-Genel bir çerçeve çizmeden, İsrail ya da Netanyahu-Hamas savaşını anlamak zordur. Görünüşte, Netanyahu-Hamas arasında bir savaştır. Bir üst katına çıkarırsak, İsrail-Gazze arasındaki bir savaştır. Henüz İsrail-Filistin savaşına dönüşmüş değil. Çünkü Filistinliler iki buçuk devlettir. Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs. Doğu Kudüs artık tümüyle İsrail'in kontrolü altında. Batı Şeria, bu savaşa katılmıyor ama bu sahada görünen tablo, bunun arkasındaki güçler var ve dikkat edilirse, süre giden Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarafları, Filistin-İsrail meselesinde saf almaya başladılar. Yani bugün bütün dünya, Gazze’nin içine sığabiliyor.
Gazze'de, ABD’nin planları var. Rusya'nın planları var İran’ın, Türkiye'nin planları ve destekledikleri güçler var. ABD var, Avrupa ülkeleri var, Çin var. Bence yani günümüz dünyasında, Gazze gibi işte; 360 km karelik bir alan da olsa bunu bu dünya savaşı perspektifinin dışında anlamamız mümkün değildir. Çünkü bu zamana yayılmış bir Dünya Savaşı. 60 70 yıl süreceği var sayılıyor ve her seferinde belli bir bölgede yoğunlaşıyor. Balkanlarda başladı. Afganistan'a uzandı, Irak'a indi, Libya'ya indi, Mısır, Suriye, Yemen, Tunus gibi çeşitli zaman aralıklarında belli bölgelerde yoğunlaşıyor.
Dolayısıyla bizim şu an işte Gazze'de sürdürülen savaşı, ancak bu savaş perspektifiyle anlayabiliriz. Bu sadece Hamas'la Netanyahu arasındaki bir savaş değildir. Şimdi biz, Kürdistan'dan bakıyoruz ve dünyanın her tarafında gelişen olayları da Kürdistani bir perspektiflen değerlendiriyoruz. Öyle yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla yani işte; İsrail başbakanıydı galiba: “Orta Doğu'da sınırlar değişecek.” dedi. Bu Kürt siyasileri arasında, Kürt okumuşları arasında bir heyecana yol açtı. İsrail, Orta Doğu'nun sınırları değişecek dediği zaman, bu konjonktürde kastettiği, kendi etrafındaki devletlerin sınırlarıdır. Mısır'dır, Ürdün’dür, Suriye'dir, Lübnan'dır.
Kürdistan bir Orta Doğu ülkesi değil, bir Yakın Doğu ülkesidir. Bu savaş eğer yayılırsa, yayılma ihtimali var ama çok güçlü değil bana göre. Yayılırsa, şimdiden Kürt tarafının, savaş yayıldığı zaman ne yapmaları gerektiği konusunda tartışmaları ve ortak bir stratejik hedefte anlaşmaları lazım. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde, bunu sağladığımız kadar bu savaşa müdahil olabiliriz.
Her parti, kendi parti programı çerçevesinde; her parça, kendi parçasının kurtuluşu perspektifiyle yaklaşırsa, savaş yayılsa da bu Üçüncü Dünya Savaşı döneminde biz esas hedeflerimize ulaşamayız. Dolayısıyla ben buradan bakıyorum, Gazze'de sürdürülen savaşa buradan bakıyorum.
Bir diğer konu, terör-terörizm meselesidir. Doğrusu ben bu kavramı çok az kullanıyorum. Fonksiyonel olmadığımı düşünüyorum. Yani bir taraf, İsrail'in devlet terörü uyguladığını söylüyor. Öbür taraf, Hamasın terörist bir örgüt olduğunu söylüyor. Şimdi terör dediğimiz; güç-silah göstererek veya kullanarak, kendi iradesini karşısındakine kabul ettirmek çabasıdır. Böyle baktığımız zaman, dünyadaki bütün devletler teröristtirler. Çünkü devletler, silah üzerinde tekel sahibidirler ve bu silahlı gücü ya göstererek ya da hem gösterip, hem kullanarak, iktidarlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla bu kavramın, artık açıklayıcı bir özelliği kalmamıştır. Ortada, süre giden bir siyasal mücadeledir. Her iki taraf da şiddet kullanmaktadır. Biz bu şiddetleri değerlendirebiliriz.
Hamas, Filistin halkının tek temsilcisi değildir. Netanyahu da İsrail halkının, İsrail devleti'nin, tek temsilcisi değildir. Bu her ikisi de her iki taraf da savaş hukukuna uymamaktadırlar. Her iki taraf da karşı cephedeki bütün canlıları, kendilerine meşru hedef olarak görmektedirler. Bu savaş hukukuna da savaş ahlakına da uygun değildir.
Şimdi ısrarla Kürt siyasetçilerine, Kürt aydınlarına, işte: “Bu savaş hakkında, ne düşünüyorsunuz?” diye sorular soruluyor ve Kürt siyasileri de Kürt okumuşları da bu konuda kendilerini bir şey söylemeye mecbur hissediyorlar. Sonuçta; bu Filistin-İsrail çatışması, 75 yıllık bir çatışmadır.
Kürtler, 150 yıldır ulusal kurtuluş mücadeleleri veriyorlar. Hiçbir Filistin gazetesi; gidip, Filistinli liderlere: “Siz Kürdistan meselesi hakkında, ne düşünüyorsunuz? Kürdistan meselesi hakkında tutumunuz nedir?” Ne dünya onlara soruyor. Ne onlar birbirlerine soruyorlar. Nadiren yaptıkları açıklamalarda da özellikle, son dönem Filistinli siyasiler, Kürdistan’ın devletleşmesine karşı olduklarını söylüyorlar ama bunu da nadiren yapıyorlar.
Bu biraz daha, ulusal aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor. Yani bu savaş bizim savaşımız değil. Bir devletle İsrail devletiyle bir yarım devlet arasında süre giden bir savaştır. Benim kanımca İbrani halkının da Filistin halkının da kendi devletlerini kurup, kendi kendilerini yönetme hakları vardır. Ama her iki tarafta da buna itiraz edenler var. Yani Netanyahu; Filistinlilerin, işte 67 öncesi sınırlarda bir devlet oluşmasını istemiyor. Hamas da İsrail'in bir devlet olarak kalmasını istemiyor. Dolayısıyla biz bu savaşın tarafı değiliz.
Süre giden bu savaş hakkında değerlendirmede bulunabiliriz ve esas önemli olan; bu savaş, Kürdistan’ı nasıl etkileyecek? Kürdistanî siyaset, bu konuda ne tür hazırlıklar yapmalıdır? Sadece değerlendirmeler değil, ne tür hazırlıklar yapmalıdır? Bu savaş yayılırsa, işte İran'a uzanacak, Lübnan'a Suriye'ye uzanacak. Bir de Türkiye tarafı var. Bizim için esas önemli olan bir de Türkiye'nin bu savaşta, nerede yer alacağıdır?
Bizim bunları değerlendirip, ne yapmamız gerektiği sorusu etrafında tartışmamız lazım. Bunu yapmadığımız müddetçe, bu savaşın da doğuracağı fırsatlardan yararlanamayız.
Uçuşa yasak bölge sorunu
Uçuşa yasak bölge, dünyanın gündeminde yok. Bakınız yani, Hamasi ne kadar eleştirirseniz eleştirin; gerçekten, İsrailli sivillere dönük, devrimci şiddetle bağdaşmayan, olağan savaş hukukuyla da bağdaşmayan eylemleri oldu. Fakat şu ana kadar siyaseten kazançlı olan Hamas’dır.
Yani bugün; ABD Başkanı da Rusya başkanı da Çin başkanı da Türkiye başkanı da herkes, çözümün iki devletli; Filistin'de, İsrail devletinde olduğunu söylüyorlar. Bu bir siyasi başarıdır. Kürdistanî siyasilerin, bunu temel almaları lazım.
Yani biz bu uçaşa yasak bölgeyi, örneğin; Güneybatı Kürdistan'da, neresi için isteyeceğiz? Şu anda güney batı Kürdistan kavramı zaten çok nadiren kullanılıyor bölgedeki egemen siyaset tarafından. Kuzeydoğu Suriye, biz mesela Rakka'nın da bu uçuşa yasak bölge içinde olmasını mı savunacağız?
Önce, Kürdistanî siyasetin, milli sınırlarına sahip çıkması lazım. Yani başlangıçta, 2011’de; Suriye'de, savaş başladığında, oranın adı, Rojava'ydı.
Biz ısrarla Rojava olmaz! “Rojavayê Kurdistanê” denmesi gerektiğini söyledik ama Rojava denildi. Dünyaya da böyle tanıtıldı DAİŞ e karşı mücadelede. Ama 2016-2017 den bu yana artık Rojava'da yok. Kuzeydoğu Suriye var. Bu; orda, Kürt siyasetinin, milli sınırlarına sahip çıkmaması anlamına gelir.
Güney Kürdistan'da ulusal sınırlarımız bellidir ama henüz Irak devletine kabul ettirilmiş değildir. Ve İsrail-Filistin meselesinde olduğu gibi Birleşmiş Milletler'in de bu yönde bir kararı yoktur. Irak'la Kürdistan'a ayıran sınırlar neresidir? Biliyorsunuz, Orta Güney Kürdistan’ın topraklarının %45’i tartışmalı topraklar olarak ilan edildi ve 2017’den bu yana da Irak devletiyle Haşdi Şabi’nin işgali altındadır.
Dolayısıyla bizim uçuşa yasak bölgeyi; dört parçadaki ve bütün dünyadaki Kürt siyasileri, Kürt aydınları, Kürt halkı olarak talep etmemiz için bu ulusal sınırlar üzerinde ısrar edip, önce ulusal sınırlarımızda hiç almazsa kendimiz bir netlik sağlayıp, onun üzerinden talep edebiliriz. Bu açıklık sağlanmadan, Küçük Güney’de ya da Güneybatı Kürdistan'da yapılacak her tür açıklama; işte, Suriye'nin güneyi ve batısı, Suriye'nin kuzeyi ve doğusu olarak ayrılıcak. Buradan Kürdistanî bir siyasi talep çıkmaz.
Orta Güney Kürdistan'da da Kürt siyasileri, orada meclisimiz var, hükümetimiz var. Onların bir an önce, 140.madde dedikleri maddeyi gündeme taşıyıp, ulusal sınırları netleştirmeleri lazım.
Şimdi önemli olan, Türkiye'nin tutumudur benim durduğum yerde. Yani İran’ın tutumu aşağı yukarı bellidir. Bu Hamas operasyonun arkasında, İran’ın olduğu genel bir kabuldür. Türkiye manevra yapmaya çalışır. Başlangıçta, ılımlı açıklamaları yapıp arabuluculuğa soyundu ama İsrail'de Arap tarafı da bunu kabul etmediği zaman, giderek Erdoğan dilini sertleştirip, işte bugün: “Savaş suçlusu olarak dünyaya ilan edeceğim İsrail'i.” falan diyordu.
Şimdi şunu sormak lazım. Bence eğer savaş genişlerse, Türkiye'nin Avrasya cephesinde olması, Kürdistanî siyaset ve Kürdistanî hedefler bakımından olumludur. Bölgenin iki alt-emperyal ülkesidir; Türkiye ve İran. Bu iki alt-emperyal ülke, farklı cephelerde yer aldığı zaman, bu farklılık Kürdistanî siyasete de yansıyor ve ortak bir stratejik hedefte birlik sağlamak zor oluyor. Ama eğer Türkiye Avrasya cephesinde yer alırsa, son günlerdeki açıklamalar onu gösteriyor. Bu durumda; Kürdistanî partilerin mecbur da kalsalar, alacakları tavır bellidir. Çünkü bu cepheye, yani İran, Irak, Suriye, Türkiye ve Hamas: Kürdistanın varlığına kasteden bir cephedir. Bizim bu cepheyle herhangi bir şekilde stratejik bir ittifak oluşturmamız söz konusu değildir. Düşmanın birliği, bizim de birliğimizi mecbur kılar diye düşünüyorum. Bu, tartışmaya açıktır. Yani böyle birlikte tartışmak için söylüyorum bunları.
Şimdi, “Savaşta çözüm nedir?” diye sorarsan bana. Bu savaşta çözüm, aslında İsrailliler'dedir. Yani, Netanyahu bütün İsrail'in tek temsilcisi değildir. Örneğin İsrail Komünist Partisi açıklama yaptı ve Gazze operasyonunun, bir etnik temizlik olduğunu söyledi.
Bugün Amerika Birleşik devletleri'ndeki bir Yahudi grup: Gösteri yaptılar, açıklama yaptılar ve İsrail'in bu hareketini, “soykırım” olarak nitelediler. Savaş genişlerse ve bu dünya savaşının temel aktörleri de doğrudan değil de dolaylı olarak da katılırlarsa, yapılacak olan; her ülkedeki devrimcilerin, kendi savaşı iktidarlarına karşı savaş açmalarıdır.
Bunun dışında, oluşacak bütün çözümler, geçici çözümler olacaktır.
Yani bizim; hem bölgede, hem dünyada, bu yerleşik düzene itiraz etmemiz lazım. Bu düzenin çizdiği siyasal sınırlar içinde, hiçbir kalıcı çözümün olmayacağını anlatmamız lazım. Yani gerek Yakın Doğu’da, gerek Orta Doğu'da çizilen siyasi sınırlar; aslında, bölgedeki savaşların, temel kaynağıdır.
Bu siyasal sınırlar, Britanya ve Fransa öncülüğünde; bölgenin, halkların, tarihsel-toplumsal hakikatlerine aykırı olarak çizilmiştir. Bu yüzden, 1919’dan günümüze kadar, bu sınırlar içinde, savaş eksik olmamıştır. Kürdistan'da savaş eksik olmamıştır, Arabistan'da eksik olmamıştır.
Dayatılan devletler sistemi; savaşı, gerekli kılıyor. Bu siyasi sınırlar ve bu siyasi sınırları çizen sistem değişmeden, kalıcı bir barışın sağlanması da asla mümkün değildir. Bu, Kürdistanî siyasetin de temel talebidir. Sonuçta, Kürdistanî siyasetin alfabesi, mevcut devlet sınırlarını reddedip, kendi tarihsel-toplumsal sınırlarında bağımsızlaşmaktır.
Şimdi İran ve Türkiye, bu sınırlar içinde, tek devlet olarak kaldığı müddetçe, bu bölgeye, barışın-özgürlüğün gelmesi, mümkün değildir. Bu temel prensipler çerçevesinde, meseleye bakıyorum.
Dünyadaki temel aktörler
-Dünyadaki bütün temel aktörlerin ve bölgedeki temel aktörlerin, uzun vadeli bir Kürdistan hesapları var. Bizim zaten temel sorunumuz; dünyadaki temel aktörler, bölgedeki temel aktörler, Kürdistan hakkında planlamalara-hesaplara sahip oldukları halde, Kürdistan’ın birleşik-stratejik bir siyasi plana sahip olmamasıdır. Mevcut planlar, öncelikle partilerin siyasal planları, bir üst cenderede, parça eksenli siyasi planlar ama Kürdistan’ın; ortak, ulusal, stratejik bir siyasi planı olmaması, şu anda da yüz yıl önce de temel problemimizdir. Ve günümüzde; siyasal önderlerimizin, aydınlarımızın, birleşik-siyasal bir planı öne çıkarmaları, onu oluşturmaları lazım. Temel hedef: Bağımsız Birleşik Kürdistan'dır. Bunun azı çoğu yoktur.
Yani, eğer, Kürdistanî bir siyasal mücadele yürüteceksek, bunun temel stratejik hedefi; Bağımsız Birleşik Kürdistan’dır. Bu, uzun vadeli bir mücadeledir. Bir çırpıda olacak bir mücadele değildir ama genel bir strateji planına sahip değilsen, savaşı kazanamazsın. Genel stratejik plan, senin taktiklerini belirler. Konjonktürel davranışlarını, genel stratejik plan belirler. Bu genel stratejik plan da Bağımsız Birleşik Kürdistan’dır.
Şimdi mesela Filistinlilerin de temel stratejik planları, Bağımsız Birleşik Filistin’dir. Şu anda iki buçuk Filistin devleti var. Ama bunlar, hâlâ Bağımsız Birleşik Filistin hedefini, 75 yıldır, zaman zaman değişerek yani, başlangıçta; İsrail'i yok etmeye hedefliydi ama son yıllarda genel olarak Filistinliler, Bağımsız Birleşik bir Filistin savunuyorlar.
Kürdistani siyasetin de bunu yapabilmesi lazım. Şimdi kek Serhat söyledi: yani, “Filistinlilerin, bir Filistin devleti hiç olmadı.” diye. İbranilerin de 2500 yıldır, 1948’e kadar bir İbrani devleti olmadı. Ve İbraniler, 3100 yıl kadar önce, Filistin'e gittikleri zaman da orada Filistinliler var idi. Fakat o Filistinliler, şimdiki Filistinli Araplar değillerdi. Daha çok yani, tarihi mevzulara dalmayalım. Girit'ten gelen Hint-Avrupa kökenli bir kavim olduğu söylenir, İbraniler oraya gittikleri zaman, Filistinli Araplar da 1 500 yıldır oradadırlar. Yani Filistin ülkesi fethedildikten sonra, peyderpey Arap göçü olmuş. Onlar da 1500 yıldır oradadırlar. Bu nedenle ben diyorum ki ben: “Filistin'in bağımsızlığı meselesini destekliyorum.” Bu Hamas’ı desteklemek ya da Fetih’i desteklemek değil. Bir halkın kendi topraklarında, özgürce yaşama hakkıdır. Ben Filistinlilerin devletleşme hakkını savunuyorum. İbranilerin de devletleşme hakkını savunuyorum. Biz devrimciyiz. Kendimiz için istediğimiz şeyleri, dünyadaki herkes için isteriz.
Sorun, bu kaderleri bitişmiş bu iki kavmin, birbirlerinin canına kastetmelerinden kaynaklanıyor. Yani yoksa, İbranilerle Filistinli Araplar, komşu iki devlet olarak pekala yaşayabilirler.
22 tane Arap devletinin varlığı
Şimdi, 22 tane Arap devletinin varlığı, genel olarak Filistin davası için
bir destek olarak kabul ediliyor. Tam tersidir. 22 tane Arap devletinin olması, Filistin meselesini çıkmaza sokmuştur. Çünkü bu 22 tane Arap devleti, 75 yıldır, Filistin meselesi üzerinden geçiniyorlar. Ve bunlar; orada -bir barış gelmesi- iki devletli çözüm olmasını, aslında istemiyorlar ama istermiş gibi yapıyorlar. Yani 1948’de İngiltere çekildiği zaman, bir İsrail devleti ve bir Filistin devleti kurulacaktı. Ürdün, Batı Şeria'yı işgal etti. Mısır, Gazze'yi işgal etti. Ve İsrail'e yer yok dediler. İsrail kaldı, çünkü İsrail, İsrail değil. İsrail, Orta Doğu'daki Amerika'dır. İsrail'in bu 75 yılda varlığını koruması, Orta Doğu'daki Amerika olmasından kaynaklanmaktadır.
Arap devletleri, Filistin hareketini çıkmaza sürüklediler. Ürdün bir ara Filistin Kurtuluş Örgütüne saldırdı. Ürdün, yüzlerce Filistinli militanı öldürdü. Suriye, aynı şeyi yaptı. Mısır, aynı şeyi yaptı. Mesele bu devletler sistemi içinde, verili devletler içinde, bu sorunu çözmek mümkün değildir. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Yani herkes aynı şeyi söylüyor; işte, Arapların 22 tane devleti var. Ama bu 22 tane devlet olmasaydı, şimdiye kadar; İsrail’e komşu Filistin devleti, çoktan kurulmuş olurdu. Ama bu 22 Arap devleti, her biri Filistin'de kendine bağlı bir örgüt kurarak, zaman zaman karşı karşıya gelerek, Filistin meselesinin, 75 yılda çözülememesinin temel nedenlerinden biridir.
Türkiye, 100 yıldır, Kürt savaşı üzerinden siyaset yapıyor
Şimdi bizim, Türkiye'ye yoğunlaşmamız lazım. Türkiye, 100 yıldır, Kürt savaşı üzerinden siyaset yapıyor. 1980 ile 2010 arasındaki 30 yılda, Türk ordusu, savaşmayı öğrendi. 1980’de savaşabilecek bir Türk ordusu yok idi. Türkiye, Kürdistan savaşından edindiği tecrübelerle, 2011’den bu yana, kendi sınırlarının dışında da savaşmaya başladı. Suriye'de savaşta, Azerbaycan'da savaşıyor, Irak'ta savaşıyor, Libya'da savaşıyor. Ve bu savaş üzerinden Türkiye'de, bir sınayi-askeri kompleks kurmaya başladılar. Yani bu iha'dır, siha'dır, tanktır, toptur bunları üretip, savaş piyasasına açılmasının nedeni budur. ABD modelini esas alarak; Türkiye'de, bir sınayi-askeri kompleks oluşturmaya çalışıyorlar. Çünkü bölgede alt-emperyal bir devlet olabilmeniz için sınayi-askeri komplekse sahip olmamız lazım.
Türkiye, Kürdistan savaşında ısrarlıdır. Bu savaşa ihtiyacı vardır Türkiye'nin. Yani, hepimizin bildiği gibi son 6-7 yıldır, PKK’nin Türkiye'ye karşı bir savaşı yoktur. Türkiye'nin onlara karşı bir savaşı var. Onlar üzerinden, hem Orta Güney Kürdistan’ı, hem Güneybatı Kürdistanı, destabilize etmeye, oradaki yerel iktidarları tasfiye etmeye çalışıyorlar. Bakın bu 22 gündür, İsrail-Filistin meselesi var. Bu 22 günde, Türkiye bunu fırsat bilerek, hem Güneybatı Kürdistan'da, hem Orta Güney Kürdistan'da, saldırılarını yoğunlaştırdı. Her gün 2-3 yere saldırıyorlar, birkaç tane insanı şehit ediyorlar.
Şimdi Türkiye böyle bir savaş siyaseti içindeyken, Kuzeybatı Kürdistan'daki Kürt siyaseti, saçma sapan bir barışçıl siyaset içinde. Yani düşmanın, savaşa ihtiyacı var. Seninle savaşıyor, sana savaş dayatıyor. Sen, düşmana, düşman demiyorsun? “Biz bunlarla oturalım; işte, meclise gidelim, oturalım, konuşalım, bu meseleyi çözelim.” diyorsun. HDP’nin yeni Genel Başkanı geçen gün konuştu diyor ki yani: “Türkiye, güney batıdaki özerk yapıları tanırsa; işte, Kürtlerle böyle anlaşırsa, aslında Türkiye'nin çıkarınadır.” diyor. Kürt siyasetçileri, 100 yıldır, Kürdistan'da, zamana yayılmış jenosit sürdüren devlete, akıl veriyor. Senin çok aklın varsa önce kendine bak!
Yani Kürdistan'daki dağları da sokakları da sen devlete bıraktın. Türk devletinin senin aklına niye ihtiyacı olsun? Türkiye'de yüzlerce üniversite var. Binlerce profesörleri var. Uluslararası ilişkilerde, savaşta, iktisadi ilişkilerde uzman danışmanları var. Sen bu halinden kalkıyorsun, Türkiye'ye akıl veriyorsun. Sen barışçıl olursan, sen büyürsün, seninle beraber biz de büyürüz. Kürdistan'la Türk devleti arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi anlamıyorlar. Bunun böyle konuşarak, şakalarak çözülebilecek bir mesele haline getirdiler.
Şimdi, Kuzeybatı Kürdistan'da; bu durumun sebebi, bu siyaset tarzıdır. Kuzeybatı Kürdistan’da 25 milyon Kürt var. Bir aydan fazla bir süredir Türk devleti, Güneybatı Kürdistan’ı bombalıyor. Ve sadece askeri hedefleri değil; hastaneleri, petrol yerlerini, elektrik şebekelerini bombalıyor. 25 milyonluk Kürt’ten, 25 binlik bir ses çıkmıyor. Niçin? Çünkü artık Türk devletine, siyaseten, düşman olarak bakılmıyor.
Şimdi biz, Kürdistan'dan bakıyoruz. Kürdistan'dan baktığımız için de Hamas-Netanyahu çatışmasına da bu gözle bakmamız lazım. Yani İbraniler, 2600 sene devletsiz kaldılar ve dünyanın 4 bir tarafına dağıldılar. 1948’de, İngiltere çekildiği zaman, oradaki Yahudi nüfusu, toplam nüfusun üçte biri kadardır. Bugün İbrani nüfus, çoğunluk sağladı. Bu 75 yılda, müthiş bir ulus oluşturma süreci yaşadılar. Nation-building dedikleri bir süreci yaşadılar. Şimdi Kürdistanlılar bu savaşa baktıkları zaman, Nation-building dedikleri bu sürece bakmaları lazım. Yoksa Katar’ı, Dubai'yi örnek alarak sen, devletleşemezsin ki. Katarı, Dubai'yi kuran İngiltere'dir. Fransa'dır Lübnan’ı kuran. Sen kuracaksan, bu örnekten yararlanmaya çalış.
Hamas, 360 km karelik 4 taraftan; karadan, havadan, denizden kuşatılmış bir yerde, müthiş bir askeri operasyon yaptı. Bir gecede 5000 roket bir anda 5000 roket fırlatabildi. Hamas, yerin altını, yerin üstünden daha müthiş, bir askeri yerleşkeye dönüştürebildiler.
Şimdi Hamas’ın bu saldırısını, desteklemek desteklememek bizim işimiz değil. Bizim işimiz şu: Onlar 360 km karelik alanda bunu yapabilirken, sen diyelim ki 100.000 km karelik alanda ya da işte 200.000 km karelik alanda, niye böyle bir hazırlığın yok? Yarın, savaş yayılırsa, senin buna karşı bir hazırlığın var mı? Bu savaşa sen kalaşnikoflarla mı katılacaksın? Geride bıraktığımız hiç olmazsa 20-30 yılı, niye bu savaşa hazırlanmak için değerlendirmedin? Hadi bu geride kaldı, şimdi oturup tartışalım: Ne yapabiliriz? Acil ihtiyaçlarımız nedir? Önce, bir dünya savaşı olduğunu idrak edelim. Sonra, Kürdistan’ın her dört parçasıyla, bu dünya savaşının cephe ülkesi olduğunu görelim. Ve bu zemin üzerinde savaşa hazırlanalım.
Yoksa işte Türkiye'ye demokrasi gelecek. Bilmem, Suriye'ye ayrı bir demokrasi gelecek. Iran'a ayrı bir demokrasi gelecek. Yani bu safsatalardan kurtulalım. Onun için şey önemlidir; Bağımsız Birleşik Kürdistan stratejik hedefi önemlidir. Çünkü bu hedefi esas almadığımız zaman, dünyayı ve bölgeyi, bu savaş denklemi içinde anlayamayız.
Biz, geleceğimizi, bu işgalci devletlere bağlamış oluruz, işte; Kuzeybatı Kürdistan Türkiye demokratikleşirse savaşa da karışmasa iyi olur diyecek. Doğu Kürdistan ya İran sen savaşa katılma başımıza bela gelir falan diyecek. Oysa bu savaştan korkması gerekenler Kürdistanlılar değildir. Bu savaşın yayılmasından korkması gerekenler ve korkanlar, işgalci devletlerdir. Eğer biz de bu savaşta bir siyasi özne olacaksak, bu mantık çerçevesinde değerlendirip, ona göre hazırlık yapmamız lazım.
Mahmur meselesi
Şimdi bu Mahmur meselesi doğru anlaşılmıyor. Mahmur zaten Birleşmiş Milletler'in gözetimi altında. Resmen de tartışmalı toprak bölgesinde ve Bağdat'a bağlı. Orada tartışılan yer Karaçok dağdır. PKK’nin Haşdi Şabi ve Irak güçlerine teslim ettiği yer, Karaçok dağıdır. Karaçok dağı da Şengal kadar, Hemrin dağı kadar, Kürdistan açısından stratejik bir dağdır. Orada çıkan çatışmada 3 tane peşmerge şehit oldu. 11-12 tane de Irak askerinin öldürüldüğü söylendi.
Şimdi kek Serhat ın verdiği örnek, çok önemli bir örnek. Kadı Mıhemed- mela Mustafa Barzani ilişkisi çok önemli bir örnek. Ama orada şuna dikkat etmemiz lazım. Mele Mustafa Doğu Kürdistan'a gidip, Kadı Muhammed'e rağmen; “Ben de iktidar olacağım.” demedi. Mele Mustafa gitti Kadı Mıhemmede dedi ki: “Buyur! Ben varım, peşmergellerim var emrindeyiz, Şaha karşı mücadele edelim.” dedi.
Şimdi Bağımsız Birleşik Kürdistan meselesi, şu parçalanmışlık gerçeğini göz ardı etmemize gerektirmez. Ve bir parçanın siyasal güçleri, diğer bir parça da faaliyeti yaptığınız zaman, o parçadaki siyasal örgütleriyle işbirliği içinde olmalı. Onların, o parçadaki mücadelesine zarar verecek, hiçbir şey yapmamalıdır.
Yoksa şey değildir, yani: “Benim silahlı gücüm var. Ben Şengal’ı da alırım, Ben, Güney Kürdistan'dan, doğu Kürdistan'a geçiş yolunu da kapatırım.” Bu, parti iktidarı anlayışıdır. Bu, ulusal iktidar anlayışı değildir.
Devletleşmek için önce, devlet istemek lazım
Devletleşmek için önce, devlet istemek lazım. Yahudiler, 200 yıl önceden başladılar. Dünyanın herhangi bir yerinde, bir İbrani devleti kurmak için. Hatta bir dönem Abdülhamit'le Kıbrıs pazarlığı yaptılar. Kıbrıs'ta bir İbrani devleti kuralım diye. Devam etti, ikinci savaştan sonra, savaşın sonucunda; Sovyetler ve ABD’nin anlaşmasıyla, bir İsrail devletine sahip oldular.
Amerika Birleşik Devletleri, İsrail devleti'nin ilanından 10 dakika sonra İsrail devletini tanıdı. Sovyetler Birliği bir gün sonra tanıdı İsrail devletini.
Demekki yani bir şeyin olması için, önce bunu isteyeceksin. Filistinliler, bu 75 yılda, hem İsrail'e karşı savaştılar, hem de Arap devletlerine karşı. Mısır, Enver Sedat, İsrail'le uzlaştığı zaman, Filistin davasını satarak uzlaşmaya çalıştı. Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin'in bağımsızlığını öne çıkarıp, Mısır'a karşı çıktı. Ürdün, Batı Şeria meselesi üzerinden, İsrail'le uzlaşmaya çalıştı. Filistin Kurtuluş Örgütü ona da karşı çıktı. Bu sefer, Suriye'ye gitti, Lübnan'a gitti. Bir devletten kaçarken, öbür devletin yanına gitmek durumunda hissetti kendisini -o ayrıca tartışılır- ama her durumda: “Bağımsız Filistin!” dediler.
1983’te, İsrail Lübnan'a girdi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bütün gerillalarını tasfiye etmek üzereydi. Sovyetler-ABD araya girdiler, Yaser Arafat’ı ve Filistinli gerillaları gemilerle Kıbrıs'a taşıdılar. Çok büyük bir yenilgiydi Filistin Kurtuluş Örgütü için. Ama Yaser Arafat ve Filistinli siyasiler, savaşçılar, Lübnan'da da Bağımsız Filistin dediler. Kıbrıs'a gittikleri zaman da Bağımsız Filistin dediler. Çok ağır bir yenilgi yaşadıkları halde.
PKK, 1984-1993 arasında bir savaş yürüttü. Ateşkes süreçlerine girdi ama hâlâ Bağımsız Kürdistan diyordu. PKK’nin lideri yakalandı. Yani PKK gerillaları kendi mevzilerindeydi. Hem Kuzeybatı’da, hem Kuzeybatıyla- Orta Güney arasındaki sınırda, kendi mevzilerindeydi. Öcalan yakalandığı için PKK, devletleşme fikrinden vazgeçti. Ve bu devletleşme fikrinden vazgeçişi, açıklama için, sözüm ona: “Ulus devlet dönemi geçmiştir.” dedi. Sonra Demokratik Cumhuriyet geldi, sonra Demokratik Modernite geldi. Demokratik Konfederizm geldi. İşte Öz Yönetimler geldi, Kantonlar geldi.
Şimdi şu ikisini kıyaslamanı istiyorum; Filistinliler müthiş bir yenilgi aldılar. Savaştıkları topraklardan Kıbrıs'a götürüldüler. Ama savaştıkları topraklarda da Kıbrıs'ta da bağımsız Filistin hedefinden vazgeçmediler. PKK’nin bir lideri yakalandı. Bütün diğer kadroları işlerinin başında. Bu liderinin yakalanması, onların devletleşme hedefinden vazgeçmesine sebep oldu.
Bu bir askeri yenilgi değil. Bu bir ideolojik yenilgidir. İdeolojik olarak yenildiğini kabul etmektir. Biz 30 sene: “Bağımsız Kürdistan!” dedik. “Aslında yanlışmış, ulus devlet kötü bir şeyimiş, devleti altın tepside de bize verseler, biz devlet istemeyiz.” dediler.
Şimdi kıyasladığın zaman, buradan kıyaslama yapmak lazım. Senin Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefin yoksa, dünya gelip sana hedef mi belirleyecek? Sen zaten ben devletleşmek istemiyorum diyorsan, Birleşmiş Milletler aman iki gözüm gel sana bir devlet mi verelim diyecek. Önce sen isteyeceksin. Bunu şunun için söylüyorum; yani PKK, YNK, PDK diye eşitlemek doğru değildir. Ben yani, bu program içinde, teker teker bir partiyi, değerlendirmeye girmiyorum. Fakat aynı şeyler değil; bir kere PKK, territoryal siyaseten vazgeçmiş bir partidir. Toprak temelli siyaseten vazgeçmiş bir partidir. Ulusal birlik; toprak temelli, ulusal iktidar hedefiyle sağlanabilir.
Dünya, devletlerin dünyasıdır
Şimdi kek Serhat, işte: “Lozan'da iki ayrı toplantı yapıldı.” dedi. Her ikisi için de söyleyeceğim. Siz, eğer; mevcut sınırlara karşı değilseniz, Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı savunmuyorsanız, Lozan’ın size ne zararı var? Siz niye Lozan'a karşısınız? Sizin temel stratejik hedefleriniz, Türkiye'yi demokratikleştirmekse ya da Türkiye'de otonom bir bölge istemekse, Lozan buna engel değil ki.
Siz, Güneybatı Kürdistan'da başarılı olursanız, Suriye rejimiyle birlikte kalacaksanız, siz niye Lozan'a karşısınız? Lozan buna engel değil.
Hatta Lozan, Orta Güney Kürdistan'daki federatif yapıya da engel değil. Lozan’ın yaptığı, Kürdistan’ı parçalamak, Kürdistan’ı beş ayrı devlet sınırlarıyla dört parçaya bölmek ve Kürtlerin devletleşme hakkını gasp etmektir.
Sizin bu sınırlarla sorununuz yok. O zaman sizin Lozan’la da bir sorununuz yoktur. Sınırlarla sorunu olmayan, devletleşmeyi, Kürdistan’ın devletleşmesini, temel stratejik hedef saptamayan örgütlerin, Lozan'a karşı olması tam bir iki yüzlülüktür. Biz okur-yazarız, biz de Lozan’ı okuyoruz. Lozan'da neler yapıldığını biliyoruz. Lozan'da, Türkiye'nin demokratikleşmesini önleyen hiçbir madde yok. Tam tersine teşvik eden maddeler var.
Siz eğer gerçekten, sizin Lozan'a karşı olmanız için; önce, mevcut devlet sınırlarına karşı olmanız lazım. Sonra Kürdistan’ın devletleşmesini savunmanız lazım. Bu sizde yoksa; siz, 2 yerde de 132 yerde de Lozan’la ilgili konferans yaparsanız, bir siyasi sonuç elde edemezsiniz.
Dünya, devletlerin dünyasıdır. Siz eğer, siyasi aktör olmak istiyorsanız,
merkezi devlet talebinde bulunulacaksınız.
Milletler, devletler üzerinden tarih sahnesine çıkarlar. İşte kek Serhat diyor: “Onların arkasında 22 devlet var.” Evet, bu 22 devletin varlığı, Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler’e gitmesinde etkili oldu ama sonuç olan ne? Filistinliler her tür fedakarlığı yaparak, bağımsızlık hedefinden vazgeçmediler.
Eğer biz de Birleşmiş Milletler’in bizleri görümesini istiyorsak, önce bizim devletleşmeyi hedeflememiz lazım. Bunu da açık seçip söylemek lazım. Yani bazı Kürt siyasilerinin, Kürt aydınlarının, diline pelesenk olmuş bir şey: “Her Kürt’ün gönlünde Bağımsız Kürdistan var.” diyorlar. 150 yıldır senin gönlünde Bağımsız Kürdistan varsa, niye bu senin diline vurmuyor? Senin dilinde vurmadığı zaman, sen kendini bu stratejik hedef üzerinden tanımlamadığın zaman, Bağımsız Kürdistan’ı nasıl gerçekleştireceksin? Dolayısıyla, ulusal birliğin önündeki temel engellerden biri de budur.
Ulusal birlik, ulusal kongre, defacto devletleşmeyi hedefleyen bir organizasyondur. İsrailliler'in vardı. Devletleşmeden önce İbranillerin vardı böyle devlet gibi davranan örgütleri. Şimdi biz devletleşmeyi hedeflemiyorsak, Kürdistan’ın birliğini savunmuyorsak, yani devlet sınırlarını bize esas alıyorsak, Kuzeyli Kürtler niye gidip Güneybatı Kürdistan'da şehit oluyorlar? Orası Türkiye'nin toprağı değil. Eğer senin mücadelen, verili devlet sınırlarıyla sınırlanmışsa, zaten ulusal kongre talebi de iki yüzlüktür. Yani kavramları, günlük vaziyetlerine göre tarif etmek, onları istediğin gibi doldurmak mümkün değildir.
Ulusal birlik, ulusal hedeflerle olur. Ulusal hedefler son 300 yıldır, 400 yıldır devletleşme hedefidir. Sen ancak devletleşerek tarih sahnesini çıkabilirsin. Şimdi bunları tartışmamız lazım. Bu, buralarda yol katetmeden sağlanamaz, bunlar şimdi, Kek Serhat çok doğru söyledi: “Haşdi Şabi, bizim için DEAŞ’ten daha tehlikelidir.”
Şengal'de, Şengal'e Haşdi Şabi’yi sokan, sonra Irak bayrağını sokan, ordaki PKK’lilerdir. Ve bunu televizyonda övünerek söylediler: “Peşmergeler olsaydı, Irak bayrağı buraya giremezdi. Irak bayrağı, bizim sayemizde Şengal’de dalgalandı.” dediler.Şimdi bu bilinçle, bu siyasal tarzla, ulusal birlik nasıl sağlanacak? Ulusal birlik bellidir. Yani bunun, bu çok, böyle teorik derinlemesine bilim isteyen bir şey değildir. Ulusal birliğin sembolü ulusal devlettir, devletleşme hedefin yoksa, ulusal birlik de talep etmeyeceksin.
Dolayısıyla yani Filistin'de, İsrail'de, olup bitenlere; biz Kürdistan'dan bakıp, Kürdistan’ın bağımsızlığı mücadelesinde bir; bundan ne tür dersler çıkarmalıyız?
İkincisi de; bu savaş yayılırsa, neresinde yer almalıyız, ne şekilde yer almalıyız? Bunu ben kendi düşüncelerimi söyledim.
Savaşın yayılması
Şimdi savaşın yayılması, ABD gemileri meselesine gelince. Bana kalırsa, Amerika Birleşik Devletleri, bu dönemde, bu savaşın yayılmasını istemiyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin, İsrail'le beraber gerçekleştirmeye çalıştığı bir proje var idi. Bunun içinde Türkiye de vardı. Dikkat etmişsinizdir. Hem Türkiye; Suudi Arabistan'la, İmaraat’la, İran'la ve İsrail'le iyi ilişkiler kurmaya çalıştı, hem de İbrahim'i anlaşma dedikleri bir projeyle İsrail, Suudi Arabistan ve diğer Arap devletleri ile Mısır'la ilişkiler kurmaya çalışıyorlardı. ABD’nin esas pozisyonu budur. Ve bu pozisyon Rusya ve Çin'e karşıdır.
Burada mesele, hem enerji kaynakları hem de enerji yolları meselesidir. Birkaç tane alternatif enerji yolları var. Mesela Ermenistan-Azerbaycan savaşında; İsrail, Azerbaycan’ı ciddi olarak destekledi. Silah desteği de verdi, diplomatik destek de verdi. Orada bir Zengezur koridoru var. O koridor aslında, Kızıl Kürdistan'dan geçen bir koridordur. Ama yani biz, devletsiz olduğumuz, devletleşmeyi de düşünmediğimiz için, Kızıl Kürdistan üzerinde Ermenistan ile Azerbaycan savaştı. İran o Zengezur koridorunu kendisi için büyük bir tehdit sayıyor.
Çin'in; bir yol, bir kuşak projesi var. Bu da alternatif enerji yolları projesidir. Dolayısıyla ABD bu ibrahimi anlaşmalar ve Türkiye'nin giderek yeniden batıya yaklaşma çalışmalarıyla, bu projeyi gerçekleştirmeye çalışıyordu. İran bunu dinamitledi. Ve bütün bu, yani İranı bypass edecek Zengezur koridoru, Filistin'i bypass edecek İbrahimi anlaşmalar, her ikisini de yalnızlaştırdı. İran, Hamas'la beraber gündeme girdi.
Şu andaki siyasi sonuçlar da bu eylemlerinin, kendileri bakımından şimdilik, başarılı olduğunu gösteriyor. Sonrası ne olur göreceğiz sonradan. Yani hem İran yeniden dünyanın gündemine oturdu. Hem iki devletli çözüm, Filistin konusunda yeniden dünyanın, Birleşmiş Milletlerin, Çin'in, ABD’nin, herkesin gündemine girdi. Fakat savaş tehlikeli bir şeydir. Netanyahu iktidarı, bunu vesileye bilerek, bütün siyasal amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu İsrail'in de değil yani İsrail devleti tam Netanyahu'yla hemfikir midir, değil midir bilmiyorum ama bunu Netanyahu iktidarının üzerinden okuyoruz. Onun için Mısır’ın Ürdün’ün, Lübnan'ın, Suriye'nin sınırlarının değişeceğini söylemesi budur. ABD bunu; yani bir taraftan, İsrail Orta Doğu'daki ABD olduğu için İsrail'in yanında saf almak zorundadır.
Ama öbür taraftan, bana sorarsanız; ABD, şu aşamada bu savaşın yayılmasını istemiyor. Savaş tehlikeli bir şeydir. Savaşı başlatabilirsiniz ama savaş başladıktan sonra kontrol edemezsiniz. Savaşan tarafların iradesinin dışında da bu savaş yayılabilir. Çin ve Rusya'nın tetiklemesiyle de yayılabilir. Yayılır mı, yayılmaz mı beraber göreceğiz, yani şu anda kara harekatı başlamış değildir. İsrail yoklama çekiyor. Yani ben kara hareketi yaparsam, Hamas bana ne ile cevap verecek, nereden de ne tür silahlarla cevap verecek?
Bu askeri zeka, Hamaslarda da vardır muhtemelen. Onlar da İsrail'in bu saldırılarına sınırlı cevap veriyorlar. Ellerindeki bütün silahları göstermeden, yerlerini göstermeden cevap veriyorlar. Yayılabilir mi? Yayılabilir. Bizim görevimiz; bu yayılırsa, biz ne yapacağız, nerede saf tutacağız? Siyasal hedeflerimiz ne olacaktır?
Alternatif olma
Siyaset, alternatif olma, alternatif üretme sanatıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nin, Türkiye'yle sorunları var. 2003’de de vardı. Yani Irak işgali sırasında da vardı devletle. 2013’de de vardı. 2023’de de var. Ancak; siyaset, akıl işidir. Yani ABD’nin, Türkiye'yi gözden çıkarması için, Türkiye’ de, bölgede başka bir alternatif üretmesi lazım. Bu alternatif aslında, normal şartlarda, Kürdistanî siyasettir. Ve ABD böyle bir alternatif oluşturmadan da NATO ülkesi, NATO üyesi olan bir devleti, gözden çıkarmaz. Kuzeybatı Kürdistan'da yani Türkiye'de, Türk devletine alternatif kim olabilir? Kuzeybatı Kürdistan'daki siyaset. Peki, Kuzeybatı Kürdistan'daki siyaset, böyle bir alternatif midir? Henüz değildir. Yani şu anda Kuzeybatı Kürdistan'da egemen olan siyaset tarzı, PKK-HDP şimdi işte HEDEP, Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü savunuyor. Verili sınırlarla bir sorunu olmadığını söylüyor. Bu alternatif olabilir mi? Hayır. Bu durumda ABD, buradaki kendisine bir alternatif siyaset üreticiye kadar, bir alternatifini buluncaya kadar, Türk devletiyle ilişkilerini koparmak istemeyecektir. O söylediğin, 100 kişilik bildiri bir uyarıdır, bir tehdittir, alternatif arayışına giriyoruz anlamına gelen bir tehdittir.
Kürdistani siyasetin, Türk devletine alternatif olması lazım. Türk devletinin demokratikleşmesini savunarak, Türk devletine alternatif olamazsın.
Türk devletinin içinde, sen de demokratik bi öge olacaksın. Ancak, Türk devletinin, Kürdistan'daki varlığına karşı mücadele ederek, alternatif olabilirsin. Yani, günün sonunda, eğer başarılı olursan, Türkiye'nin bir bileşeni olacaksan, Amerika Birleşik Devletleri niye Türk devletini bırakıp senle iş yapsın? Sadece Amerika Birleşik Devletleri için değil, yani dünyadaki bütün devletler için, devletler arası ilişkilerde prensip yoktur. Çıkar ilişkisidir. Bu ilişki üzerine; yani, şimdi mesela şuna dikkat etmemiz lazım: Birinci Körfez savaşında, Saddamı yıkabilecekleri halde yıkmadılar.
Çünkü Irak'ta, Amerika Birleşik devletleri'nin alternatifi yok idi.
12 yıl aradan sonra, hem Irak'taki Şii siyaseti, hem Güney Kürdistan'daki siyaseti, alternatif olarak kurguladıktan sonra, Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdi. Ve biliyorsunuz. YNK ile PDK arasındaki çatışmaların son bulmasının nedeni, ABD’nin bu müdahalesidir.
Ben Irak’a müdahale edeceğim. Sizlen iş yapmak istiyorum. Siz birbirinizle savaşırsanız yapamam. 1998’de PDK ile YNK’yi bir araya getiren, ABD’nin bu tutumudur. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri emperyalist bir devlet. Kürdistan'da da dünyanın her tarafında da kendi çıkarlarını kollayan bir devlettir. Yoksa yani, Kürtlerin kaşına gözüne hayran olduğu için, Kürtlere el uzatan bir devlet değildir.
Bu bölgede, Kürdistan meselesi de devletler arası bir meseledir. İlk elde 4 ayrı devleti, genelde dünyadaki bütün devletleri, ilgilendiren bir meseledir.
Yakın Doğu’yu yeniden inşa edecek olan bir hedeftir; Bağımsız Birleşik Kürdistan.
Şimdi sen bunu, kendin istemiyorsan, kim gelip senin yerine bunu yapacak? Yani sen eğer: “Türkiye'yi demokratikleştireceğim.” diyorsun ve bunu ABD de ister, Avrupa da ister. Yani bundan onlara ne yani. Yani ABD de Avrupa da bunu AKP üzerinden yapmaya çalışırlar. Yani 2002-2013 arasında, AKP ile yapmaya çalıştılar, olmadı. 12 sene sonra, Babacan üzerinden yapmaya çalışır, CHP üzerinden yapmaya çalışır. Yani Türkiye'nin demokratikleşmesi senin temel stratejik hedefinse, ABD niye senle iş tutsun? Ortada zaten bir devlet var. Onunla iş tutar.
ABD, Türkiye'yi de gözden çıkarmış değil. Ancak ABD, Türkiye'yi kendi emperyal planlarının bir parçası haline dönüştürmek isteyecektir. Türkiye buna direnirse; ABD, bunun alternatifini arayacaktır. Ya Türkiye'nin içinde arayacaktır ya da bağımsızlık mücadelesi veren Kürdistanî siyasette arayacaktır. Ama senin, zaten ortada bir bağımsızlık mücadelen yoksa, sonuçta başarılı olursan, Türkiye demokratikleşecek, İran demokratikleşecek, Irak-Suriye demokratikleşecekse, ABD buna niye yatırım yapsın? Türklere ve Araplara, Farslara yatırım yapar, onlarla hal eder.
Dolayısıyla bizim, ABD şunu yapıyor, bunu yapıyor, görmemiz anlamamız lazım. Rusya'nın stratejik hesapları nelerdir? Bölgedeki mevcut devlet sınırlarını korumaya çalışıyor. Mevcut statükoyu sürdürmeye çalışıyor. Bütün bunları görmemiz lazım ama bizim, kendi siyasal hedeflerimizin olması lazım. Yani senin kendi siyasal hedeflerin yoksa ve bununla temsil kabiliyeti sağlayamıyorsa, dünya altüst olursa da sen bundan bir yarar sağlayamazsın. Nitekim oldu; Birinci Dünya Savaşı oldu, alt üst oldu. Kürdistan kazanacağına, iki parçayken, dört parça oldu.
İkinci Dünya Savaşı oldu, dünya yine alt üst oldu. 1946’da Doğu Kürdistan'da bir otonomi kazanıldı, o da korunamadı.
Şimdi Üçüncü Dünya Savaşıdır. Bu Üçüncü Dünya Savaşında, siyasal aktör olmak istiyorsan, devletleşmeyi hedefleyeceksin. Devlet gibi davranacaksın, devlet aklıyla, dünyayı da ülkeni de devlet aklıyla anlayıp, dönüştürmeye çalışacaksın. Bu olmadığı zaman, Üçüncü Dünya Savaşı da gelir geçer, sen onu sağlayamazsın. Dolayısıyla Kuzeybatı Kürdistan'da yani ABD-Türk devletiyle zaman zaman karşı karşıya geliyor.
Kuzeybatı Kürdistan’ın bundan yararlanması için, yani biz, ABD’nin piyonu ya da ABD’nin planlarının bir parçası değiliz. Bizim kendi planımız var. Bu, Bağımsız Birleşik Kürdistan’dır. Bu plan üzerinden, ABD’nin ne yapmaya çalıştığını anlayıp, bunun üzerinde siyaset belirleyeceksin. Rusya ne yapmaya çalışıyor onu anlayacaksın.
Öncelikle şundan kurtulmak lazım; parçacı siyaset, sonuç vermez. Dört tane işgalci devletin var. Bu dört işgalci devletin, dünyadaki bütün devletlerle de ilişkileri var. Kürdistan meselesini, bir parçada başarıya ulaştırman mümkün değildir. Kazanımlar edinebilirsin, otonomi elde edersin, federasyon elde edersin ama Kürdistan meselesi, bir parçanın içinde çözülebilecek bir mesele değildir.
Bu bilinçle davranıp bakmak lazım. Yani ben: “ABD planlarının bir parçası olalım.” demiyorum ama biz eğer siyasi aktör olacaksak, ülkemizin bağımsızlığını-birliğini sağlamak istiyorsak, dünyadaki temel aktörlerin, siyasal stratejilerini anlayıp, kendi stratejimizi onlara dayatabilmemiz lazım.
Şimdi gerek Güneybatı’da, gerek Orta Güney’de, temel problemlerimizden biri şudur: Amerika Birleşik Devletleri ile askeri ittifak, askeri işbirliği, eğer siyasi işbirliğini kapsamıyorsa, eninde sonunda paralı asker vazifesi görürsün. Yani mesela Orta Güney Kürdistan'da da DAİŞ’e karşı mücadelede, ABD’nin baskısıyla, Güney Kürdistan ordusuyla değil, Haşdi Şabi ve Irak ordusu birlikte savaştılar.
DAİŞ’i işte, Musul'dan Ramadiye’ye kadar, Irak'tan Şengal'den sökmek için. Ama Güney Kürdistan yönetimi, bu askeri ittifak için bir siyasi ön şart ileri sürmedi: “Ben şimdi DAİŞ’i buradan çıkardım. Irak devleti güçlenecek.
Hiç olmasa, benim hava sahamı da sen koru.” diyemedi.
Güneybatı Kürdistan'da, ABD’nin kaç tane askeri öldürüldü bilmiyorum. On üç bin tane Kürt genci, DAİŞ e karşı mücadelede şehit oldu.
Türkiye, Serêkaniyê'ye girdiği zaman, Afrin'e girdiği zaman, ABD Başkanı dedi ki: “Orası benim operasyon bölgem değil.” Şimdi sen, ABD’yle askeri ittifak yapıyorsan ya da oradan çıkarılan petrolden sen de pay alıyorsan, bunlar geçicidir. Bu işi yapacaksan, kendi siyasi hedeflerini dayatacaksın.
Güneybatı Kürdistan'da zaten Kürdistanî bir siyasi hedef kalmadı. Güney- batı Kürdistan'da şu anda Kürtlerin çoğunlukta olduğu, işte bir Dêrika Hemko var, Dırbesiye var. Kamışlo dahil, Kamışlo, Serêkaniyê, Afrîn Kürtlerden arındırıldı. Yani Kürdistanî düşünmek, Kürdistanî hedeflerde anlaşmaya çalışmak lazım. Ulusal birliği de ancak bu Kürdistanî hedefler üzerinden tartışmak lazım. Eğer, siyasal Kürdistanî hedeflerin yoksa, ulusal birlik kandırmak için dilinde dolaşıyordur. Yani Türkiye'yi demokratikleştirmek için ben, Güneybatı Kürdistanlarla, Doğu Kürdistanlarla niye birlik olayım? Eğer birlik olacaksam; ben Türkiye'yi Kürdistan'dan çıkarmak için birlik olurum.
Türkiye'deki, İran'daki, Suriye'deki karakolları kırmadan önce, Kürt siyasetinin kafasındaki karakolleri yıkmamız lazım.
Amerikalıların kafasında da karakollar var idi. Viyetnamlılar kırdılar.
Fransızların kafasında da karakollar var idi. Onu yıkan Cezayir'ler oldu.
Şimdi eğer İsrail'de, Filistin'in bağımsızlığına destek veren İbraniler varsa; bu, Filistinlilerin bağımsızlık ısrarının da bir sonucuder.
Dolayısıyla, Türk toplumu bir devlet toplumudur. Türkiye bir milletin uluslaşması değildir. Bir devletin kendisine bir ulus yaratmasıdır. Türk toplumu dediğimiz, bu devletin toplumudur. Dolayısıyla Türk toplumunun esas kaygısı, kendi devletini korumaktır.
Biz; önce, kendi kafamızdaki karakolları kıralım, ikide bir, anlaşırsak, Türkiye çok büyük devlet olacak, demekten vazgeçelim. Gücün varsa önce kendi ülkeni kurtar. Biz bağımsızlıkçı bir düşünce, bağımsızlıkçı bir siyaset tarzını benimseyip, yaşama geçirdiğimiz ölçüde, Türkiye'deki, kafadaki karakoller yakılabilir. Suriye'deki İran'daki, Irak'takiler yıkılabilinir. Onun için biz kendi işimize bakalım, derim.
Utopia TV 28-10-2023