×
PKK û Desthilata li Başûrê Kurdistanê

PKK û Desthilata li Başûrê Kurdistanê
Di van şerdan de eger PKK dixwaze ber bi axa Başûr ve paşve here, divê bi hikûmeta Başûr re li hev bike û li gorî serwerîya Başûr tevbigere. Na, heke PKK serwerîya Başûr nas nake divê di qada şer de bimîne û li dijî hicûmên dewleta dagirker têbikoşe....

Mirovê Aqil: Mîthat Sancar
Fuat Önen
Mirovê Aqil: Mîthat Sancar
Di dawîya sala 2012yan de pêvajoyeke nû li Îmraliyê hat li darxistin. Çarçoweya vê pêvajoyê di peyama Ocalanî ya di Newroza 2013yan de hate destnîşan kirin. Di wê peyamê de işaretî 3 ruhan û xwişk û biratîyekê dihat kirin. Gîyanên ku dê “Kêşeya...

Du fîgurên 23-24ê Nîsanê: Mîthat Sancar û Firat Aydinkaya
Fuad Onen
Du fîgurên 23-24ê Nîsanê: Mîthat Sancar û Firat Aydinkaya
Yek ji wan (Mîthat Sancar), hewl dide ku meclîsa tirkan, dewleta tirkan, Ataturkê tirkan û ataturkçîtîya tirkan li pêş çavên me xweş bike. Yê din jî (Firat Aydinkaya), hewl dide ku kurdan li pêş çavên me reş bike,...

BANGA HELWÊSTGIRTINEKE BI RÛMET
Fuad Onen
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne. Li gorî rayedarên Sîstema Serwerîya Tirk, ev şer ji bo wan mijara bekayê (mayin-nemayinê) ye. Her çend rayedar û berdevkên vê sîstemê vî şerî weke li dijî terorê bi nav bik...

DIVÊ KURD YEKÎTÎ Û SERXWEBÛNA KURDISTANÊ JI XWE RE BIKIN MIJARA MAN Û NEMANÊ
Fuad Onen
DIVÊ KURD YEKÎTÎ Û SERXWEBÛNA KURDISTANÊ JI XWE RE BIKIN MIJARA MAN Û NEMANÊ
Diplomasî, sîyaseta nazenîn e. Ji bo diplomasîyeke baş, berî her tiştî siyasteke baş, yekgirtî û Kurdistanî pêwîst e. Li başûrê welatê me mixabin siyaseteke bi vî rengî ne serdest e. Parlamana me heye, hikumeteke me heye lê siyaseteke serxwebûnxwaz û...

Dewleta Tirkan nikare bi serê xwe li Qendîl ê operasyoneke leşkeri bimeşîne
Fuad Onen
Dewleta Tirkan nikare bi serê xwe li Qendîl ê operasyoneke leşkeri bimeşîne
Qendîl rêzeçîya ye û di sêkoşeya başûr, bakur û rojhilatê Kurdistanê de dimîne. Dagirkirina wê derê ne ew çend hêsan e. TC çima di vê deme de qala dagirkirina Qendîlê dike? Li Tirkîyê hilbijartin heye, argumenta her du bereyên dagirker (Cumhur û Mill...

HILBIJARTINA TIRKAN, HDP Û HELWESTA HIN PARTÎYÊN KURDAN
Fuad Onen
HILBIJARTINA TIRKAN, HDP Û HELWESTA HIN PARTÎYÊN KURDAN
Em nabêjin ku hilbijartina Tirkan me aleqedar nake, em dibêjin ku ev hilbijartina dewleteke dagirker e, hebûna dewleta Tirkan li Kurdistanê ne rewa ye, ev dewlet bi hemû dam û dezgehên xwe dagirker e û divê ev dewlet ji bakur-rojavayê Kurdistanê derk...

HILBIJARTINÊN DEWLETÊN DAGIRKER Û HELWESTA KURDAN
Fuad Onen
HILBIJARTINÊN DEWLETÊN DAGIRKER Û HELWESTA KURDAN
Ne xwezayî ye ku sîyasetmedarên Kurdan wek yên Tirkan bipeyivin, nakokîyên di nav sîyaseta Tirkan de mezin bikin û di nav sîyaseta Tirkan de ji xwe re li cîyekî bigerin. Divê sîyasetmedarên Kurdistanê zanibin ku ev ne hilbijartina me ye, ev hilbijart...

TÊKÇÛNA ŞERÊ CEBHEYA KERKÛKÊ
Fuad Onen
TÊKÇÛNA ŞERÊ CEBHEYA KERKÛKÊ
Şerê li cebheya Kerkûkê rû da, bersîva dewletên dagirker û parêzerên sistemê ye. Di vê cebheyê de em têkçûn. Berpirsê vê têkçûyinê yê yekem Serok Barzanî ye. Ev bêyî ku em hûrgilîyên şerê cebheya Kerkûkê bizanibin wisa ye. Serokatî ne ciyê gazindan c...

YEKÎTÎYA KURDAN Û YA PARTÎYÊN KURDAN JI HEV CUDA NE
Fuad Onen
YEKÎTÎYA KURDAN Û YA PARTÎYÊN KURDAN JI HEV CUDA NE
Di nav tevgerên rizgarîya neteweyî de kesî bi qasî tevgera rizgarîya neteweyî ya Kurdan nîqaşên teorîk nekiri ye. Em di nivîsarên Ho Shi Min, Amilcar Cabral, Mahatma Ghandi, Fidel Castro û yên wekî wan de tûşî nîqaşên teorîk li ser netewe an netewepe...

Page 1 of 5First   Previous   [1]  2  3  4  5  Next   Last   
09

Değerli Arkadaşlarım, Sevgili Kürdistanlılar, bir hayli insanımızı yitirdik. Yitirdiklerimiz epeyce fazladır. Kürdistan Özgürlük Hareketi, üç asra yayılarak sürmektedir. 19.yüzyılın sonlarında başladığını söyleyebileceğimiz Kürdistan Özgürlük Hareketi, 20.yüzyılın bütününde devam etmiş ve içinde olduğumuz 21.yüzyılda da mücadele sürmektedir. Bildiğim kadarıyla “Kürdistan Özgürlük Hareketi” cihanın en uzun süreli özgürlük hareketi olup, yitirdiklerimizin çokluğunun bir sebebi de bu uzun süreliliktir. İnanıyorum ki; şehidlerimizin anıları, mücadelemize rehber, temiz kanları yolumuza fener olacaktır.

Cihan bu zalimane olaya karşı kör, sağır ve dilsiz kalmıştır.
Bugün, bu toplantının amacı, Halepçe şehidlerini anılması ve Halepçe trajedisinin değerlendirilmesidir. Halepçe trajedisi için, öncelikle söylenmesi gereken söz şudur:
Dünya bu zalimane olay karşısında kör, sağır ve dilsiz kalmıştır.
İstisnasız bütün dünya!

Kendisini uygarlık projesi olarak gösteren Avrupa Birliği; kör, sağır ve dilsiz kalmıştır. Kendisini demokrasinin patronu olarak gösteren ve doğuya demokrasi ihraç edeceğini iddia eden ABD; kör, sağır ve dilsiz kalmıştır.
Pek ala, Ortadoğu’da İslam âlemi ne yapıyordu? Bilindiği gibi Halepçe felaketinden iki gün sonra İslam Konferansı Teşkilatı’nın toplantısı vardı. O toplantıda İslam âleminin birçok sorunu tartışıldı. Sonuç bildirgesinde Bulgar devletinin Müslümanların adlarını değiştirmemesi talep edildi. Fakat kendilerini İslam devleti diye adlandıran bu devletlerin örgütü de Halepçe felaketi karşısında kör, sağır ve dilsiz kalmıştır. Bir gecede beş bin Müslüman Kürdün ölümü bu İslam devletlerinin gündemine dahi girmedi.
Kürdistan’ın paylaşılmasında ve statüsüz bırakılmasında bütün dünya günahkârdır.
Bu anmalarda gündemimiz sadece dünyaya sitem etmek olmamalıdır. Bütün dünyanın niçin kör, sağır ve dilsiz olduğunu sorgulamalıyız?
Dünyanın İsevi, Musevi ve Muhammedileri!
Dünyanın liberal, demokrat, sosyalist ve komünistleri!
Niçin bu toplukıyım karşısında sessiz kaldılar?
Daha sonra tartışmak üzere şimdilik şu inancımı belirtmeliyim ki: Kürdistan’ın paylaşılmasında ve statüsüz kalmasında bütün dünya günahkârdır; bu günahkârlıkları onların Kürdistan’da gerçekleşen vahşet ve felaketlere sessiz kalmalarına sebep olmaktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bu konu üzerine ciddiyetle durması gerekir. Bazıları birkaç kaç ay sonra, bazıları da birkaç kaç yıl sonra Halepçe felaketini farkettiler. Farkına varmalarının sebebi arkadaşlarımın dediği gibi ne devletler hukuku ne de insani duyarlılıklarıydı. İran ve Irak savaşı sona doğru yol alırken, devletlerin menfaatleri, onların savaşın sonunda izleyeceği siyasetler, devletlerin Halepçe’yi görmelerine izin verdi. Ne zaman ki, Irak ve İran savaşı bitti, batılı devletler pozisyonlarını değiştirdiler, Sovyetler Birliği dağıldı, daha sonra bölgede yeni bir siyaset ihtiyacı doğdu, o zaman dünya Halepçe’de büyük bir soykırım gerçekleştiğini farketti. Saddam yeni duyulmuş gibi Kürdleri soykırıma uğrattığı için suçlandı ve hatta ABD’nin Irak’a girişinin en büyük argümanı da kimyasal silahlardı.
 
Jenosid konusunda ve Halepçe olayında tartışılmasını istediğim soru şudur: Farz edelim ki ne Halepçe’de ve ne de Güney Kürdistan’da tek bir insan bile öldürülmedi. Kürdler de direnmediler ve güneyin bütün Kürdleri Araplaştı. Beş bin kürdün Halepçe’de öldürülmesi jenosid ise, Güneydeki Kürdlerin tamamının Araplaştırılması, Kürdlerin ulus ülke gerçekliklerinin ortadan kaldırılması nedir?
Şimdiye kadar Özgürlük hareketimize egemen olan anlayışa göre, Kürdistan’da gerçekleştirilen toplu katliamlar jenosidtir ancak Kürdlerin ulus ülke gerçekliklerinin ortadan kaldırılmaya çalışılması jenosid değildir. 1948 Konvansiyonunun da işgalcilerin ülkemizde yaptıklarına jenosid dememize olanak tanımadığı söyleniyor. Bu anlayışın tartışılması gerekir ve ben bugün burada bu anlayışı tartışmaya açıyorum.
Jenosid konusunda; bizim, jenosid kavramı ile bu kavrama temel olan olayları birbirinden ayırmamız gerekiyor. Jenosid kavramı, bu kavramın üzerinde tanımlandığı olaylardan çok sonra ortaya çıkmıştır. Bu siyasi kavram aynı zamanda arkadaşların da belirttiği gibi hukuki bir kavramdır.
Toplumsal kavram ya da olayları değerlendirir, onları anlamaya çalışırken göz ardı etmememiz gereken metodolojik ilkeler vardır.
Bu ilkelerin ilki tarihsel perspektiftir. Toplumsal olay ya da kavramlar tarihsel perspektifle yaklaşılmadan anlaşılamazlar. Her toplumsal olgu kendi tarihsel süreci içinde değerlendirilmelidir.
Başka bir ilke de olguyu değişim süreci içinde değerlendirmektir. Her olgu kendi içinde bir değişim sürecine sahiptir. Biz toplumsal olguları ya da o olguları tanımladığı iddiasıyla öne sürülen kavramları anlamak istiyorsak onları kendi değişimleri içinde görmeliyiz
Üçüncü ilke farklı belirlenim düzeyleridir. Jenosid olayını göz önüne aldığımızda; bunun, ekonomik, siyasi, ideolojik ve kültürel düzeyleri vardır. Bu olayları anlamaya çalışırken, bu düzeylerin tümüne bakmamız ve bu farklı belirlenim düzeylerinin bütününde değerlendirmemiz gerekir.
Örnek olarak Ermeni, Süryani, Kıldani, Pontus jenosidleri ve 5–6 Eylül olayları ya da varlık vergisi uygulamasına bakıldığında ideolojik, siyasi düzeylerin yanında ekonomik belirlenim düzeyinin de önemli olduğu görülecektir. Bu olaylarda muazzam bir sermaye transferi meydana gelmiştir. Bir hayli büyük bir sermaye Ermeni, Rum, Süryani sermayedarlardan alınıp Türk, Yahudi sermayedarlara transfer edilmiştir.
Diğer yandan, kavramlar düşünme araçlarıdır.
Kavramlar, olayların ve süreçlerin özünün bilinmesini, onların asli görünümlerinin ve özelliklerinin genelleştirilmesini olanaklı kılan, dünyanın zihinde yansıması formlarından biridir. Bir kavrama bilimsel kavram diyebilmemiz için, o kavramın konu edindiği olayların gerçeğe yakın, sahih bir yansımasını vermesi gerekir
Birkaç hatırlatmadan sonra jenosid konusuna daha yakından bakmaya çalışacağım.

İngiltere sanayi devrimiyle başlayıp,89 Fransa devrimiyle taçlanan bir sürecin sonunda batı dünyası, bilim ve düşünce dünyasına damgasını vurarak, bu alanı Avrupa merkezli yapmayı başarmıştır. Kuşkusuz bir fikri akımın ya da kavramın Avrupa merkezli olması onun yanlış olduğunu göstermez. Sadece dünyanın Avrupadan ibaret olmadığına, bizler gibi Avrupalı olmayan ulusların, kendi toplumlarını, toplumsal süreçlerini anlamaya çalışırken bu eksikliğe dikkat etmemiz gereğine işaret eder. Liberalizmden komünizme kadar bütün fikir akımlarının batı dünyasının damgasını taşıdığını akılda tutmalıyız. Toplumumuzun olguları bu fikir akımlarına zemin teşkil etmemiş, oluşumlarına kaynaklık edememiştir.
Bu hatırlatmaya bir örnek vererek geçiyorum. Lenin, marksizmin üç kaynağının olduğunu söylüyor: Alman felsefesi, İngiliz iktisadı ve Fransız sosyalizmi. Marksizm’in bu her üç kaynağı da batılıdır. Bu durum Marksizm’in yanlış olduğu anlamına mı gelir? Hayır! Yalnızca Kürdistan’dan dünyaya bakarken, Kürdistan’daki olguları anlamaya çalışırken; egemen fikir akımlarının Avrupa merkezli olduğunu; ancak, dünyanın Avrupa’dan ibaret olmadığını akılda tutmak gerektiği, anlamına geliyor.
Bizim gibi Avrupalı olmayan ulusların aydınları, toplumlarını ve toplumsal süreçleri anlamaya çalışırken fikir akımlarının bu eksikliğinden haberdar olmalılar ki kendi toplumsal gerçekliklerinden kopmasınlar.
Uluslararası hukuk yok devletlerarası hukuk var
Bir diğer hatırlatma da arkadaşların sözünü ettiği uluslararası hukuka dairdir. Bana göre uluslararası hukuk yoktur, devletlerarası hukuk vardır, devletlerin hukuku vardır. Türk devlet hukuku, ulusal hukuk değil devlet hukukudur. Ve bir devletlerarası hukuk vardır. Birleşmiş Milletlerin Hukuk’u devletlerarası hukuktur. Bu örgütün adı Birleşmiş Milletler olsa da özü itibariyle birleşmiş devletlerdir. Bu kuruluş, ulus ve ülkeyi devletle tanımlamaktadır. Devletleşmemiş, kendi toprakları üzerinde iktidar olamamış halkların da ulus ülke gerçekliğine sahip oldukları Birleşmiş Milletler tarafından kabul görmemektedir.
 
Devletler hukuku da devletlerarası hukuk da aslında ve son kertede egemenlerin iradesinden başka bir şey değildir. Dünyada uluslararası hukuk; dünyanın egemen güçleri tarafından, devletlerin iç egemenlik sahasında da devlet hukuku; egemen güçler tarafından tarif ve tespit edilmektedir. Bu tespit gerek devletlerarası gerekse de devletler hukukunda iyi öğeler olmadığını, bunları tümüyle ret ettiğim şeklinde yorumlanmamalıdır. Hayır, mevcut devletler hukukunda da devletlerarası hukukta da olumlu öğeler vardır.
Bütün hukuk sistemlerinde eşitlikçi, özgürlükçü öğeler vardır. Tevrat’ta vardır, Zebur’da vardır, İncil’de vardır, Kuran’da vardır. Binlerce yıldır süregelen toplumsal mücadelelerin sonucu olarak mevcut hukuk sistemlerinde yer alan sayısız ilerici değerler vardır. Ancak devrimci, bilimsel tutum devletlerarası hukuku doğrunun, hakikatin referansı olarak almaz.
Devletlerarası sistem ve hukuk tarafından görülemeyen, tanınmayan bir ulusun devrimcileri, siyasetçileri olarak bu sisteme ve hukuka eleştirel yaklaşmalıyız.

Benim referansım; aklım, ulusum ve vatanımdır, 1948 Konvansiyonu değildir.
Bu konu hakkında bir örnek üzerinde durmak istiyorum.
Siz de izlemişsinizdir, Kürd aydın ve siyasetçileri SKY TV’de bir programa çıkıyorlardı. Hak-par Başkanı Bayram Bozyel SKY TV’de Kürdistan’da jenosid yapılmıştır, dedi. Ondan neyin jenosid olduğunu açıklamasını istediklerinde de “ Dersim olayından 1980–83 Diyarbakır Hapishanesinde gerçekleşen olaylara kadar yapılanların jenosid olduğunu” belirtti. Ali Bulaç 1948 konvansiyonu göstererek bu metne göre, yapılanların jenosid sayılamayacağını söyledi. Ali Bulaç, dini, İslami hassasiyetleri güçlü Kürdistani olmasa da Kürdistanlı bir aydındır. Ali Bulaç gibi birinin 1948 konvansiyonunu doğruluğun referansı olarak ileri sürmesi kabul edilemez. Bu bilimsel bir tavır değildir, bu aydınca bir tutum değildir, bu devrimci bir tutum değildir ve hatta bu İslami bir tutum da değildir. Ali Bulaç, Dersim’den Diyarbakır’a yapılanların jenosid olmadığını söyleyebilir. Ben de Amed Hapishanesi’ndeki olayların kendi başına jenosid olarak tanımlanmasını doğru bulmuyorum. Fakat benim referansım aklımdır, benim referansım ülkemin gerçekliğidir, toplumumun gerçekliğidir, referansım 1948 Konvansiyonu değildir.
 
Sabahattin söz etti jenosid kavramı tüm dünyada Lemkin’in adıyla anılır. Doğrudur, bu kavramın mucidi Yahudi asıllı Lemkin’dir. Fakat 1948 Konvansiyonu Lemkin’in düşüncesine göre yapılandırılmamıştır. 1933 yılında Lemkin, şimdi jenosid çerçevesinde tartışılan suçlar için, barbarlık eylemleri kavramını önermişti. Onun bu önerisi kabul edilmemiştir. Birkaç farklı kavramı denedikten sonra, ilk olarak 1944 yılında jenosid kavramını önermiştir. Bu kavram bir dizi tartışmadan sonra birçok değişikliğe uğrayarak, 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler komisyonlarında 1948 Konvansiyonu üzerine çokça tartışmalar yapılmıştır. Ağırlılıkla tartışmalar jenosidte özel kasıt ve eylemlerin hedefi üzerine yapılıyordu. Lemkin’in önerisinin neden değiştirilip konvansiyonun mevcut haline getirildiğinin anlaşılması için tartışmalardan iki-üç örnek vereceğim.
Lemkin’in de üye olduğu yedi kişilik geçici alt komisyon, 5 Nisan ve 26 Ağustos 1948 tarihleri arasında konuyu görüştü. Görüşmeler sırasında Lübnan “ırk, din, dil veya politik görüşlere dayanan ötekinden nefret fikrinin ve fanatizm ürünü her türlü eylem türünün ‘saik’ olarak sözleşmeye konulması gerektiği” fikrini savunmuştu. Sovyetler Birliği sözleşmenin giriş bölümüne “soykırım suçu faşizm-nazizm ve diğer ırk teorileri ile organik olarak bağlıdır” cümlesini eklemek istedi. Çin “ulusal veya ırksal kökenli veya dini inanca dayalı saik” tanımlaması yaptı.
Bunlar ve diğer önerilerden anlaşılan odur ki komisyon üyeleri kendi devletlerinin siyasi pozisyonunu esas alarak devlet çıkarları temelinde konvansiyonu etkilemeye çalışmışlardır. Bu tartışmalarda insani vicdani hassasiyetlerin yanında, devletlerin öncelikleri baskındır. Eldeki konvansiyon bu tartışmaların sonucunda dünyaya egemen olanların anlaşmalarının sonucudur.
Bu konvansiyonun ABD ve SSCB’nin anlaşmasının ürünü olduğunu söylersek yanlış olmaz. Amerikan ve Sovyet blokları Alman devletinin cezalandırılması konusunda kararlıydılar, bundan ötürü de bu konvansiyon; genel bir jenosid konvansiyonu olarak değil, bir tür özel Yahudi jenosidi konvansiyonu olarak çıktı. İki blokun 1948 Konvansiyonundaki anlaşması İsrail devleti’nin kuruluşunda da göründü.
Ben; niçin anlaştılar ve bu konvansiyon kötüdür, keşke olmasaydı, demiyorum. Anlaşmakla iyi etmişler, bu anlaşmanın sonucunda şimdi elimizde jenosidi uluslararası bir suç olarak tanımlayan bir konvansiyon var. Ancak öncellikle alınan kararların siyasi kararlar olduğunu ve bu siyasi kararlarla oluşturulan devletlerarası hukukun da özünde dünyanın egemen güçlerinin iradesini temsil ettiğini görmemiz lazım. Bunun sonucu olarak da bu konvansiyonu doğrunun referansı olarak görmememiz gerekir. Doğruluğun referansını başka yerlerde aramalıyız.
Lemkin’in teorisine geri dönersek, çalışmalarına Almanya’da ki Yahudi kırımlarından önce başladığı için, başlangıçta jenosidi iki bölümde değerlendirmektedir. Ona göre jenosidin iki görünümü vardır. Bunlardan ilki mazlum grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin tasfiyesi ve ulusal dokunun tahribidir. Ötekisi de baskıcı grubun ulusallığını belirleyen değerlerin empoze edilmesi ve egemen dokunun empoze edilmesidir. Lemkin’e göre soykırım suçunun amacı, grubun politik ve sosyal kurumlarının, kültürünün, dilinin, ulusal duygularının, dininin ve ekonomik varlığının yok edilmesiydi. Çalışmasının başlangıcında Lemkin Yahudi kırımını önlemek için uğraşır. Onun pratik çabaları da teorik arayışları da bu amaca dönüktür. Bana göre onun o zamanki ürünleri 1948 konvansiyonundan daha bilimseldir. Jenoside karşı mücadelede her iki metot birlikte yürütülmelidir. Önce jenosidin önünü kesmek için gayret etmek, bu mümkün olmaz ve jenosid gerçekleşirse bu kez jenosid faillerinin cezalandırılmaları için gayret.
Değerli arkadaşlarım, biz Kürdistan Özgürlük Hareketi ve jenosid kavramı ilişkisine bakacak olursak, görürüz ki literatürümüzde Kürdistan’da tespit edilen onlarca jenosid vardır. Kürdistan’da gerçekleştirilen toplu katliamlar tek tek jenosid olarak tanımlanıyor. Koçgiri, Dersim, Mahabad, Halepçe, Zilan soykırımları ve diğerleri... Baştan söyleyeyim bu tavır kökten yanlıştır.
Kürdistanlı aydınlar ve siyasetçiler onlarca jenosid tanımı yapıyorlar fakat bütün bu olayları birbiriyle ilişkilendirerek bir jenosid süreci tanımlamayı düşünmüyorlar. Bizim literatürümüze göre ayrı ayrı jenosidler var, hatta Bayram Bozyel’e göre Diyarbakır cezaevinde olanlar da jenosittir.
Bu literatüre karşı iki itirazım var. Jenosidin böyle tanımlanması doğru değildir, bilimsel de değildir. İkincisi siyaseten de bu tanım doğru değildir. Siz eğer Kürdistan’daki jenosidi olmuş bitmiş gitmiş bir şey olarak tanımlarsanız siyasi hareketler hangi taleplerde bulunacaklar? Bu tanım üzerinden jenosidçi devletlerden, jenosid yaptıklarını kabul etmelerini, özür dilemelerini, para verip zararı tazmin etmelerini talep edebiliriz. Yani siz bize bu kadar zulmettiniz o yaptıklarınız jenosittir, kabul edin, özür dileyin ve tazmin edin.
Kürdistan jenosidi zamana yayılmış ve totaldir
Bu tavır, hala devam eden jenosidi karanlıkta bırakıyor. Bu tavır sömürgecilerin ülkemizde yaptıkları felaketi tarihsel haksızlık olarak tanımlamakta, süre giden güncel haksızlıklar olarak değil. Jenosid suçu aktüel olmaktan çıkarılıyor, mazideki bir suça dönüştürülüyor. Bana göre hem devletlerarası literatürde hem de özgürlük hareketimizin literatüründe yeni bir anlayışa ve bu alanda yeni kavramlara ihtiyaç vardır.
 
Tevkurd Kongre kararı yapılacak işi tanımlamıştır:”Kürdistan jenosidini tanıtmak ve durdurmak!”. Bu karara göre Kürdistan’daki jenosid sadece tarihsel bir haksızlık değil, güncel bir haksızlıktır. Bu güncel jenosid için, bütünsel ve süreğen (zamana yayılmış) jenosid kavramını öneriyorum.
Bu kavram ya da tarif, Kürdistan’da başvurulan her cinsten zulüm, zorbalık ve toplu kıyımları birbirileriyle ilişkilendirerek hepsini tek tek genel jenosid sürecinin parçaları olarak görmektedir. Bu kavramı açıklamadan önce yurdumuzda teorik yanlışlara yol açan bir fikri engelden söz etmeliyim.
Kuzey Kürdistanlı okumuşlar ki çoğu zaman onlara yanlış olarak aydın da deniyor, düşünsel konformizm içindedirler. İstatistiklere göre Türk maarifinde yüz bin Kürd asıllı öğretmen vardır. Bunların hepsinin aydın olarak tanımlanması Aydınlara zulümdür! Bu yüz bin öğretmenin içinde; on aydınının varlığı bile tartışma konusudur.
Okumuşlarımız, siyasetçilerimiz ve aydınlarımız düşünsel konformizmle önlerinde buldukları fikri akımları ve tarifleri sorgulamadan ve Kürdistan gerçekliğiyle bağdaştırma gereği duymadan olduğu gibi kabul ediyorlar. Aydın ve devrimci tutumun zayıflığından ötürü dışarıdan alıp akıl süzgecinden geçirmedikleri tarifleri kendilerine referans almaktadırlar.
Şimdi Ermeniler için, Yahudiler için, Kızılderililer için, Aborjinler için jenosid suçu bir tarihsel haksızlık konusudur. Kürdlere uygulanan jenosidi de bunlara katıp bunlar gibi tarif etmeye ne gerek vardır?
Yahudi asıllı Lemkin’in tutumu yerinde bir tutumdur. Bir aydın gibi kendi toplumunun gerçekliği üzerine düşünmüş, önce Yahudilere jenosid yapılabileceği tehlikesini görmüş ve söz konusu felaketin önünü kesmek için çaba göstermiştir. Düşünsel ve pratik faaliyetinde bunu öne çıkarmıştır. Bu engellenemeyip toplumu jenoside uğradığı zaman da bu jenosidi duyurmak ve suçluları cezalandırmak için mücadele etmiştir. Bu çalışmasıyla hem 1948 konvansiyonunda hem de İsrail devletinin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Düşünsel alanda kendimize güvenmeliyiz, kendi aklımızla toplumsal gerçekliklerimizi esas almalıyız. Analizlerimizi ve hedeflerimizi bu gerçeklikler üzerinde temellendirmeliyiz.
Bu noktada söylemek gerekir ki 1948 Konvansiyonu da dünyada egemen olan jenosid anlayışı da Judaik merkezlidir. Kuşkusuz Yahudiler tarihin derinliklerinde jenosidin mağdurudurlar. Yahudi toplumu hem etnik hem de dinsel jenoside hedef olmuşlardır. Fakat bu jenosid konusunda bir Yahudi tekeline yol açmamalıdır. Yahudilerin mağduriyetleri onlara jenosidi rant kaynağına dönüştürüp bu kaynağa hükmetme hakkını vermez. Jenosid mağduru diğer topluluk, ulus ya da kavimlerin önünü kesme hakkını vermediği gibi.
Her yıl 24 Nisan’da Amerika’da Ermeni jenosidinin kabul edilmesiyle ilgili tartışmalar yapılır. 24 Nisan günü geçip ABD ermeni jenosidini tanımadığı zaman bunun nedenlerinden birinin de Yahudi lobisi ve İsrail devletinin Türkiye ile olan ilişkileri olduğu söylenir. Benim kanaatim odur ki sebeplerden biri de Yahudilerin jenosid konusu üzerindeki tekellerinin kırılmasını istememeleridir.
1948 Konvansiyonu sadece ikinci dünya savaşında Yahudilerin maruz kaldığı toplu kırımları esas almıştır. Bu Konvansiyonun diğer jenosid mağduru kavimleri de kapsayacak hale getirilmesi gerekir. Her kavram, olgusal dayanaklarını çoğaltırsa, zenginleşir ve hakikate daha yakın hale gelir. 1948 konvansiyonunun dar olgusal malzemeye dayanması ve Yahudi merkezliliği diğer grupların uğradığı jenosidlerin görülmesi ve durdurulmasının önünde engeldir.
Türk Egemenlik Sistemi ve Jenosidi Anlamanın Anahtarı
Yeni terim ve analizlere duyulan ihtiyaç hakkında birkaç söz söyleyip bitirmeğe çalışacağım.
Zamana yayılmış total jenosidi anlamanın anahtarı, Türk Egemenlik Sisteminin (TES) özelliklerini anlamaktır. TES bana göre toplumsal, ideolojik, ahlaki ve siyasi normlara göre, anormaldir, düzgün değildir. Yeryüzünde buna benzeyen başka bir sistem olduğunu sanmıyorum. Türklerin söylediği gibi ki, onlar sadece kendilerine benzer. Sistemleri de onlar gibi özgündür, bu anlamda tümden anormaldir. Bu sistemin birkaç özelliği üzerinde durmak gerekirse:
1-TES, birinci dünya savaşından sonra kurulan dünya düzeninin bir parçası olarak kurulmuştur. Bu düzenin bir parçasıdır, sırtını bu sisteme dayamış ve bu sistemin egemenleri tarafından korunmuştur. TES bağımsız bir sistem olarak kurulmadığı gibi, kendi iç dinamikleriyle de oluşmamıştır. 1.Dünya savaşının batılı galipleri Orta Doğu’da bir devletler sistemi inşa ederek bir siyasi harita çizmişler TES de bu plan ve projenin bir halkası olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Şehmuz arkadaşın söyledikleri doğrudur. Kürdistan’ın parçalanmasının ve statüsüz bırakılmasının tek sorumlusu işgalci bölge devletleri değildir. Bir yönüyle dünyanın bütün işgalcilerinin bu kirli işte parmakları vardır. Cesaret ile bu tespiti yapabilmeliyiz.
TES in kuruluşu sadece İttihat Terakki (İT) nin minimalist kanadının işi değildir. İT kendi başına bu sistemi kuramaz ve tek başına bu sistemi ayakta tutamazdı. 1.Dünya savaşında müttefik güçlerin hedefi Osmanlı devletini ortadan kaldırmaktı. Bu hedef için proje ve anlaşma sahipleriydiler. Başlangıçta Rusya devrimi müttefikleri karsı karsıya getirdi. Sonrasında emperyal duygular ve ganimetlerin paylaşımı Mütefiklerin iç çelişkilerini güçlendirdi. Savaşın galipleri arasındaki anlaşmazlıklar onların plan ve projelerinde değişikliğe yol açtı. Sovyetler Birliği Britanya’nın hücumlarına karşı bölgede tampon bir devlet olmasını istiyordu. Aynı şekilde Britanya da, Sovyetik hareketlerin yayılmasını önlemek için tampon bir devleti gerekli görüyordu. Britanya savaşın başında İtalyanlara vaaddettiği topraklara kendisi göz koymaya başlayınca, İtalyan’lar da Türkiye devletini desteklemeye başladılar. TES savaşta galip gelenlerin yeni çıkarlarının neden olduğu uzlaşma sonucu tarih sahnesine çıktı. TES bu çıkar uzlaşmasının yol açtığı bir tarihi tesadüftür!
2- Türk egemenlik sistemi birçok tartışmaya konu olmuştur. Geçmiş yıllarda bu sistemin sınıfsal temeli, ilericiliği, gericiliği çokça tartışılmıştır. O zamanlar bu tartışmanın içinde olan arkadaşlarda buradalar, hatırlarlar. Bu sistemin ticaret burjuvazisine, bürokrasiye ya da sivil-asker aydın zümreye dayandığı, onların sistemi olduğu şeklindeki tartışmalar hatırlardadır. THKP-C’nin kemalizmi “küçük burjuvazinin en sol kanadının antiemperyalist milliyetçiliği” olarak tanımladığını da hatırlıyoruz. Bu tartışmalar vardı ve bundan sonrada olacak.
Fakat burada şu sorunun sorulmasını istiyorum, bu sistemin halkı kimdi, ya da bu sistem hangi halka dayanıyordu?
TES, kendini bu coğrafyanın otantik olmayan halk kitlelerine dayandırmıştır. Öyle bir sistem ki egemen olduğu coğrafyanın kadim halklarına dayanmıyor. Tam tersine bu coğrafyaya sonradan gelen halk kitlelerini kendine dayanak yapmaya çalışıyor. Sistem toplumsal zemin olarak göçmenler ve yurtsuzlar üzerine şekilleniyor. Bu vatansız topluluklar sistemi kendileri için sigorta, devletin varlığını da kendileri için olmak ya da olmamak meselesi olarak görüyorlar.
3- TES, devletini ulus-devlet olarak tarif ediyor. Sistemin kuruluşu esnasında ulusun olmayışı onlar için büyük bir sıkıntı oluşturuyor. Ama tariflerinde ısrar ediyorlar. Madem bu devlete ulus gerekli, yoksa bile oluştururlar. Vatansız topluluklar bu projeyi sahiplenmeye hazırdırlar, bu projeyle ulus ülke gerçekliğine sahip olacaklardır. Geriye bu coğrafyanın otokton halkları kalıyor. Otokton halklar zaten ulus ülke gerçekliğine sahiptirler, bu gerçeklik söz konusu projenin önündeki en büyük engeldir. Sıra dışı durum TES’i, jenoside mecbur ve mahkûm kılıyor. Bundan dolayı jenosid TES için tercih meselesi değildir.
TES projesi, sistemin yöneticilerini egemen oldukları topraklardan bir vatan ve bu topraklardaki insanlardan bir ulus oluşturmaya mahkûm etmiştir. TES in egemenlik alanı olarak kalan coğrafya da etnik, din, yurt bakımından çok renkli ve heterojen bir coğrafyadır. Ulus- devlet projesi için homojenizasyon zorunluluktur. Jenosid bu sistemin kuruluş tarzından doğan bir zorunluluktur. Bu nedenle projenin sahiplerince jenosid planları oluşturulmuştur. Hukukçularımız daha iyi bilir ki, bir grup hakkında jenosid iddiasında bulunabilmenin şartlarından biri de, etnik, dini ya da ulusal grubu ortadan kaldırmayı amaçlayan bir planın varlığıdır. “Türkiye coğrafyası”nda bir ulus ve ülke yaratma kararı verenler otokton halkları ortadan kaldırma kararını da vermek zorundadırlar. Bu karar verilmiş ve bunun için plan yapılmıştır.
4-Coğrafyanın çok renkli ve heterojen olması jenosid planlarını da çok renkli yapmıştır.
Müslüman olmayan otokton halklar için (onların diliyle gayri-müslim) süreli jenosidler planlanmıştır. Bu plan gereği Ermeni, Süryani, Kildaniler toplu kıyımlar ve zorla göç ettirilerek ortadan kaldırılmıştır. Karadeniz’de ki Pontuslar ve diğer Rumlar, zulüm, ölüm ve mübadele yoluyla bu coğrafyadan çıkarılmışlar. Müslüman olmayan otokton halkların fiziki tasfiyesi on yıl içerisinde bitmiştir. Bu halklara uygulanan eylemlerin jenosid olduğu bence açıktır. Bu konuda hiç olmazsa bizim aramızda bir tartışma yoktur.
Tartışma süreğen Kürd jenosidi üzerinedir. Kürdlerin topluca fiziki olarak tasfiye edilmediklerine işaretle, Kürdlerin yüz yüze kaldığı eylemlerin jenosid olmadığı söylenmektedir.
a-Kürdlere dönük Jenosid planı Kürdlerin genel fiziki tasfiyesi amaçlı değildir. Bu çok renkli planda, Kürdlerin payına düşen, ulus-ülke gerçekliklerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bana göre, jenosid meselesinde bir milletin ortadan kaldırılmasıyla bir toplumun millet gerçekliğinin ortadan kaldırılması aynıdır. Kürdlerin tek tek öldürülmesi jenosid ise Kürdlüklerinin öldürülmesi de jenosidtir. Kürdistanlıların tek tek öldürülmesi jenosid ise Kürdistan’ın öldürülmesi de jenosidtir.
Kürd ulus-ülke gerçekliğinin ortadan kaldırılması planlandıktan sonra, TES Kürdlerin tek tek öldürülmesinde de, Kürdlerin topluca öldürülmesinde de kararlı davranmıştır. Çok açıktır ki hiçbir millet ortadan kaldırılma planlarına karşı sesiz kalmaz. Kürd milleti de sesiz kalmamıştır. TES, Kürdlerin bu jenosid plan ve projesine her itirazı, her başkaldırısı karşısında insafsız, vicdansız ve zalimane davranmıştır.
TES Kürd insanları öldürmekten, Kürd kültürünü öldürmeye; Kürdistan’ın doğasını öldürmekten Kürd dilini öldürmeye; Kürdistan’ın ekonomisini öldürmekten vahşi toplu katliamlara kadar insanlığa karşı işlenen hiçbir suçtan geri kalmamıştır. Bu yapılanların tümü birbiri ile bağlantılı ve zamana yayılmış total jenosidin parçaları olarak ele alınmalıdır.
b-Jenosid teorisi tarihi olaylara göre yenilenmelidir. Müslüman olmayan otokton halklara uygulanan jenosid sürelidir. Ermenilerin jenosidi birkaç yıllık hazırlık döneminden sonra dört ayda uygulanmış bitirilmiştir. Kürdlere uygulanan jenosid zamana yayılmıştır, süreğendir, 86 yıldır devam ediyor. Ermeni jenosidi olmuş bitmiş, tarihi bir haksızlıktır. Ermeniler bu tarihi haksızlığın kabul edilmesini, özür dilenmesini ve tazmin edilmesini talep etmektedirler. Kürdlere uygulanan jenosid devam ediyor, bu jenosid süreci, jenosidi tartıştığımız şu anda devam ediyor.

c-Jenosidin varlığını iddia etmek için plan dışında, niyet ve hazırlıklar da olmalı.
Bu alanda TES in arşivi zengindir. Yüzlerce belge ve olayı gösterebilirim. Yalnız Umumi Müfettişlik kurumları incelense TES’in niyet ve hazırlıklılarını anlamak mümkündür. Umumi Müfettişlikler Kürdlerin ulus ülke gerçekliklerini ortadan kaldırma amacıyla oluşturulmuş özel kurumlardır. Zamana yayılmış jenosidin kurumlarıdır. İsmail Hoca’nın “ Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi” adlı kitabı bu bakımdan çok değerlidir. TEVKURD un kurumsal üyesi olan Komal yayınevinin bu kitabın yeni baskısını yapmasını öneriyorum. O kitap klasik jenosid kavrayışı ile yazılmış olsa da zamana yayılmış jenosid, jenosid kurumları ve TES’nin Kürd jenosidi planları hakkında belgeler ile doludur
d-Gerçi TES 86 yıldır, Kürdlerin üzerinde jenosid tatbik ediyor, ancak tatbikat olmasa da jenosid iddiasında bulunmak kâbildir. Çünkü jenosid teorisi ve konvansiyonunda jenosidi önlemek de vardır. Bu bölümü bitiriyorum, jenosidin planının varlığını göstermek için TES’nin üç sorumlu yöneticisinin sözlerinden alıntı yapacağım.
Birincisi Savunma Bakanı Vecdi Gönül’den: "Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu ’nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde (Türkiye’nin) gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi." T.C.Savunma Bakanı Vecdi Gönül. 11.11.2008, Radikal
Vecdi Gönül diyor biz bunları( Ermeni, Rum, Kıldani, Süryani) ortadan kaldırdık, ama biz onların iyiliğini de unutmadık. Onları ortadan kaldırmasaydık Kürdistan savaşını böyle devam ettiremezdik. Vecdi Gönül’ün bu konuşmasını çoğunuz okumuşsunuzdur. Bu konuşma üzerine yoğun tartışmalar da yapıldı. Çoğunlukla bu konuşma gayri-Müslim halklara uygulanan jenosidin itirafı olarak değerlendirildi. Doğrudur o konuşmada jenosidin itirafı vardır. Fakat konuşma itiraftan ötedir. Bu konuşmasında Vecdi Gönül nation building (ulus inşa etme) projesinin hala gündemde olduğunu, sürecin devam ettiğini söylüyor. Kürdistan’da sürdürdükleri şavaşın bu projenin bir parçası olduğuna işaret ediyor ve müslüman olmayan otokton halklara uygulanan süreli jenosid sayesinde Kürdlere uygulanan zamana yayılmış jenosidin daha kolay yürütüldüğünü söylüyor aslında. Yani sadece süreli jenosidi itiraf etmiyor, süreğen ve total jenosidi de itiraf edip, Kürdleri toplu kıyımlarla tehdid ediyor.
İkinci alıntı Türkiye Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’tan: “Bu insanlar o toprak parçasını vatan, o insan grubunu millet yapmak için, seve seve canını ülkesine feda etmek için yemin etmişlerdir, hepimizin ettiği gibi. Ve onlar o mertebeye ulaşmışlardır, şehit olmuşlardır, gazi olmuşlardır.” T.C. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 07-10-2007 Milliyet.
Yaşar Büyükanıt Kürdistan için:”O toprak parçasıdır.” diyor. O da görüyor ki orda bir toprak parcası var, ancak kendi vatanının bir parçası olmamış. Biz and içmişiz o toprak parçasını kendi vatanımız yapacağız diyor. Sonra diyor ki orda bir grup insan var o insan grubu da ulusumuzun bir parçasına dönüşmemiştir henüz. O insan grubunu da kendi uluslarının bir parçasına dönüştürmeye and içiyor Y.Büyükanıt. Şimdi siz bana jenosidin en bilimsel tarifi nedir diye soracak olursanız? En bilimsel tarifi Yaşar Büyükanıt yapmıştır derim. Onun bu söylemi jenosidin bilimsel tarifi olarak dünya literatründe yer almalıdır.
Son alıntı Recep Tayib’e aittir: “Biz ne diyoruz? Tek ülke, tek devlet, tek millet diyoruz. Buna kim karşı çıkabilir yahu? Buna karşı çıkanların bu ülkede yeri yoktur.” T.C. Başbakanı Tayyip Erdoğan.
“Tek ülke, tek devlet, tek millet, tek dil” söylemine karşı çıkan bizleriz. Fakat Türkiyenin başbakanı diyorki eğer siz ulus ülke gerçekliğinizden vazgeçmezseniz sizin kendi ülkenizde yeriniz yoktur.
Bu üç alıntıyı bir araya getirip değerlendirirsek, Kürd jenosidinin planı açıktır. Türk ordusunun, siyasetçilerinin ve aydınlarının çoğunun müşterek iradesi açıktır. Kürdlerin jenosidi üzerinde Tayip Erdoğan, Yaşar Büyükanıt ve Vecdi Gönül ün farkı yoktur. Bana jenosidin ispatı nedir diye soruyorsanız, ben diyorum ki bu açık müşterek irade jenosidin ispatıdır. Ve bu durumun hükümet ile ordu arasındaki çelişkiler üzerinden demokrasi ve özgürlük rüyaları görüp senaryolar üretenler için uyarıcı olmasını diliyorum.
Asimilasyon ve jenosid
Bitiriyorum, birkaç söz de asimilasyon üzerine söyleyeyim. Bu konu da fikr-î bir belâ gibidir. Asimilasyon tartışmasını üç somut örnek üzerinden yapmaya çalışcağım.
Stocholm Kürdleri, İstanbul Kürdleri ve Diyarbakır Kürdleri.
Bu her üç ilde de Kürdlerin kendi ulusal özelliklerinden uzaklaştıklarını ve baskın toplumun ulusal özelliklerini aldıklarını görüyoruz. Stockholm’da ikinci, üçüncü, dördüncü kuşak Kürdler İsveç toplumunun bir parçasına dönüşerek, Kürdlüklerinden uzaklaşıyorlar. Bu alanda bu durumun izahı için asimilasyon, adaptasyon, entegrasyon, ortaklık gibi kavramlar kullanılıyor.
İstanbul’daki Kürdler de belli bir süre sonra kendi ulusal özelliklerinden uzaklaşarak, egemen ulusal topluluğun özelliklerini alıp Türkleşiyorlar. Stockhom’da Kürdler Kürd gibi yaşayabiliyorlar, bu konuda açık bir zorla engellenmiyorlar, kimse onları zorla İsveçli yapmaya çalışmıyor. Ancak İstanbul’da o dönüşüm zora dayalıdır. Kürdlerin kendi ulusal özellikleriyle yaşamaları için hiçbir olanak yoktur. Bu iki şehirde ve Diyarbakır’da da sürecin içinde Kürdler eriyor, Kürdlüklerinden Türklüğe ya da İsveçliliğe dönüşüyorlar.
Biz bu üç dönüşüme de asmilasyon diyoruz. Bu her üç olayı da asimilasyon olarak tanımlamak bir fikir garabetidir. Doğrudur. Stockholm’da asimilasyon vardır ve bu asimilasyon literatürde doğal (gönüllü) asimilasyon olarak adlandırılır. Şehir büyük, toplum geniş ve görece ileri bir kültür egemen, uzun bir süre o şehirlerde kalırsan, sen olmasanda torunların ya da torunlarının torunları İsveçliliğe dönüşürler. Bu doğal asimilasyonun da ilericiliği, gericiliği, haksızlık olup olmadığı tartışmalıdır.
İstanbul’da olan için de asimilasyon kavramı kullanılıyor. Doğrudur, Kürdistandan binlerce, milyonlarca Kürd İstanbula göç ediyor ve orda Kürdçe okuma olanakları yok, Kürd toplumundan olma özellikleriyle yaşayamıyorlar, bir süreç içerisinde Kürdlüklerinden Türklüğe dönüşüyorlar. Bunun için de zoraki asimilasyon kavramı kullanılıyor. Zora dayalı asimilasyon da zülüm ve haksızlıktır ve insanlığa karşı bir suçtur.
Pekâlâ, biz Diyarbakırda Kürdlerin zorla Türkleştirilmelerini de asmilasyon olarak tarif edebilir miyiz?
Bence bu doğru değildir. Böyle tanımlamak hem fikri garabettir hem de siyasi körlüktür. Çünkü Kürdlerin Diyarbakır’da Türkleştirilmelerini asimilasyon olarak tarif etmek Kürdlerin ulus ülke gerçekliğinin üzerinden atlamak, onu görmemektir.
Bazı arkadaşlar Kürd jenosidini beyaz jenosid, kültürel jenosid olarak tarif ediyorlar ve tariflerini asimilasyona dayıyorlar. Bu yanlıştır. Eğer Diyarbakırda ve genel olarak Kürdistan’da Kürdler zorla Türkleştiriliyorlarsa, Türkleşmeye mecbur ediliyorlarsa burada artık asimilasyon, total jenosid mekanizmasının bir unsurudur. Bir millet kendi toprakları üzerinde millet olmaktan çıkartılıyorsa o artık asimilasyon değil jenosittir. Burada asimilasyon jenosidin bir paçasıdır.
Milletimizin bir parçası size doğru geldi ve siz onları zor kullanarak Kürdlükten Türklüğe dönüştürüyorsanız bu zora dayalı asimilasyondur ve insanlık suçudur. Eğer onları açık bir zor kullanmadan İsveçli yapıyorsanız bu da gönüllü ya da doğal asimilasyondur ve tartışmalıdır. Fakat siz bizi kendi toprağımızda, vatanımızda millet olmaktan çıkarmaya çalışıyorsanız, yaptığınız iş jenosittir.
Birkaç söz de jenosidin totallığı üzerinde söylemem gerekiyor. Literatürde birçok jenosid biçimi adlandırılıyor. Policide (Siyasi imha), Omnicide (canlı olan her şeyin imhası), Ecocide (cevre imhası), Democide (insan imhası), Culturcide (kültür imhası), Ethnocide (etnik imha), Economicide (ekonomik imha), Socialcide (toplumsal imha).
Kürd jenosidi içerisinde bütün bu imha yöntemleri vardır. Ülkemizde devam eden jenosid insan imhası, çevre imhası, siyasî imha, kültürel imha, ahlakî imha, dinî imha (alevî ve Ezidî jenosidi) kısacası her türlü imha var. Bundan dolayı Kürdistan’da süregiden jenosidi zamana yayılmış total jenosid olarak adlandırmayı öneriyorum.
Dinlediğiniz ve sabrettiğiniz için teşekkür ediyorum.
Bu yazı Fuat Önen’in 16.3.2009’da Halepçe katliamının yıldönümü üzerine Amed’de yapılan panelde Kürdçe yaptığı konuşmadan çevrilmiştir
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

BİR AHLAKSIZ TEKLİF: EŞİT VATANDAŞLIK
Fuat Önen
BİR AHLAKSIZ TEKLİF: EŞİT VATANDAŞLIK
Îşgalciler bize al vatandaşlığı ver vatanını diyorlar. Demirtaşın kürtler daha ne yapsın size vatanlarını verdiler sözünü bu çerçevede anlamak lazım. Bu işgalciliğe tesllim olmak anlamındadır. 100 yıllık bu işgalci proje zaman zaman eşit vatandaşlık,...

KOLEKTİF LİDERLİKTE, LİDER OLMAMALI MI?
Fuat Önen
KOLEKTİF LİDERLİKTE, LİDER OLMAMALI MI?
Bizim klasik literatürümüzde, üstte dava vardır, bu davayı gerçekleştirmek için, örgüte ihtiyaç vardır. Örgüt ikinci sıradadır. Bu örgütü yönetmek, sürdürmek için kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadrolar arasında biri, bu işe daha yeteneklidir. Dolayısı...

BİREY – TOPLUM İLİŞKİSİ ve KOLEKTİF ÖNDERLİK MESELESİ
Fuat Önen
BİREY – TOPLUM İLİŞKİSİ ve KOLEKTİF ÖNDERLİK MESELESİ
Kuzey Suriye, Batı Kürdistan değildir. Kuzey Suriye, Sünni-Arap coğrafyasıdır ve bizim güneyimizdedir. Batı Kürdistan’ın güneyindedir ama Suriye’nin kuzeyidir. Önce orda teritoryal meselenin açıklığa kavuşturulması lazım. PYNK ile ENKS&rs...

ULUSAL BAĞIMSIZLIK STRATEJİSİ ve DEMOKRASİ
Fuat Önen
ULUSAL BAĞIMSIZLIK STRATEJİSİ ve DEMOKRASİ
Devlet, Kürdistan için Kürdistanlıların birlikte yaşama hukukunun cisimleşmesi anlamına geliyor. Devlet Kürdistan için, Kürt toplumunun normalleşmesi anlamına geliyor. Biz anormal bir toplumuz. Bu anlamda birçoğumuzun kişiliği hastalıklı, çünkü çocuk...

NİYE BAĞIMSIZLIKÇILIK, NİYE AYRILIKÇILIK?
Fuat Önen
NİYE BAĞIMSIZLIKÇILIK, NİYE AYRILIKÇILIK?
Şimdi siyasal temsiliyet nasıl olacaktır?  Bakın dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir işgalci güç, hiçbir sömürgeci, hiçbir emperyalist durduk yerde senin siyasal temsiliyetini kabul etmez. Sen bunu kabul ettireceksin. Kürdistanî siyaset bunu kabul e...

GÜÇ BİRLİĞİ ve GÜÇ BİRLİĞİ’NİN GÜNEY KÜRDİSTAN’DAKİ TEMASLARI
Fuat Önen
GÜÇ BİRLİĞİ ve GÜÇ BİRLİĞİ’NİN GÜNEY KÜRDİSTAN’DAKİ TEMASLARI
Siyaset bir temas meselesidir, eğer Batı Kürdistan ile ilgili bir girişimde bulunacaksak, önce Batı Kürdistanlılarla temas edelim. Böyle bir öneride bulundum ve dedim ki Batı Kürdistan’da 42-43 parti var. 15 tanesi ENKS’de, 25 tanesi PYNK...

AYRILIKÇILIK, BAĞIMSIZLIKÇILIK - KÜRDİSTANİ SİYASET TARZI
Fuat Önen
AYRILIKÇILIK, BAĞIMSIZLIKÇILIK - KÜRDİSTANİ SİYASET TARZI
Yani kısaca şunu söyleyeyim, halk savaşı işte kırlardan kentlere gerilla mücadelesi, güneydeki peşmerge savaşı da budur. Şimdi bu bir köy toplumu gerektirir. Eğer sizin köylü nüfusunuz, %75’ten %25’e düşmüşse, siz hangi toplumsal realitey...

AYRILIKÇILIK VE BAĞIMSIZLIKÇILIK
Fuat Önen
AYRILIKÇILIK VE BAĞIMSIZLIKÇILIK
Bu yüzyıllık dönem içinde, bu devlet hiçbir zaman Kürdistan meselesinin eşit haklılık, adalet üzerinden çözümlemek için hiçbir projeye sahip olmamıştır. Yapılanların hepsi, işgalciliği yeni formlarda sürdürme çabasıdır. Bugün eğer “Kürtler vard...

Türk Devlet Başkanı "kürt sorunu yoktur" demiş.
Fuat Önen
Türk Devlet Başkanı "kürt sorunu yoktur" demiş.
Türk Devlet Başkanı "kürt sorunu yoktur" demiş. Sosyal medyada buna dönük tepkiler yoğunlaştı. Kürt sorunu vardır diyen arkadaşlar bu açıklamaya kızmışlar. Dikkat edilirse kızgın arkadarkadaşların çoğu 2005 yılında Erdoğanın "kurt soru...

Kürt siyasetinde egemen siyaset tarzı
Fuat Önen
Kürt siyasetinde egemen siyaset tarzı
Kürdistan da bağımsızlıkçılık görünür değildir. Kuzey Batı Kürdistan’da da bu böyledir, Kürdistan’ın diğer parçalarında da bu böyledir. Yalnız şuna dikkat etmenizi isteyeceğim, son bir-iki yılda özellikle Orta Güney Kürdistan’da cid...

Page 1 of 9First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  Next   Last   
123movies