ULUSAL BİRLİK OTURUMU
Politik soykırım vardır, fiziki soykırım vardır, ekonomik soykırım vardır, dil soykırımı vardır ve nihayet kültür soykırımı da vardır. Sabahattin Arkadaş belirtti, biz genelde toplantılarımızda Kürtçe konuşuruz. Ama bu toplantıda anlaşılmak için, sonradan arkadaşlarımın bana vereceği cezaya da katlanarak, anlaşılmak için, Türkçe konuşacağım.
Şimdi arkadaşlar, kavramlar, içi boş çuvallar değildir. Bu kavramlara istediğiniz şeyleri istediğiniz gibi koyamazsınız. Kuzey Kürdistan’da, Kürdistan’da, “Ulusal Demokratik Birlik” ya da “Ulusal Birlik”, nasıl derseniz deyin, içine herkesin istediği şeyi koyabileceği, bir kavram değildir.
Bir, eğer ulusal birlikten söz ediyorsak, bir ulustan söz ediyoruz. İkincisi, dünyada ulusal birlik, ulusun birliğinin sembolü, son 200-300 yıldır, ulus-devletlerdir. Bugün dünyada 200’ün üstünde devlet var, Birleşmiş Milletler, bu devletlerin ahalisini “ULUS” olarak kabul ediyor. Burda bir sıkıntı var; Kürtler, dünyanın en büyük, devletsiz ulusudurlar. O zaman, burda eğer, bir ulusal birlikten söz ediyorsak, bu ulusun özgürlüğünü, bu ulusun yurdunun kurtuluşunu, hedefliyor olmamız lazım. Yani eğer bir siyasi aktör, herhangi bir yerde, ulusal birlikten söz ediyorsa, orada ya bir ulus-devlet vardır, ya da devlet kurma hakkı, elinden alınmış bir ulusun, kendi geleceğini belirleme hakkını savunuyordur. Bu temel prensip dışında, herhangi bir çerçevede, ulusal birliği savunmak, mümkün değildir.
Örneğin, dil-kültür hakları için ulusal birlik olmaz. Kürt ulusunun, kendi ülkesinde, kendi geleceğini, kendisi belirlemesi çerçevesinde bir ulusal birlik olabilir. Bu ulusal birlik, dil hakkını da savunur, kültürel hakları da savunur ve buna benzer, o ulusun bütün temel haklarını, savunarak gelişir.
Şimdi bu gündem maddesinde bir sıkıntı var, DTK’nın misyonudiye geçmiş oraya. DTK kendi misyonunu kendi organlarında tartışmıştır, kendi organlarında, misyonunun ne olduğunu muhtemelen saptamıştır, bir.
İkincisi, DTK’nın misyonu; PKK'yi tartışmadan, DTK’nın misyonu, KCK tartışmadan, DTP’yi tartışmadan, Öcalan'ı tartışmadan DTK’nın misyonu ne tartışılabilir, ne de anlaşılabilir bir şeydir.
Bu gündem maddesinde, DTK’yla ilgili olarak, öyle sanıyorum ki arkadaşlar, DTK’lı olmayan katılımcıların DTK hakkındaki düşüncelerini, varsa önerilerini istemişlerdir. Böyle yorumlayarak, DTK hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.
Bir, DTK’nın en önemli özelliği, DTK’nın defacto bir örgüt olması, defacto bir hareket olmasıdır. Kürdistan’da on yıllardır, biz, legalite ve ilegalite ikilemine sıkıştırıldık. Bana sorulursa, Kürt siyasetinin en temel meselelerinden biri budur. Ya legalite ya ilegalite denildi bize. Türk legalitesinde, Kürt ve Kürdistan yoktur. Kürdistan’ın da kendi legalitesi yoktur. Bu yüzden, Kürt özgürlük hareketinin, legal mücadele olanakları çok dardır, çok sınırlıdır, legalite Kürt özgürlük mücadelesine takiye dayatmaktadır. Kürt siyasetçileri, bu imkandan yararlanmak için, kendi öz duruşlarından, öz kimliklerinden taviz vermek durumunda kalmaktadırlar.
Diğer alan, ilegalitedir. Bu ilegalite de özellikle, hele günümüz dünyasında, bu alan da çok dardır. Anladığım kadarıyla DTK, legalite-ilegalitenin kesişim düzleminde defacto bir hareket olarak kurulmuştur. Yasal bir hareket değil, meşruiyeti esas alan bir harekettir. Eğer bu algılarım doğruysa; DTK’nın en önemli özelliği budur. Burası çok ciddidir, Kürdistan özgürlük mücadelesi için, açık alan ve defacto hareketleri çok fazla önemsemeli, çok fazla öne çıkarmalıyız.
TEVKURD olarak, dört yıldır, biz bu konseptte, mücadele ediyoruz, mücadele etmeye çalışıyoruz. Bu alan ulusal birlikle de ilgilidir. DTK’nın bu özelliği ulusal birlikle de ilgilidir. Kürdistan'da ulusal güçlerin birliği bir legal örgütte sağlanamaz. Çünkü bu legalite, seni tanımıyor. Ülkenin varlığını tanımıyor, milletin varlığını tanımıyor. Örneğin, Demokratik Toplum Partisi’nde, Kürdistan ulusal birliğini nasıl sağlayacaksınız, sağlayamazsınız. Kürdistan’ın kendi legalitesi de yok. O legaliteye uygun olarak, bir ulusal Birlik Platformu kuralım. O zaman en elverişli alan, bu üçüncü alan dediğimiz, defacto örgütlenmelerin meşruiyeti esas aldıkları, alanlardır. Bu bakımdan önemlidir.
Şimdi, DTK’yla devam edersek; bir ulusal duruş, bir ulusal perspektif lazım. DTK’nın şimdiye kadar, bu konuda, söyledikleri şunlardır; ilk kuruluş manifestosunu, Leyla Hanım, bu Konuk Evi’nin orada okudu, on bin kişinin katılımıyla; DTK, “Özerk Kürdistan” dedi.
Ben otonomist değilim ama demokratik özerk Kürdistan’da benim, anladığım şudur; Kürdistan’ın Türk devletiyle, Türk Egemenlik Sistemi’yle ilişkisi, demokratik ve otonom olmalıdır. Yani Demokratik Toplum Kongresi, bir Kürdistan tanımlıyor, burda, herkesin söylediği gibi Kürt coğrafyası gibi belirsiz bir şey söylemiyor. Bu zaten çok saçma bir kavramdır. Kürt coğrafyası, bizim coğrafyamız, bizim bölgemiz.
Yeryüzünde, kendi yurdunun adını kullanmaktan, ısrarla kaçınan siyasetçi, bir tek Kürdistan’da vardır. Bundan daha doğal, daha insani, daha ilahi bir şey var mıdır ki bir insan, Kürdistan desin, ben Kürd’üm, Kürdistan diyorum, Çeçen, Çeçenistan diyor, Filistinli Filistin diyor.
DTK’nın o ilk manifestosunda bu öndeydi, bir Kürdistan var, bu Kürdistan'ın merkezi yönetimden ilişkisi, otonom ve demokratik olacak. Ancak süre geçti, bunun açımlanması geldi. Örneğin, Hatip Dicle Arkadaş, bu demokratik özerk Kürdistan’ı açıklamaya başladı, Hatip Dicle Arkadaş dedi ki; Türkiye’yi 25 ayrı İl’e böleceğiz, bu iller özerk olacak.
Şimdi bu özerk demokratik Kürdistan değil. Bu demokratik özerk Türkiye. Bu 25 ile böldüğünüz zaman, Kürdistan’ı nereye göndereceksiniz. Kürdistan'ı sonra kaça böleceksiniz. Sonra niye bölüyorsunuz. Zaten emperyalistler ve sömürgeciler tarafından dörde bölünmüş, fazladan siz niye bölüyorsunuz?
Demokratik Özerk Kürdistan, Türkiye’nin 25 ile bölünmesiyle izah edilemez. DTK’nın üçüncü kongresiyle yeniden Demokratik Özerk Kürdistan öne çıktı. Pankart asıldı; “Demokratik Özerk Kürdistan” diye. Bu kez, bu kongreden sonra; sanıyorum, belediye reislerinin, bir cumhurbaşkanı ile görüşmesi falan söz konusuydu, bu sefer “yedi bölge” dediler. Şimdi bu olmaz.
Buradan bu çağrı metninin, mantığını da eleştirmek üzere söylüyorum; Kürt sorunu kavramına geçiyorum. Şimdi bu kavram altında birbirinden farklı, sosyal olarak, politik olarak birbirinden farklı üç ayrı sorun kümesi tartışılmaya çalışılıyor. Bu konuda açıklık sağlayamazsak ne bu çalıştaydan ne başka hiçbir tartışmadan bir sonuç çıkmaz.
Kürt sorunu adı altında, tartışmaya açılan sorular şunlardır; bir, Türkiye'deki Kürtler, İstanbul'da, Mersin'de, İzmir'de kendi yurtlarından kopmuş, kendi yurtlarına uygulanan, total jenosit sonucu, yurtlarını terk etmek zorunda kalmış, milyonlarca Kürt var.
Şimdi, bu milyonlarca Kürdün, sorunları da var. Kürt sorunu diye bunu söylüyorsanız, bunun konsepti bellidir. Avrupa sözleşmelerinde de var, Birleşmiş Milletler ‘de de var. Bu azınlık uluslar konseptidir, azınlıkların hakları konseptidir. Bu sorunu, o konseptle tartışabilirsiniz.
Kürt sorunu derken; Konya-Ankara hattında ya da Anadolu Kürtleri denilen kesimi tartışıyorsanız, bu kesimin metropol Kürtlerinden farkı şudur; burada, Osmanlı İmparatorluğu döneminde göçertilen Kürtler, topluca yerleştirilmiş. Cumhuriyet çok daha mühendisçe yaklaştığı için Kürtleri dağıtarak iskân ettirmiş, Osmanlılar topluca. Eğer tartıştığınız buysa, bunun da yolu bellidir, belki Hatip arkadaşımın söylediği, orası için geçerlidir. Özerk iller konsepti. Eskiden Sovyetler Birliği’nde de vardı. Çoğunluğu farklı olan bir ile, özerklik verirsiniz, bu konsept içerisinde tartışılabilir.
Ama eğer, Kürdistan'a geliyorsanız, Kürdistan'a geldiğimiz zaman şunu çok açık yüreklilikle ve çok net söylemek lazım. Burada mesele, parçalanmış bir ulus ve ülke meselesidir. Bu meselenin altında bir tanım, parçalanmış bir ulus ve ülke meselesini Kürt sorunu olarak tarif etmek, yanlıştır. Parçalanmış bir ulus ve ülke meselesidir, buradaki sorunu da tartışmanın, yolları vardır. Cemiyet-i Akvam ’da, Birleşmiş Milletler’de, Avrupa İnsan Haklarında, bunun prensibi bellidir. Kendi geleceğini belirleme hakkı, self-determinasyondur.
Kürdistan’da bu parçalanmış ulus-ülke gerçekliğine bir çözüm arıyorsak, self-determinasyon konseptinin dışında, bu sorunu çözebilecek, hiçbir konsept yoktur. Burada ne demokratik özerklik işler, buradan ne kültürel haklar işler, burada ne başka bir şey işler. Yeryüzündeki diğer bütün milletler gibi, Kürk milletinin de kendi geleceğini belirleme hakkı vardır, çalıştayımız, eğer bir sonuç bildirisi yayınlayacaksa, bence bunu esas alan, bir sonuç bildirisi yayınlamalıdır.
Sonuç olarak söyleyeceğim şu; bir ulusal birlik problemimiz varsa ki bence var, o noktada Ruşen Bey’e katılmıyorum, ulusal birlik tekçiliği çağrıştırmaz. Ulusal birlik sonuçta, bir ulusal temsili örgütten söz etmiş oluyoruz. Ulusal birlik çağrısı yaparken, bu ulusu temsil edebilecek, bir birlik örgütü, bir birlik hareketi söylemiş oluyoruz.
Bu birlik hareketi, hiç kuşkusuz çoğulcu olmalıdır, bu birlik hareketi, hiç kuşkusuz demokratik olmalıdır. Ama bunu söylemek tekçilik değildir. Mesele buysa, ulusal birlik meselesinin tartışılabileceği konsept bellidir. Kürk millet gerçekliği tanınacak, Kürt vatan gerçekliği tanınacak, Kürt milletinin, Kürdistan'da kendi kendisini yönetme hakkı tanınacak. Ulusal birliğin, üzerinde tartışılabileceği tek konsept budur.
Bunu söylemek şimdiden oraya kadar atılacak hiçbir adım yoktur, demek değildir. Dil konusunda yine birçok işler yapabiliriz, kültür konusunda gene birlikte birçok işler yapabiliriz, bu çatışmasızlık ortamı denilen konuda gene birçok işler yapabiliriz. Ama bunun adı, ulusal birlik olmaz. Ulusal birliğin üzerinde şekillenebileceği konsept, dünyanın her tarafında böyledir; ulus-ülke gerçekliğini esas alır ve o ulusun kendi geleceğini belirleme hakkını ilke olarak kabul eder.
-Bir-iki noktaya daha değineyim, kavramlar konusunda; Şimdi mesela fail-i meçhul. Şimdi bir Kürd’ün, 1990’larda olan olaylar için fail-i meçhul demesi garabettir. Türk parlamentosunun komisyonu, on yedi bin insanın öldürüldüğünü söylüyor, dünyanın hiçbir devletinde 17000 insanın öldürülmesi, fail-i meçhul olarak tanımlanmaz. Bu bir toplu katliamdır. Tayip, Türkistan'daki çatışmalarda ölen 150-200 kişi için adeta soykırım dedi. Biz Kürtler, devletin bilinçli olarak, belli bir plan dahilinde, ortadan kaldırdığı 17000 Kürt için fail-i meçhul diyoruz.
Sonuç bildirisi için öneriyorum, kim not alıyor bilmiyorum, ortaya söylüyorum. Eğer bu çalıştaydan bir sonuç bildirisi çıkacaksa, Bu çalıştay, 1990’lı yıllarda, Türk devletinin Kürdistan’da açık, hesaplı bir toplu katliam yaptığını deklere etmelidir. Ulusal Birlik bakışı budur.
Kendi ülkemizde, 17000 insanımızın öldürülmesine biz, faili meçhul dersek ve üstelik Ahmet Bey'in, bunu gündeme de getirmeyebiliriz, birbirimizi affedebiliriz de sözünü de göz önüne alırsak, bu olmaz. Ulusal birlik perspektifinin buna söyleyeceği şey budur.
Son bir şey söyleyeyim, sözcüler de söyledi, Kürtler barış istiyor, hayır; Kürtler hak ve özgürlüklerini istiyor. Eğer Kürdistan’da Kürt halkının hak özgürlükleri teslim edilirse, Kürtler zaten herkesle barışıktırlar. Kürtler, bütün komşularıyla; Araplarla, Acemilerle, Türklerle her kim varsa, Kürtler bütün komşuları ile barışıktır. Kürtlerin komşularına açtığı bir savaş yok. Tam tersine Kürdistan’a dayatılan bir savaş var. Biz Hak ve özgürlüklerimizi istiyoruz. Bu hak ve özgürlüklerimiz teslim edildiği zaman, biz kendimizle de herkesle de barışığız. Sonuç bildirisi için, önereceğim bir şey de oydu. Teşekkür ederim.
DTK 2 KÜLTÜREL HAKLAR OTURUMU
-Sözü Sayın Fuat Önen’e bırakacağım.
Şimdi, Meral Hanım’ın başarılı moderasyonu ile 1. oturumu bitirdik bitirdik mi? Bana kalırsa bitirmedik. Bu bir çalıştay, seminer, panel ya da sempozyum değil. Burada birlikte çalışmak, birlikte ne işler yapacağımıza karar vermek için konuşuyoruz. Peş peşe herkesin, kendi düşündüklerini söylemesi elbette önemlidir. Birbirimizi dinlememiz, elbette önemlidir ama çalıştayın mantığı bakımından, bu yeterli değildir. Umarım bundan sonraki çalıştaylarda, bu konuyu gözeterek, çalıştayları yaparız.
Burada dil konusunda bir takım uyarılar yapıldı. İşte ulusal demokratik birlik dememek lazım, Kürdistan'dan söz etmemek lazım, bu çözüm sürecini güçleştirir falan denildi. Bu uyarılardan dolayı, şu açıklamayı yapmak ihtiyacını duyuyorum.
Ben bu çalıştaya, “Abdullah Gül iyi şeyler olacak” dedi, diye gelmedim. Bu çalıştaya; ben, “Tayyip Kürt sorunu vardır” dedi, diye de gelmedim. bu çalıştaya geliş nedenim benim şudur; Kürt, Kürdistan meselesinin çözümünde, ulusal demokratik birlik, Kürdistan'da ulusal birlik hayati önemdedir, böyle düşündüğün için buradayım. Demokratik Toplum Kongresi’ni çok ciddi bulduğum için buradayım, Demokratik Toplum Kongresi'nin içindeki ve dışındaki Kürt taraflarıyla, ulusal demokratik bir diyaloğun önemine inandığım için buradayım. Dolayısıyla, burada söylediklerimin, söyleyeceklerin, Abdullah Gül'ün elini zayıflatacağı ya da güçlendireceği benim sorunum değildir, Tayyip Erdoğan'ın elinin güçlenip günlenmeyeceği de benim sorunum değildir. Benim sorunum, Ahmet Türk'ün dediği sorundur. Kürdi, Kürdistanî bir duruşu güçlendirmek meselesidir.
Ahmet Türk'ün, bir söylediği ne yazık yeterince tartışılmadı. Bir oyun var. Bizim bu oyunu bozmamız lazım, dedi. Bizim sorunumuz budur. Bu oyuna ancak Kürdi, Kürdistanî duruşu, güçlendirerek bozabiliriz. Esas kaygımız da bu olmalıdır. Yoksa Abdullah’ın eli zayıflar, Erdoğan’ın eli güçlenir, bu değildir bizim meselemiz.
Buradan hızla, kültürel haklara geçiyorum. Çağırıcı arkadaşlar düşünmüşler ve demişler ki kültürel haklar, üzerinde en kolay uzlaşılabilecek haklar olduğu için, gündem maddesi yaptık. Çağrıcı arkadaşların, değerlendirmelerine katılmıyorum. Bu doğru değildir. Bir ulusun hakları, birbirinin yan yanına oturtulmuş kompartımanlar şeklinde değildir. Bir ulusun haklarını, siz böyle bölemezsiniz. Kürt halkının siyasi haklarını tartışmadan, kültürel haklarını asla ve kat-a çözemezsiniz. Kültür meselesi de Yavuz hocam değindi, Nurcan Hanım da söyledi. Kültür meselesi de çok tartışmalı ve çok geniş bir kavramdır. Onun için tartıştığımız konu kültürel haklar olmamalıdır, konu başlığı. Kültürel hakları, siyasi hakların, iktisadi halkların, dil hakkının ötesinde, ayrıca kendi başına, tartışamazsınız. Böyle bir kültür yok çünkü öbür taraftan, bir ulusun hakları, iç içedir ayrı ayrı kompartımanlarda değildir. Öyle sanıyorum ki çağrıcı arkadaşların bundan kastı, gündemin bir sonraki maddesini de göz önüne alarak söylüyorum; şu dönemde, acil talepler olarak, neyi öne sürebiliriz? Acil talepler olarak ne isteyebiliriz?
Şimdi, bunu, bir bütün olarak, kültürel haklar olarak, formüle edersek, yanlış yapmış oluruz. Çünkü bu hakları birbirinden ayıramayız. Birazdan nedenini biraz daha açıklamaya çalışacağım.
Birinci konuşmamda da belirttim; yani, hangi Kürtlerin haklarını tartışıyoruz. Bunu gözetmeden, yapılacak her türlü çözüm önerileri, havada kalır. Şimdi, burda Kürtleri bir tarafa bırakıp, Türklerden örnek veriyorum. Kültürel haklar, sadece Kürtlerin hakları, değildir. Dünyanın birçok yerinde, Türk grupları da var ve Türk devleti, dünyanın her tarafındaki Türklerin kültürel hakları hakkında da çok hassastır. Örneğin Bulgaristan'daki Türklerin, kültürel haklarını savunur, dil haklarını savunur bu devlet. Kerkük, Musul’da da Türkmenler var, Türk devleti, bunların da haklarını savunur, Almanya'daki Türklerin kültürel haklarını da savunur. Üstelik Almanya'daki Kürtleri, Türk kabul ederek, onların haklarını savunur. Ankara'da da Türkler var, Ankara'daki Türklerin de kültürel hakları var. Şimdi Ankara'daki Türklerle, Kerkük’teki Türklerle Bulgaristan'daki Türkler ile Almanya'daki Türklerin kültürel haklarını tek bir çizgi üzerinde tartışabilir misiniz?
Bulgaristan'daki Türklerin hakları için Bulgaristan Devleti'nden idari reform talebinde bulunuyor. Burada konseptler bellidir, hukukçu arkadaşlarımız, çok güzel anlattılar onları. Kerkük’teki Türkmenler için çok daha geniş haklar var ve oradaki 200-300 bin Türkmen, buradaki 15 milyon Kürt’ten çok daha fazla haklara sahip. Ama Ankara'daki Türklerin haklarıyla bunları kıyaslayamazsınız. Ankara'daki Türklerin haklarını; Ankara'da bir devlet var, bir parlamento var. bir Kültür Bakanlığı var, bir Milli Eğitim Bakanlığı var, orada, bu işlere bunlar bakıyor. Ee Bulgaristan'da bir Türkistan olmadığı için, orada böyle bir şey yok. Irak'ta da bir Türkmenistan olmadığı için böyle bir şey yok.
Şimdi İstanbul’da 3 milyon Kürt var, doğrudur. İstanbul'daki 3 milyon Kürt’ün kültürel hakları da var, bu da doğrudur. Ama İstanbul'da bir Kürdistan yok. Şimdi İstanbul’daki Kürtler için, düşündüğümüz kültürel hakları, olduğu gibi Kürdistan’daki Kürtlerin kültürel hakları olarak ele alabilir miyiz? İkisini aynı minval üzerinde değerlendirebilir miyiz? Değerlendiremeyiz, bu yanlış olur. Bu ayrımı yapmadığımız zaman, Kürt halkının ulusal haklarını, Faik Hoca’nın dediği gibi teritoryal zemindeki haklarına işaret etmediğimiz zaman, Kürt halkını Türkiye’de toprağından koparmış oluyoruz. Kürt halkını, Türkiye'deki Çerkezler gibi, Arnavutlar gibi, anavatanlarından gelmiş ve bu coğrafyada yaşamış azınlıklar haline dönüştürüyoruz. Türk devletinin, Ahmet Türk'ün söylediği oyunun bir parçası, bence odur, Türk devletinin esas oyunu da budur.
80 yıl Kürt yoktur, dediler. Bir sonraki 80 yıl için de bu sefer, Kürt vardır, ama Kürdistan yoktur, diyecekler. Bu oyunu da bozmanın yolu, Kürt halkının ülke gerçekliğine işaret etmek, söylediğimiz şeylerin, hangi bağlamda söylendiğine işaret etmekle, mümkün olur. Bu ayrımı gözetmeden, doğrudan, işte, Kürtlerin kültürel hakları dersek, bu sorunun altından kalkamayız.
Şimdi, kültür sorunuyla beraber dil sorunu da tartışılıyor ve işte, anadilde veya ulusal dilde eğitimden söz ediliyor. Orda mesela Ahmet Bey’in çok ciddi bir sorusu var; yani Kürdistan’da anadilde eğitimi nasıl yapacaksınız? Onun ötesinde, Abdullah Bey’in çok ciddi bir sorusu var. Bizim, lehçeler sorunumuz var, bizim, alfabe sorunlarımız var, diyor.
Şimdi, tabi, arkadaşları anlıyorum. Arkadaşlar beni dinlerken, muhtemelen, bu adam da ne diyor, diye de düşünüyor olabilirler. Ben de arkadaşlar konuşurken böyle şeyler hissediyorum. Şimdi, mesela şuna hayret ediyorum; Kürdistan'da anadilde eğitimi, Türk Milli Eğitim Bakanlığı'nın mı yapacağını düşünüyorlar? Kürdistan’da, anadilde eğitimin, Türk Talim Terbiye Kurulu denetiminde yapılabileceğini mi düşünüyorlar, arkadaşlar? Böyle bir şey olur mu? Kürdistan’da eğer anadilde eğitim isteniyorsa, Kürtçenin resmi dil olması isteniyorsa, Kürdistan’da parlamento olması lazım. Kürdistan’da bir parlamento talebinde bulunmadan, siz bu meseleleri nasıl çözeceksiniz? Türk Talim Terbiyesinin, Kürdistan’da Kürtçe ile eğitim yapabileceğini mi düşünüyorsunuz?
Şimdi, bunu söylerken bugünden yarına Kürdistan’da bir parlamento kuralım diye söylemiyorum ama perspektif bu olmalıdır. Bugünden yarına bazı acil taleplerde bulabiliriz, Şu yasayı değiştirin, diyebiliriz, bu yasayı düzenleyin, diyebiliriz, Yeni bir yasa çıkarın diyebiliriz. Ama, yani, insaf edin! Anadilde, ulusal dilde, bir eğitim diyorsanız, Kürdistan’da bir parlamento olmadan, bu parlamentonun, Kültür Bakanı, Milli Eğitim Bakanı olmadan, Kürdistan'da anadilde eğitimi nasıl sağlayacaksınız? Kürtçe, Kürdistan'da nasıl resmi dil olacak? Bu mümkün müdür? Bu mümkün değildir. Acil talepleri tartışalım. Neleri acil talep olarak öne sürebiliriz, bunu tartışalım. Ama eğer, Kürt halkının ulusal haklarından söz ediyorsak, o zaman bunun yolu, budur. Onun için Osman Baydemir Sadece bu salonu bize tahsis etmeyi düşünmekle kalmamalıdır, Kürdistan parlamentosunun hazırlıklarını yapmalıdır. Çözüm çünkü ordadır. Başka türlü bir çözümü yoktur, bunun.
Şimdi burda, bir diğer kavram kargaşası var; bireysel haklar, kolektif haklar. Muhataplarımız, Kürtleri ilgilendiren bütün sorunların, aslında kolektif haklar olduğunu, biliyorlar. İlker Başbuğ da bilir, Tayyip Erdoğan da bilir, öteki de bilir, beriki de bilir. Bunu, böyle kabul etmeye gelmez. Çünkü siz bunu bireysel haklar bağlamından çıkarırsanız, esas meseleye gelirsiniz ve Türk tarafı esas meseleye gelmekten, kaçıyor. Bunun nedeni budur. Bir bilgi meselesi değildir.
Ancak Kürt tarafının da şuna dikkat etmesi lazım; bireysel hak değil kolektif hak dediğiniz zaman, iş burada bitmiyor. Kolektif hak dediğinizde ne kastediyorsunuz? Azınlık hakları da kolektif haklardandır. Ulus hakkı da kolektif haktır. Siz eğer Kürt halkının ulusal demokratik hakları diyorsanız, bu kolektif bir haktır. Ama azınlık hakları da kolektif bir haktır. Dolayısıyla, Kaçak dövüşmeyelim. Kaçak dövüşmenin bize kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Eğer bu meseleler, bireysel haklar değil, kolektif haklardır, diyorsak, bu kolektif hakların da adını koyalım. Kürtleri Türkiye'de bir azınlık mı görüyorsunuz, Kürtleri Kürdistan'ın otokton kadim halkı olarak mı görüyorsunuz? Her ikisi de kolektivite’dir.
Bir nokta da şudur; yani bir parlamento talep etmek, bence Kürtlerin ortak müştereği olmalıdır. Bundan sonra tartışma biter mi? Hayır, bitmez. DTK’lı arkadaşlar, bu parlamentonun otonom olacağını öneriyorlar, HAKPAR’lı, KADEP’li arkadaşlar, bu parlamentonun federal olması gerektiğini, düşünüyorlar. Bazı Kürt çevreleri ve bu arada ben, Kürdistan'ın birliğini, tarihsel bir hak olarak düşünüp, bağımsız bir Kürdistan parlamentosu istiyor olabilirim. Bu, bizim kendi iç tartışmalarımızdır ve bütün bunlar, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı prensibi etrafında birleşebileceğimiz, birlikte iş yapabileceğimiz, mevzulardır. Bunlar bizim dâhili tartışmalarımızdır. Ama sınırımız Kürtlerin Ulus-Ülke gerçekliğine dikkat etmek, Ulus-Ülke gerçekliği üzerinden, birlikte iş yapabileceğimizi düşünüyorum.
Son bir şey söyleyeyim; Kürtçeye, koruma altına alınacak bir dil gibi yaklaşmamak lazım. Yani, Sümerce’ye böyle yaklaşılıyor, Türkiye'de Sümerologlar da var, ama Kürtçe yaşayan bir dil, Kürtçe, bir ulusun dili, Kürtçe, bin yıllardır bu halkın esas iletişim dilidir.
Dolayısıyla Faik Bey’in de belirttiği gibi anadil konusunu tartıştığımız zaman, Kürtçeyi korumaya alınacak bir dil, Kürtçeye böyle bir muamele yapmak, hiç olmazsa, Kürt tarafının işi olmamalıdır. Kürt dili, Kürt kültürü Kürtlerin siyasal hakları, bütün bunlar bir bütündür. Birinde atılacak adımların; ötekini, güçlendireceğini biliyorum, total önerilerde bulunmuyorum, lokal olarak da acil talepler de istenebilir, formüle edile-bilinir. Ama tek tek ağaçlara bakarken, ormanı gözden kaçırmamak kaydıyla diyorum, teşekkür ediyorum.
DTK 3 ÇATIŞMASIZLIK OTURUMU
-Sayın Fuat Önen, buyurun.
Şimdi bu konuda çağrıcıların metnindeki bir cümleden başlamak istiyorum; şöyle diyor; “Çözüm yöntemlerinin tartışılması, diyalog ve uzlaşmanın sağlanabilmesi için silahların susması zorunluluk arz etmektedir.”
Bunun son bölümüne bir itirazım yok. Silahların susması talebine bir itirazım yok. Bizler, açık alanda, siyaset yapan insanlarız. Açık alanda siyasal mücadele yürüten bütün kadrolar; bunu, silahsız bir ortamda yapmak isterler. Buraya kadar bir problem yok ama bunun ilk cümlesi, son derece problemidir. Çözüm yöntemlerinin tartışılması, diyalog ve uzlaşmanın ağlanabilmesi için, silahların susması, zorunluluk arz etmektedir, tespiti, çağırıcılar beni mazur görsünler, arabayı atın önüne koymaktır.
Kürt siyasetçileri, tarih bilincine sahiptirler. Yakın tarihimiz var; siz, şöyle bir çağrıda bulunursanız, silahlar susmadan çözüm yöntemlerini tartışamayız, diyalog ve uzlaşma yolları arayamayız diyorsanız, silahlar susmayacaktır. Bunun tam tersi doğrudur. Silahların susması ve bunun kalıcı hale getirilmesi için çözüm yöntemlerinin tartışılması, çözüm ve diyalog kanallarının açılması lazımdır.
Tarih bilinciyle birkaç döneme bakalım. 1938-68, 30 yılda Kürtler sadece silahlı mücadele vermemekle kalmadılar, bu 30 yılda siyasi mücadele de vermediler Kürtler. Peki bu 30 yılda, Türk Egemenlik Sistemi’nin Türk devletinin, yöneticilerinin bu sorunu çözmek için başlattıklarını en ufak bir tartışma başlattıklarını, tartışma yaptıklarını, söyleyebilecek olan var mıdır? Yoktur. Kürtlerin bu 30 yıllık, silahlı ve siyasi sessizliğine; ortadan kaldırmakla, inkar ve imha ile cevap verilmiştir.
1968-1980, 1984, bu yıllarda da Kürtler, silahlı mücadele vermemişlerdir. 16 yılda Kürt tarafının yaptığı nedir? Dernekler kurmuşlardır, partiler kurmuşlardır, özgürlük talebinde bulunmuşlardır. Peki, bütün bu dönem boyunca, muhataplarımızın çözüm yollarını tartıştığını ya da herhangi bir çözüm önerisinde bulunduğunu bilen var mıdır? Yoktur.
68-84, bu konuda yapılan tek tartışma, şudur; Şerafettin Elçi, ben Kürdüm demiştir, Ecevit de “Ben Kürdüm, demekte bir sakınca yoktur.” demiştir. Bunun dışında Kürt, Kürdistan meselesinde, sistemin hiçbir tartışması yoktur. Hal böyleyken, tarih böyleyken, bu çalıştaydaki Kürt tarafının, çözüm yöntemlerinin tartışılmasını, diyalog ve uzlaşma kanallarının açılmasını, silahların susmasından sonraya bırakması, çok büyük bir yanlıştır. Kürt tarafının böyle düşünmemesi lazım, Eğer sonuç bildirisinde buna değinilecekse bunun tam tersinin söylenmesi lazım.
Mahmut Bey’in bu konudaki ihtiyatlarına katılıyorum. Silahlı mücadeleyi biz burada tartışabilir miyiz, ne kadar tartışabiliriz? O ihtiyatlara katılıyorum ama şu da var; silahların susmasını biz gündeme getirmiş değiliz. 10 yıldır, silahların susmasını ve giderek silahların bırakılmasını gündeme taşıyan PKK’dir. PKK’nin bütün yöneticileri; Öcalan, Karayılan, Bayık, Kalkan, hepsi, çeşitli fasılalarla silahların susmasını istediklerini, silahları bırakmak istediklerini söylemişlerdir. Biz bu zemin üzerinden tartışıyoruz.
Şimdi çatışmasızlık ortamı derken de bir-iki konuda daha da buradan Kürtlere negatif ayırımcılık yapılıyor. Çatışmasızlık ortamı, PKK partizanlarını artık, silah sıkmadıkları bir ortam değildir. Altı bine yakın PKK partizanı olduğu söyleniyor, bunların yarısından fazlası, Türkiye ile ilişkili olmayan, Kürdistan parçalarındadır. 150-200 bin metrekarelik alanda Türk devleti yarım milyona yakın silahlı güç yığmıştır. Peki diyelim ki PKK hiçbir silah sıkmadılar, Bu yarım milyonluk silahlı gücün bulunduğu bir dönemde, Kürdistan’da şiddet ortamının ortadan kalktığını, kim söyleyebilir? Gerçekten bu yarım milyonluk silahlı gücün gölgesinde, siz kendinizi şiddetsiz bir ortamda mı hissediyorsunuz? Siz kendinizi çatışmasız bir ortamda mı hissediyorsunuz? Ben kendi payıma öyle hissetmiyorum. İleriye git asker, beriye git mit, ötekine git korucu, oraya git jit, böyle bir ortamda hangi Kürt, Kürdistanî bilinci, tarih bilinci olan hangi Kürt, kendisini şiddetsiz bir ortamda hisseder, çatışmasız bir ortamda hisseder. Gerçekçi olmak ve biraz da insaflı olmak gerekir.
Sınır dedikleri bir yerde bir dönem, konuşlanan Türk askeri sayısı, iki yüz elli bindi. Çatışmasızlık ortamı isteyenler, bu iki yüz elli bin askerin, konuşlu olduğunu görmeden onların üstünden 1500-2000 Kürt partizanı görüp, onlar silahlarını bıraksın diyorlarsa, buradan çatışmasızlık ortamı çıkmaz.
Niye Kürdistan’daki bu korkunç, hepimizi boğan, askeri yığınağın, askeri müdahalenin geri çekilmesini istemiyoruz? Niye silah derken, sadece 3000-5000 Kürt partizanın elindeki silahları görüyoruz. Her tarafımız silah, her tarafımız cephane.
Bu mücadele tek yanlı sürdürülen bir mücadele değildir, bu mücadele, Kürtlerin başlattığı bir mücadele değildir. Demin söyledim, 30 yıl hiç sesimizi çıkarmadık, ne silahlı, ne siyasi. Çatışmasızlık ortamı geldi mi? 12 Mart, !2 Eylül, ara dönemler, bütün bunların hepsinde, bize silah dayatılmadı mı?
Ölüm korkusu duymadan, Kürdistan’ın hangi sokağında, hangi Kürt yurtseveri, gönül rahatlığıyla dolaşabiliyor? PKK silahlı mücadele başlatmadan önce de ben, hiçbir dönem ülkemde gönül rahatlığıyla dolaşamadım. Hiçbir dönem, burada çatışmasızlık ortamında, bir şiddetsizlik ortamı hissine kapılmadım.
Onun için, çatışmasızlık, şiddetsiz bir ortam deyince, bunu çift yönlü düşünmek lazım. Kürtlere karşı negatif ayrımcı bir bakışla, silah derken sadece, birkaç bin Kürt partizanının elindeki silahları görmek, gerçekçi değildir, çözüm üretmez, eğer böyle bakarsak.
İki-üç nokta var, bitiriyorum. Şimdi genel af talebi var, dün de konuşmacılardan biri özellikle PKK dışı çevrelerin, Öcalan’ın serbest bırakılması için çağrıda bulunmaları gerektiğini söylüyorlar.
Biz TEVKURD olarak genel af talebine sahip değiliz. Biz, zindandaki, dağlardaki, yurtdışında ikame etmeye zorlanan, hiçbir Kürt politikacısını mücrim olarak görmüyoruz, af mücrimlere istenir, biz, genel af talebine sahip değiliz.
TEVKURD’ün talebi şudur; “Zındandaki bütün siyasi tutsaklar serbest bırakılmalıdır!” Devletin bunu, genel af olarak formüle edip etmemesi, devletin işidir. Biz kendi işimizi yapacağız, devlet kendi işini yapacak. Ben, yıllardır Avrupa’da yaşamaya mahkûm edilmiş, hiçbir Kürt siyasetçisi için, af talebinde bulunamam! Çünkü onlar mücrim değil, onlar yurtsever Kürdistanlı siyasetçilerdir.
Onun için, eğer çalıştayımız bu konuda bir şey diyecekse; bir, Kürdistanlı bütün siyasi tutsakların, koşulsuz serbest bırakılmasını talep etmelidir. İkincisi, siz, PKK silahlı mücadele yapmasın, diyorsanız; Partîya Karkerên Kurdistan var, Partîya Sosyalîst a Kurdîstan var, Partîya Komînîstê Kurdistan var, Partîyê Îslamî Kurdistan var. Bunların, açık alanda, siyasal mücadele yapmalarının yolunu, açacak mısınız, açmayacak mısınız? Siz, bu yolları açmazsanız, bu çatışmasızlık ortamını nasıl kalıcı hale getireceksiniz? PKK, PSK, PRK, Kürdistan Komünist Partisi, kendi siyasi programını açık alanda savunamıyorsa, siz onları şiddete mahkum ediyorsunuz.
O zaman çalıştayımız, Kürdistanlı bütün siyasi partilere, bütün siyasi kadrolara, serbest siyaset hakkını savunmalıdır. Bunun yolu genel af değildir. Bunun yolu bu tarafı anlamaktır. Kürt tarafı, Kürdistanî tarafı anlamaktır.
Muhatap meselesi çok ciddi bir meseledir. Muhataplık konusunda da Kürtlere negatif ayrımcılık yapılıyor. Kürtlerin bir devleti yok, Kürtlerin siyasi örgütleri var. Evet, Kürt hareketinin en önemli eksikliğidir. Bir ulusal temsil kurumu yaratamamak, bir ulusal temsil kurumu üretememek, Kürt tarafının, Kürt siyasetinin en önemli problemidir, Kürt siyaseti bunu çözmelidir. Ama yani, şunu niye kimse sormuyor, bizim muhatabımız kimdir? Türk devletinin derini midir muhatap? Türk devletinin yüzeyi midir muhatabımız? Milli Güvenlik Kurulu mudur? CHP midir, AKP midir, MHP midir? Karşımızda bir devlet var ve bu devletin bize muhatap olarak gösterebileceği bir yer yok, gösterdiği bir yer yok, şimdiye kadar. Diyelim ki AKP bir yasa çıkardı, yarın CHP hükümete geldi, bu yasayı ortadan kaldırdı.
Yani her şeye karşılıklı bakmak ve artık, Kürt tarafı, kendisine güvenli olmak zorundadır. Çalıştayımız muhataptır, peki bunun muhatabı kimdir? Milli Güvenlik Kurulu mudur, Derin devlet midir, yüzeysel devlet midir öteki midir, beriki midir? Kürt siyasetçileri kendilerine güvenle siyaset yapmalıdırlar. Çatışmasızlık ortamının, kalıcı olmasının tek yolu da Kürt siyasal hareketlerinin, bu özgüvenle davranmalarıdır. Bu özgüvenle davrandığımız ölçüde, siyasal programımızı açık alanda ve silahsız siyasal mücadele ile yürütebildiğimiz oranda bu ortam sağlanabilir. Kürt hareketi de günümüzde artık, siyasal taleplerini, siyasal programını, silahsız siyasal mücadeleyle yürütebilecek, bunu muhataplarına kabul ettirebilecek birikime, kadrolara ve genişliğe sahiptir. Çatışmasızlık ortamının garantisi de bence budur. Teşekkür ediyorum, sayın başkan.
DTK 4: SONUÇ BİLDİRİSİ OTURUMU
Birincisi Kürt coğrafyası gibi belirsizlikten vazgeçip, doğrudan Kürdistan dememiz gerektiğini düşünüyorum. Konuşmamda onun nedenlerini belirtmiştim.
İkincisi, “PKK’nin legal hayata legal siyasi aktör olarak katılımınn önündeki engellerin ivedi olarak kaldırılması bölümünü”, PKK orada kalabilir; ya PKK ve bütün Kürdistanî örgütlerin dememiz lazım, yani, örneğin; bunu, PKK için istiyoruz da, PRK için, PSK için, KKP için istemiyor muyuz? Bütün Kürdistani örgütlerin, siyasal çalışmaya katılmalarının, önündeki engellerin, ortadan kaldırılması olarak, değiştirilmesi gerektiğini, düşünüyorum.
Aynı şey, son paragrafta; işte, PKK-DTP, Abdullah Öcalan olmak üzere, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri olarak geçmiş, DTP'nin dışında da Kürt partileri var, ya o partileri de zikretmemiz lazım. Yani, öyle bir metin olmuş ki, Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerinin söylediklerini dikkate alalım, ama siyasi örgütlerin söylediklerini dikkate almayalım, gibi bir şey olmuş. Oraya, diğer siyasi Kürt-Kürdistani partilerini de eklemek gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi, Öcalan'ın üzerinde çalıştığı söylenen yol haritası konusunda; doğrusu, şimdi, önümüzde olmayan bir yol haritası konusunda, nasıl düşünce belirteceğiz? Yani, böyle bir çalışma olduğu söyleniyor, biliyoruz, ama bu yol haritasını önümüzde değil, şimdi bu yol haritası, belki benim burada söylediklerimden, çok daha radikal şeyler söyleyecek, Ben destekleyeceğim. Belki bu yol haritası, benim tümüyle desteklemeyeceğim bir yol haritası olacak. Yani önümüzde olmayan bir şey için, nasıl bir kanaat belirtebiliriz? Şimdi, yukarıdaki cümlede zaten şey denilmiş, Abdullah Öcalan, PKK, DTP, diğer Kürt partileri, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, kısaca bütün Kürtleri dikkate almayan ya da muhatap almayan, bir çözüm, çözüm değildir, dedikten sonra, önümüzde olmayan bir yol haritası hakkında, düşünce belirtebileceğimizi, düşünmüyorum.