Silvan, Şemdinan, Çukurca'da askerlerin öldürülmesi, peşinden Türk savaş uçaklarının suni sınırların ötesini, berisini bombalamaları savaşın başladığı anlamına gelmiyor.
Türk savaş uçaklarının ötesini, berisini bombaladıkları sınırların varlığı Kürdistan'a dayatılan savaş değilse, bombalanmaları da savaş sayılmamalıdır.
Ötesi, berisi bombalanan sınırlar Türklerle Arapları, Türklerle Acemleri, Araplarla Acemleri birbirinden ayıran sınırlar değildir. Kürdleri birbirinden ayıran sınırlardır. Savaşla çizilen ve ancak savaşla korunabilecek olan sınırlardır. Bir halkın ulus-ülke gerçekliğinin red ve inkar edilerek imha edilmeye çalışılması savaş değilse savaş nedir ki? Yeryüzünde böyle bir hedefe savaşsız ulaşan varmıdır ki, Türk kolonyalizminden böyle bir beklenti olsun? İki yüzyıldır kolonyalistlerce Kürdistan’da jenosid amaçlı uzun süreli bir savaş dayatıldığının idraki içinde olmalıyız.
Dayatılan savaş uzun süreli bir savaştır, tekdüze değildir. Kürd halkı on yıllardır her cephede farklı araçlarla ve iniş çıkışlarıyla devam eden bir savaşla yüzyüze kalmıştır. Savaş uçaklarından atılan bombaların ya da silahlı güçlerinin kurşun sesleri ile sınırlı olmayan bir sürekli savaş durumunu tesbit etmeliyiz. Kürdistandaki okullardan yükselen "türküm, doğruyum" çığlıklarının, camilerden yükselen "ordumuzu muzzafer eyle yarabi" nidalarının Kandilde patlatılan bomba seslerinden nitelik olarak farklı olmadığı görülmelidir. Bize dayatılan uzun süreli topyekün savaşı, birlikte, her cephede ve topyekün karşılamalıyız.
Türk tarafının bu savaştaki hedefi açıktır ve bütün siyasetçileri tarafından dile getirilmektedir. "Tek millet, tev devlet, tek vatan, tek bayrak" şiarı bu hedefin veciz ifadesidir. Bu şiarla sürdürülen her faaliyet savaşta ısrar anlamına gelir. Bu şiar etrafında yapılan açılımdan barış çıkacağını sanmak gaflettir.
Savaş siyasetin silahla sürdürümesidir. Silaha hükmeden, siyasettir. Savaşta silahı doğru kullanmak, birliklere doğru kumanda etmek önemlidir. Ama daha önemlisi silaha doğru siyasetle kumanda etmektir. Sınırları veri alan bir siyaset, sınırları tartışma dışı tutan bir siyasetle savaşı sürdürmek, dayatılan savaşın siyasi hedeflerini anlamamaktır ve kumanda zaafiyetine yol açar. Kürd siyasetinde son yirmi yıldır görülen savrulmaların, belirsizliklerin bir nedeni de bu kumanda zaafiyetidir. Savaşı iç savaş olarak görmek bu zaafiyetin nedeni iken, barış çığırtkanlığı da sonucudur. Dayatılan bu topyekün savaş, devletleşmeyi hedefleyen bir siyasal iradeyle karşılanmalıdır.
Savaşın son evresi dikkatlice irdelenmelidir. Yakın Doğu’daki gelişmeler, Türkiye'nin bölgedeki rol arayışları, bu yeni rol arayışı içinde restorasyon çabası, başta PKK Kürd siyasetindeki ayrışma ve saflaşmalar doğru ele alınmalıdır. Son saldırıların bir amacının da Kürd siyasetinin Türkiyelileştirilmesi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu bağlamda Türk savaş aygıtının başkomutanlarının (Erdoğan ve Gül) sert bulunan son açıklamalarını, Kürd, Demokratik, Milli birlik ve kardeşlik açılımı olarak adlandırılan sürecin devamı olarak değerlendiriyorum. Paradoksal görünse de bu açıklamalar ve izleyen bombalamalar, beklenen siyasi tutuklamaların açılımın sona erdiğinin değil, yeni bir evreye girdiğinin göstergesidir. Bazen ani bir ses dalgınlığımıza son verir. Son bomba seslerinin, döne, değişe Türk açılımına Kürd partner olmakta yarışan siyaset sınıfımızı “dalgınlıktan” kurtarmasını diliyorum.
Sınırın ötesi de berisi de bizimdir ve bombalanan her karış vatan toprağı yüreğimizi vurur. Silahların doğrudan hedefi olmayanlar kendilerinin de hedeflendiğini unutmamalıdırlar. Silahın ateşlenerek ve gösterilerek, olmak üzere iki şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Silah göstermekte de, kullanmakta da mahir olan Türk Egemenlik Sisteminin bu son gösterisini de kendimize yapılmış kabul etmeli, birlikte karşılamalıyız.
Barış değil özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık istiyoruz.
Bu isteklerimizi elde etme mücadelesinin ‘barışçı’ metotlarla yapılmasını önermekle, mücadelenin hedefini barış olarak göstermenin farklılığı anlaşılmalıdır.
Türkiyeli barış aktivistleri samimilerse ve kolonyalist olmayan bir barış istiyorlarsa sadece silahlar, özellikle de Kürd partizanlarının silahları patlarken değil, “tek millet, tek devlet…” kurşunları patlarken meydanlara çıkmalıdırlar. Türk tarafının Kürdistan’da onyıllardır sürdürdüğü savaşa kumanda eden siyaset budur. Savaşa kumanda eden siyaseti sahiplenip savaşa karşı çıkılmaz, sadece savaşa karşı çıkılıyormuş gibi yapılır.
Nasıl düşüneceğimizi neyi nasıl adlandıracağımızı da onlardan öğrenir olduk ki bu savaşın kendisinden daha tehlikelidir.
Germe-gevşetme bir yönetme tarzıdır. Bir 'milli' kampanya halinde açılım başlatılıyor, barış-kardeşlik bombardımanından geçilmiyor. Gevşiyor ve savaş ortamında olmadığımız sanısına kapılıyoruz. Açılım sekteye uğruyor gerilmeye başlıyoruz. Türk başbakanı "bıçak kemiğe dayandı" diyor, barış yerini savaşa bıraktı demeye başlıyoruz. Silahların kullanılmasından ya da gösterilmesinden gerilip, durumda bir değişiklik yokken silahların susmasıyla gevşemek kimyamızın bozulmasına ve kolay yönetilir hale gelmemize yol açıyor. Devrimcilik, düzenin fiziğini, kimyasını değiştirmek iradesinin adıdır. Gösterilen ya da kullanılan silahlar irademizi esir almamalıdır.
Yakın Doğu’daki bu son savaşta zafer Kürdistan halkının olacaktır.