüyor. Çalışma Grubu, grup çevre ve hareketlerin eklektik toplamından oluşursa bu eğilimlerin egemen olmasına kolaylıklar sağlayacaktır. Ayda yılda bir toplanacak ve uzun tartışmalardan sonra belki bir kınama bildirisi çıkaracak bir çatı örgütü, bu tür hesaplar için en uygun zemin.
Diğer taraftan var olan kadroların kaynaşmalarından, potansiyel yeteneklerinin ortak gelişimine dayalı kendini yeniden üreten bir örgütlenmenin ciddi risklere ve fedakarlıklara dayanacağı açık. Dar grupçu ve bireysel kariyerist zihniyetle hareket eden kesimlerin risk ve fedakarlığa dayalı oluşumlarda görünmeleri, bu tür oluşumlara katkı sunmaktan çok içgüdüsel olarak kendi konumlarının meşruiyeti gereği yıkıcı rol üstlenilirler. Böylesi ciddi çabalara dayalı girişimlerdeki başarısızlık, bu kesimlerin konumlarına meşruluk kazandırmak için gerekli. Bu tür olumsuzlukların etkili olmasını engelliyen en önemli faktör, her türlü fedakarlığı göze alan kadroların kendi olumsuzluklarından arınıp bu işe dört elle sarılmasıdır. Egemen sistemin hepimizi etkileyen ideolojik ve teorik tahribatlarını bilmek ve tanımlamak ilk adımı atmak için önemlidir. Bunun için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Çalışma grubundaki tartışmalarda ileri sürülen tezleri gözden geçirip yeniden tartışmak, iyi niyetli kadroların edilgenliklerini aşmada önemli bir adım olacaktır
.
Çalışma Grubu’nun Ulusal Projesinden Bazı Tesbitler
Ankara ve Amed toplantılarında tartışılanlar bu hareketin teorik iskeleti için önemli ipuçları içeriyor. Bunlar şu başlıklar altında özetlenebilir:
-Yurtseverlik temelindeki bir birliğin ülke temeline dayanma zorunluluğu. Yurdun varlığını belirsizleştiren her türlü düşünüş biçiminden arınma.
-Kürt siyasetinin Türk egemenlik sistemindeki farklı öznelerin kendi aralarındaki iktidar kavgasında, herhangi bir öznenin tarafı, uzantısı durumuna düşmemeli, cepheden Türk egemenlik sistemine karşı duruşu sergileyen ve egemenlik sisteminin öznelerinin kendi aralarındaki mücadelesini değerlendirebilen bir siyasal duruş olmalı.
-Kürt hareketinde birliği hedefleyen birlikte ne yapabileceklerini araştıran, soruşturan ve bunun için etkinliklerde bulunmayı önüne görev olarak koyan bir çabanın kurumlaştırılması gereği ve bu süreci yaşarken de pratik siyasal mücadele kanalları oluşturulmalı. Siyasette seyirci kalma konumuna son verilmeli. Bu kanallar aynı zamanda çalıma grubunun tartışma kulübüne dönüşmemesi için de güvencedir.
Ne yazık ki iyi niyetli kadroların edilginliklerinden dolayı amaçlanan siyasal mücadele kanalları bir türlü oluşmadı. Bu durum Çalışma grubunu toplantıdan toplantıya bir araya gelme gibi üretken olmayan bir yapı tehlikesi ile baş başa bıraktı. Çalışma grubu siyasal arayışlarını sürdürürken pratiğe giden siyasal kanalları da oluşturmalı.
-İzmir toplantısı legalite ve meşruiyet ilişkisini tanımlayarak, hareketin temel mücadele şeklinin meşruiyete dayandığını belirtmiştir. Örgüt grup birey aidiyeti ile bu aidiyetler üzerinde oluşan Çalışma Grubunu ifade eden ortak bir aidiyetinin oluşması gereği, ne yazık ki bazı çevre ve gruplarca pasif bir şekilde engellenmiştir. Edilgin konumdaki arkadaşların durumu, bu ortak aidiyetin oluşmasını istemeyen kesimlere zemin hazırlamıştır. Ancak bu ortak aidiyet sayesinde siyasal mücadele kanalları oluşabilirdi.
-Kızıltepe toplantısında birlik modelleri ve demokrasi sorununu tanımlarken, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya birlik çalışmalarının birbirini tamamlaması gereği çok açık bir şekilde vurgulanmasına rağmen bu gerçekleşmemiştir. Aşağıdan yukarıya işleyişini oluşturacak yerel katılımcılar dinleyici kitlesinden öteye gidememişlerdir. Bu da çalışma grubunu geçmişteki örgütlenme tarzlarına yaklaştırmıştır. Özellikle toplantı enflasyonunu yaşayan yurt dışındaki yurtsever çevrelere yönelik yerel toplantılar bu oluşumun cazibesini yitirmesine neden olmuştur.
-Van ve Urfa toplantıları Türk egemenlik sistemi ile ilgili teorik tanımlamalar ve bu sisteme karşı tutumda netlik kadrolara güçlü teorik ideolojik donanımlar sunuyor. Bu donanımın pratik siyasal mücadele kanalları için önemli avantajlar oluşturacağı açık. Bu avantajın davranışa dönüşmesi, edilgin durumdaki grup dışı kadroların aktivitesine bağlı.
-Amed sempozyumu ve Urfa toplantısında tartışılan örgüt-mücadele ilişkisinin teorik çerçevesi siyasal mücadelenin gereklerini yerini getirmek için önemli olanaklar sunuyor. Var olan örgütlenmelerin yada oluşacak örgütlenmelerin siyasal mücadelenin ihtiyaclarına yanıt olup olmayacakları önemli. Örgüt, örgüt olmak için değil belli bir ihtiyactan dolayı vardır. Örgütlülük görnünümüyle örgütsüzlüğü yaygınlaştırmamak gerekir. Siyasal mücadelede yer alan her kadro kendi kendisine şu soruyu sormalı; ayrı ayrı çevreler yada gruplar olarak siyasal mücadelnin hangi ihtiyaclarından dolayı varız. Siyasal mücadelenin hangi ihtiyaçları, farklı örgüt, grup ve çevre olmayı gerektiriyor. Var olan bu öznel farklılıklar gerçekten toplumsal yapıdaki nesnel farklılıklara denk mi? Bu sorular her kadronun kafasında net yanıtlar bulmalı.
-Mevcut yapıların bugünkü özellikleri ile, birlikte ya da ayrı yerlerde olmalarının fazla bir önemi yok. Önemli olan bu yapıların siyasal mücadelenin ihtiyaclarına yanıt veren yapılara dönüşmesidir. Bu dönüşüm; mevcut yapıların sınırlı kapasiteleri ile değil, bu sınırlı kapasitelerin organik bileşimini sağlıyan ve yeniden üretimine zemin hazırlayan ulusal bir hareketde oluşmalıdır. Şöyle bir soru sorulabilinir haklı olarak. Bu dönüşüm, neden kadroların bulunduğu kendi hareketlerinde ya da yan yana gelebilecekleri bir yapıda değilde yeniden yaratılan ortak ulusal bir harekette oluşsun? Birincisi; varolan kadrolar siyasal sürece müdahale edebilecek kapasiteden yoksundurlar ama bu kapasiteyı oluşturacak potansiyele de sahiptirler. Bu durum Küzey Kurdistan’daki kürt siyasetinin kendine özgü yetmezliklerinden kaynaklanıyor. İkincisi ve önemlisi mevcut kurumlaşmalar, bu var olan potansiyellerin biribirini etkileyip yeniden üretimine engel. Bu nedenle bu kadrolar ancak ulusal paydalar üzerinde oluşan siyasal kanallarda, karşılıklı etkileşim ile kendilerini yeniden üretebilirler. Yani A ve B kadroları yine A ve B olarak varolacaklar ama ne A eski A, ne de B eski B olcak. A ve B nin yanyana gelinmiş toplam aidiyeti değil, ikisinin farklı yeni nitelikleriyle oluşan ikisinin de rengini yansıtan ortak bir aidiyet. Ancak bu temeldeki ulusal paydalar üzerindeki örgütlenmelerle, ulusal temsil örgütleri oluşturulabilinir.
Çalışma Grubu’nda İki Örgüt Modeli
Tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Çalışma Grubu iki belirgin örgüt modeli ile karşı karşıya. Birincisi geçmişteki denemelerin tekrarı ve başarısız olan model; örgüt ve çevreler bir araya gelecek bir program ve tüzük oluşturacaklar ve kitlelere buyurun arkamızdan gelin diyecekler. Geçmişte bu tür örgütlenmelerin başarısızlığı program ve taslağın eksikliği yada yanlışlığından değildi. Kanımca başarısızlığın temel nedeni bu hareketlerin hareket olarak, örgüt olarak var olma özelliklerini taşımamalarıydı. Siyasette seyirci sayısını artırmakla siyasete müdahale iradesi kazanılmaz. Ayrı ayrı seyirci olmakla, birlikte seyirci olmak arasında nitel bir fark yok. Bugün de bu modeli savunan parti ve çevrelerin örgüt olarak varlıkları, örgüt olma kıstasları açısından ele alındığında varoldukları tartışmalıdır. Var olan örgütlerin siyasal gündemin aktörleri mi ya da seyircileri mi olduklarını söyleyebilmek için özel bir donanıma sahip olmak gerekmiyor. Yani örgüt olarak varolanların da gündeme müdahalede, diğer arayış içinde olan kişi ve çevrelerden nitel bir faklılıkları yok. Farklılıktan söz edilse sadece tabela olabilecek bir isim farklılığından söz edilebilinir.
İkinci önemli alternatif farklı ideolojik örgüt, grup, birey aidiyeti ile bu aidiyetler üzerinde olan ortak bir aidiyetin oluşması temeline dayalı örgütlenmedir. Burada en önemli sorun, var olan aidiyetlerin oluşan aidiyetle nasıl uyuşacağı sorunudur. Ulusal taleplere dayalı bir örgütlenme aidiyeti, var olan aidiyetlerin de kendi aralarında kaynaşıp teorik, ideolojik ve pratik olarak kendilerini yeniden üretmelerine neden olacaktır. Böylece var olan grup çevre ve şahıslar kendi aidiyetleriyle üst aidiyete biçim verme özgürlüğüne sahip olma yanında, ortak çabayla biçimlenen üst aidiyete de kendi aidiyetini uyumlaştırma davranışının sergilenebildiği bir örgütlenme modeli. Kısacası Çalışma Grubu’nun toplantılarında daha geniş bir şekilde tartışılan ortak bir siyasi akla dayalı ulusal projeler üzerindeki bir örgütlenme modelinin süreç içinde kazanacağı niteliklere bağlı olarak ulusal kongreye dönüşmesi ya da böyle bir kongrenin oluşumuna önayak olması gerekir.
Çalışma Grubu’nun oluşumuna baktığımızda, resmi örgüt olarak MESOP ve HAK-PAR’dan farklı aidiyetlere sahip şahıslar ve herhangi bir örgütü temsil etmeyen şahsiyetler ve çevrelerden oluşan bir yapıyı görüyoruz. İlginçtir, MESOP’un kendi varlığıyla değil, bu oluşum içinde yer aldıktan sonra ulusal hareket içinde varlığının duyulması; var olan örgütlerin ne kadar örgüt oldukları açısından önemli bir göstergedir. MESOP’un bu oluşumda gösterdiği çabayla ulusal hareketin bileşenlerinden biri olarak kendisini gösterebilmesi, ulusal projelere dayalı ortak örgütlenmenin pratikteki etkisini ifade ediyor.
Diğer taraftan cephe ölçütleriyle çevre ve grup olma girişimleri ulusal projelerin oluşumunu baltalamaktan başka bir işe yaramayacağı açıktır. Farklı ideolojik ve teorik aidiyetlerle grup ve çevre olunamaz. Geçmişteki bir isme dayanıp, bugün ideolojik teorik olarak farklı biçimlenmiş kesimleri bir araya getirme çabası tabela dernekleri oluşturmaktan öteye gidemez. Sosyalist, liberal çevre ya da gruplardan söz edilebilinir, fakat sosyalist, liberal ve anti komünist çevrelerin bir araya gelerek bir çevre ya da grup oluşturduğu görülmemiştir. Bu durum, en fazla cephe ve kongre örgütlenmelerinde görülebilir. Çevre ve gruplar; gerekli örgütlenme mekanizmaları henüz tamamlanmamış ortak ideolojik teorik eğilimlerden oluşurlar. Şekillenmemiş yada örgütlenmemiş sosyalist, liberal ve antikominist eğilimlerin geçmiş döneme ait ve sadece bir eğilimi temsil eden bir isim etrafında bir araya gelmelerinin ne teorik ne de pratik olanağı vardır. Kanımca bu kesimlerin kendilerini en iyi ifade edecekleri yer Çalışma Grubu’dur. Böylelikle hem kendi eğilimlerine yandaş bulabilirler hem de daha iyi bir şekilde kendilerini ifade etme olanaklarını yakalarlar.
Soruna ya örgütler yok olsun, yada örgütsüzler de örgüt kursun, sonra birlik olsun mantığı ile yaklaşmak, bugünkü süreci ve Çalışma Grubu’nun mantığını anlamamaktır. Bu konu ile ilgili basında tartışılanlara bakıldığında sanki örgütsüzler, “örgütler yok olsun diyor”, örgütlüler de “örgütsüzlerin örgüt olmalarını istiyor” ikilemi gibi bir izlenim verilmeye çalışılıyor. Bu mantığın tipik örneğini Sait Aydoğmuş’ın Çalışma Grubu hakkındaki yazısında, mevcut örgütleri savunmaya çalışırken görmek mümkün. Sait Aydoğmuş’a göre
´-Mevcut örgüt ve gurupların “etkinliklerinin ve dolayısıyla iş ve eylem kapasitelerinin oldukça sınırlandığı” ni tartışmasız kabul ediyor.
-İş ve eylemden yoksunluğunun işe yarayıp yarmadığını ‘somut alternatiflerle’ ispatlanmasını istiyor. Eğer bu ispatlanmassa bu konuda yapılan belirlemeleri ‘subjektif’ buluyor ve bu iş ve eylem kapasitesinden yoksunluğun işe yaramadığını söylemenin de, ‘örgütlü bireylerin örgütlerine ve gruplarına karşı kaba bir söylem’ ve ‘yöntem’ olduğunu söyliyor.
İşlevsiz örgütlerin yararlı olup olmadığı konusunda görüş belirtmek için özel teorik bir formasyona sahip olmak gerekmiyor. Örgüt ya da parti olarak var olmak demek, kitlelerde, halkta belli talepler doğrultusunda beklentiler oluşturmak demektir.
Oluşturulan beklentilere cevap vermeyen oluşumların gereksizliklerini söyleyebilmek için, Sait Aydoğmuş’un şart koştuğu somut alternatifleri anlamak güç. Halbuki Sait Aydoğmuş aynı yazısında örgütler mezarlığından söz edip kendisinin de yer aldığı örgütlerin işlevsizliklerini çok güzel anlatıyor. Örgütsel işlevden yoksun örgütlerin varlığına karşı çıkmakla, örgütsel yapılara karşı çıkmak arasındaki farkı Sait Aydoğmuş görebilecek tecrübeye sahiptir. Yıllarca bir toplantı bile yapamamış yöneticisi belirsiz ideolojik-teorik bir bütünlükten yoksun partilerin parti olarak varlıklarını ne derece yararlı buluyor Sait Aydoğmuş? Böyle bir parti kuruluş kültürünü kitlelere yansıtmak ne derece yararlıdır? Yine kendisinin çok iyi bir örneklemesini yaptığı PYSK oluşumunda yer alan örgütlerin bu bileşimle pratikte daha da işlevsizleştiklerini söylemesi bu örgütlerin birlik öncesi ne kadar örgütsel işlevlere sahip olduklarının da göstergesidir. Bir örgütün gerekliliği ile yararlığını belirleyen iş ve eylem kapasitesidir. İş ve eylem kapasitesinden yoksun bir örgüt düşünülemez. Sait Aydoğmuş, var olan örgütlerin iş ve eylem kapasitesini oldukça sınırlı buluyor ama nedense iş ve eylemden yoksunluğun yararlı olup olmadığı konusunda karar veremiyor; alternatiflerle ispatlanmasını istiyor. Bir örgüt olması gereken kapasiteden yoksun olacak ama sanki bu kapasite varmış gibi de kitleler yanıltabilinecek. Bu nasıl bir gereklilik ve yararlılık?
Çalışma Grubu’ndaki tartışmaları yansıtmaya çalışan diğer bir yazı da Semir Güzel’in yazısıdır. Semir Güzel’in bu tartışmaları ne kadar doğru kategorize ettiğini bir tarafa bırakırsak, tanımladığı haliyle anlamaya çalıştığımda garip bir düz mantıkla, mücadele ve örgütlenmeyi tanımlayan kavram ve kurumları karşı karşıya getiren ve birbirini yadsıyan şekliyle sunmaya çalışmış.
Semir Güzel’e göre:
-Çalışma Grubu taban çalışması yaparsa kendi içindeki kurumlara alternatif ‘kurum halini ortaya çıkarır.’
-HAK-PAR kendi örgütlülüğünü sağlarken, Çalışma Grubu için taban çalışması yapması beklenebilinir mi? diye soruyor
-Ulusal kongre, ulusal meclis, ulusal cephe düşüncelerini gerçekleşebilir bulmuyor. Gerçekleşememe nedenini de mevcut örgüt ve partilerin ‘on yıllardır’ olan uğraşlarına bağlıyor. Bu var olan örgütlerin başarmadığını Çalışma Grubu nasıl başarır diye bir çıkarsama yapıyor.
-Çalışma Grubu’nun gerçekleşebilir hedefleri önüne koymasını istiyor, ama bu gerçekleşebilir hedefler nedir pek belli değil.
Semir Güzel’in iddialarını değerlendirmeden önce, HAK-PAR’ı tanımlamak gerekir. HAK-PAR nasıl bir kuruluştur?
HAK-PAR, farklı aidiyetlere sahip kesim ve çevrelerin yasal alanda mücadele perspektifini temel alan ve bu farklı aidiyetleri ortak bir aidiyette yani HAK-PAR aidiyetinde birleştiren yasal bir kuruluştur. Semir Güzel HAK-PAR genel başkan yardımcısı olarak HAK-PAR’da hangi aidiyetle bulunuyor? Kendi aidiyeti ile HAK-PAR aidiyetini nasıl uyumlaştırıyor? HAK-PAR adına taban çalışması yaparken kendi aidiyetiyle çelişiyor mu? HAK-PAR içindeki farklı aidiyetler kendi aidiyetlerini ifade edemiyorlar mı? Aidiyetin legal yada illegaliteye tekabül etmesinin, HAK-PAR aidiyeti ile uyumlaşmasında ne tür sorunlar oluşturuyor? HAK-PAR içinde yer alan farklı aidiyetlere sahip kişiler HAK-PAR adına taban çalışması yaptıklarında kendi aidiyetlerini yok mu ediyorlar? Eğer Semir Güzel somut pratik olarak yaşadığı bu HAK-PAR zemininde bu soruları kendisine sorup yanıtlamaya çalışsaydı, eminim bu farklı aidiyetlerle ve bu farklı aidiyetlerden oluşan ortak aidiyetin çalışmalarını birbirine karıştırmaz ve birbirini yadsır hale sokmazdı. Her örgütsel aidiyetin kendisine özgü çalışma ve mücadele perspektifi var. Taban ve üye kazanımı da bu perspektifler doğrultusunda olur.
Semir Güzel’in HAK-PAR'ın KUDÇG için kitle taban çalışması yapması nasıl beklenir diye sorması; HAK-PAR’ın konumu ile KUDÇG'nın konumunu, perspektiflerini karıştırdığını gösteriyor. Sanki ulusal temsile dayalı örgütlenmeler, bileşenleri ile aynı perspektifteymiş gibi sunmaya çalışıyor. Sorunu bu mantıkla ortaya koyarsan, kendisine taban edinmek varken neden kendisini yadsıyıp kendisiyle aynı perspektifte olan örgüt için çalışma yapsın sorusu da haklılık kazanır. Halbuki Çalışma grubu aidiyeti, tek tek hiç bir bileşene ait olmayan ortak bir aidiyet. Semir Güzel, bu aidiyetin gerektirdiği siyasal perspektifleri, kendisinin de katıldığı son Kurd-Kav sempozyumundaki tartışmaları anlıyabilseydı, sanırım bu konuda da daha berrak düşünebilecekti. Bu sempozyumda Çalışma Grubu’nun mücadele tarzı ve ulusal temsil örgütü olabilmesi ile ilgili sunulan tezler çok açık ve net.
Burada ulusal mücadelenin acil sorunu olarak ulusal temsil örgütünün yaratılması gereği vurgulanıyor ve Çalışma Grubu’nun kendisinin de böyle bir arayışın ürünü olduğu belirtiliyor. Bu durumda Çalışma Grubu’nun kaldıramayacağı hangi görevleri üstlendiğini Semir Güzel’in yazısından anlamak zor. Yine aynı sempozyumda farklı sınıf ve tabakaların varlığından dolayı doğal olarak farklı çıkarları ifade eden farklı örgütlülüklerin ve siyasal duruşların, ortak ulusal çıkarlar etrafında ortak kurumlar oluşturmaya engel olmadığı belirtilmektedir. Çalışma Grubu’nun bugünkü bileşenlerinin, temsil gücü ve örgütlülük düzeyi açısından ulusal temsil örgütü iddiasında bulunmanın mümkün olmadığı belirtilmiştir. Görüldüğü gibi Çalışma Grubu nesnel ve öznel konumunun bilincinde olarak bugünkü ve gelecekteki siyasal hedeflerini gerçekçi bir zemine oturtmaktadır. Çalışma Grubu’nun nasıl bir ulusal temsil örgütü olması gerektiği şu cümle çok net ifade ediyor: “Böyle bir ulusal temsil örgütünün tek tek hiçbirimizin olmayan, topluca hepimizin olan bir siyasi akıl ve ulusal projeyle mücadelemizin önünü açacağını, hak ve özgürlük mücadelemize ivme kazandıracağını düşünüyor ve tüm yurtsever çevreleri birlikte davranmaya çağırıyor.”
Semir Güzel kendi umutsuzluğunu genel geçer kılmak için, var olan hareketlerin yıllardır uğraşıp herhangi bir ulusal temsile dayalı bir örgüt kurmayı beceremediklerini söylüyor. Dayanağı da ‘on yıllardır olan uğraş’ diye sunuyor. Halbuki Çalışma Grubu’nun ulusal projelere dayalı ulusal temsil kurumu olma çabası, bugün yaşanılan siyasal tıkanıklıklara yönelik çözüm arayışından kaynaklanıyor. Böylesi arayışları ulusal projelere dayandırmadan daha geri hedeflerle sürdürmek mümkün değil. Böylesi geri hedeflere yönelik yapılanmalar var olan örgüt enflasyonuna sadece yeni bir örgüt daha katar. Böyle bir örgüt amaçlanacaksa hazır HAK-PAR varken neden başka yerler aransın. Semir Güzel, Urfa toplantısında tartışılanları iyi incelerse, ‘on yıllardır bu iş için uğraşanların’ neden başaramadıklarını ve hedeflenen örgütlenme modelinin teorik çerçevesini daha net görürdü.
Bu toplantıda ulusal özgürlük hedefinin neden sadece ulusal güçlerin birlikteliği temelinde gerçekleşebileceğinin nesnel ve öznel nedenleri irdelenmekte ve bu mevcut olumsuz duruma rağmen sürece müdahale kanallarının nasıl oluşacağına vurgu yapılmaktadır.
Kürt siyasi örgütlerinin çözülme nedenlerinin, siyasal mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verememeleri olduğu, var olan grup, çevre ve örgütlerin mevcut halleriyle ulusal örgüt yaratmanın mümkün olmadığı, bu nedenle var olan kesimleri mücadelenin gereklerine yanıt olabilecekleri yeni bileşik bir ulusal hareketin oluşması çağrısı yapılmıştır. Bu bileşik ulusal hareketin, farklı ideolojik kimlikleri, siyasi örgütsel aidiyetleri barındıran bir yapıda olması ve bu yapıda oluşacak ortak irade birliği ile ulusal temsil örgütü oluşturmayı hedeflemesi gerektiği söylenmiştir.
Bu iş için şu somut hedefler öngörülmüş;
-Oluşacak birleşik ulusal hareket, ulusal kongre oluşturmayı hedeflemeli.
-Bu birleşik ulusal hareket, oluşan ortak aidiyete dayanarak doğrudan örgütlenmeyi esas alması önerilmiş.
-Mücadele tarzı olarak düzeni cepheden karşılayan bir mücadele tarzının esas alınması gereği belirtilmiş. Bu mücadele tarzı temelinde sivil itiatsızlık, kitle eylemlilikleriyle sistemde kiriz yaratmayı ve bu kirizleri örgütlülüğü ile yönetmeyi temel almalıdır saptaması yapılmıştır.
Savunulan mücadele tarzlarının teorik-pratik uyumsuzluğunun kadrolarda oluşturduğu tahribatı yine Diyarbakır sempozyumundaki tartışmalarda görmek mümkün. Mücadelenin tarzları ile araçları ilişkisinin nasıl kurulması gerektiğinin teorik çerçevesi, oluşan hareketin sağlam temellere oturması açısından önemli olduğuna inanıyorum.
Mücadelenin araçlarındaki değişiklikler, mücadelenin tarzına yönelik değişiklik ile özdeşleşmesi genellikle yenilgi dönemlerinde daha çok belirginleşir. Bunu sılahlı savaşımla ilgili değerlendirmelere bakarken görmek mümkün. Mücadelenin bu aracının artık sürece uygun olmadığı belirtilirken, devrimci mücadeleyi başka araçlarla yürütme yerine mucadelenin devrimci içeriği boşaltılıyor ve mücadele düzenin sınırları içerisine hapsediliyor.
Mücadelenin araçları arasındaki diyalektik bağlantılarının iyi kurulamaması ve bu aracın tek düze haline getirilmesi, gerekli gereksiz kullanılması; kadrolarda, kitlelerde ister istemez bir yorgunluk ve bıkkınlık yaratır. Bu bıkkınlık ve yorgunluğun, kitlelerin, kadroların en radikal mücadele tarzından reformist mücadele tarzına uyumlaşmalarında önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan bu slahlı mücadeleyi uzun süre programlaştırıp ama bir türlü bunun gereklerini yerine getirememenin oluşturduğu bilinçaltı tepki, reformist mücadele tarzının seçiminde önemli bir etmendir. Silahlı savaşımı programlaştırıp örgütleyemiyen kesimler 1980 sonrası dönemlerde de kendi ararlındaki toparlanma çabalarını bu silahlı savaşım üzerine oturtmaya çalışıyorlardı. Daha sonra PKK’nin yenilgisi ve PKK’nin yenilgi sonucu geliştirdiği silahlı mücadelenin gereksizliği tezi, bu çevrelerce de doğru bulunup kendilerinin yıllar önce savunduğu doğrulara gelindiği söylendi. Kadroların bu kadar kolay biribirini yadsıyan söylemlere uyum sağlamasının nedeni; bir taraftan silahlı mücadelyi yerli yersiz kullannmanın, diğer taraftan da bu mücadele aracını programlaştırıp bir türlü örgütliyememenin kadrolarda ve kitlelerde yarattığı ruhsal ve düşünsel tahribatlardandır.
Bugün tüzük ve örgütleme modelleri tartışmalarını bir süre daha zamana yayıp,yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya birlik çalışmalarının birbirini tamamlaması gereğinin oluşabilmesi için ciddi adımlar atmak gerekiyor. Eksik sayılan aşağıdan yukarıya yönünü tamamlamak için atıl ve beklentide olan yerel komitelerin ya yeniden örgütlenmesi yada varolanlarla ulusal projelere dayalı siyasal mücadele kanallarını oluşturmak gerekir. Bunun için Çalışma Grubu sekreteryasının bir eylemlilik planına uygun olarak, yerel komiteler kendililerini yenileyip ortak bir aidiyetle çalışma grubunun oluşumuna katkıda bulunabilirler.