Politik soykırım vardır, fiziki soykırım vardır, ekonomik soykırım vardır, dil soykırımı vardır ve nihayet kültür soykırımı da vardır. Sabahattin Arkadaş belirtti, biz genelde toplantılarımızda Kürtçe konuşuruz. Ama bu toplantıda anlaşılmak için, sonradan arkadaşlarımın bana vereceği cezaya da katlanarak, anlaşılmak için, Türkçe konuşacağım.
Şimdi arkadaşlar, kavramlar, içi boş çuvallar değildir. Bu kavramlara istediğiniz şeyleri istediğiniz gibi koyamazsınız. Kuzey Kürdistan’da, Kürdistan’da, “Ulusal Demokratik Birlik” ya da “Ulusal Birlik”, nasıl derseniz deyin, içine herkesin istediği şeyi koyabileceği, bir kavram değildir.
Bir, eğer ulusal birlikten söz ediyorsak, bir ulustan söz ediyoruz. İkincisi, dünyada ulusal birlik, ulusun birliğinin sembolü, son 200-300 yıldır, ulus-devletlerdir. Bugün dünyada 200’ün üstünde devlet var, Birleşmiş Milletler, bu devletlerin ahalisini “ULUS” olarak kabul ediyor. Burda bir sıkıntı var; Kürtler, dünyanın en büyük, devletsiz ulusudurlar. O zaman, burda eğer, bir ulusal birlikten söz ediyorsak, bu ulusun özgürlüğünü, bu ulusun yurdunun kurtuluşunu, hedefliyor olmamız lazım. Yani eğer bir siyasi aktör, herhangi bir yerde, ulusal birlikten söz ediyorsa, orada ya bir ulus-devlet vardır, ya da devlet kurma hakkı, elinden alınmış bir ulusun, kendi geleceğini belirleme hakkını savunuyordur. Bu temel prensip dışında, herhangi bir çerçevede, ulusal birliği savunmak, mümkün değildir.
Örneğin, dil-kültür hakları için ulusal birlik olmaz. Kürt ulusunun, kendi ülkesinde, kendi geleceğini, kendisi belirlemesi çerçevesinde bir ulusal birlik olabilir. Bu ulusal birlik, dil hakkını da savunur, kültürel hakları da savunur ve buna benzer, o ulusun bütün temel haklarını, savunarak gelişir.
Şimdi bu gündem maddesinde bir sıkıntı var, DTK’nın misyonudiye geçmiş oraya. DTK kendi misyonunu kendi organlarında tartışmıştır, kendi organlarında, misyonunun ne olduğunu muhtemelen saptamıştır, bir.
İkincisi, DTK’nın misyonu; PKK'yi tartışmadan, DTK’nın misyonu, KCK tartışmadan, DTP’yi tartışmadan, Öcalan'ı tartışmadan DTK’nın misyonu ne tartışılabilir, ne de anlaşılabilir bir şeydir.
Bu gündem maddesinde, DTK’yla ilgili olarak, öyle sanıyorum ki arkadaşlar, DTK’lı olmayan katılımcıların DTK hakkındaki düşüncelerini, varsa önerilerini istemişlerdir. Böyle yorumlayarak, DTK hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.
Bir, DTK’nın en önemli özelliği, DTK’nın defacto bir örgüt olması, defacto bir hareket olmasıdır. Kürdistan’da on yıllardır, biz, legalite ve ilegalite ikilemine sıkıştırıldık. Bana sorulursa, Kürt siyasetinin en temel meselelerinden biri budur. Ya legalite ya ilegalite denildi bize. Türk legalitesinde, Kürt ve Kürdistan yoktur. Kürdistan’ın da kendi legalitesi yoktur. Bu yüzden, Kürt özgürlük hareketinin, legal mücadele olanakları çok dardır, çok sınırlıdır, legalite Kürt özgürlük mücadelesine takiye dayatmaktadır. Kürt siyasetçileri, bu imkandan yararlanmak için, kendi öz duruşlarından, öz kimliklerinden taviz vermek durumunda kalmaktadırlar.
Diğer alan, ilegalitedir. Bu ilegalite de özellikle, hele günümüz dünyasında, bu alan da çok dardır. Anladığım kadarıyla DTK, legalite-ilegalitenin kesişim düzleminde defacto bir hareket olarak kurulmuştur. Yasal bir hareket değil, meşruiyeti esas alan bir harekettir. Eğer bu algılarım doğruysa; DTK’nın en önemli özelliği budur. Burası çok ciddidir, Kürdistan özgürlük mücadelesi için, açık alan ve defacto hareketleri çok fazla önemsemeli, çok fazla öne çıkarmalıyız.
TEVKURD olarak, dört yıldır, biz bu konseptte, mücadele ediyoruz, mücadele etmeye çalışıyoruz. Bu alan ulusal birlikle de ilgilidir. DTK’nın bu özelliği ulusal birlikle de ilgilidir. Kürdistan'da ulusal güçlerin birliği bir legal örgütte sağlanamaz. Çünkü bu legalite, seni tanımıyor. Ülkenin varlığını tanımıyor, milletin varlığını tanımıyor. Örneğin, Demokratik Toplum Partisi’nde, Kürdistan ulusal birliğini nasıl sağlayacaksınız, sağlayamazsınız. Kürdistan’ın kendi legalitesi de yok. O legaliteye uygun olarak, bir ulusal Birlik Platformu kuralım. O zaman en elverişli alan, bu üçüncü alan dediğimiz, defacto örgütlenmelerin meşruiyeti esas aldıkları, alanlardır. Bu bakımdan önemlidir.
Şimdi, DTK’yla devam edersek; bir ulusal duruş, bir ulusal perspektif lazım. DTK’nın şimdiye kadar, bu konuda, söyledikleri şunlardır; ilk kuruluş manifestosunu, Leyla Hanım, bu Konuk Evi’nin orada okudu, on bin kişinin katılımıyla; DTK, “Özerk Kürdistan” dedi.
Ben otonomist değilim ama demokratik özerk Kürdistan’da benim, anladığım şudur; Kürdistan’ın Türk devletiyle, Türk Egemenlik Sistemi’yle ilişkisi, demokratik ve otonom olmalıdır. Yani Demokratik Toplum Kongresi, bir Kürdistan tanımlıyor, burda, herkesin söylediği gibi Kürt coğrafyası gibi belirsiz bir şey söylemiyor. Bu zaten çok saçma bir kavramdır. Kürt coğrafyası, bizim coğrafyamız, bizim bölgemiz.
Yeryüzünde, kendi yurdunun adını kullanmaktan, ısrarla kaçınan siyasetçi, bir tek Kürdistan’da vardır. Bundan daha doğal, daha insani, daha ilahi bir şey var mıdır ki bir insan, Kürdistan desin, ben Kürd’üm, Kürdistan diyorum, Çeçen, Çeçenistan diyor, Filistinli Filistin diyor.
DTK’nın o ilk manifestosunda bu öndeydi, bir Kürdistan var, bu Kürdistan'ın merkezi yönetimden ilişkisi, otonom ve demokratik olacak. Ancak süre geçti, bunun açımlanması geldi. Örneğin, Hatip Dicle Arkadaş, bu demokratik özerk Kürdistan’ı açıklamaya başladı, Hatip Dicle Arkadaş dedi ki; Türkiye’yi 25 ayrı İl’e böleceğiz, bu iller özerk olacak.
Şimdi bu özerk demokratik Kürdistan değil. Bu demokratik özerk Türkiye. Bu 25 ile böldüğünüz zaman, Kürdistan’ı nereye göndereceksiniz. Kürdistan'ı sonra kaça böleceksiniz. Sonra niye bölüyorsunuz. Zaten emperyalistler ve sömürgeciler tarafından dörde bölünmüş, fazladan siz niye bölüyorsunuz?
Demokratik Özerk Kürdistan, Türkiye’nin 25 ile bölünmesiyle izah edilemez. DTK’nın üçüncü kongresiyle yeniden Demokratik Özerk Kürdistan öne çıktı. Pankart asıldı; “Demokratik Özerk Kürdistan” diye. Bu kez, bu kongreden sonra; sanıyorum, belediye reislerinin, bir cumhurbaşkanı ile görüşmesi falan söz konusuydu, bu sefer “yedi bölge” dediler. Şimdi bu olmaz.
Buradan bu çağrı metninin, mantığını da eleştirmek üzere söylüyorum; Kürt sorunu kavramına geçiyorum. Şimdi bu kavram altında birbirinden farklı, sosyal olarak, politik olarak birbirinden farklı üç ayrı sorun kümesi tartışılmaya çalışılıyor. Bu konuda açıklık sağlayamazsak ne bu çalıştaydan ne başka hiçbir tartışmadan bir sonuç çıkmaz.
Kürt sorunu adı altında, tartışmaya açılan sorular şunlardır; bir, Türkiye'deki Kürtler, İstanbul'da, Mersin'de, İzmir'de kendi yurtlarından kopmuş, kendi yurtlarına uygulanan, total jenosit sonucu, yurtlarını terk etmek zorunda kalmış, milyonlarca Kürt var.
Şimdi, bu milyonlarca Kürdün, sorunları da var. Kürt sorunu diye bunu söylüyorsanız, bunun konsepti bellidir. Avrupa sözleşmelerinde de var, Birleşmiş Milletler ‘de de var. Bu azınlık uluslar konseptidir, azınlıkların hakları konseptidir. Bu sorunu, o konseptle tartışabilirsiniz.
Kürt sorunu derken; Konya-Ankara hattında ya da Anadolu Kürtleri denilen kesimi tartışıyorsanız, bu kesimin metropol Kürtlerinden farkı şudur; burada, Osmanlı İmparatorluğu döneminde göçertilen Kürtler, topluca yerleştirilmiş. Cumhuriyet çok daha mühendisçe yaklaştığı için Kürtleri dağıtarak iskân ettirmiş, Osmanlılar topluca. Eğer tartıştığınız buysa, bunun da yolu bellidir, belki Hatip arkadaşımın söylediği, orası için geçerlidir. Özerk iller konsepti. Eskiden Sovyetler Birliği’nde de vardı. Çoğunluğu farklı olan bir ile, özerklik verirsiniz, bu konsept içerisinde tartışılabilir.
Ama eğer, Kürdistan'a geliyorsanız, Kürdistan'a geldiğimiz zaman şunu çok açık yüreklilikle ve çok net söylemek lazım. Burada mesele, parçalanmış bir ulus ve ülke meselesidir. Bu meselenin altında bir tanım, parçalanmış bir ulus ve ülke meselesini Kürt sorunu olarak tarif etmek, yanlıştır. Parçalanmış bir ulus ve ülke meselesidir, buradaki sorunu da tartışmanın, yolları vardır. Cemiyet-i Akvam ’da, Birleşmiş Milletler’de, Avrupa İnsan Haklarında, bunun prensibi bellidir. Kendi geleceğini belirleme hakkı, self-determinasyondur.
Kürdistan’da bu parçalanmış ulus-ülke gerçekliğine bir çözüm arıyorsak, self-determinasyon konseptinin dışında, bu sorunu çözebilecek, hiçbir konsept yoktur. Burada ne demokratik özerklik işler, buradan ne kültürel haklar işler, burada ne başka bir şey işler. Yeryüzündeki diğer bütün milletler gibi, Kürk milletinin de kendi geleceğini belirleme hakkı vardır, çalıştayımız, eğer bir sonuç bildirisi yayınlayacaksa, bence bunu esas alan, bir sonuç bildirisi yayınlamalıdır.
Sonuç olarak söyleyeceğim şu; bir ulusal birlik problemimiz varsa ki bence var, o noktada Ruşen Bey’e katılmıyorum, ulusal birlik tekçiliği çağrıştırmaz. Ulusal birlik sonuçta, bir ulusal temsili örgütten söz etmiş oluyoruz. Ulusal birlik çağrısı yaparken, bu ulusu temsil edebilecek, bir birlik örgütü, bir birlik hareketi söylemiş oluyoruz.
Bu birlik hareketi, hiç kuşkusuz çoğulcu olmalıdır, bu birlik hareketi, hiç kuşkusuz demokratik olmalıdır. Ama bunu söylemek tekçilik değildir. Mesele buysa, ulusal birlik meselesinin tartışılabileceği konsept bellidir. Kürk millet gerçekliği tanınacak, Kürt vatan gerçekliği tanınacak, Kürt milletinin, Kürdistan'da kendi kendisini yönetme hakkı tanınacak. Ulusal birliğin, üzerinde tartışılabileceği tek konsept budur.
Bunu söylemek şimdiden oraya kadar atılacak hiçbir adım yoktur, demek değildir. Dil konusunda yine birçok işler yapabiliriz, kültür konusunda gene birlikte birçok işler yapabiliriz, bu çatışmasızlık ortamı denilen konuda gene birçok işler yapabiliriz. Ama bunun adı, ulusal birlik olmaz. Ulusal birliğin üzerinde şekillenebileceği konsept, dünyanın her tarafında böyledir; ulus-ülke gerçekliğini esas alır ve o ulusun kendi geleceğini belirleme hakkını ilke olarak kabul eder.
-Bir-iki noktaya daha değineyim, kavramlar konusunda; Şimdi mesela fail-i meçhul. Şimdi bir Kürd’ün, 1990’larda olan olaylar için fail-i meçhul demesi garabettir. Türk parlamentosunun komisyonu, on yedi bin insanın öldürüldüğünü söylüyor, dünyanın hiçbir devletinde 17000 insanın öldürülmesi, fail-i meçhul olarak tanımlanmaz. Bu bir toplu katliamdır. Tayip, Türkistan'daki çatışmalarda ölen 150-200 kişi için adeta soykırım dedi. Biz Kürtler, devletin bilinçli olarak, belli bir plan dahilinde, ortadan kaldırdığı 17000 Kürt için fail-i meçhul diyoruz.
Sonuç bildirisi için öneriyorum, kim not alıyor bilmiyorum, ortaya söylüyorum. Eğer bu çalıştaydan bir sonuç bildirisi çıkacaksa, Bu çalıştay, 1990’lı yıllarda, Türk devletinin Kürdistan’da açık, hesaplı bir toplu katliam yaptığını deklere etmelidir. Ulusal Birlik bakışı budur.
Kendi ülkemizde, 17000 insanımızın öldürülmesine biz, faili meçhul dersek ve üstelik Ahmet Bey'in, bunu gündeme de getirmeyebiliriz, birbirimizi affedebiliriz de sözünü de göz önüne alırsak, bu olmaz. Ulusal birlik perspektifinin buna söyleyeceği şey budur.
Son bir şey söyleyeyim, sözcüler de söyledi, Kürtler barış istiyor, hayır; Kürtler hak ve özgürlüklerini istiyor. Eğer Kürdistan’da Kürt halkının hak özgürlükleri teslim edilirse, Kürtler zaten herkesle barışıktırlar. Kürtler, bütün komşularıyla; Araplarla, Acemilerle, Türklerle her kim varsa, Kürtler bütün komşuları ile barışıktır. Kürtlerin komşularına açtığı bir savaş yok. Tam tersine Kürdistan’a dayatılan bir savaş var. Biz Hak ve özgürlüklerimizi istiyoruz. Bu hak ve özgürlüklerimiz teslim edildiği zaman, biz kendimizle de herkesle de barışığız. Sonuç bildirisi için, önereceğim bir şey de oydu. Teşekkür ederim.