Bu yaklaşan tehlikeyi gördüklerini ifade ediyor ve aslında buradan şunu da çıkarmamız mümkündür, devlet sadece tespit yapmaz, gereğini de yapar. Gereğini de bu örgütlere sızarak, örgütler arası çatışmaları kışkırtarak yapmıştır. Hâlâ yapmaya devam etmektedir. Onun için, onlar, sadece bir tespit değil, her tespit sonucu, bir eylem programı yapıyorlar.
Oradaki örgütler ile ilgili analizlerinin, doğruluğu yanlışlığı bir tarafa, şunu söylemek mümkündür; yani, MİT 1980'den sonra, özellikle de 90'lardan sonra, daha ciddi bir istihbarat örgütüne dönüştü. Ama tek tek bütün örgütleri izledikleri, onlarla ilgili not aldıkları ve büyük ölçüde, sızmaya çalıştıkları, birçok yerde de sızmayı başardıklarını söylemek mümkündür.
Yani belki, 80 darbesinde şeyi daha önce söylemiştim, yeniden tekrarlamaya gerek var mı bilmiyorum ama dış Kürtler meselesi, çok önemli bir faktördür. Humeyni'nin İran'da iktidara gelmesi ve Doğu Kürdistan'da defacto otonom yapıların oluşmasını, Türk devleti kendisi için ciddi bir tehdit olarak algılamıştır.
Ayrıca o yıllarda artık parçalar arası siyasal ilişkilerin, gelişmeye başladığı yıllardır. Yani mesela Doğu Kürdistan'da, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi'nin, baregehleri var. Güney Kürdistan'da Ala Rızgari’ nin, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları’nın, diğer örgütlerin, askeri birimleri ve mekânları var. Bütün bunlar da Türk devletinin, takip ve tarassuttu altındadır.
…
Çok ciddi bir ideolojik etkileri vardı ve özellikle Kürtlerdeki bağımsızlık hayalinin, fikir düzeyinde, duygu düzeyinde, yeniden canlandığı bir dönemdi. Yani artık, 30 yenilgisi, aşılmış oldu, 1970'ten sonra. 60'lardan başlayan bir süreçle ama esas itibariyle, 70'lerden sonra, Kuzey-batı Kürdistan'da, bu yenilmişlik psikozu aşılmış oldu. Kitle bağları oldukça gelişkindi. Yani çok kısa bir sürede, bu gelişim sağlandı.
Yani bu örgütlerin çoğu, 74’ten sonra kuruldu. 74-80, altı yıllık bir süre; kimisi 75’te kuruldu, kimisi 76, 77, 78’de kuruldu, ama çok kısa bir sürede Kürdistan’ın her tarafına ses iletebildiler ve yeniden, bir bağımsızlık hayalini yeşerttiler. Onlar için en büyük tehdit budur.
Bir de bu tabi, 12 Eylül darbesi değerlendirirken, şeyden ayrı değerlendiremiyoruz, o dönemin Sovyet-ABD dengesinden ayrı değerlendiremiyoruz. Onun için raporda ısrarla Sovyet yanlısı örgütler olarak not edilmesinin, bir nedeni de odur. Çünkü Türk Devleti, gerçekte Kürt ulusal hareketinin kendi dinamikleri ile oluşan bir hareket olduğunu bilir ama bunu dışarıya hep, dış devletlerin, çoğu zaman bunlar Emperyalist devletlerin olur, Bazen bu Sosyalist devlet olur, Sovyetler Birliği olur. Sovyet yanlılığına vurgu yapmalarının bir nedeni de odur. Maalesef Sovyetler Birliği, 1980-82 arasında, bu darbeyi sessiz geçiştirmiş, darbe ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır, ancak 82’den sonra Sovyetler Birliği, bu darbe karşı çıkmıştır. onu da not etmek gerektiğini düşündüm.
-Raporda sol örgütlerle, Kürt örgütlerinin ittifak yapmasını nasıl değerlendirirsiniz.
-Benim gördüğüm şu; onların esas tehdit olarak algıladığı, Kürdistanlı örgütleridir. Kürdistanlı örgütlerin, Kürdistan’ın diğer parçalarıyla, ilişkileri vardır. Hatta diğer parçaların, sömürgecisi olan devletler ile de ilişkileri vardır. Türkiye solunun, Türkiye solundaki silahlı mücadeleyi savunan grupların, bu imkânı, bu ilişkiyi, bir avantaja dönüştürebileceklerinden kaygılandıklarını düşünüyorum.
80 darbesinden sonra, Türkiye solcuların önemli bir kesimi de Kürdistan üzerinden, Suriye’ye geçtiler. Kürt örgütleri ile ilişkiler içinde, yurt dışına çıktılar. Bunu önceden öngördüklerini anlıyoruz. İkisi arasında oluşacak bir ittifakın da Türkiye kamuoyunu, etkilemesinden çekindiklerini düşünmek lazım.
Sonuç itibariyle, Türkiye solu; işte, bir tür Türk olarak algılanıyor, Türk toplumu içinde. Ona dikkat edilmesi gerektiğini söyleyen bir bölümdür
…
Dış bağlantı, karasal dış bağlantı, Kürdistan üzerinden oluyor. Bir tek işte İskenderun livası, ya da Hatay-Antakya o taraflarda, kısmi geçiş güzergâhları vardı. Onun yukarısında, tamamıyla Kürdistan üzerinden geçiş yapılıyordu.
Bir de, Kürt örgütleri, bir ulusal dava savundukları için, komünist olanı da olmayanı da, bütün Kürdistanlı örgütler, kendilerini bir ulusal davanın sürdürücüleri olarak, gördüler ve öyle söylediler. Gerçeği de budur ya da bu olmalı idi.
Bunun dünyada bir meşruiyete yol açabileceğini, devlet hesaplıyor. Dolayısıyla, THKP-C’nin, Avrupa'da meşruiyet kazanması zordur, ama THKP-C’nin, Kürdistanî bir örgüt üzerinden ya da onunla ittifak halinde, Avrupa'da meşruiyet kazanması daha kolaydır. Bütün bunları hesapladıklarını görüyoruz.
-Kısaca, Alevilik raporu üzerine, neler söyleyeceksiniz.
-Doğrusu tam olarak anladığımı söyleyemem, raporun Alevilerle ilgili kısmını.
-Raporun tamamı elimizde olmadığı için göremiyoruz onları. Çünkü Türkiye’nin batısına dair bir değerlendirme var mı, bilmiyoruz ama Kürdistan bölgesinde yaşayan Aleviler üzerine tek tek nüfus yoğunluğu haritaları var.
-Bence Türkiye Cumhuriyeti’nin Alevilikle problemi, Kürdistan Aleviliği üzerindendir. Dersim merkezli Kürdistan Aleviliği üzerindendir. Türkiye devletinin işte Çorum'da ya da İstanbul'a ya da başka yerlerdeki Türk Aleviliği ile ciddi bir problemi yoktur ve kasten bilerek, üç ayrı Aleviliği Anadolu Aleviliği altında birleştirmeye çalışmışlardır. Bunu özellikle Türkiyeli Solcular yapmıştır. Oysa ortada bir Anadolu Aleviliği yoktur.
Türkiye devlet sınırlarını esas alırsak, bir Kürdistan'da Rêya-Hak inancı vardır. Buna Alevilik, Kürt Aleviliği diyebiliriz. Bir Türkmen Aleviliği vardır, bu daha çok, Bektaşilik, Tahtacılık vesairedir. Bir de Arap Aleviliği var, buna Nusayrilik de deniliyor. Daha çok, işte bu İskenderun livasının orada mukimdirler.
Şimdi bu üç Aleviliği, ulusal-ülkesel aidiyetlerinden soyutlayıp, sahte bir Anadolu kavramı içinde toparlıyorlar. O raporda tehdit olarak görülen Aleviliğin, Dersim merkezli Kürdistan Aleviliği olduğunu düşünüyorum. Ve bunun, Kürt ulusal hareketi ile birleşme kaygısı taşıdıklarını düşünüyorum.
Buna şuna benzetebiliriz; 1925 Ayaklanmasında, Türk devletini esas tehdit eden, İslami damarla, modernist damarın birleşmesiydi. Yani, 25 ayaklanmasında hem İslami bir damar var, hem modern bir damar var ve bu ikisi, birlikte mücadele ediyorlar. Türk devletinin Dersim Aleviliği ya Kürdistan Aleviliği hakkındaki kaygısı da -zaten bir muhalefet potansiyeli taşıyor orası- Kürdistan Aleviliği üzerinden, bir muhalefet potansiyeli taşıyor, bu eğer ulusal, Kürt ulusal hareketi ile birleşirse, bunun kendileri için çok daha ciddi bir tehlike olacaklarını düşünüyorlardır.
…
Şimdi, Yahudileri dışarıda tutmak lazım, Türk devletinin o dönemde, Yahudileri bir tehdit olarak algıladığını sanmıyorum. Nedeni şu; Yahudiler, bu coğrafyanın otoktonu değiller. Ermeniler, Süryaniler, Rumlarsa bu coğrafyanın, otokton haklarındandırlar ve bu proje, bu otoktonları tasfiye edip, yeni bir ulus-ülke inşa etme projesidir. Şimdi esas dinamikleri yıkılmıştır; Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin toprakla bağlantıları kalmamıştır, nüfusları oldukça aşağıya çekilmiştir. Ama ortada, boylu boyunca Kürdistan var. Bu diğer otokton hakların da Kürdistan üzerinden, yeniden ayağa kalkmalarından çekiniyorlar. Yani bu projeyi göçertecek olan Kürdistan’dır. Ama eğer Kürdistan bu projeyi göçertirse, Rumlar da, Ermeniler de, Süryaniler de göçertilen bu cumhuriyetle hesaplaşacaklardır. Bunun için aralarında; yani, otokton halkları arasında, bir ittifak olabileceğini düşünüyorlar. Hoybun’da Ermeni-Kürt ittifakı da onların hafızalarında var. Nitekim böyle ittifaklar da oluşmuştur; hem devlet düzeyinde, Yunanistan'la, hem Ermeni örgütleri ile zaman zaman Kürt örgütleri arasında, böyle ittifaklar da oluşmuştur.
-Son olarak varsa söyleyecekleriniz, buyurun.
-Son olarak, söyleyeceğim şudur; Kürdistanlı yurtseverler, devrimciler, bu devleti iyi tanımalıdırlar. Hiç olmazsa bu devletin bizi tanıdığı kadar, iyi tanımalıyız bu devleti.
Bu devletin yüz yıllık Kürdistan pratiği, tam bir mühendislik projesidir, tam bir mühendislik faaliyetidir ve Kürdistan meselesi, dışında da aslında, başı sonu belli olmayan, darmadağınık bir devlettir ama söz konusu Kürdistan olduğu zaman, hem birlikteler, hem de tam bir mühendis gibi çalışıyorlar.
Şimdi biz bunla mücadele ediyoruz; onu, iyi tanımamız lazım. Bu Türkiye Cumhuriyeti projesinin, henüz gerçekleşmemiş bir proje olduğunu, jenosidal bir proje olduğunu, bizim ulus-ülke hakikatimizi, ortadan kaldırmaya çalıştığını da asla unutmamalıyız.
Bütün darbeleri, bütün önemli siyasal olayları, ya da Türk Devleti'nin siyasal hamlelerini, bu perspektiften değerlendirmek lazım:
-Yani Türk devleti şimdi; Afrin'de, Serêkaniyê’de, Girê Spî’de ne arıyor?
-Şunu arıyor; ileri savunma yapıyor, Diyarbakır'ın elden gidebileceğini düşündü, Diyarbakır korumak için ileri savunma yapıyor.
-Güney Kürdistan’ı, her gün bombalıyor. Niye bombalıyor?
-Kuzey Kürdistan’ı, bu diğer parçalardan tecrit etmeye çalışıyor.
Ayrıca oralarda yerleştiği müddetçe, hem Güney Kürdistan'ın, hem Batı Kürdistan'ın, bağımsızlığı ya da federal bir statü almasını da tehdit edecektir, bu devlet. Bizim daha çok; böyle, Kürdistanî bir perspektifle bakıp, anlamamız lazım.