1979 da İran'da bir darbe oldu. Bu, yığınların kitlesel katılımıyla gerçekleştirilen, bir darbe olduğu için, dünyada ve özellikle İslam coğrafyasında, buna devrim adı verildi. Bu tabii sıkıntılı bir isimlendirme. Yani, ortada bir devrimci örgüt ve bir devrimci program olmadan, devrimlerden söz edilmeye başlandı.
Bu günümüze de devam ediyor. Biliyorsunuz; bir Mısır'da devrim oluyor, Suriye'de devrim oluyor, Tunus'ta oluyor, Yemen'de oluyor; her bir yerde, “Arap Baharı” adı altında, devrimlerden söz ediliyor ki, ne 79’da, ne de şimdi, bunlardan devrim olarak söz etmek, zordur. Çünkü devrim; bir devrimci örgüt, devrimci program ve devrimci hedefler gerektirir.
Humeyni, işbaşına geldikten sonra, iş başına gelmeden önce de İran'daki bütün muhalif güçlerle, ilişki içindeydi ve birlikte yaşama mesajları veriyordu. Bu yüzden İran'daki bütün muhalif güçler ve bu arada, Doğu Kürdistanlı güçler tarafından da desteklendi, bu hareket.
Bu hareketin, devletlerarası denklemde ciddi bir önemi var. ABD'nin Ortadoğu'daki, Türkiye'den sonra, -İsrail'i bir tarafa bırakırsak- en güçlü kalelerinden biriydi, İran. Bunun düşmesi, devletlerarası denklemi de değiştirdi. Sovyetler Birliği tarafından desteklendi.
Bizi ilgilendiren esas kısmı, Doğu Kürdistanlıların, Bir iki yıl, Humeyni ile barış içinde yaşamalarıdır. Bu, Kürdistan'ın tüm parçalarında, sömürgeci devletlerdeki kısmi değişikliğe karşı, Kürtlerin gösterdiği, sıradanlaşmış bir reaksiyondur. Bu kısmı değişikliği, kendileri için çok büyük değişikliklere yol açacak, bir fırsat olarak kabul edip, bunların bir parçası haline dönüşüyorlar. Ve ama iktidara yeni gelenlerin, ayakları yere bastıktan sonra, ilk yaptığı iş de Kürdistan'daki muhalefetle saldırmak oluyor.
Irak-İran savaşı, bu devletlerarası denklemde değerlendirilmesi gereken bir sorun. Batı dünyası, Irak’ın (İran'daki Humeyni iktidarının, yerleşmesini engellemek için), saldırısını desteklediler. Aslında, şimdi dönüp bakıldığı zaman, her iki tarafa verilen destekler, birinin diğerini yenmesine, yetmeyecek bir destektir. Savaşın yayılması ve yıllara yayılması, emperyalist devletlerin işine gelmiştir.
Dolayısıyla, milyonlarca insanın öldüğü, bir savaşa dönüştü İran-Irak savaşı. Kürdistanlılar, sadece Doğu Kürdistanlılar değil, Güney Kürdistanlılar da başlangıçta, Humeyni rejimini desteklediler. 1981’den sonra, 81-82'de, Humeyni, Doğu Kürdistan'a saldırmaya başladıktan sonra da Güney Kürdistanlıların Humeyni rejimi ile ilişkileri, devam etti. Hem YNK üzerinden, hem PDK üzerinden. Üstelik Humeyni rejimi, bazen bu iki örgütü de birbirine karşı, kullanabildi. Her iki örgütten istedikleri en önemli şey de doğu Kürdistanlı yurtsever devrimci örgütlere karşı, tavır almalarıydı. Zaman zaman tavır aldılar. Güney PDK’si ile Doğu PDK’si arasında, çatışmaların çıktığını da biliyoruz, o dönemde. Böyle bir süreç de başladı.
Burada önemli olan bir diğer nokta da şudur; Türkiye Devleti, şahlık rejiminin yıkılmasını, Kürdistan’a, Doğu Kürdistan’a, bir fırsat tanıyacak kaygısıyla, mesafeli durdu. Aynı tepkiyi, 1941-43’te de görüyoruz; İran'ın, Sovyetler Birliği ve İngiltere tarafından, işgal edilmesinde de görüyoruz. O dönemde, devlet içindeki yazışmalar var. Özellikle, Kürdistan'daki durumun, günü gününe takip edilmesi isteniyor. Savaş sürdü ve Kürt tarafı, İran'ın destekçisi olarak kabul edildi, Irak devleti tarafından.
Bu arada, 1983 yılında, Saddam'ın, Irak devletinin, Barzan’a yönelik bir saldırısı var. Sekiz bin Barzan erkeğinin öldürüldüğü, ailelerinin sürgün edildiği, kadınlarına kızlarına el konulduğu, bir süreç var, bu 1983’tür.
Enfal’e gelirsek, Enfal resmen, 1986-88 arasında kabul ediliyor. Yani, Irak devletinin, resmi bildirisi budur; 86'da başlamış, 88 Ağustos'unda sanıyorum, sona ermiştir. Oysaki 1983'te başlatmak lazım bunu ve 83-88 arasında, Birleşmiş Milletler’ in kayıtlarına göre de yüz seksen iki bine yakın Kürdistanlı öldürülmüş, köylerin yüze 90'a yakını harap edilmiş, boşaltılmış, on binlerce Kürt kadınına ve kızına el konulmuştur. Bunlar, bazen Arap şeyhlerine pazarlanmış, bazen de uluorta satılmıştır.
Bunlarla ilgili bilgiler, daha çok 91’den sonra, özellikle de 2003'ten sonra, gün ışığına çıkmıştır. Toplu mezarlar bulunmuştur. Şimdi, bu Enfal’ı nasıl değerlendirmek lazım? Kürdistan'da, biz birçok jenositten söz ediyoruz. Kuzey Kürdistan'da, 1921'de Koçgiri’den başlıyoruz, 25'te bir jenosit daha, 27’de bir jenosit daha, işte Zilan jenositi, 37-38 de bir jenosit daha, Doğu Kürdistan’da 1945'lerde bir jenositten söz ediyoruz. Güney Kürdistan'da; işte, Enfal’den söze diyoruz. Halepçe’den söz ediyoruz.
Bunların hepsini, ayrı ayrı jenosit olarak tanımlıyoruz. Ben bu, tanımlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Yani, bir millete, her bir kaç yılda, bir jenosit uygulanamaz. Kürdistan'daki jenosidi, diğer, diyelim ki Ermeni jenosidinden, Yahudi jenosidinden ayıran bir özellik var; Kürdistan'daki jenosit, anlık ya da işte birkaç aylık süren bir işlem değil, zamana yayılmış bir süreçtir. Kürdistan'daki jenosidin esas hedefi, Kürtlerin, ulus-ülke hakikatini, ortadan kaldırmaktır. Yani, Yakındoğu'da, Kürdistan adında bir ülke yoktur, bunu sağlamaya çalışıyor, dört tane sömürgeci ve jenositçi devlet ve Yakındoğu’da Kürt milleti adında, bir millet te yoktur. Şimdi bu hedefin kendisi, zaten jenosidal bir hedeftir. Siz bu hedefle bir tek Kürt’ü öldürmeseniz bile, bu hedef jenosidal bir hedeftir. Çünkü o halkın ulus-ülke hakikatini, ortadan kaldırıyorsunuz.
Halepçe, bu Enfal sürecinde ve Kürdistan'da zamana yayılmış jenosit sürecinde, en kanlı duraklardan biridir. Bir gecede, beş bin-altı bin rakamları değişebiliyor, Kürt öldürülmüştür. Literatürde İntikam jenosidi diye bir kavram var. Belki Halepçe için bunu kullanmak mümkündür ama gerek Enfal, gerek Halepçe katliamını, Kürdistan’da on yıllardır sürdürülen, zamana yayılmış jenosidin, halkaları olarak tanımlamanın, daha doğru olacağını düşünüyorum.
Şimdi, bizim temel meselemiz nedir? Temel meselemiz, bu dört işgalci devlet tarafından bölünüp parçalandığımız için bu İşgalci devletlerarasındaki çelişkileri, zaman zaman abartıyoruz. Oysa bu dört İşgalci devletin, Kürdistan ile olan çelişkileri, kendi aralarındaki çelişkilerden, çok daha fazladır; çok daha güçlüdür, çok daha büyüktür. Bu çelişkilerden, konjonktürel olarak yararlanmak mümkündür. Ama hiçbir durumda, bu devletlerarası çatışmaların, bir tarafı olmamak gerekir.
Şimdi, Irak-İran savaşının görünür nedeni, Kuzistan’ın Saddam tarafından, tekrar ele geçirilme isteğidir. Şimdi, bu Kuzistan denilen bölge, Arap nüfus yoğunluklu, İran devleti sınırları içinde bir bölgedir. İran Irak’ı diyebiliriz, oraya. 1975'te, Kürdistan'daki başkaldırıyı bastırmak için, Saddam tarafından, İran'a verilmiştir, 1975'te. Yani, o bölgenin, İran'ın toprağı olduğunu kabul etmesinin nedeni; Saddam'ın, Güney Kürdistan'daki başkaldırıyı bastırmaktır. Dört yıl sonra-beş yıl sonra, bu sefer, yeniden hak iddia etmeye başlamıştır; yani, İran devletinin zayıfladığını düşünerek, hak iade etmeye başlamıştır. Böyle de baktığımız zaman, görüyoruz ki aslında her dört devletin, temel stratejik hedefinde, bir değişiklik olmuyor. Kendi aralarındaki çelişkiyi, Kürdistan’ı birlikte yönetmeye zarar vermeyecek düzeyde, tutuyorlar. Kürdistanî siyasetin; bence, bunu da görmesi lazım.