Ali Polat: -Fuat Hoca’yla devam etmek istiyorum . Yani Türk devletinin niyeti Kürt varlığına, Kürdistan’ın birlik ve bütünlüğüne kastı ortada. Çok iyi özetlediniz. Hal ve durum bu iken örneğin PKK ’nin Türkiye’ye karşı verdiği yani şimdi devlet idealinden vazgeçmiş,Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesini Kürdistan’ın diğer parçalarına taşımasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tamam Türk devletinib niyeti belli, suçlu. Çok da etraflıca izah ettiniz. PKK’nin bu savaşı gerek Rojava’ya, gerek Güney Kürdistan’a taşıması, Türkiye’nin demokrasi mücadelesini orda vermesini nasıl izah ediyorsunuz. En azından buna zemin hazırlıyor. Bunu da bir değerlendirin, ondan sonra Güney’de ve diğer parçalardaki Kürt güçlerinin buna karşı reaksiyonları ve uluslararası reaksiyonları konuşuruz. Buyrun söz sizin.
Fuar Önen: - Tamam bir-iki eksik noktayı tamamlayıp geçeyim. Birincisi, Türkiye devletinin Kuzey Kürdistan'da, Irak Devleti'nin Güney Kürdistan'da, Suriye Devleti'nin Batı Kürdistan'da, İran devletinin Doğu Kürdistan'daki varlıkları, kanuni de değil, meşru da değil, hukuki de değil.
Şimdi hep bir sınırdan söz ediliyor. Sınır ötesi operasyondan söz ediliyor. Şimdi bu sınır Irak’la Türkiye'yi ya da Araplarla Türk toplumunu birbirinden ayıran sınırlar değil. Bu sınırlar sadece Kürtleri birbirinden ayıran sınırlardır. Dolayısıyla buradan yola çıkıp bu askeri operasyonlara, işgal hareketlerine, herhangi bir kanunilik, hukukilik, meşruiyet biçmek mümkün değil, bu bir zorbalıktır. Bir şiddettir, devlet şiddetidir. Vedat, iyi ki değindi. Ben o bahse gelecektim.
Devletin şiddet aygıtlarının yanında en az onlar kadar önemli ve etkili olan ideolojik aygıtları var. Bu ideolojik aygıtlar, bu şiddeti rasyonelize etmeye ve toplum içinde bir rıza üretmeye yarar. Maalesef bu ideolojik aygıtlar artık Kürdistan'da da oldukça etkili işlemeye başladılar son yıllarda, bunun bir nedeni de Kürt siyasetinin de Türk Devleti'nin egemen paradigmasına yakın paradigmalar üretmesidir. Bu konuya değinmek iyi oldu.
Bir düzeltme, Sykes-Picot için: Aslında Sykes-Picot’un Yakındoğu’da tesis ettiği bir statü yoktur. Kadüktür zaten Sykes-Picot Anlaşması. Ekim Devrimi bu anlaşmanın gerçekleşmesini engellemiştir. Yakındoğu'da esas statüyü oluşturan Lozan Anlaşması’dır. Bu nedenle de zaten Lozan Konferansı'nın tam adı: “Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı”dır.
Yani Türk Devleti'nin kurucu anlaşması olduğu söylenen bu anlaşmanın uzun adı hiçbir şekilde telaffuz edilmez, sadece Lozan Konferansı olarak geçer. Oysa esas adı birkaç tartışmadan sonra, o da Yakındoğu İşleri Hakkından Lozan Konferansı
olarak kabul edilmiştir. Yakındoğu’daki statikoyu çizen, aslında bu anlaşmadır.Onu Sykes-Picot’an ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Bütün bu sorunların temelinde, Milletler Birliği ve Birleşmiş Milletler'in ulus-devlet ülke arasında bir eşitlik çizmesidir. Milletler Birliği döneminde başlamıştır, Birleşmiş Milletler'de kısmi değişikliğe yol açmıştır ama esası devam etmektedir. O da şudur: Bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes bir millet oluşturur, o devletin egemenlik sahası içindeki toprak parçası da o milletin ülkesidir. Bu tarif, tarihsel toplumsal hakikatleri uygun olmayan bir tanımlamadır.
Dolayısıyla şu anda Türkiye ya da Irak adında bir ülke ve bunların vatandaşlarından oluşan bir millet yoktur. Bu devletlerin egemenlik sahasında birden fazla ulus gerçeği ve birden fazla ülke gerçekliği vardır. Devletler bu ulus ülke hakikatlerinin ortadan kaldırılması üzerinde kurulduğu için de bu iki devlet arasındaki anlaşmaların tümü işgalcidir, gayri meşrudur, gayri hukukidir, öyle bakmamız lazım.
Şimdi PKK’ye gelirsek, onun üzerine defalarca yazdık, tartıştık. PKK’nin Güney Kürdistan'daki varlığını meşrulaştıracak bir tek yol vardır. O da PKK, Güney Kürdistan yönetiminin, Güney Kürdistan'daki ulusal kurumların varlığını benimseyecek, saygı gösterecek ve Güney Kürdistan'daki varlığını, Güney Kürdistan yönetiminin rızasına bağlayacaktır. Bunu sağlamadığı müddetçe, bu tutumu almadığı müddetçe, PKK Güney Kürdistan için bir güvenlik sorununa dönüşüyor.
Şimdi Güney Kürdistan'da olan kurumlarla ilgili hepimizin birçok eleştirisi var. Ona değineceğiz herhalde ileriki bölümde. Ancak, Güney Kürdistan'daki federe yapı ülkemizin yüzde on sekizinin devletleşmesine giden, bağımsızlığına giden bir aşamadır. Bizim, Güney Kürdistan yönetimini desteklememizin, arkasında durmamızın, temel nedeni budur. Şu ya da bu partinin ne yaptığı ile ilgili değildir bu.
Ayrıca, 2017 bağımsızlık referandumu artık Kürdistan'ın bence bütün parçalarında, Kürdistan siyaseti için temel referanstır. Bunlar bütün parçaların ortak kazanımıdır ve üstelik bütün parçalardan kürdistanlıların kanıyılan elde edilmiş menzilidir. Sadece Güneylilerin kanıyla elde edilmiş mevziler de değildir. Bu mevzilerin kazanılmasında Kürdistan'ın her dört parçasındaki Kürdistanilerin emeği ve kan vardır. PKK önce bunu kabul etmelidir. PKK'nin ısrarla ve inatla kabul etmediği nokta budur. PKK, Güney Kürdistan'da bir tür bir parti devleti oluşumuna yönelmiştir. Güney Kürdistan'ın birçok bölgesinde yani mesela Gara Kuzey Kürdistan sınırından 30 kilometre içeridedir. Oradan Türkiye'ye dönük saldırı planlaması olmaz ama PKK orada da vardır, Şengal'de vardır. Şimdi
buradaki varlığını da Güney Kürdistanlı bir yönetim aktörü tarzında tanımlamaktadır. Kendi askeri egemenliğinin bulunduğu yere Güney Kürdistanlı resmi, meşru güçlerin de girmesini engellemektedir.
Bu kabul edilemez bir durumdur. Çünkü; bizler, Güney Kürdistan'daki Kürdistani kurumların -bu parlamentodur, hükümettir, Bölge Başkanlığı’dır- bunların Güney Kürdistan'ın tümüne egemen olmasını desteklemeliyiz. Oysa PKK'nın bu tutumu, bölgesel yönetimin kendi topraklarında egemen olmasını engellemekte, bir egemenlik krizine yol açmaktadır.
Zaten, Güney Kürdistan'da PKK dışında da ciddi bir egemenlik krizi vardır. Son dört yılda Kürdistan'ın %42-45'ine yakın bölümü, Bağdat Hükümeti ve Haşdi Şabi çetelerinin işgali altındadır. Burada egemen olan Irak Devleti ve Haşdi Şabi üzerinden İran devletidir. Beri tarafta Türkiye'nin 20-25 e yakın askeri yerleşkeleri var, Güney Kürdistan'da. Yani, Başika’dan Bamerne’ye, Soran’a bir dolu Türk devletinin askeri yerleşkeleri var. Bu da Güney Kürdistan'ın egemenliğini dağıtan; kendi toprakları üzerindeki egemenliğini engelleyen, bir durumdur. Bu durumda orada Türk devletinin egemenlğinden söz edebiliyoruz.
Ayrıca özellike son üç dört yılda, Güney Kürdistan'la Kuzey Kürdistan'ın ortasına çekilen sınır kuşağında çok ciddi askeri birlikler, askeri mevziler oluşturmakta ve oradan Güney Kürdistan’ı Hevler’i kontrol altına almaya çalışmaktadır. Bunun hemen arkasında ikili bir iktidar durumu var. YNK ile PDK arasındaki bir ikili iktidar durumu var. Bütün bunlar zaten Güney Kürdistan yönetiminin kendi toprakları üzerinde esas egemen güç olmasını, engelleyen faktörler. Şimdi PKK de bu çelişkilerden yararlanarak, Güney Kürdistan yönetiminin kendi egemenlik sahasında yegane egemen güç olmasını engelleyen bir pozisyondadır Bu bir.
İkincisi, her çatışmadan sonra PKK'nın silahlı güçleri daha derinlere, yerleşim yerlerine daha yakın yerlere kaymaktadır. Bu peşinde Türk devletinin de oraya kaymasına sebep olmaktadır. PKK’nin bütün bunları görüp, doğru yaklaşması lazım. O da nedir?
-Güney Kürdistan yönetiminin, Güney Kürdistan'daki ulusal kurumların, Güney Kürdistan'daki egemenliğine saygı göstermek, onu zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmaktır. Bütün Kürdistanlı yurtseverlerin, politikacıların, PKK’ye çağrısı bence bu olmalıdır.
Ama öbür taraftan, Güney Kürdistan Yönetimi, Türk devletinin, Güney Kürdistan'a yönelik bütün saldırılarını PKK’nin varlığına bağlamaktadır ki bu doğru değildir. Bu yanlıştır. Türkiye'nin bu askeri operasyonlarla ve Güney Kürdistan'a askeri olarak yerleşmekle, esas hedef aldığı, ortadan kaldırmaya çalıştığı, Güney
Kürdistan Federe Yönetimi’dir ve bunun bağımsızlığa evrilmesinin önlenmesidir. Güney Kürdistan Yönetimi’nin de, bu gerçeği anlaması, görmesi ve dile getirmesi lazım. Bu bir; ikincisi, PKK buradan çıksın demekle de bu sorun çözülmez. PKK oradan çıkacak, nereye gidecek?
-Şimdi, bu meselenin çözülebilmesi için, Güney Kürdistan Federe Yönetimi’nin koalisyon güçleri ile çünkü Irak Hava Sahası esas itibarıyla koalisyonun koruması altındadır, Koalisyon Güçleri’yle, gerekiyorsa Arap Devleti ile ve PKK ile görüşüp bu konuda bir çözüm önermesi lazım. “Buradan çekin gidin!” demekle çözülecek bir mesele değildir. kendi başına Kürdistan federe yönetiminin çözebileceği bir mesele de değildir.
Bu meselenin çözümünde, Koalisyonun da gerekli olduğu kadar, Irak Devleti'nin de katılımını sağlamak lazım. Örneğin sık sık Pkk’ye silah bırakma çağrısı yapılıyor. Ki “Ben o çağrıların dışındayım.” Ama yani şimdi silah bıraktıkları zaman, Güney Kürdistantan Yönetimi, PKK kadrolarının can güvenliğini sağlayıp, Güney'de kalmalarını sağlayabilecek midir? Buna bir uluslararası güvence getirebilecek midir? Şimdi, Güney Kürdistan Yönetimi, Koalisyon, aynı zamanda Türkiye'yi Hedef almalıdır. Yani,Türkiye ne olursa duracaktır? Çünkü şu anda PKK'nın Türkiye'ye dönük bir silahlı mücadelesi yoktur. Yani son dört yılda PKK-HPG’nin Türkiye'ye dönük bir silahlı mücadelesi yoktur.
Zaten PKK'nin paradigması, Türkiye için öne sürdüğü Demokratizasyon, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Cumhuriyet gibi tezler silahlı mücadeleyi dışlayan tezlerdir. Türkiye’yi demokratikleştirmek için, Kürdistan dağlarında savaşmanın, hiçbir askeri, siyasi, fikri mantığı yoktur.
Yani mesela, Türkiye'nin demokratikleşmesi için miting yaparsın, seçimlere katılırsın, yürüyüş yaparsın, afiş asarsın falan, sonra eğer Türkiye demokratikleşecekse, Kürtlerin niye ölüyor? Yani Türkiye'nin demokratikleşmesi için birilerinin ölmesi gerekiyorsa, bu Türkiyeliler olmalıdır.
Sonuçta devlet Türkiye'nin devletidir, demokratikleşirse de Kürtlerden önce Türklere yarayacaktır. Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kürtleri cepheye sürmenin hiçbir tür mantığı yoktur. Yine, Vedat Hoca daha iyi bilecektir; günümüz dünyasında silahlı mücadeleyi, devletlerarası hukukta ve planda da meşru kılacak tek hedef; Ulusal Bağımsızlık Hedefi’dir. Ulusal programdır. Yani Türkiye'nin demokratikleşmesi için silahlı mücadele ne içeride ne dışarıda hiç kimse tarafından meşru görülecek bir siyaset ve eylem anlayışı değildir.
Bitiriken şunu söyleyeyim; ana sorumluluk, Kürdistan Federe Yönetimi’ndedir. Öncelikle Federe Yönetim içinde, Türkiye'ye karşı, İran'a karşı, Suriye'ye- Bağdad’a karşı, ortak bir “Ulusal Program, Ulusal Politika” oluşturulmalıdır. Yine
bu birleşik politikanın bir parçası olarak, Türkiye ile koalisyon ile PKK ile PKK’nin yol açtığı güvenlik sorunları tartışılmalı ve bir çözüm planı oluşturulmalıdır. Yani bu çağrılarla ortadan kaldırılabilecek bir mesele değildir, deyip burda noktalıyorum.