-Kek Fuat Cemil Taşkesen olayını nasıl değerlendiriyorsunuz? -
Bu, çok yönlü değerlendirilmesi gereken bir olay. Ben en uç tarafından başlayayım. Bu, Kuzey Kürdistan'daki siyasal çöküşün, önemli işaretlerinden biridir. Trajik bir durumdur. Kürdistanlı biri; ”Burası Kürdistan'dır.” demiş ve bir Türk siyasetçine; ”Siz bunu, niye mecliste kabul etmiyorsunuz?” diye sormuş.
Bu aslında son derece olağan, sıradan bir şey; yani, bir Kürdistanlının, ”Burası Kürdistan'dır.” demesi, niye gündem oluyor? Bir de kim gündemleştiriyor? Bunları ayrı ayrı tartışmak lazım.
Şöyle düşünelim; yani, son kırk yılda, bağımsız Kürdistan şiarıyla, hayatını kaybeden, on binlerce insan var. İsminde Kürdistan olan, dört-beş tane siyasi partimiz var, üstelik legal siyasi partimiz var. Ve fakat, Kurtalanlı Cemil, burası Kürdistan'dır, biz de Kürdüz dediği zaman, dediği için, gündemleşiyor, bu söyledikleri. Bu söyledikleri, son derece basit-sıradan, her Kürdün söylemesi gereken ve birçok Kürdün de söylediği, bu basit gerçek, hem Kürdistan'da hem Türkiye'de gündeme geldi oturdu. Siyasal partilerin çoğu, akın akın Kurtalan'a gittiler, Cemil’le dayanışma gösterdiler, barolarımız sahip çıktı ki, burası hem olumlu, hem iyi bir gelişmeydi. Hem Diyarbakır Barosu’nun hem Siirt Barosu’nun Cemil’i sahiplenmesi. Türkiye'de de özellikle MHP ve İYİ Parti tarafından, onlar asındaki tartışmalarla bu gündeme oturdu.
Önce bu tarafının, çok üzücü olduğunu söylemeliyim; yani, yirmi, yirmi beş milyon Kürd’ün varlığından söz ettiğimiz, Kuzey Kürdistan'da, bir Kürt esnafının; “Burası Kürdistan'dır ve siz bunu, mecliste inkâr ediyorsunuz.” demesinin, bu kadar reaksiyon almasının, oldukça üzücü olduğunu düşünüyorum. Yani bunca bedelden sonra, arkamızda yüz elli yıllık, bir ulusal kurtuluş mücadelesi var ve Kuzey Kürdistan'da birisi, “Burası Kürdistan'dır.” dediği zaman, hepimiz buna çok seviniyoruz, gündemleştiriyoruz; işte, günlerce bunun üzerinde konuşuluyor.
Şimdi bu, Türk tarafı niye bunu gündemleştiriyor. Çünkü son yıllarda, daha çok, Türk tarafı, Kürdistan üzerinden bir tartışma sürdürüyor. Yani bu bazen PKK'ya karşı, bazen HDP'ye karşı görünse de aslında, Türk devletinin bir ajandasıdır, Kürdistan meselesini bu tarzda tartışmak. O da otuz yıllık bir ajandadır. Özellikle Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra, birinci Körfez Savaşı'nda Güney Kürdistan'da federal, otonom ya da konfederal benzeri defacto bir yapı ortaya çıktıktan sonra, Türk devleti doksan yıl sürdürdüğü “Kürt Yoktur.” tezlerinden vazgeçti. Yani gerek, Demirel'in Kürt realitesini tanıması; gerek, Özal'ın federasyon tartışması, Çiller'in Bask modelini tartışması, bütün bunlar, onun sonucu idi. Artık “Kürt Yoktur.” diyemez hale geldiler. Kürt vardır, demeye başladılar, bu bazen Kürt sorunu, olarak söylendi, bazen Kürt realitesi olarak söylendi. Ama üzerinde müthiş bir baskı var; Kürdistan meselesi. Kürt sorunu yada Kürt realitesini tanımak üzerinden, Kürdistan meselesini hasıraltı etmeye çalışıyorlar.
Otuz yıldır, Türk devletinin Kürdistan'a dönük politikasının ana amaçlarından biri budur. Son yirmi yılda, Kürt siyaseti de büyük ölçüde siyaseten, asimile edildiği için; yani, Kürt siyasetinde de toprak temelli talepler, artık çok fazla görünür halde değil, bunu da devletin, bu işgalci saldırısının bir sonucu olarak, görmemiz lazım. Bundan sonra da Türk devleti, bu çabasını sürdürecektir. Bütün çabaları, Kuzey Kürdistan meselesini, Türkiye'de bir Kürt meselesine dönüştürmek; yani, bir Kürt azınlık sorununa dönüştürmektir ve bunu işte dil-kültür gibi bazı haklar tanıyarak, Kürdistanî baskıyı, kendisini Kürdistanî baskıdan kurtarmak telaşıdır bu. Onun için, ısrarla Kürdistan’ı tartışıyorlar ve birbirlerini işte; sen, Kürdistan'ın varlığına niye itiraz etmedin? Sen niye şunu yaptın diye tartışıyorlar. Arkadaki esas amacı görmemiz lazım.
Şimdi bizim, üzerinde durmamız gereken esas şey, Kürt siyasetinin toprakla ilişkisinin; özellikle, Kuzey Kürdistan'da çok zayıflamış olmasıdır. Dikkat edilirse, özellikle son on yılda, Kürt taraflarının siyasal taleplerinin, toprakla ilişkisi giderek zayıflıyor. Yani en uç örneği şudur, bir “Platforma Zimên” var; Kürtçe, eğitim dili olsun diyorlar, bir topraktan söz etmiyorlar. Yani nerede eğitim dili olacağı hakkında, herhangi bir bildirimde bulunmuyorlar; yani, “Biz Kürtçe’ nin nerede eğitim dili olmasını istiyoruz?” Federasyon talebi var, bağımsızlık talebi var, Kuzey’de azalmış olsa da otonomi talepleri var. “Bu federasyon nerede kurulacak, bağımsız devlet nerede kurulacak, otonomi nerede kurulacak?” bunu tartışmıyor Kürt siyaseti.
Peki bu, eskiden beri mi böyleydi? Hayır, eskiden beri böyle değildi. Yani şeye baktığımız zaman, Şêx Ebdulselam Barzanî’nin taleplerine baktığımız zaman, işte Kürdistan'daki bütün memurlar Kürt olacak, diyor. Kürdistan'da eğitim dili Kürtçe olacak, diyor. Kürdistan'ın, yeraltı yerüstü servetleri, Kürdistan'da hizmet için kullanılacak, diyor. Aynı şeyi Koçgiri’de de görüyoruz. Yani, toprak temelli siyaset, aslında modernitenin ilk döneminde, ilk modern ulusal örgütler diyebileceğimiz örgütlerde, başat siyaset tarzıdır. Ve üstelik 1945’e kadar da ayrılıkçıdır. Yani, Kürdistan'ın İşgalci devletlerinden ayrılmasını savunan bir siyaset tarzı egemendir. 45'ten sonra, birlikçi siyaset tarzı egemen olmuştur. Kuzey Kürdistan'da, bir 74-94 parantezimiz var, orada yeniden ayrılıkçı bir damar yükseldi.
Son yıllarda, siyasetin toprak ilişkisi, oldukça zayıfladı. Böyle olduğu için de işte, Kurtalan'da Cemil Taşkesen; “Burası Kürdistan.” deyince; hepimiz bir heyecanlandık, gündemleştirdik.
Şimdi söylediği çok basit, sıradan bir şey, herkesin söylemesi gereken bir şey ama herkesin söylemesi gereken bir şeyi hiç kimse söylemiyorsa ya da esas söylemesi gerekenler söylemiyorlarsa, böyle bir ses duyduğumuz zaman, heyecanlanıyoruz. Tabi şeye girelim mi bilmiyorum; toprak - dil ilişkisi, toprak - kültür ilişkisi, onu artık size bırakıyorum. Şimdilik burda bitireyim.