Değerli dostlar, Çalışma Grubunun (KUDÇG) düzenlediği toplantıya hoş geldiniz. Sizleri ve şahsınızda Kürdistan’ın dört parçasındaki özgürlük mücadelesini selamlıyorum.
Bugünkü konumuz Kerkük’tür. Kerkük’ten her bahsedildiğinde Güney’deki kardeşlerimiz “Kerkük Kürdistan’ın kalbidir” diyorlar. Bu söylem doğrudur, ama bana göre eksiktir. Kürdistan sadece sömürgeleştirilmiş değil, aynı zamanda parçalanmıştır. Bir ülkenin parçalanması sadece toprağının parçalanması değildir; ülkenin ve yurttaşlarının beyni, yüreği de parçalara bölünüyor. Bundan dolayı bizim ve ülkemizin yüreği, beyni parçalanmıştır. Kerkük Kürdistan yüreğinin bir parçasıdır; Diyarbakır, Mahabat ve Kamışlo’da Kürdistan yüreğinden birer parçadır. Yüreğimizin bir bölümü Kerkük’te atmakta ise, diğer bölümleri Diyarbakır, Mahabat ve Kamışlo’da atmaktadır.
Ülkemizin parçalanmış olması en büyük sorunumuzdur. Hep bizlere sorulur: “Son 130 yılda dünya devletlerinin sayısı 25’ten 210’un üzerine çıkmış, ama aralarında bir Kürd devleti niye yok?” Bunun en önemli nedeninin ülkemizin parçalanması olduğunu söyleyebiliriz. Batılı emperyalistler ile Doğulu despot ve sömürgeciler ülkemizi bir mühendislik hasasiyetiyle parçalayarak, statüsüz bırakmışlar; bu yolla devletleşmemizi önleyerek kendi sistemlerini ayakta tutmaya çalışmışlardır. Onlarca yıldır ülkemizi bize zindan eden bu sistem, Güney’den parçalandı. Bu sistemin diğer parçalarda da çökmesi uzak değildir. Sömürgecilerin korku ve saldırganlıklarının esas nedeni budur.
Türkiye Cumhuriyeti Kuzey’den korktuğu için belasını Güney’de arıyor
Kerkük’ün Türk Egemenlik Sistemi (TES) için sorun olmasının esas nedeni, Kürdistan’ın parçalanmışlığıdır. Işimizi doğru anlamalıyız ve doğru yapmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti (TC) Kuzey Kürdistan’dan dolayı Güney’de belasını arıyor. Eğer Kürdistan parçalanmamış ve en büyük parça da TES egemenliğindeki Küzey Kürdistan olmasaydı, Güney Kürdistan’ı ilk kabul eden ve ilişki kuran devlet TC olurdu. Bilindiği ve Türk siyasetçilerinin de dile getirdikleri gibi, birkaç yıl öncesine kadar Güney’in iki lideri de Türk pasaportuyla dolaşıyordu. Ne yazıktır ki KDP ve KYB arasındaki çatışmalara da TC ordusu aracılık ediyordu. Bu nedenle halen de TC ordusunun bazı timleri Güney’de yeralıyor. Bugün bile TC Güney’in dış ticaretinde önemli bir paya sahiptir. TC’nin sorunu Güney değil, Kuzey Kürdistan’dır. Güney, Kuzey’den dolayı TC’nin tehdit ve saldırılarına maruz kalıyor. Burada sadece Güney’in savunmasını yapmıyoruz, aynı zamanda Diyarbakır’ı savunuyoruz. Güney’i savunmak, Küzey Kürdistan özgürlük mücadelesinde çok önemli bir adımdır.
TES’in sözcü ve yöneticileri, Kürdlere karşı tehdit, küçümseme, aşağılama ve saldırganlıklarında sınır tanımıyorlar. Burada TES’in birkaç sorumlusunun sözlerine değineceğim. Bunlardan birisi, ismiyle ak (beyaz) ama pratiğiyle siyah ve yeşil olan partinin yöneticisi olan Abdullah Gül’dür. Bir konuşmasında diyor ki “Biz Kerkük’ü tek parça olan Irak’a verdik, Irak tek parça olmayacaksa bu antlaşmayı tanımıyoruz.” Tek cümlede bu kadar yanlış yapmak için TES yöneticisi olmak mı gerekiyor?
1- Siz Kerkük’ü kimseye vermediniz. Daha 1916’larda Sykes-Piccot antlaşması ile Asya’daki Osmanlı toprağı 3 dewlet arasında paylaşılmıştı: Erzurum, Van, Bitlis ve çevresi Rusya’ya; tüm Mezopotamya ile Akka ve Hayfa limanları Ingiltere’ye; Suriye sınırı, Kilikya bölgesi, Harput ve çevresi Fransa’ya bırakılmıştı. Yine bu antlaşmaya göre, Ingiltere ve Fransa denetiminde bir Arap Konfederasyonu kurulacaktı.
2- Irak isimli bir devlet yoktu. Basra, Bağdat ve Musul isimli üç Osmanlı eyaleti vardı ve bunlardan Musul, bugünkü Güney Kürdistan idi. Ingilizler kendi çıkarlarına göre Küveyt’i devlet yaptılar, geri kalanından da Irak diye bir devlet kurdular. Bütün bunlar olurken nerdeydiniz, tek parça Irak devleti nerdeydi?
3- Abdullah Gül’ün sözettiği antlaşmanın altında şu imza var: “Haşmetli Büyük Britanya ve Irlanda Kraliyeti Müttehidesi, Maverayi Ebhar Britanya arazisi Kralı ve Hindistan Imparatoru hazretleri.” Demek ki Büyük Britanya ile antlaşma imzalamışsınız ve o da çoktan parçalanmıştır. Hindistan ve denizaşırı diğer topraklar Büyük Britanya’dan ayrıldıklarında, “bunu kabul etmiyoruz, Osmanlı Kerkük’ünü geri istiyoruz” niye demediniz?
4- Bosna, Sırbistan ve Karadağ da Osmanlı toprağı idi, Yugoslavya parçalandığında bu Osmanlı topraklarına niye sahip çıkmadınız?
Bahanelerin de TES’in yalanlarının da sonu gelmez. Ama başka bir soru var: Tüm dünya dese ki “gelin, Güney Kürdistan’ı size verdik”, acaba kabul etmeye cesaret edecek misiniz? Değerli arkadaşlar, kabul etmeye cesaret edemezler. Çünkü, 1925 ayaklanmasından sonraki 1926 antlaşması, Ingiltere ve TC arasında yapılmıştır. Bu iki Kürdistan sömürgecisi 1925’ten ders çıkarmışlardır. Kürdistan’ın Küzey ve Güney parçalarının birarada yönetilemiyeceği sonucuna ulaşmışlar. Kürdistan’ın statüsüz kalması için Küzey ve Güney’in birbirinden ayrı kalmasına karar vermişler. Bundan dolayı TC Musul sevdasından vazgeçmiştir. Bugün de TC’nin tavrı budur. “Gelin Güney sizin olsun” desek bile kabul etmezler. Diyarbakır’ı yönetemeyen sömürgeciler, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye’yi nasıl yönetebilecekler? Bu saldırganlıklarıyla Diyarbakır’ı egemenliklerinde tutmaya, Güneyin iktidarını sınırlamaya çalışıyorlar.
‘Silahlı Kuvvetler Partisi’ (SKP) Liderinin Tavrı
SKP lideri Y. Büyükanıt, ABD’de tartışmamızı zorunlu kılan bazı açıklamalar yaptı:
1- Büyükanıt diyor ki “1923’ten beri TC bu denli bir sorunla karşılaşmadı ve bu denli ağır tehdit ve tehlikelere maruz kalmadı.” Büyükanıt’ın bu tesbiti yerindedir ve doğrudur. TES, sonuna yaklaşmıştır. Kürd ulus ve ülke gerçeğinin inkarı üzerine kurulan bu sistem eskisi gibi yürüyemez ve ayakta kalamaz.
TC, iddia edildiği gibi büyük devletlere (Düveli Muazamma) karşı değil, onlara yamanarak kuruldu. Bu cumhuriyet uluslararası sistemin bir parçası olarak kuruldu, sırtını bu uluslarası sisteme dayayarak ayakta kalabildi. Bugün TC’nin sırtını dayadığı bu uluslararası sistem dağılmış, dünya yeni bir sistem arayışına girmiş ve TC sırtını dayayacağı bir güçten yoksun durumda kalmıştır. Dünya değişiyor ve eskisi gibi ayakta kalmak mümkün değil. TC, bugün dünyadaki en statukocu devlet durumundadır. Dünyanın herhangi bir köşesinde Kürdler için olumlu bir gelişme, TC’nin sıtma nöbetine tutulmasına yol açmakta, bu zorba ve işgalci haliyle sonunun yaklaştığını görmektedir. Kürd halkı özgürlüğü ve devlet olmayı Güney’de tattı, artık onu Kürdistan’ın hiçbir parçasında eskisi gibi baskı altında tutmak mümkün değildir. Bundan dolayı, SKP lideri Büyükanıt’ın korku ve tesbiti yerindedir, doğrudur.
2- Büyükanıt “bazıları rüyalarında TC’nin bölündüğünü görüyorlar, ama onlar kabus ile uyanacaklar.” Ben bu söz ve tehdidi kendi üstüme alıyorum. Uykumuzda ve hülyalarımızda özgür Kürdistan’ı gördüğümüz doğrudur. Ama sadece uyku ve hülyalarımızda değil, uyanıkken de özgür Kürdistan’ı görüyoruz. Özgür Kürdistan’ı gece-gündüz görüyoruz, istiyoruz ve amaçlıyoruz. Bu durumumuz da sizin kabusunuzdur.
Değerli arkadaşlar, Edip Başer isimli bir mahluk var, emekli askerdir. PKK koordinatörü olarak biliniyor. Türk hukuk sisteminde böyle bir statü yoktur. Bu statüsüz mahluk, kendisine Kürdleri aşağılamak ve tehdit etmeyi iş edinmiş. Sayın Şerafettin Elçi bir TV programında çok kibar bir şekilde “bize göre Kürd sorununun çözümünde en iyi çözüm federasyondur” dedi. Edip Başer, sayın Elçi’yi tehdit etti ve “böyle düşünenlerin burada yeri yoktur” dedi. DTP Diyarbakır il başkanı sayın Hilmi Aydoğdu “Kerkük’e saldırıyı Diyarbakır’a yapılmış kabul ederiz” dedikten sonra E. Başer, H. Aydoğdu’ya “mahluk” dedi. Bu mahluk ve diğer mahlukat bilmelidir ki Kürd özgürlük mücadelecileri yalnız değildir, kendi topraklarında ve halklarıyla beraberdirler.Yurdumuzda kurşunlanmamış, bombalanmamış bir yer bırakmadınız, yakınları şehit, tutuklu,hükümlü olmamış aile bırakmadınız. Artık görmeli ve anlamalısınız ki, tehdit ve öldürmelerinizle bitmiyoruz ve mücadelemizden vazgeçmiyoruz, çoğalıyor ve güçleniyoruz.
TES’in sorumlu ve yöneticileri Kürdleri tehdit etmek ve aşağılamak konusunda yarışa girmişler. ANAP lideri Erkan Mumcu, bu konuda haddini aşarak şöyle demek cüretini gösterdi:“adam temel hazırlamış, Barzani’den sözediyorum, Sevr antlaşmasını kendine kaynak aldığını söylüyor. Emperyalistlerin iradesini kendisine temel almış. Emperyalistlerin bu uşağı ile ne konuşacağım? Bu kişi kendisini ‘emperyalistlerin köpeği’ olarak ilan etmiş. Devletimin bu ‘emperyalizmin köpeği’ ile görüşmesini istemiyorum.”
Osmanlıca bir deyim var: “Üslubu beyan ayniyle insan.” Buna göre diyebiliriz ki “Erkan Mumcu üslubu gibi bir zattır.” Üsluptan esasa gelirsek, Sevr’den Lozan’a, CENTO’dan NATO’ya emperyalistlerle yapılan tüm antlaşmaları Mesut Barzani ve ataları yapmamıştır. Eğer emperyalistlerle antlaşma yapmak köpeklikse, bunu uzaklarda aramalarına gerek yok, kendilerine ve yakın çevrelerine bakmaları lazım. Erkan Mumcu’nun sözleri için Türkçe’de güzel bir deyiş var: “It ürür kervan yürür.”
Hukukumuza göre Kerkük Kürdistan’dır
Değerli arkadaşlar, konumuz Kerkük’tür, Kerkük Kürdistan’ın yüreğinden bir parçadır. Her renk ve sesten yurtseverler birlikte “Kerkük Kürdistan’dır” diye haykırmalıdır. TES yöneticileri Kerkük’e müdahele etmek için Ankara Antlaşmasından sözetmekte, 1926’daki bu antlaşmayı tehdit ve saldırganlıkları için basamak yapmaktadırlar. 1926 TC için önemli bir yıl gibi görünüyor. Unutulmamalı ki sözkonusu yıl, Türkiyeyi sallayan 1925 Kürd ayaklanmasından sonradır. Her ne kadar TC’nin 1923’te kurulduğu söyleniyorsa da yerleşmesi ve şekil alması 1925’te başlamıştır. Türkler Lozan Antlaşması’nı devletin kuruluşu olarak kabul ederler, kısmen doğrudur, ama devletin temelinin kurulması esasen 1925-26 yıllarındaki antlaşmalara dayanır. Bu yıllardaki antlaşmaların bazıları şunlardır: 18.10.1926-Bulgaristan, 17.12.1925-Sovyetler Birliği, 22.04.1926-Iran, 30.05.1925- Fransa (Suriye ve Lübnan), 05.06.1926-Büyük Britanya (Irak), 01.12.1926-Yunanistan. Bu antlaşmaların çoğu “dostluk, güvenlik ve işbirliği” adıyla yapılmıştır. Ancak, özellikle 1926’da Ingiltere, Fransa, Iran, Irak ve Suriye ile yapılan antlaşmalar Kürdistan’ın parçalanması ve statüsüz bırakılması antlaşmalarıdır. Bu antlaşmaların hepsinde ortak ve manidar olan, Kürd ayaklanmalarını bastırmak için birlikte davranmayı kararlaştırmalarıdır. 1926 Ankara Antlaşması, Birleşmiş Milletler gözetiminde imzalanmıştır ve TC o tarihte BM’ye üye değildir, ancak 1932’de BM’ye üye olmuştur. Bu antlaşma hiçbir bakımdan TC’ye Güney’e müdahele hakkı tanımamaktadır.
Burada hukuk konusunda da birkaç şey söylenmeli. Bu kadar değerli hukukçu arasında bu konuda konuşmak zor olacak, ama yine de birkaç şey söylemeliyim. Ulusal veya uluslararası hukuk egemenlerin iradesini yansıtır. Elbette ki ulusal ve uluslar arası hukukda insani ve toplumsal değerler vardır. Tarihsel süreç içinde ezilenlerin kimi kazanımları da hukuk içinde yer almıştır. Adil, barışçı, eşitlikçi, özgürlükçü değerlerin hepsine sahip çıkmalıyız. Fakat Kürdler kendi ulus ve ülke gerçekliği ile uluslararası hukukta yer almıyor. Milletler Birliği hukuku esas olarak 1. Dünya Savaşının galiplerinin iradesidir. Ingiltere, Fransa ve ABD’nin MB hukukundaki egemenliği çok açıktır.
2. Dünya Savaşının galipleri de aynı şekilde BM hukukuna egemen olmuşlardır. SSCB, ABD, ve Ingiltere’nin BM hukukundaki egemenliği çok açıktır. Soğuk Savaş döneminde uluslararası hukuktaki gelişmeler de, uluslarası güçlerin özellikle de ABD ve SSCB’nin uzlaşmasına dayalıdır. Örneğin, TC’nin kuruluşu SSCB ile Ingiltere’nin, Israil’in ise ABD ve SSCB’nin onayları ile mümkün olmuştur. Bu hukuk ulusları devlet olarak tarif eder. Bu tarife göre Küveyt, Irak, Türkiye ulusu vardır ama Kürd ulusu yoktur. Her ne kadar “ulusların kendi geleceğini belirleme hakkı”nı uluslararası hukuk tartışmasız kabul ediyorsa da, uluslararası güç dengeleri ve uzlaşmaları Kürdlerin bu hakkı kullanmalarına imkan vermemiştir. Çünkü uluslararası hukuk Kürd ulusunu görmezlikten geliyor, görmüyor.
Bugün uluslararası düzen dağılmış ve dünya yeni bir düzen arayışındadır. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya düzeni bizim de isteğimizdir. Yeni düzen halkımızın ulus ve ülke gerçekliğini görmeli ve tanımalıdır. Kürdistan sorunu, siyasi bir sorundur, çözümü de siyasidir ve kendi geleceğini belirleme hakkına dayanır. Halkımızın ulus ve ülke gerçeğini görmeyen ulusal ya da uluslararası hukuk bize göre meşru ve insani değildir, yeni bir uluslararası hukuk talep etmeliyiz.
“Xakî Kurdistan dilê min bi qurban pir ciwan û paqijî”
Değerli arkadaşlar, yeni bir dünya kuruluyor. Bizler de bu dünyaya yeni bir akılla bakmalı ve doğru anlamalıyız. Yukarıda da belirtildiği gibi, bir ülkenin parçalanması aynı zamanda halkının akıl ve yüreğinin de parçalanmasıdır. Bir ülkenin parçalanması çoğu zaman akıl tutulmasına da yol açar. Ülkemiz parçalandığı için, parça sınırları çerçevesinde ülkeye bakıyoruz, dolayısıyla çoğu kez kendimizi içinde bulunduğumuz sömürgeci devletin bir parçası gibi görüyoruz. Son yıllarda özellikle de Küzey Kürdistan’da aydın ve okumuşlarımız arasında akıl tutulması artmış görünüyor. Her ne kadar “biz de Kürdistanlıyız” diyorsak da bilinçaltımızda Türkiyelilik güçlüdür. Aklımız Türkiyelilik ile bozulmuş, Kemalizmle arızalı hal almıştır. Küzey ve Güney’den iki siyasetçinin sözleri ile bu konuyu açmak istiyorum. Kürdlük adına “bağımsız devlet Kürdler için mümkün değildir” sözü akıl tutulmasının işareti ve ifadesidir. Bir yıl önce 500-600 bin kadar Karadağlı “bağımsızlık istiyoruz” dediler, dünyada hiç kimse “bu mümkün değildir” demedi. Filistinlilerin bağımsızlık isteğine de kimse “bu mümkün değildir” demiyor. Yeryüzündeki her ulus için devlet olmak mümkün ve olabiliyor ise Kürdler için niye mümkün olmasın? Günümüz şart ve imkanları Kürdler için bağımsız devlet olmaya uygun olmayabilir, ama bu Kürdlerin “bizim için bağımsız devlet mümkün değildir” demelerini mazur göstermez, bunu söylemek akıl tutulmasıdır.
Kürdler adına “dünya globalleşti, ulus-devlet dönemi geride kaldı, Kürdler için devlet gerekli değildir” sözleri de bu akıl tutulmasının sonucudur. Dünyanın bu üçüncü globalleşme dalgasında 10’dan fazla yeni devlet kuruldu. Hiç kimse “ulus-devlet dönemi kapanmıştır, bize yeni devlet gerekmiyor” demedi. Kürdlerin Kürdistan toprağında devletleşmesi mümkün ve gereklidir. Her Kürd siyasetçisi Kürdlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını savunmalıdır. Sömürgecilerin Kerkük’ün Kürdistana katılmasını istememelerinin nedeni de Kürdlerin devlet olabilecekleri gerçeğidir. Kürdistan’ın birliği ve özgürlüğü bu nedenle sömürgecilerin korkulu rüyası, kabusudur. Kürdistan sömürgecilerinin Kürdistan’ı egemenliklerinde tutmak için yaptıkları işbirliğinin çok daha fazlasını Kürdler yaşama geçirmelidir. Sömürgecilerin Kerkük saldırganlığına karşı en iyi cevap, yurtsever güçlerin ortak akla dayanan mücadeleci, ulusal birliğini gerçekleştirmektir.
Değerli arkadaşlar, konumuz Kerkük’tür, Kerkük bir parça Kürdistan toprağıdır. Vatan toprağı konusunda fazla söze gerek yoktur. Bir şairimiz şöyle söylemiş:
“Xakî Kurdistan dilê min bi qurban
pir ciwan û paqijî,
xwîn rijandin pir kurên te
wa ye li her alî rijî...”
Not: Fuat Önen’in bu Türkçe çevri yazısı, KUDÇG’nun 04 Mart 2007 tarihinde, D.Bakır’da yapmak istediği “Kerkük Konferansı” için hazırlanmış, ancak konferans yasaklanmıştı.