-Saddam’ın yargılanması tamamlanmadan, idam edilmesini, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi, Saddam yakalandıktan sonra; bu konu, bütün ayrıntılarıyla açığa çıkabilirdi. Ancak batılı devletler, bu konunun açığa çıkmasını istemediler. Ve Saddam, Halepçe’den yargılanmadan, “Duceyi” miydi, değil miydi, o Arap bölgesindeki bir katliamından sorumlu tutularak asıldı.
Şimdi bu niye böyle oldu? Bu kimyasal silahları, Irak üretmiyor. Batılı devletlerden malzeme alarak, bu kimyasal silahları, kullanıma hazır hale getiriyorlar. İkincisi; ABD de, bütün diğer batılı devletler de, bu savaş sırasında, doğrudan dolaylı, Saddam’ı desteklediler, silah verdiler. Bu kimyasal silah oluşturmaya yarayan malzemeleri de verdiler. Eğer Saddam doğru dürüst yargılansaydı; bugün başından sonuna kadar, bu olayın bütün ayrıntılarını sahip olacaktık. Bunu engellediler, Saddam’ı asarak engellediler.
Diğer tarafta Sovyetler Birliği var. Şimdi işte, onun bir tür devamı olarak, Rusya var. E bu katliamda onlar da sorumlu. Çünkü Sovyet Miglerinin kullanıldığı, hatta bu uçakları Sovyet pilotlarının kullandıkları da söyleniyor. Bizim bütün bunları öğrenmemiz engellendi. Dünyanın Egemen süper devletleri tarafından engellendi ve maalesef, biz de buna müdahil olamadık. Bunun, bizdeki sorumluları o dönemin Irak devlet başkanı Celal Talabani ve Kürdistan Bölge başkanı Mesut Barzani’dir.
-…Peki, o dönemde, bazı batılı devletlerin parlamentoları, bunu bir soykırım olarak değerlendirmediler mi?
-Evet İngiltere, Norveç ve İsveç, Halepçe’yi sanıyorum soykırım olarak, kabul ettiler. Irak parlamentosunda da konuşulduğu, işte tazmin edileceği falan söylendi ama Güney Kürdistan ile Irak Devleti arasındaki İlişkiler de bir tuhaf ilişkidir, birlikte ne yapıyorlar, ne etmiyorlar, çok fazla da bilemiyoruz.
Bize lazım olan, bir ulusal basınç oluşturmak. Bu Kürdistan’ın bütün parçaların da böyle ama şimdi Güney Kürdistan'da bir yarı devletimiz var. Parlamentomuz var, hükümetimiz var, bölge başkanlığımız var ve bunların, bütün dünya ile diplomatik ilişkileri var. Diyelim işte, Batı Kürdistan'da bir çeyrek devletimiz var, o da artık devletlerarası diplomaside görünür hale geliyor ama sadece bir iki parçada değil, bütün parçalarda, bir ulusal basınç oluşturmalıyız.
-Yani Zilan’da ne oldu, Dersim'de ne oldu, 1984-94 arasında on yıllık sürede, Kuzey Kürdistan'da ne oldu, yani?
- Dört bin üç yüz köy yıkıldı. Devletin, Türk parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu raporuna göre, on yedi bin insan öldürüldü, buna faili meçhul diyorlar ki çok yanlıştır. Bu bir toplu katliamdır. Planlanmış, öldürülecek olanlar özel olarak seçilmiş, planlı-programlı, bir toplu katliamdır.
Bizim; birlikte, bir ulusal basınç oluşturmamız lazım. Biz; bunu, oluşturmadığımız sürece; işte, batının demokratik devletleri ya da doğunun demokratik devletleri, nereye bakarsanız bakın; devletler, kendi çıkarları gereği, dünyaya da Kürtlere de kendi çıkarları, üzerinden bakarlar. Ama eğer sen, bir ulusal basınç oluşturabilirsen, o devletleri, bu insanlık dışı, insanlığa karşı işlenen suçlar konusunda, zorlayabilirsin; işte, devletlerarası gündeme, birleşmiş milletlere taşıyabilirsin.
-….Halepçe, Kürtlerin hafızasında, nasıl bir rol oynamıştır?....
Şimdi, en önemlisi şu; Halepçe, Güney Kürtlerinin, belki tarihlerinde ilk defa, düşmanın üstünlüğünü kabul etmelerine yol açmıştır. Böyle bir toplumsal psikoloji oluşturmuştur, Halepçe katliamı. Yüz yıldan fazladır, yüz elli yıla yakındır, Güney Kürdistan'da; Osmanlılara karşı, Safevilere karşı, İngilizlere karşı, Türkiye'ye karşı, savaşılmış ve çok büyük bedeller ödenmiştir. Ama belki, Halepçe’den sonra ilk defa, Güney Kürdistan'da, bir yenilginin içselleştirilmesinden söz edebiliriz, bu üç yıla yakın sürmüştür.
1990'a geldiğimiz zaman, her iki Güney Kürdistanlı örgüt de oldukça zayıflamıştır. Peşmerge sayıları çok azalmıştır, yeni katılım olmamıştır ve Güney Kürdistan'da uçak sesleri duyulduğu zaman, sadece uçak seslerinin duyulması bile, göçe yol açmıştır. Sadece Güney Kürdistan'da değil, Kuzey Kürdistan'da büyük bir korkuya sebep olmuştur. Çünkü oraya atılan kimyasal gazların; işte Mardin'e, Şırnak’a, Cizre'ye, Nusaybin'e de etkili olabileceği düşünülmüş ve Kuzey Kürdistan'ın bu sınır kuşağındaki illerde, insanlar evlerini naylonlarla falan örtmeye başlamıştır.
Neyse ki çok fazla sürmemiştir bu. Yani 91’deki Raperinle beraber, bu yenikçi psikoloji, aşılmış, Kürdistan'da bir parlamento kurulmuş ve şimdi de işte, görüyoruz, bağımsızlığa doğru İlerleyen bir yarı devletimiz var orada. Bence en önemlisi budur. Aynı şey Kuzey Kürdistan için de geçerlidir. Uzun süreli savaşlarda, sonuç almamak; önce örgütlerin, sonra kavramların, sonra da toplumun çürümesine yol açıyor. Bugün Kuzey Kürdistan'da yaşadığımız, esas itibariyle budur. Yani teritoryal siyasetten vazgeçmek, Türkiye'yi demokratikleşmeyi kendine temel hedef olarak almak falan gibi o dönem aynı yenikçi psikoloji Güney Kürdistan'da da vardı. Bunun aşılması için, yeni atılımlar lazım. 1991'de; işte, ABD'nin Kuveyt’e sonra Irak’a müdahalesinden sonra bir atılım şansı doğdu ve Güney Kürdistanlılar bu psikolojiyi bertaraf ettiler.
Bütün Kürtlerin kalbinde, bir yaradır Halepçe. Kürdistan’ın her dört parçasında, dünyanın her tarafındaki Kürtlerin kalbinde, bir yaradır.
Bunun, edebiyatta ne kadar iyi işlendiğini, işte uluslararası diplomaside ne kadar iyi kullanıldığını, doğrusu bunları çok iyi bilmiyorum. Ama mesela, Kuzey Kürdistanlılar, her 16 Mart'ta, Halepçe’yi anarlar ve bu acıyı tazelerler. İşgale karşı mücadele ruhunu geliştirmekte, önemli bir gün olarak kabul ederler. Newroz’la da yakın oldukları için, çoğu zaman ikisi birlikte idrak edilir diyelim artık, anılır demeyelim de idrak edilir. Yani Halepçe’nin yıldönümü ile Newroz birlikte idrak edilir.
Bu konuda yazılmış birçok kitap var. Çoğunu okuduğumu söyleyemem, ama asl’olan, bunun siyasetten değerlendirilmesidir. Şimdi, dünyada en çok konuşulan iki tane jenosit var. Biri işte, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımı, bir de birinci savaşta Ermeni Soykırımı. İkisi de bu soykırımdan sonra devletleştiler. Yani 43-45 Yahudi soykırımı, 48-49 devletleştiler. 1915'te Ermeni jenosidi, 1919-20’de devletleştiler. Bunu devletleşmek için bir araç olarak kullanalım demiyorum. Ama, bu tür katliamların, önünü almak için, Kürtlerin önündeki tek çare, devletleşmektir. Yani moderinite döneminde, siz devletleşemezseniz, her türlü katliama, her türlü saldırıya maruz kalırsınız.
Evet, yani bu yüz yıl önceki dünya değil, işte Kürdistan'ın herhangi ücra bir köyünde bile, olan bir olay, anında bütün dünya tarafından duyuluyor. Ama bunun hakkını kim savunacak? Bunu yapanları kim cezalandıracak? Devletleşemezsen bunlardan hiç birini yapamıyorsun. Onun için bence, Halepçe’yi devletleşme mantığıyla hatırlamak, idrak etmek lazım.