Ali Polat: -Özellikle Sayın Mesrur Barzani’nin verdiği röportajda kullandığı sorunlu ifadeleri var ki bazılarında değişiklik var, bazılarında yok. Onunla ilgili Fuat Hoca’nın da fikrini merak ediyorum. Kendisine söz hakkı vereyim de bunlarla ilgili söyleyeceği bir şeyler var mı ? Ondan sonra da programın sonuna doğru geliyoruz, bir iki soruyla programı kapatacağız. Buyrun.
Fuat Önen:-Mesrur Barzani’nin açıklamalarını Kürdistan24, Rudav’da Kürtçe metinlerine baktım. O en sorunlu cümle yani, “Türkiye'nin PKK dışındaki Kürtlerle bir sorunu yok.” cümlesi bu Kürtçe metinlerde yok.Rudav’ın Türkçe metninde var. Bu söyleşinin orijinal metnine de ulaşamadım. Ulaşırsam da dilim yok. İngilizce ya da Arapça’dır muhtemelen, bilemiyorum ama o en sorunlu cümlenin dışında da Mesrur Barzani’nin bu söyleminde dile getirdiği birçok gerçekler yanında özellikle Türkiye'ye karşı söyledikleri dilin, son derece sorunlu olduğunu düşünüyorum. Örneğin, “PKK-Türkiye çatışması, bizi de Irak Devleti'ni de ilgilendirmez.” diye bir cümlesi var. Evet, bunlar şu açıdan sorunlu cümleler. Diplomasi dilini anlıyoruz, reel-politikerliği de anlıyoruz, bizi boğan korkunç reel-politiğin de farkındayız. Ama, bunlar bizim temel Kürdistani düşüncelere zarar verecek, açıklamalarımızın gerekçesi olamaz.
Şimdi, sizi nasıl ilgilendirmiyor? Mesela, PKK’nin Güney Kürdistan'a yerleşmesi 1983’tür ve PDK ile PKK arasında imzalanan bir protokolün ertesinde, Güney Kürdistan'a gelip yerleşmişlerdir. PKK’nin ilk silahlı mücadelesine, PDK çok ciddi anlamda lojistik destek vermiştir. Öbür taraftan, Irak Devleti ve Türkiye Devleti, birlikte her iki parçadaki mücadeleyi de hem bastırmak, zaman zaman da birbirine karşı kullanmaya çalışmışlardır.
Bütün bunlar, bizim tarihsel hafızamız. Bunları yok sayamayız. Diplomatik dil ve reel-politik mecburiyetler; bizim, bazı söyleyemek istediğimiz şeyleri, söylememizi engeller, bunu anlarım. Söylersek diplomatik bir üslup kullanılır, bunu da anlarım. Ama diplomatik üslup, bizim gerçeklerimizi, ters-yüz etmek için kullanılamaz.
Buradaki sorunun, sadece Bölge Başbakanı’nın bu demeci ile sınırlı olmadığını, düşünüyorum. Ben öyle düşünüyorum ki 2009'a kadar Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özellikle Başkan Barzani, Mesut Barzani, Türkiye'ye karşı son derece mesafeli ve dengeli bir ilişki sürdürdü. O zamana kadarki demeçlerine bakın, Mesut Barzani çok az konuşmuştur Türkiye hakkında. Konuştuğu zaman da kullandığı cümle standarttır. “Bize göre Kürt meselesî siyasal bir meseledir. Bu meselenin siyasi çözümü için atılacak her adıma destek olmaya hazırız”. Bu mesafede tutmuştur, bence bu son derece rasyonel bir tutumdur.
Ama, 2009'dan sonra, PKK’nin ve Başkan Barzani’nin, İmrali süreçlerine dahil olduğunu görüyoruz. İmralı süreçlerinde bir taraf olduğunu gözlemliyoruz. Öcalan ile aralarında Milli İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla bir mektuplaşma trafiğinin olduğunu biliyoruz.
Ondan sonra, 2011'de başlayan Suriye Savaşı'nda, Güney Kürdistan Yönetimi; Suudi, Katar ve Türkiye'nin oluşturduğu blokla birlikte Esad Yönetimi’ni devirme pozisyonu aldı. Ama Mısır'daki Sisi darbesinden sonra o zamana kadar, “Esat gitmelidir.” diyen ABD, “Esad'ın gitmesini istiyoruz ama yerine kimin geleceğini bilmek istiyoruz.” deyip geri adım attığı halde, yani politikasını revize ettiği halde, Güney Kürdistan Yönetimi; Türkiye ve Katar, (Suudi de çekildi) Sisi darbesinden sonra, ilişkisini sürdürdü. Bir dönem, Türkiye ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki ilişkiler ABD’nin tepkilerine yol açtı. İşte, petrol anlaşması var, bir dizi başka şeyler var. Bence Güney Kürdistan Yönetimi; yeniden, dengeli ve mesafeli bir siyaset oluşturmalıdır; Türkiye'ye karşı, İran'a karşı, Suriye'ye karşı ve bunu da birlikte yapmalıdır. Biz artık, Güney Kürdistan'da PDK’nin ya da YNK’nin ya da GORAN’ın falan devlete karşı politikasını tartışmak durumunda olmamalıyız. Güney Kürdistan Devleti'nin yönetiminin bu konulardaki politikalarını tartışmak ve desteklemek durumunda kalmalıyız, diye düşünüyorum.
Bunların tarihi kökleri var. yani işte Abdülselam Barzani'den bu yana süregelen bir ilişkidir. Bunun için ayrı bir tartışma programı düzenlemek lazım.
Ali Polat:-Program yapılabilinir. Programımızın sonuna kadar geldik. Hatta süremizi biraz aştık. Ama sorun değil. Biraz daha devam edelim. Biz bu tartışma programı içerisinde işgal ve jenositten bahsettik. Amerika Başkanı ilk defa, yanılmıyorsam Ronald Ragani, ikinci defa Joe Biden Türkiye’nin 1915’te Ermeni halkına karşı soykırım-jenosit uyguladığını Amerika Başkanı ağzından bunu deklere etti. Bunun bir yeni dönemin başlangıcı olabilir. Bu konuda fikirlerinizi alıp programı kapatacağım. Buyrun Fuat Hocam sizinle devam edelim. So sözü Vedat Hoca’ya verip programı kapatalım.
Fuat Önen:- Tabii ABD Başkanı’nın jenosit nitelemesinde ayrı olarak şunu söyleyeyim ki evet, 1915’te……
Ali Polat: -Jenosit belirlemesinin yanında, bununla Türkiye Cumhuriyeti'ni yargılamak istemiyoruz, geçmişine ait bir şeydir. Yeni şeylere mahal vermemek için bunu söylüyoruz, sözü.
Fuat Önen:- Tamam, yani Biden'dan bağımsız olarak, 1915-26 yılları arasında Osmanlı Devleti'nin İttihat Terakki kanadıylan başlayan Türkiye Cumhuriyeti tarafından sürdürülen, bir jenosit işlemi olduğu çok açıktır. Buna sadece, Ermeni jenosidi demek, bana kalırsa doğru değildir. Bu işlem sırasında Ermeniler, Süryaniler, Kıldaniler, Kürtler, Rumlar, Lazlar jenoside maruz kalmışlardır
Ali Polat:-Çerkezler?
Fuat Önen:-Hayır, Çerkezler değil. Çerkezler onun dışındadır. Ona ayrıca parantez açayım. Bölgenin otokton halkları, bu jenosidin hedefi olmuşlardır. Bu otokton halklar da bu saydığım halklardır. Bunun nedeni şudur: Türkiye Cumhuriyeti, Asyaik, Balkanik, Kafkasik topluluklardan bir ulus ve ülke yaratma projesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin esası budur. Bu alakton güçlerden, bir ulus ve bütün bu coğrafyayı da o ulusun ülkesi yapabilmeniz için bölgedeki bütün otokton hakları tasfiye etmeye mahkumsunuz. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tarzının doğurduğu bir zorunluluktur. Türkiye Cumhuriyeti için jenosit, bir tercih değil, bu projenin kaçınılmaz gereğidir ve Cumhuriyet'te İttihat Terakki döneminden başlayarak, bütün cumhuriyet tarihi boyunca bu jenosidal eylemleri sürdüre gelmiştir. Bütün diğer otokton halklar esas olarak, fiziki olarak, tasfiye edildikleri için bu projenin önündeki tek engel, Kürtlerin ulus ve ülke hakikatidir. Onun için de bu jenosidin, zamana yayılmış jenosidin, hedefinde şu anda esas olarak, Kürdistan vardır. Kürt halkının Ulus ve ülke hakikati vardır. Burda, bizim bakımımızdan bir tartışma yoktur.
Kürt siyasi güçleri, on yıllardır Türkiye Cumhuriyeti'nin daha doğrusu İttihat Terakki'nin yaptığı bu işlerin jenosit olduğunu söylemekte bunu kınamakta ve buna karşı çıkmaktadır. Biden, bunu niye söyledi? Bu daha çok Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin doğurduğu bir meseledir. Üstelik, Biden’in jenosit demesi; eğer ki Avrupa'daki güçlü devletlerin de desteğini almazsa çok ciddi bir sonuca da yol açmayacaktır.
Önemli olan batılı devletlerin ve Birleşmiş Milletler'in bu konunun takipçisi olmasıdır. 1948 Birleşmiş Milletler'de kabul edilen jenosidi önleme ve cezalandırma konvasiyonu, adından da anlaşıldığı gibi iki bölümdür. Bir, henüz jenosit başlamadan da dünya, yani Birleşmiş Milletler, bir jenosit faaliyeti olduğunu görür, hissederse bunu önlemeye çalışacaktır. İki, eğer önleyemezse cezalandırılacaktır ya da daha önce olanlar varsa, onları cezalandıracaktır. Biden'ın ikinci cümlesi buna işaret ediyor, “Kimseyi suçlamak için demiyoruz, Tekrarlanmaması için bunu söylüyoruz.”diye. Tabii bunun samimi ve ahlaki bir açıklama olmadığını düşünüyorum. Dünyada, jenosidi önlemeye çalışan bir tek devlet olsa idi, yüz yıldır Kürtler üzerinde sürdürülen zamana yayılmış jenosit de dünyanın gündemine girer idi. Bu ne Avrupa Birliği'nde, ne Birleşmiş Milletler'de, ne İslam Birliği'nde, İslam Konferansı Teşkilatı’nda, gündeme gelmiş bir olay değildir.
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim ki; yani, bu 1948 Konvansiyonu da öyle bilimsel bir metin değildir. Lemkin, aslında jenosit olayını çok daha bilimsel diyeyim, ya da hukuki terimler ile çok daha düzgün hazırlamıştır.Ama Lemkin’in önerileri, Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Devletler'deki devletler tarafından tartışılmış, üzerinde uzlaşabildikleri bölümler kabul edilmiştir. Örneğin, o dönemde Sovyetler Birliği jenosidi, faşizme eklemlemeye çalışmıştır. Amerika Birleşik Devletleri bunu Sovyet otoriterliğine ya da otoriter rejimlere bağlamaya çalışmıştır. Çin, başka tür önerilerde bulunumuştur. Bunu şunun için söylüyorum. Yani bu, kutsal bir metin değildir. 1948 Jenosit Konvansiyonu kutsal bir metin değildir, bana kalırsa çok ciddi eksiklikleri olan bir metindir. Ama bu haliyle bile, dünyadaki ilerici insanlığın kullanabileceği, yararlanabileceği, uygulanmasını isteyebilecekleri, bir metindir.
Biden'da olsa, diğer bütün Emperyalist devletler de olsa, bunu açıkladıkları zaman, bunun arkasında bir devlet çıkarı, bir devlet planı olduğunu, görmeliyiz ama açıklaması iyi olmuştur. Türkiye'de ciddi tartışmalara yol açmıştır.
Bu konuda, Ermeni diasporasını kutlamak lazım, yüz yıldır bunun peşini bırakmamışlardır. Kürt diasporasının bundan ders alması lazım. Avrupa'daki Kürt diasporasının, sayı olarak Ermeni diasporasıdan, çok daha zayıf olduğunu, sanmıyorum. Ama Kürt diasporasının işte jenosit konusunda böyle bir atraksiyonu yok. Güney Kürdistan Yönetimi’nin jenosidi daha çok Halepçe ve Enfal üzerinden gören bir yaklaşımı var. Bu yaklaşımını değiştirip, Kürdistan’da sürdürülen zamana yayılmış jenosidi, dünya gündemine taşımaya çalışması gerekiyor, hep birlikte böyle bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.
Ali Polat:-Fuat Hoca, son olarak söylemek istediğiniz, eklemek istediğiniz bir şey varsa, buyrun.
Fuat Önen –Bir ara geçti, sordun, unuttum Çerkez meselesini. Ben o yıllardaki savaşın müslüm, gayri-müslim savaşı olmadığını, sosyal olarak alakton, otokton savaşı olduğunu düşünenlerdenim. Bu jenosidal projenin mimarları olarak da etnisiteye işaret etmek gerekirse, Çerkezler,Türkler ve Yahudilerdir. Bu coğrafyanın alaktonları bunlardır. Dolayısıyla bu süreç içinde, yani şimdi artık, Çerkezlere de zaman zaman Yahudilere de yapılan ırkçı, asimilasyoncu baskılardan, söz edebiliriz. Ama bu iş başında Çerkezler, bu işlerin planlayıcıları arasındadırlar. Türkiye Yahudileri, hatta Kürdistan Yahudileri de yani, Diyarbakır'daki Pirinççizadeler, Ziya Gökalp, (ben bunları Kürdistan Yahudileri olduklarını düşünüyorum). bu cumhuriyet projesinin içindedirler diye düşünüyorum. Dolayısıyla onları o dönemin mağdurları arasında saymıyorum. Esas hedefte olanlar otoktonlardır. Burada bunu söylersem tartışma genişler gerçi ama Kürtlerin bir kesimi, bu denklemi yanlış değerlendirip, müslüm-gayrimüslim savaşı olduğunu düşünerek, yanlış yerde yer aldıklarını söyleyip bitireyim. Vedat Kardeşime de çok teşekkür ediyorum. Size de teşekkür ediyorum, DENG TV çalışanlarına da teşekkür ediyorum. İzleyenlere de selamlar ve başarılar diliyorum.