-Deyrizor’da Kürtlere yönelik saldırıları görüyoruz ve aynı zamanda bu saldırıların başını çeken de Ahmet El Hebil denilen Deyrizor ’un işte askeri meclisinde görev alan bir vatandaş. Aynı süreçte, o Deyrizor saldırısını gerçekleştirirken; yine, Türkiye rejiminin yetiştirdiği her bakımdan beslediği beslemeleri de Münbiç'ten Güneybatı Kürdistan'a bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Güney Kürdistan'dan bu saldırıların Güney Kürdistan'a baktığımızda bir benzerliğini görüyoruz. Burayı nasıl yorumlarsınız?
-Şimdi orada bir temel farklılık var. Güney Kürdistan'daki gelişmeler, Kürdistan meselesi üzerinden tartışılıyor. Sonuçta Kerkük Kürdistan mıdır, değil midir? Bunu tartışıyoruz. İşgalcilerle bunu tartışıyoruz. Ve güney Kürdistanlı bütün siyasi partiler, Kerküksüz bir Güney Kürdistan düşünmediklerini söylüyorlar. Gerek Mam Celal’ın, gerek Mele Mustafa Barzani'nin, gerek şimdiki siyasi örgütlerimizin tamamı, bu noktada hemfikirler. Kerkük Kürdistan'dır.
Küçük Güney'e ya da Güneybatı Kürdistan'a geldiğimiz zaman, durum farklı. Burada bir Kürdistan meselesi, tartışmanın ekseninde bir Kürdistan meselesi yok. Burada bir Kuzey Doğu Suriye meselesi var. Ve bu; 2015'ten bu yana, 2015-2016'dan bu yana, yani Kobani direnişine kadar, daha çok yani, Güneybatı Kürdistan denilmiyordu, sadece Rojava deniliyordu. Biz bu isimlendirmenin yanlış olduğunu söylüyorduk. Kantonlar üzerinden de olsa, Küçük Güney’in, ulusal sınırları içinde bir mücadele sürdürülüyordu. Bu, Afrin'den başlayıp Derik'te biten ve işte, Kürtlerin çoğunlukta olduğu toprak parçası üzerinden, sürdürülen bir mücadeleydi.
Dediğim gibi yani kantonlar üzerinden de olsa, orada bir Kürdistan gerçeği vardı. Siyasal mücadele bu Kürdistan gerçeği üzerinden yürüyordu. Hatta iki bin on dörtte yani on üç, on dört, on beş, tam hatırlamıyorum tarihini, kantonlar üzerinde bir üst örgüt oluşturuldu. Sonra Hewlêr-Duhok anlaşmalarıyla federasyon talebi öne çıkarıldı. Yani o tarihe kadar, burada gelişen olaylar, teritoryal bir mücadele olarak gözüküyordu. Daha sonra; bu, Güneybatı Kürdistan'daki mücadele, birdenbire Kuzey Suriye mücadelesine dönüştürüldü. Ve artık Güneybatı Kürdistan'dan değil, Kuzeydoğu Suriye'den söz edilmeye başlandı.
Şimdi Kuzeydoğu Suriye adında bir ülke hakikati yoktur. Kuzeydoğu Suriye; aslında, Güneybatı Kürdistan'ın güneyinde bulunan, Sünni Arap coğrafyasıdır. Yani bu Halep'in doğusundan başlar. Rakka'ya kadar gider. Bu suni Arap coğrafyasıdır. Suni Arap coğrafyasıyla Güneybatı Kürdistan'ı birleştirip, buradan bir Kuzeydoğu Suriye çıkarmak, mümkün değildir. Böyle bir ülke hakikati yoktur.
Bu aslında, Amerika Birleşik Devletleri'nin projesiydi ve Amerika Birleşik Devletleri bu projesini, hem İran'a, hem Rusya'ya karşı, o bölgeyi elde tutmak istedi. Bu bölgeyi, elde tutmak istemesinin birden fazla nedeni var:
Biri, İran'ın Şii hilalinin önünü kesmekti. Öbürü, o bölge aynı zamanda bir petrol bölgesi. Trump ben petrolü severim demişti. Fakat bu bölgeyi elinde tutmak için silahlı güç olarak, önce PYD'yi -işte YPG'yi- esas aldılar. Sonra, o bölgeler DAEŞ'ten temizlendikten sonra, bölgedeki Arap aşiretleri de PYD'ye eklemlenerek, işte Demokratik Suriye Güçleri adı altında bir oluşuma gidildi.
Şimdi böyle baktığımız zaman; Deyrizor’da süren savaş, aslında bir Kürdistan savaşı değil. Çünkü Deyrizor tarihi olarak Kürdistan'ın bir parçası olsa bile, son yıllarda, artık Arap çoğunluğunun bir bölgesidir. Deyrizor’da Rakka'da öyle bölgelerdir. Ve Kürtler, son beş altı yıla kadar, Rakka'yı ve Deyrizor'u da alalım diye bir düşünceye sahip olmamışlardır.
Buradaki savaş; aslında -yani o bölgedeki savaş aslında- bir ABD-İran savaşıdır. ABD-Rus savaşıdır. Bu süre giden post-modern dünya savaşında, batılı güçler, doğrudan savaşmıyorlar. Doğrudan savaşmadıkları için yerelde kendileriyle beraber savaşacak güçler arıyorlar. Ya da güçler oluşturuyorlar. Dolayısıyla oradaki savaşı, Kerkük'teki savaştan farklı kılan esas mesele budur. Burada süren çatışmalar, Kürdistan meselesi üzerinden sürdürülen çatışmalar değil. Senin de söylediğin gibi işte gözaltına alınan adam, Deyrizor askeri meclisinin üyesi. O askeri meclisin bir parçası olan başka bir aşiret reisi de bugün bir açıklama yaptı: İşte, “Bunlara karşı savaşalım.” diye.
Şimdi burada; reel politiği, yeniden gözden geçirmemiz lazım. Eğer bu proje, bir ABD projesiyse; ABD, kendi projesini korumakla mükelleftir. ABD, sadece işte silah ve mühimmat yardımı yapıyor. Bir de eğitim veriyor. Fakat mesela: “Güneybatı Kürdistan'ın hava sahası, benden sorulur, bundan ben sorumluyum.” demiyor. Oradaki Kürt savaşçılarının gittiği bölgelerde :”Deyrizor, Rakka, o bölgelerde de hava sahası, benim kontrolümdedir. Hiçbir yabancı uçak gelip saldıramaz falan.” demiyor. Oranın korunmasını ağırlıklı olarak Kürt Savaşçılara bırakıyor.
Savaşta ölen, bizim Kürdistanlı gençlerimiz. Saha bizim operasyon sahamız değil. Saha ABD'nin operasyonu sahası.
Biliyorsunuz; Türk devleti, Afrin'i işgal ettiği zaman, ABD Başkanı dedi ki: “Orası bizim operasyon sahamız değil.” Dolayısıyla, onu söyleyerek aslında, Fırat'ın doğusunu, kendi operasyon sahası olarak deklare etti. PYD'li, YPG'li arkadaşlar, orada oluşlarını yeniden gözden geçirmek durumundadırlar. Çünkü bu Kuzeydoğu Suriye projesi, gündeme geldiğinden bu yana biz; Güneybatı Kürdistan'da, Afrin'i, Serê Kanî’yi, Girê Sipî’yi kaybettik. Onun yerine, Kürdistan'ın, Güneybatı Kürdistan'ın, güneyinde olan Deyrizor ve Rakka'ya doğru ilerledik. Yani henüz, kendi topraklarımızı, güvenliğini sağlayamıyorken biz, ABD'yle beraber kendi topraklarımızın güneyinde, Suni Arap çoğunluklu bölgelere savrulduk.
Şimdi bu siyasetin yayından gözden geçirilmesi lazım. Reel politiği anlıyorum. Reel politik gereği bölgedeki Kürt güçleri, Kürdistanlı güçler, ABD'yle birtakım askeri faaliyetler yapabilirler Ama Kürdistanî güçlerin salt askeri ittifaklar yapmamaları lazım. O askeri ittifaklara girdikleri zaman, siyasi hedeflerini de müttefiklerine kabul ettirmeleri lazım. Hem Güneybatı Kürdistan'da, hem Orta Güney Kürdistan'da esas sıkıntımız budur.
Çünkü biliyorsunuz, DAEŞ'e karşı savaş adına, Güney Kürdistan'daki Peşmerge güçleri, Haşdi Şabi ve Irak askerleriyle ortak bir savaş sürdürdüler DAEŞ’e karşı. Ve bu savaş sonunda, bu mücadele sonunda DAEŞ, İşte Musul'dan, Şengal'den, Ramadi'ye kadar olan bölgeden çıkarıldı. Şimdi o mücadele verildiği zaman, bu da ABD'nin patronajında sürdürülen bir mücadeleydi.
Biliyorsunuz, Koalisyon güçleri denilen güçler, Irak'taki ve Suriye'deki varlıklarını, DAEŞ'e karşı mücadele gerekçesine dayandırıyorlar. Bunun bir parçası olarak Kürdistan Peşmergesi'ni, Haşdi Şabi ile Irak ordusuyla birlikte mücadeleye zorladılar. Orada şehit düşen, onlarca belki yüzlerce peşmergemiz var. Şimdi bu ikisini de ele aldığımız zaman, bunlar askeri ittifaklardı. Reel politik, bazen sizin istemediğiniz İttifaklara da girmenize yol açabilir. Ama eğer siz bu askeri ittifaklara giriyorsanız, o zaman, koalisyona da diyeceksiniz ki: “Siz de benim teritoriamın hava sahasından, sorumlu olun.” Siyaseten; “Benim siyasi hedeflerimi de göz önüne alın.”
Şimdi, Kürdistanlıların siyasi hedefleri göz önüne alınmıyor. Askeri olarak ittifakları yapılıyor. İşte mesela, Güney Kürdistan Peşmergesi'yle Güneybatı Kürdistan savaşçılarıyla DAEŞ, oradan defedildi, gitti. Peki, sonra ne oldu?
Irak devleti gelip, Güney Kürdistan'ın topraklarının yüzde kırkını işgal etti. Koalisyon güçlerinin gözetiminde ve denetiminde yaptılar bunu. Türk devleti, Afrin'i, Serê Kanîyê'yi ve Girê Sipîyê’yi işgal etti ve koalisyon güçlerinin gözetimi altında yaptılar bunu. Bundan sıyrılmanın tek yolu; ittifakları, sadece askeri planda yapmamaktır.
Karşındaki güçlere, ittifak ettiğin güçlere, kendi siyasal hedeflerinle gitmelisin. Yani bence, her iki parçada da temel sorunumuz bu oldu. Umarım bundan sonra böyle olmaz.
Kürdistan'ın savaşçıları, gidip işte orada, Gabari Aşireti’nin savaşçılarıyla niye savaşsın? Niye orada gençlerimiz şehit olsunlar. Bunu mazur, meşru gösterecek, bir siyasi kazanım lazım bize. Ve orada zaten, Güneybatı Kürdistan'da da temel meselemiz, Güneybatı Kürdistan'ın, Kuzeydoğu Suriye içinde eritilmesidir. Şu anda, Güneybatı Kürdistan'da Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerel küçük birimler var.
Kobani var. İşte Dirbêsîye var. Amudiye var. Dêrika Hemko var. Onun dışında, Afrin'de yüzde doksan sekizi Kürt'tü. Şimdi Arap çoğunluk var. Serê Kanîyê'de Arap çoğunluk var. Girê Sipî’de Arap çoğunluk var. Qamişlo'da Kürtlerin oranı, yüzde kırklara düştü. Şimdi savaşıyoruz. Savaşta kazanıyoruz. Binlerce gencimizi şehit veriyoruz. Ama toprak kaybediyoruz. Bu siyaset tarzında bir sakatlık var. Hem Güney Kürdistanlıların, hem Güneybatı Kürdistanlıların, bu siyaset tarzını gözden geçirmeleri lazım.
Mesela İlham Ahmet dedi ki: “Bu saldırıları; Türkiye, İran, Suriye rejimi de destekliyor.” Ê destekleyecekler. Yani; düşmanın, sana düşmanlık yapması çok olağandır. Ama sen ısrarla; düşmanınla kardeşlik, barış, uzlaşma, edebiyatı yürütüyorsan, sorun sendedir. Sorun düşmanda değil. Düşman düşmanlığını yapıyor. Umarım, Deyrizor'daki gelişmeler de bu son yıllarda Kürt siyaset sınıfına egemen olan, devrimci olmayan, sürekli düşmanla uzlaşmayı arayan, uzlaşmayla Kürdistan meselesi gibi devasa bir meselenin çözülebileceğini vaaz eden, bu siyaset tarzından sıyrılırlar.
-Kürdistan sınıf siyaseti, Kürdistan siyaseti, şimdiye kadar yürüttüğü siyaseti düşünerek, bir yol alması gerekir ki özgür ve demokratik Kürdistan'ı yaratabilelim. Sizce nasıl bir yol izlemeli bu süreçten itibaren Kürdistan siyaset sınıfı?
-Şimdi birincisi, işgalci devletlerle ilişki, tehlikeli bir ilişkidir. Kürdistan’ın bölünmüş-parçalanmış olması, Kürdistan'daki siyaseti de cenderesine almış bir olgudur. Onun için diyelim; yani, Güney Kürdistan'da, bir ulusal kurtuluş mücadelesi verildiği zaman, Kuzeybatı Kürdistan'ın, Doğu Kürdistan'ın, Güneybatı Kürdistan'ın işgalci devletleriyle ilişkiyi normal addediyorlar. Aynı şey Kuzeybatı Kürdistan'daki siyasiler için de geçerli. Doğu Kürdistan'daki Kürdistanî siyasi partileri için de geçerli. Evet, bu bir reel politik zorunluluk. Bunu bir dereceye kadar anlamak mümkündür. Ancak Güney Kürdü; yani, Kürdistan'daki siyasiler, Kürdistan'ın kurtuluşunun bir bütün olduğunu, gözden ırak tutmamaları lazım.
Yani bir parçaya sıkışan ulusal kurtuluş mücadelesini, İşgalci devletler, her zaman bastırabilirler. Dolayısıyla bu diğer işgalci devletlerle kurulan ilişkiler, her zaman Kürdistan Devriminin aleyhine işleyen ilişkilerdir.
Burada temel sorun, Kürdistan meselesi, bir devrim meselesidir. Yani Bağımsız Birleşik Kürdistan; ilk elde, dört devletin sınırlarını değiştiren bir stratejik hedeftir. Bu dört devletin dünyadaki müttefiklerini, Ortadoğu'daki müttefiklerini de değerlendirdiğim zaman, bu müthiş bir potansiyeldir. Müthiş bir devrim potansiyelidir.
Ancak son yıllarda, Kürdistanî partiler, devrim anlayışından uzaklaştılar. Yani ben hatırlıyorum. Mele Mustafa Barzani döneminde, oradan söz edildiği zaman, yani Güney Kürdistan'da sürdürülen mücadeleden söz edildiği zaman, Arapça devrim olan “sevra” diyorlardı. “Sevrayla ilişkinizi doğru kurun. Ona yardımcı olun.” falan denirdi. Yani, Kürdistanlı yurtseverler, devrimciydiler; son yirmi yıla kadar, Kürdistan'da ulusal kurtuluş mücadelesinden söz eden herkes, kendisini devrimci olarak tanımlardı.
Çünkü yani bugün mesela, Kuzeybatı Kürdistan'ı esas alırsak; Türk devletini, devrim olmadan, Kürdistan'dan söküp atmak mümkün değildir.
Bu, Doğu Kürdistan için de böyledir. Güney Kürdistan için de böyledir. Güneybatı Kürdistan için de böyledir. Dolayısıyla öncelikle bu siyaset tarzını, değiştirmemiz lazım. İşgalci devletlerle uzlaşma, bu meseleyi çözmez. Bu uzlaşma sonuçta; Kürdistan meselesini, dört devletin iç işleri olarak görme anlayışıdır.
Yani Kuzey Kürdistan'da; işte egemen siyaset, PKK, HDP siyaseti, bu meseleye böyle bakıyor: “Bu bizim Türk devletiyle olan ilişkilerimizdir. Dışarıdan kimse karışmasın.” dediklerini de biliyoruz.
Parçacı siyaset, çıkmaz sokaktır. Gelebileceği yere Güney Kürdistan'da gelmiştir. Dolayısıyla öncelikle parçacı siyasetten kurtulmak lazım. Dar parçacı siyaset anlayışından.
İkinci olarak, dar partici siyaset anlayışından kurtulmamız lazım. Güney Kürdistan'da işleri bu kadar olumsuz hale getiren; özellikle bağımsızlık referandumundan sonra, parti iktidarı meselesidir. Dar particilik anlayışıdır. Yani başından da söyledim: “Eğer; YNK ile PDK, Kerkük'e birlikte girmiş olsalar idi. Kerkük; bugün, Hewlêr gibi, Duhok gibi, Süleymaniye gibi bir Kürdistan kenti olacaktı.”
Çünkü ortada bir Irak devleti yok idi. Ve iki bin üçte en örgütlü güç; Kürdistanî güçlerdi. Silahlı güç, Kürdistanî güçlerdi. Yani ne Şii Arapların, ne Sünni Arapların, ne de gündeme bile almaya değmez olan Irak Türkmenlerinin, ne örgütlü bir güç, ne de silahlı bir güçleri vardı. Bütün güç Kürdistan illerindeydi.
Ama her iki parti içindeki, parti-devleti anlayışı, bizi bugüne getirdi. Ve bu hala sürüyor. Yani YNK şunu diyemiyor: “Suni Araplar, Şii Araplar, Türkmenler; siz, Kürdistan Demokrat Partisi'ne karşı gösteri yapamazsınız.” diyemiyor.
Tabii bunun, Kürdistan Demokrat Partisi'nden kaynaklanan nedenleri de olabilir. Yani ben, Güney Kürdistanlı siyasal partiler hakkında konuşurken, genellikle ölçülü konuşuyorum. Çünkü yani, hem orada değiliz, hem aktif olarak oraya katkıda bulunamıyoruz. Örneğin; referandum sonrası, Türkiye, Güney Kürdistan'a saldırdığı zaman, biz Kuzeybatı Kürdistan'dan, Türkiye'yi durduracak bir eylemlilik gösteremedik. Bu durumda ölçülü konuşmayı doğru buluyorum. Yani Kerkük'e gidildiği zaman, YNK ile anlaşarak Kerkük il seçimlerinde de YNK ile ulusal bir liste çıkararak gidilmeliydi.
Bu olmadı. Bir örnek daha vereyim. PKK, Kürdistan Demokrat Partisi'nin, Kerkük'teki ofislerine, karargâhına dönmesine itiraz ediyor: “Bu bir provokasyondur.” diyor. Yok PKK, yani senin derdin Türkiye'yle uzlaşı arıyorsun. Kuzeybatı Kürdistan'da artık askeri bir varlığın kalmadı. Peki, Kürdistan Demokrat Partisi'nin Kerkük'e gitmesinden sana ne? Eğer bir ilgi kuracaksan, destek vermen lazım!
Sonuçta Kerkük'te, benim bildiğim kadarıyla, Kürtler arasında YNK'nin yüzde altmış civarında temsili var. PDK nin Yüzde otuz civarında temsili var. Sana ne bundan? Bir taraftan sen İlham Ahmet diyecek ki: “Türkiye, İran, Suriye rejimi, bu Deyrizor'da bize saldırıyor.” diyecekler. Sen öbür taraftan yine, Türkiye'nin, İran'ın, Irak'ın, Kürdistanlılara saldırmasına, bir şey demeyeceksin, Kürt tarafını suçlayacaksın!
Bunu o zaman ne adına yapıyorsun? Yani sen Güneybatı Kürdistan'da İran'a, Suriye'ye karşı olacaksın. Güney Kürdistan'da İran'ın denetiminde olacaksın. Haşdi Şabi’yle ilişki geliştireceksin. Bağdat rejimiyle ilişki geliştireceksin. Bu çıkmaz yoldur. İşgalci devletlerin kontrolünden çıkılması, temel sorunumuzdur.
Yani şimdi, her seferinde şunu soruyorlar bizlere; “Niye ulusal birlik sağlanamıyor? Niye ulusal birlik sağlanamıyor?” Bunun ana nedeni, bu siyasi partilerimizin içindeki işgalci devletlerin gücüdür. Çünkü PKK örneğinde olduğu gibi çoğu zaman, İran adına davranıyor. E bu olduğu müddetçe ulusal birlik nasıl oluşacak? E bir diğeri de bu parti iktidarıdır. Şimdi partiler modern kuruluşlardır. Ve üst aidiyetler üzerinden siyaset yapar. Aşiretlerden, mirliklerden farklı olarak, modern dönemin siyasi örgütleri olan partiler, üst aidiyetleri üzerinden siyaset yaparlar. Bu da ulus ve ülke aidiyetidir. Dolayısıyla talep edeceğin iktidar, ulusal bir iktidar olmalıdır, modern aidiyetler ulus aidiyetidir, ülke aidiyetidir. Ha normal toplumlarda, esas olan sınıf aidiyetidir. Ama biz henüz normal bir topluma dönüşmedik.
Çünkü modernite döneminde normalleşmenin tek yolu devletleşmektir. Devletleşmeyen bir toplum, normalleşemez. Normalleşemediği için sınıf aidiyetleri üzerinden bir mücadeleyi piyasaya süremiyoruz.
O zaman, ülke aidiyeti ve ulusa aidiyetini esas alın. E bizimkiler önce parti aidiyeti. Sonra parça aidiyeti. Sıra, Kürdistanî aidiyete gelmiyor bir türlü. Bu gelmediği müddetçe, çözümü yoktur. Uzattım bu bölümü. Şunu söyleyeyim:
Kürdistan Devrimi için devrimci parti lazım. Bugün her dört parçada sıkıntısını çektiğimiz temel mesele budur. Var olan siyasi örgütlerimizin tamamına yakın neredeyse konformist-reformist bir siyaset tarzına sahipler.
Oysa, biz biliyoruz ki özgürlük de eşitlik de bir devrim meselesidir. Ulusal bağımsızlık da Kürdistan için tartıştığımız zaman, ulusal bağımsızlık da bir devrim meselesidir. Ve bunu ancak devrimci parti önderliğinde halk mücadelesi sağlayabilir.
-Öğretici bir program oldu hocam, bir-iki cümleyle programı kapatabiliriz. Buyurun.
-Son olarak söyleyeceğim şudur: Kürdistan'ı işgal eden, işgal altında tutan ve zamana yayılmış jenosit sürecine koyan, dört tane işgalci devlet var. Bunların dünyada da müttefikleri var. Bu işin başını çeken; işte, yirminci yüzyılın başında İngiltere idi. Şimdi sahada başka devletler var. Bütün dünya, Kürdistan'ın içindedir, bugün. Yani bugün, Güneybatı Kürdistan'a da baksanız, Güney Kürdistan'a da baksanız, Doğu Kürdistan'a da Kuzeybatı Kürdistan'a da baksanız bütün dünya içinde. ABD'nin Kürdistan üzerinden bir politikası var. Rusya'nın var. Yani bu dört işgalci devleti bir tarafa bırak. Suudi Arabistan'ın var, Hindistan'ın, Çin'in var. Dolayısıyla böyle girift bir meseledir, Kürdistan meselesi. Bunu bilince çıkarmamız lazım. Bu dört işgalci devlet de Kürdistan’a düşmanca davranıyorlar. Düşmanlık sürdürüyorlar.
Bu devletlerin bizimle olan hukuku, düşmanlık hukukudur. Kanunla, hukukla falan hiçbir ilişkisi yoktur. Her dört parçada da göstermeliktir: Kanun, hukuk, demokrasi, İslamcılık, işte bilmem Baasçılık, bunların hepsi göstermeliktir. Esası, hepsinin ortak noktası, düşmanlık hukukudur. Kürdistanî siyaset de bu devletlerle hukukunu, düşmanlık hukuku üzerinden tanımlamalıdır.
Geçici dönemlerde işte, uzlaşma, bir araya gelme, yani böyle geçici aşamalar olabilir. Ama sonuçta, bu bir düşmanlık hukuku üzerinden süre giden, bir mücadeledir. Bu mücadeleyi de ancak devrimle kazanabiliriz. Geçici başarılar olur. Biz bu geçici başarıları da kazanımlarımız olarak değerlendiririz; gerek Güney Kürdistan’da, gerek Güneybatı Kürdistan'da. Ama bunların geçici olduğu ve Kürdistan Devrimi gerçekleşmediği müddetçe, bütün bu kazanımların, her an elimizden kayabileceğini, gözden ırak tutmamalıyız.
Yani pekâlâ yarın-öbür gün, Irak Federal Mahkemesi orada bir federal mahkeme var, İran'ın kontrolünde şöyle bir karar alabilir: “Kürtler anayasaya uymuyorlar. İşte bilmem petrol satıyorlar. Şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Ben, Federe Statüsü ‘nü ortadan kaldırdım.”
Kürdistanî siyasetin bütün bunları düşünmesi, buna göre düşmanla mücadeleye hazırlanmaları lazım. Dış ittifaklarını da bu çerçevede ele almaları lazım. Bunu yaptığımız ölçüde, Kürdistan'ın geleceği bence aydınlıktır. Her dört devlet de bundan elli yıl öncesiyle kıyaslandığında, her dört devlet de daha zayıftır.
Yani zaten Bağdat gitmiş, Şam felç olmuş. İran kuşatma altında. Türkiye, ciddi ve süregen bir siyasi kriz içinde, aynı zamanda ciddi bir ekonomik kriz içinde. Kürdistan'ın her dört parçası arasında iletişim olanakları, çok daha fazla artmıştır. Bunları göz önüne alıp, zor günlere hazırlıklı olmamız lazım. Bu hazırlığı yapmadığımız zaman, tarihi fırsatlar gelir geçer. Sen hazırsan o fırsatları kullanabilirsin. Son yirmi yılda birçok tarihi fırsat geldi kaçtı.
Yani DAEŞ silindikten sonra, kurtarılmış bölgelere giren peşmergeler, bu fırsatı doğru kullanmış olsalardı bugün, Kerkük'te; Türkmen çeteleriyle Haşdi Şabi çeteleri, buna cüret edemezlerdi.
İki bin on dörtte, Kobani direnişi sırasında, Güney Kürdistan'la Güneybatı
Kürdistan arasındaki sınır kalksa idi; Türkiye, Güneybatı Kürdistan'ı işgal edemezdi. Ama o dönem biliyorsunuz, güneyden Peşmerge'nin Kobani'ye girişini bile istemedi PYD-PKK. Bu tarihi fırsatlar seni beklemez. Sen hazırsan o fırsatları değerlendirirsin. Hazır değilsen kaybedersin.
Denge Kurdistan TV Hüseyin İşli
10-09-2023