Farslar, Azeriler, Araplar ve Belucilerin özgürlük istemleri Kürtlerle örtüşüyor. Mevcut etnik gruplar birleşik bir muhalefetle e rejimi değiştirebilir mi ya da alt edebilir mi? Yeni bir yönetim alternatif birlikte kurabilirler mi? Ne dersiniz?
-Ben, özellikle Kürdistan meselesinin, İran Devleti'nin toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliği içinde çözülemeyeceğini düşünüyorum. Kürdistan meselesinin kalıcı çözümü, bu devletlerin ufalmasıyla mümkündür. Bu hem Türkiye için böyledir. Hem Irak için hem Suriye için hem İran için böyledir. Çünkü aslında, Kürdistan meselesini doğuran temel faktör, Kürdistan'ın bu işgalci devletlerarasında bölüşülmesi, paylaşılması ve Kürdistan hakikatinin ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Mesele bu olduğu için bu meselenin kalıcı çözümü, bu işgalci devletlerin sınırlarının içine sığmaz.
Ancak Kürdistan'ın bağımsızlığı ve birliği meselesi, uzun ve çetin bir mücadeledir. Bu birçok ara evrelerden geçebilir. Fakat kalıcı çözüm; ancak, bağımsız ve birleşik Kürdistan'la mümkün olur. Şimdi oradaki muhalefeti yekpare kabul edemeyiz. Bakınız, Avrupa'da hangi devletteydi bilmiyorum. Acemler bir protesto gösterisi yaptılar. Orada Kürtler, Kürdistan bayrağı açmaya çalıştıklarında, Farsiler bunlara saldırdılar; “Tek bayrağımız var, o da İran bayrağıdır.” diye. Bu yüzden özellikle İran'ın, yani Fars muhalefetiyle, Fars opozisyonuyla, Kürdistan'daki mücadeleyi hatta Belucistan'daki mücadeleyi, tek bir potada toplayamayız. Bunlar arasında zulme, zorbalığa karşı, geçici ittifaklar kurula bilinir. Güç birlikleri yapıla bilinir. Bazen İran rejimine dönük paralel vuruşlar yapıla bilinir. Ancak, İran'daki muhalefeti, Belucistan’daki direnişi, Kürdistan'daki direnişi tek potada toplayamayız.
Çünkü İran'da Farisilerin, mevcut rejime karşı muhalefetleri, Kürdistan'ı işgal altında tutmaya devam etmeye çalışan, bir muhalefettir. Yani Doğu Kürdistan, Kürdistan'ın doğusu, Safavileri de gördü, Kaçarlıları da gördü, Pehlevileri de gördü. Humeynileri de gördü. Şimdi bunların her biri farklı bir siyasal yapı, farklı siyasal projelerin temsilcileridirler. Ama Kürdistan'a dönük tavırlarında, en ufak bir farklılık yoktur. Yani bugün, Farslar arasında, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını, ayrı devlet kurma hakkını savunan, bir güçlü muhalif hareket yok ki biz, Kürdistan'daki ulusal mücadeleyle işte İran'daki demokratik mücadele arasında bir bağlaşıklıktan söz edelim.
Şimdi bizim, tarihten ve yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız lazım. Yani Irak'ı alalım; çok çeşitli iktidar biçimleri ve iktidar sahipleri denendi. 2003’ten sonra, mevcut devlet cihazı parçalandı. Yerine de yeni bir devlet cihazı kurulmaya çalışıldı ve Kürdistan'ın güneyindeki siyasal partiler, bu yeni devletin oluşması için canla başla mücadele ettiler. Bir toparlayıcı devlet başkanı bulamıyorlardı. Mam Celal Talabani, yıllarca Arap devlet başkanlığını yaptı. Ama bugün de gerek Sünni Araplar arasında, gerek Şii Araplar arasında ve gerek Türkmenler arasında, Kürdistan'ın devletleşme hakkını savunan, bir tek siyasi organizasyon yoktur.
Biz Humeyni döneminde de bu deneyimi yaşadık. Doğu Kürdistanlılar, Humeyni darbesini desteklediler ve Humeyni İran'a geldikten sonra, bir-iki yıl süren bir görüşmeler; işte, bu meselenin silahlı olmayan yollardan çözümü için birçok görüşmeler yapıldı. Fakat Humeyni yerini sağlamlaştırdıktan sonra, Rıza Şah'tan hiç farkı olmayan bir tarzda, Kürdistan'a saldırdı. Binlerce Kürt'ü katletti ve Kürdistan'ın bu işgal altında tutulma sürecini devam ettirmeye çalıştı. Onun için ben, genel olarak, yekpare bir İran muhalefetinden söz edilmesini, doğru bulmuyorum.
Bizim için önemli olan, Kürdistan'daki raperindir, Belucistan'daki raperindir. Yani, İran devletinin, bu sahte işgalci birliğini zorlayan mücadelelerdir. Çünkü Kürdistan, Doğu Kürdistan'ın kurtuluşu da ancak bu işgalin sona erdirilmesiyle mümkün olur. Bu yüzden muhalefeti tek renge boyayıp, işte orada herkesi İran'daki despotizme karşı diyorlar falan diye değerlendirmek, bence doğru değildir.
Öbür taraftan şuna bakmamız lazım. Yani nasıl oluyor da birdenbire Kürdistan'ın doğusunun neredeyse tamamı, bu raperinlere katılabiliyor. Şimdi bu Kürdistan'daki dinamiklerle ilgilidir. Kürdistan'daki dinamikler, örneğin Tahran'daki dinamiklerden çok farklı işliyor. Yani Tahran'da mevcut rejime karşı olanlar, yine İran'ın birliği bütünlüğü çerçevesinde, Kürdistan'ı işgal altında tutarak, bir rejim değişikliği talebine sahiptirler. Biz bunu Suriye'de de görüyoruz. Yani Suriye'de de muhalif hareketler var Ama Suriye'deki muhaliflerin hiçbirisi, Kürdistan'ın batısının kendi kendini yönetmesini, orada devletleşmesini kabul etmiyor. Aynı şey Irak'ta da var. Yeni bir devlet yapısı oluşturdukları halde, o dönemin şartlarının onlara zorla dayattığı federal yapıyı bile kabul etmiyorlar. Ve güç biriktirip güç yetirdikleri zaman, bu federal yapıyı da tasfiye etmeye çalışacaklarını biliyoruz
Nitekim Maliki döneminde oluşturulan Dicle Operasyon gücü, bu iş için düzenlendi. Sonra da 2017 referandumundan sonra, Haşdi Şabi çeteleriyle-Irak devleti, Kürdistan'ın yüzde 45’ini yeniden işgal etti. Dolayısıyla seçerek değerlendirmeliyiz. Bizim konsantrasyonumuz, Kürdistan'ın doğrultusundaki gelişmelerle ilgilidir
Elbette ki siyasetçi biri olarak, dünyanın her tarafında hak eşitliğini, özgürlüğü savunan biri olarak, işte Belucistan la, Kuzistan ’la, Azerbaycan’la da, Tahran’la da ilgileniriz. Ama bizi esas ilgilendiren, bizim değiştirebileceğimiz, etkileyebileceğimiz saha, Doğu Kürdistan sahasıdır. Bu konsantrasyonu bence asla kaybetmemeliyiz. Burada temel problem şudur: Kürdistan'daki devrimci dinamiklerle, öznel koşullar arasında bir dengesizlik var. Yani eski terminolojiyi kullanacak olursam, aslında Kürdistan her dört parçasında da bir devrimci durum var.
Kürdistan'ın dinamikleri hareket halinde, Kürdistan'ın dinamikleri aktif, ancak bu dinamikleri hedefe yöneltecek, öznel oluşumdan yoksunuz. Yani bugün, Doğu Kürdistanlı partililer, bir güç birliği oluşturdular, bir platform oluşturdular; mümkün mertebe buradaki halk ayaklanmalarını yönetmeye, korumaya, çalışıyorlar ama doğu Kürdistan'ın her tarafında bu başkaldırılara öncülük edecek, bir devrimci partiden de yoksunuz.
Bu, Kürdistan’ın tüm parçalarının bence temel çelişkisi; yani, Güney Kürdistan'da bir referandum yapıldı. Sandığa gidenlerin yüzde 93’ü; “Biz bağımsız devlet talep ediyoruz.” dediler. Hala Güney Kürdistan'daki partililerimizin programında, bağımsızlık yok. Otonomi, federasyon gibi talepler var, Güney Kürdistan'daki siyasal partililerimizin programında.
Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
-Bence bunun en önemli nedeni, Kürt siyasetinin, 1990’dan sonraki dünyayı doğru değerlendirmemeleri. Bu anlamda, zamanın ruhunu doğru kavramamalarıdır. 1990’da Sovyetler Birliği çözüldüğü zaman, kendisiyle beraber dünya düzenini de çözdü. Yani 32 yıldır düzeni olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Ve dünyadaki bütün gelişmeler, bütün çatışmalar -dünyanın neredeyse her tarafında çatışmalar- var. İşte Rusya-Ukrayna savaşıyla bu Avrupa'ya da yansıdı. Balkanlar'da yaşandı. Yakın doğuda devam ediyor. Orta Doğu'da devam ediyor. Afrika'nın kuzeyinde devam ediyor. Çin-Hint tarafında devam ediyor. Dünya kendisine yeni bir düzen arıyor.
Şimdi bu 30 yılın ilk 10-15 yılında, herkes tek kutuplu bir dünyaya geçtik sanısına kapıldı. İşte Fukuyama tarihin sonunu ilan etti. Peşinden Huntington'ın medeniyetler çatışması tezi geldi. Kürt siyaseti bunların etkisinde kalarak, 1990’lar sonrası dünyanın, temel çelişkisini ve bunun yarattığı imkânları doğru değerlendirmedi. Bence, birçoğu doğru anlamadı da. Çünkü 90’dan sonra başlayan Post-Modern Üçüncü Dünya Savaşı, dünyaya yeni bir düzen verme çabasıdır. Kürt siyasetinin, dünyaya eğer yeni bir düzen verilecekse, Yakın Doğu’da Kürtler devletleşmeden, bu bölgeye yeni bir düzenin gelemeyeceğini öne çıkarıp, onun üzerinden bağımsızlıkçı bir programla, siyasetlerini sürdürmeleri lazımdı. İşin tuhaf tarafı şudur ki o yıllara kadar, Kuzey Kürdistan'da Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı savunanlar, zamanın ruhuna ters olarak, bu sefer otonomist, federalist ya da demokratik Türkiye programlarına geri çekildiler.
Oysaki bu dönem; yani, doksanlardan sonraki dönem, Kürdistan'daki siyasi hareketlerin, atraksiyona geçmeleri gereken bir dönemdir. Daha çok, hücumî bir siyaset tarzını benimsemeleri gereken bir dönemdi. Maalesef bu olmadı. Bunun temel nedenlerinden biri bu. İkincisi, bu Post Modern Üçüncü Dünya Savaşı’nın 60-70 yıl süreceği varsayılıyor. Özellikle, Amerikalı stratejistler tarafından, bu savaşın altmış yetmiş yıl süreceği varsayılıyor. Bunun 30 yılını geride bıraktık. Önümüzdeki 30-40 yılın da bu savaşın daha da genişleyeceği, dünyanın her tarafını neredeyse saracağı, bir süreç bekliyor bizi
Yani artık, dünya savaşını kavrayıp, bu savaş mantığını anlayıp, Kürdistanî siyaseti, bu savaş mantığı ekseninde, yeniden ele almamız gerekirdi. Bunu böyle yapmamız gerekirken Kürt siyasetinde işte silahlı mücadele dönemi bitmiştir, dönem uzlaşma dönemidir, diyalog zamanıdır gibi ne zamanın ruhuna, ne Kürdistan realitesine uygun olmayan siyaset tarzlarını kabullenmeye ve onlarla siyaset sürdürmeye başladılar. Dolayısıyla biz, üçüncü dünya savaşını yönetemeyiz. Fakat biz üçüncü dünya savaşında, Kürdistan'ın bağımsızlığını öne çıkarıp, savaşan taraflarla bu talep üzerinden, ilişki kurmaya çalışmalıyız.
Yani, gerek Doğu Kürdistan'da, gerek Kuzey Kürdistan'da, gerek Batı Kürdistan'da- Güney Kürdistan ayrı bir yere koyup, ayrıca tartışmamız lazım. Buralarda Kürdistanî direnişi, ulusal kurtuluş mücadelesini, ulusal demokratik mücadeleyi, bu devletlerin iç muhalefetine dönüştürmek çabası, aslında; ulusal kurtuluş dinamikleriyle çelişen ve bunları kötürümleştiren, bir tarzı siyasettir. Doğu Kürdistanlılar, İran despot rejimine karşı çıkan, muhalif bir hareket değildir.
Doğu Kürdistan'daki siyasal mücadele; İran'ın, Kürdistan'daki işgaline son vermeye çalışan bir siyasi mücadeledir. Şimdi bunu siz düzen içine çektiğiniz zaman, işte bu Türkiye'de, Türkiye'yi demokratikleştirmek mücadelesi olarak gösteriyor. Doğu Kürdistan'da da böyle bir tehlike var. Yani İran'ı demokratikleştireceğiz. İran demokratikleşirse de bu İran'ın işgalciliğini sona erdirmez
Kürdistanlı siyasal partiler, Kürdistanî partiler, kendilerine bu işgalci devletin muhalif partisi olarak görmemeli böyle konumlandırmamalıdırlar. Kürdistanî siyaset, kendisini işgalciliğe karşı bir siyaset, bu işgalci devletleri Kürdistan'dan çıkarma hedefli bir siyaset olarak konumlandırmalıdırlar.