Kürdistan Cumhuriyeti’ni, birçok yönden ele almak lazım. Ben şundan hep şikayetçi olmuşumdur; yani, böyle günleri, “Yaşa! Varol! Kahraman Milletimiz! Yüce Şehitlerimiz!” olarak anılmasından rahatsız olmuşumdur.
Bu bizim tarihimiz ve tarih bize niye gerekli; bir, tarih üzerinden bugün anlayacağız; iki, bu tarih üzerinden, yarını kuracağız. Eğer tarih buysa kendi tarihimizi de bu çerçeveden değerlendirmemiz lazım. Yani; Kürdistan Cumhuriyeti. bu günümüzü anlamak için bize ne söylüyor? Yarını kurmak için bize ne söylüyor?
Bu çerçeveden bakıldığı zaman, Kürdistan Cumhuriyeti'nin yeterince ve doğru tartışıldığını, düşünmüyorum. Ama Kürdistan Cumhuriyeti’ne bir bağımsız devlet olarak, bakıldığı için Kürtler arasında ve devletsizliğin acısını, her Kürt yüreğinde hissettiği için, Kürdistan Cumhuriyeti, bu anlamda, dünyanın her tarafında, Kürtlerin kalbinde önemli bir yer almıştır.
Bu kadar çok önemli yer almasının bir diğer nedeni, Kadı Muhammed'in tutumu ve asılmasıdır. Bir diğer nedeni ise; belki, en çok doğrudan dünyadaki kamplar arası savaşın, kurbanı olduğu içindir. Hem Sovyet kampı, hem ABD, İngiltere Fransa kampının doğrudan kurbanı olduğu bir cumhuriyettir, Kürdistan Cumhuriyeti. Ve başından beri, bu devletler arasında tartışılmıştır.
Birincisi Doğu Kürdistan’da, Kürtler, zaten kendi normal, siyasal, sosyal örgütlerine, sahiptiler. 1940'lı yıllarda, aslında Kürdistan’ın bütün parçalarında, Kürtler örgütlüler. Aşiretler şeklinde örgütlüler. Aşiret, Kürt toplumunun temel örgütlenme biçimidir ve bir tür devlet yapısıdır, alt devlet yapısıdır, alt iktidardır; ama, siyasi-sosyolojik-kültürel bir organizasyondur.
Doğu Kürdistan’da savaştan önce de Kürdistanlı aşiretler, silahlıydılar. Zaman zaman Tahran rejimi ile ilişki halinde, zaman zaman onlarla çatışarak yaşıyorlardı.
1941'de, İran'ın kuzeyi, Sovyetler Birliği tarafından, güneyde Irak üzerinden, İngiltere tarafından, işgal edildi. Bu iki, işgal edilen bölgelerin arasında, Doğu Kürdistan'ın sınırlı bir bölümü, her iki işgalin dışında kaldı. Mahabad buranın merkezidir. Oraya gelene kadar, 1943'te Komeley Jiyanewey Kurdistan var. KOMELA JEKAF diye söyleniyor. Böyle bir örgüt kuruluyor. Bu örgüt, ilerici, sol tandanslı devrimci bir örgüt. Bağımsızlıkçı bir örgüt. Programında, birleşik bir Kürdistan'da, bağımsız bir devleti hedeflediğini söyleyen bir örgüt. İlke olarak, büyük toprak sahiplerini ve aşiret reislerini üye almama eğiliminde bir örgüt. Böyle bir ilkeye sahip bir örgüt ve kısa sürede, hem Doğu Kürdistan'da hem de Güney Kürdistan'da örgütlenen bir yapı. Güney Kürdistan'da Hem HÊVÎ örgütü var, hem de bu, JEKAF’ın orda örgütlülükleri var. Bunlar da bağımsızlıkçı örgütler.
1941'de; Sovyetler Birliği, İran'ın kuzeyini işgal ettiği zaman, Kürdistan'da KOMELA JEKAF’la ilişki kurmamıştır. Kürdistan’daki aşiret reisleri ile ilişki kurmuştur. Çünkü, Sovyetlerin temel problemi, cepheye lojistik destek yetiştirmektir, hem İngiltere'ye hem kendisine ve orada o işleri yapabilecek olan, silahlı güçlere sahip Kürt aşiretleri vardır. Sovyetlerin ilk elde muhatapları bunlar olmuştur.
Sovyetler Birliği, İran’ı işgal ettikten sonra, tuhaf bir şekilde, İran'da kargaşa çıkmamasını istemiştir. Dolayısıyla, gerek Kürdistan’da, gerek Azerbaycan'da, (İran Azerbaycan’ında), rejime yönelik mücadeleden yana değildir, Sovyetler Birliği.
Güneyde İngiltere de aynı, pozisyondadır. Zaten Irak Devleti'ni Kürt başkaldırılarına karşı korumuştur ve orada Kürt başkaldırısının lideri Mele Mustafa Barzani, savaşçıları ile daha sonra Doğu Kürdistan’a gelmiştir.
İngiltere, özellikle Kürt karşıtı bir siyasete sahiptir, o yıllarda. Sovyetler Birliği ise oradaki Kürt aşiretlerini kendi lojistik çıkarları için kullanmaya dönük bir siyasete sahiptir. Ama İran'daki rejimi korumakta kararlıdır. İran'ın birliğini bütünlüğünü savunmakta her iki devlet de kararlıdır. En çok telaşlanan, Türkiye Cumhuriyeti'dir ve işgalden hemen sonra gerek Sovyetler Birliği’yle gerek, gerek İngiltere’yle -ki o dönem-Türkiye, aslında faşist kampta yer alan bir devlettir, doğrudan olmasa da onlarla ilişkileri olan, onları destekleyen bir pozisyondadır.
Bu durum, 43'e kadar sürer; 43 sonuna kadar. Özellikle Stalingrad’ta savaşın dengeleri değiştikten ve artık Sovyetler Birliği ve ABD ile Britanya'nın, bu savaşın galibi olacağı anlaşıldıktan sonra, devletler pozisyonlarını yeniden gözden geçirmişlerdir. Ama hiçbirinin programında, Bağımsız bir kürdistan yoktur, ne İngiltere'nin ne Sovyetler Birliği’nin.
Sovyetler Birliği'nin, İran’daki esas muhatabı, İran devleti ve Azerileridir. Sovyet Azerbaycan’ı üzerinden de İran Azerbaycan'ında etkilidirler.
Neden sonra, 1945'te artık, Sovyetler Birliği, Kürdistan Demokrat Partisi’nin kurulmasına önayak olmuştur. Ve KOMELA JEKAF’ın da dağıtılmasını istemiştir. Bunda da başarılı olmuştur.
Şimdi, burada kısa bir parantez açayım. Bu, Sovyetlerin dünya ölçekli bir politikası, ABD ile cephe kurduktan sonra, ABD’yi ürkütmemek için, dünyanın hiçbir yerinde komunist bir tavır almamıştır, Sovyetler Birliği. Örneğin; 1943'te önce Kominterni feshetmiş, sonra Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi'nin feshetmiş, yerine Barış Derneği kurmuştur. Azerbaycan'da TUDEH örgütünü feshetmiş, yerine; yani, Azerbaycan'da TUDEH’inin yerine Azerbaycan HALK partisini kurmuştur. Hatta Türkiye’de bile, o yıllarda Türkiye Komünist Partisi'nin feshedildiği tartışılıyor.
Esas mesele şudur; Sovyetler Birliği, ABD ile bir ortaklık kurulmuştur, ortaklarının komünizm gibi bir korkuları vardır, Sovyetler Birliği, bu korkuları, yatıştırmaya çalışan bir siyaset izlemiş ve komunist pozisyondan çok geride bir tutum almıştır. Yani, mesela Komintern’in kapatılmasıdır, Sovyetler Birliği Ulusal Marşı’nın değiştirilmesidir, bütün bunları bir paket halinde düşündüğümüz zaman, Sovyetlerin Kürdistan'da da, Kürdistan Demokrat Partisi’nin kurulmasına önayak olmasını, anlayabiliyoruz.
Kürdistan Demokrat Partisi, bana göre, her dört parçada Kürdistani siyasette, çok büyük bir kırılma noktasıdır. Kürdistan Demokrat Partisi üzerinden, iki şeyden, vazgeçtik biz. Birincisi, Kürdistan’ın birliğinden vazgeçtik. Her parçanın, bulunduğu devlet sınırları içinde, bir çözüme ulaşabileceğini, kabul ettik. O zamana kadarki, modernite dönemindeki, tüm Kürt örgütleri, hem bağımsız bir devlet talebindedirler, hem de Kürdistan'ın birliğinden yanadırlar. Kürdistan’ın parçalanması, Kürt siyaseti içinde içselleşmememiştir. Kürtler, Kürdistan bölünmemiş gibi yaşıyorlar. Kürt siyaseti de böyle siyaset yapıyor.
45'te, Kürdistan Demokrat Partisi'nin önce, Doğu Kürdistan'da, sonra Güney Kürdistan'da -1946'da sanıyorum- kuruldu. Partilerin kurulması ile önce, Birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçti, sonra Bağımsız Kürdistan hedefinden vazgeçti ve 1945'ten sonra, Kürdistan'ın her dört parçasında, otonomist bir siyaset tarzı, egemen oldu. Şimdi, Sovyetler Birliği'nin, Kürdistan Cumhuriyeti konusunda çok vebali olduğu söylenir, işte bilmem bir kaç varil petrole sattığı, falan söylenir, bunlar bence, önemli değil, önemli olan burasıdır: Kürt siyasetini, egemen devlet sınırları içine yönlendirmiş ve Kürt siyasetini, Kürdistan'ın Birliği hedefinden vazgeçirmiştir. Bu siyaset, neredeyse günümüze kadar egemen olmuştur.
Kuzey Kürdistan'da belki, 75-93 ya da 2000 arasında, 25 yıllık bir parantez var; o parantezde, Kuzey Kürdistanlı siyasal dinamikler, bu paradigmayı reddetmişlerdir; Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı savunmuşlardır. Ama özellikle l999-2000'den sonra, Kuzey Kürdistan'da da, yeniden, egemen devlet sınırlarını esas alan siyaset tarzı egemen olmuştur; “Otonomi ya da Türkiye'yi demokratikleştirmek” Kürt siyasetinin -egemen Kürt siyasetinin- temel hedefi haline dönmüşür. Onun için, bence, Kürdistan Cumhuriyeti’ni tartışırken, en önemli konunun bu olduğunu düşünüyorum