Kürdistan'ın, hem kuzeyi, hem doğusu, hem de güneyi için yani şu an Pêlkurd, Kürdistan'a bakarken, Kürdistan'ın genel durumunu nasıl görüyor?
Birkaç bakımdan yaklaşmamız lazım. Birincisi, 1990’dan sonra, Sovyet rejiminin çökmesiyle, dünya düzeni de çözüldü. Ve bu 30 yıl içinde, 20’nin üzerinde, yeni devletin tarih sahnesine çıkmasına şahit olduk. Bu 30 yılda.
Niye böyle oldu? Çünkü 1945-1990 arasındaki dünya düzeni, yeni siyasi sınırları yasaklayan, mevcut devletler sistemini savunan, bir dünya düzeniydi. Bu siyasi sınırları, hem Sovyet Kampı, hem ABD kampı birlikte savunuyorlardı. Zaten dikkat edilirse, 1945’ten 1990’a kadar, yeni çizilen siyasi sınır, sadece İsrail devletinin siyasi sınırlarıdır. Öbür devletlerde işte, bilmem mandaterlik sona ermiştir. Açık işgalcilik sona ermiş, yerine yeni sömürgecilik geçmiştir. Sınırlar içinde birçok değişiklik olmuştur. Ama sınır değişikliğine izin verilmemiştir. İsrail devletinin kurulması da ancak; Sovyetler Birliği ve ABD'nin, bu konuda anlaşmasıyla mümkün olmuştur. Yani iki kamp birlikte; evet, bir İsrail devleti kurulmalı: “Burada, yeni siyasi sınırlar çizmeliyiz.” diye anlaştıkları için, İsrail devletinin kurulması, mümkün olmuştur. 90'dan sonra bu çözülmüştür.
Dünyadaki verili devlet sınırları, tartışmalı hale gelmiş. Ve bunları özel olarak koruyan siyasal güçler kalmamıştır. Yani özellikle ABD ve etrafında oluşan batı kampı; Ortadoğu'da, Yakın Doğu'da, Afrika'da siyasi sınırların değişmesi gerektiğini söyleyen, bir yeni stratejiye sahip olmuşlardı. Sovyetlerin çözülmesinin ardından, Sovyetler Birliği'nden on beş devlet çıkmış, Yugoslavya’dan altı devlet çıkmış, Çekoslovakya’dan iki devlet çıkmış, hiç kimse de bu yeni devlet sınırlarına itiraz etmemiştir: Ne Sovyet Kampı, ne Batı Kampı…
Bu, dünyadaki konjonktürün, Bağımsız Kürdistan fikri için elverişli olduğu anlamına gelir. Yani 1945-1990 arası dönemde, bağımsız bir devlet talebinde bulunulduğu zaman, bütün dünya karşına alınıyordu; hem Varşova Paktı, hem NATO Paktı. Batı-Doğu birlikte, bu siyasal sınırların korunması gerektiğini söylüyorlardı. Şimdi böyle değil, şimdi Bağımsız Kürdistan, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefi, bana kalırsa, çok daha gerçekçi bir hedeftir.
İkincisi; Kürdistan, Yakın Doğu'nun merkezi ülkesidir ve eğer, Yakın Doğu'ya, Ortadoğu'ya yeni bir nizam gelecekse; bu, Yakın Doğu'nun merkezi ülkesinin yeniden tarih sahnesine çıkması lazım.
Üçüncüsü, Kürt siyasi hareketleri, eğer siyasal bir özne olmak istiyorlarsa, devlet hedefiyle siyaset yapmalıdırlar. Devlet hedefiyle, siyaset yapmadığınız zaman, bağımsız bir siyasal aktör olarak kabul görmüyorsunuz. Onun yerine, işgalci devletin, bir siyasal unsuru olarak gözüküyorsunuz. Yani mesela şimdi, Kuzeybatı Kürdistan'da, mevcut siyasal örgütlerimizin tamamına yakını, devlet sınırlarını esas alarak siyaset yapıyorlar.
Şimdi sen devlet sınırlarını esas alarak siyaset yaptığın zaman, dünyadaki diğer güçler, seninle ilişki kurmak yerine, mevcut devletle ilişki kurmayı tercih ediyor. Çünkü ellerinde bir devlet cihazı var. Her birinin bu devletle uzun bir geçmişleri var. Seni de işte diyelim ki Türkiye'deki siyasi aktörlerden biri olarak görüyorlar. Oysa bize lazım olan, Kürt milletinin, kendi temsil kabiliyetiyle bir siyasal özne olarak, dünya tarafından kabul edilmesidir.
Bu açılardan bakıldığı zaman, Kürdistanî siyaset için de temel problemin, merkezi iktidar talebinden yoksunluk olduğunu düşünüyorum. Herkes, bir alt-iktidar talebiyle siyaset yürütüyor. Yani, işte eğer sen, Kuzeybatı Kürdistan'da; otonomi, demokrasi ya da federasyon talep ettiğin zaman diyorsun ki: “Merkezi iktidar durduğu yerde dursun. Ben o merkezi iktidar içinde bir alt-iktidara sahip olayım.” Ya da mesela; Güney Kürdistan'da hadi 1991’den almayalım, 2003’ten alalım, üzerinden 20 yıl geçmiş. Ama hala ikili iktidar dönemi devam ediyor. Bir tarafta PDK'nin alt-iktidarı, öbür tarafta YNK'nin alt-iktidarı…
Referandum denemesiyle buradan çıkmaya çalışıldı. Onu da en başta Kürt tarafları, referandumu ortak sahiplenmedikleri için o deneme başarısız oldu. Ve şimdi baktığın zaman; sanki her iki taraf da bu alt-iktidar formundan rahatsız değiller. PDK, YNK’den bağımsız olarak, Irak'taki siyasal güçlerle ilişki kuruyor. YNK, PDK'den bağımsız olarak, Irak'taki başka siyasal güçlerle ilişki kuruyor.
Dış ilişkilerine baktığımız zaman; PDK daha çok Türkiye üzerinden dünyaya açılmaya, Türkiye'yle ilişkilerini geliştirmeye çalışan, bir pozisyona sahip. YNK daha çok aynı şeyleri; işte, İran üzerinden yapmaya çalışıyor. Oysa ikisi birlikte merkezi iktidar ve devlet aklıyla davranırlarsa, ikisi birlikte Türkiye'yle de İran'la da, ABD'yle de, Rusya'yla da ortak bir ilişki geliştirebilirler.
Bu alt-iktidar tutkusu ya da altı iktidar takıntısının, tarihsel sebepleri var: İmparatorluklar döneminden kalma bir alışkanlıktır. Yakın doğuda merkezi bir devlet kurma olanağı yok idi. Çünkü hem doğusunda, hem batısında çok güçlü imparatorluklar vardı. Bu; Kürdistan'a, alt-iktidar formlarını dayattı. İşte Kürdistan'ın yüzde yetmişine yakını, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlıydı. Ama mîrlikler üzerinden, alt-iktidarlara sahiptiler. Yüzde otuz ikisi de Safavilere bağlıydı. Onlar da önce mîrlikler, sonra aşiretler gibi alt-iktidar forumlarıyla merkezi iktidara bağlıydılar.
Aslında, 1920-1945’e baktığımız zaman, Kürt siyasi hareketleri, bağımsızlıkçıdırlar. Merkezi iktidar talebine sahiptirler. Yani 1920’de kurulan Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti; sonradan, Azadi denilen, İstiklal Komiteleri sonradan, Xoybun. Doğu Kürdistan'da; Komela-Jekaf, Güney Kürdistan'da; Hêvîti örgütü, bütün bu örgütler, bağımsızlıkçıydılar.
1945’ten sonra, öyle gözüküyor ki Kürtler, dünya düzenine boyun eğdiler, Kürt siyasi hareketleri. Yani 1945’ten sonra kurulan Birleşmiş Milletler, Milletler Birliği'nin prensiplerini esas aldılar. Verili siyasal sınırları tartışılmaz kabul ettiler. İşte; “Devletlerin toprak bütünlüğü kutsaldır.” falan gibi tezlerle bunları savundular ve Kürdistan'daki siyasi hareketler bağımsızlıkçılıktan uzaklaşıp, otonomist bir tarz-ı siyaseti esas aldı. 1945’ten 1990’a kadar Kuzeybatı Kürdistan'daki 1970-!990 arası parantezi hariç tutarsak, Kürdistan’ın her dört parçasında egemen siyaset tarzı otonomistti.
Yani biliyorsun o dönem işte: “Irak'a demokrasi, Kürdistan'a otonomi; İran'a demokrasi, Kürdistan'a otonomi.” Yetmiş-doksan arasında biz bunu Kuzeybatı Kürdistan'da kırdık. Kuzeybatı Kürdistan'da; devrimci-komünist siyasal düşüncenin de etkisiyle, 1970-1990 yılları arasında, neredeyse bütün siyasal hareketlerimiz bağımsızlıkçı idiler.
Sovyetlerin çözülmesinden sonra, ters bir ilişki yaşamaya başladık. Kuzeybatı Kürdistan'da; bağımsızlıkçılıktan vazgeçip, federasyonculuk, otonomicilik, demokrasicilik türü siyaset tarzları egemen oldu. Kürdistan'ın diğer parçalarında; otonomiden federasyon talebine, federasyondan da bağımsızlık talebine özellikle Güney Kürdistan’da, böyle bir ters gelişme oldu. Şu anda bence temel sorun; siyasal olarak, örgütsel olarak, temel sorun, yeniden ulusal kurtuluşun, olağan siyaset tarzına dönmemizdir. Dünyanın her tarafında, ulusal kurtuluş mücadelesinin siyasal hedefi, işgalcilikten kurtulup, kendi bağımsız devletini korumaktır.
Yani sayıları 25’ten 220’ye kadar çıkan, devlet var. Bunların hepsinde ortak talep; ayrılıp bağımsız devlet kurmaktır. Önümüzdeki dönemde: “Bu iki tip tarz-ı siyaset arasındaki çekişmeler, tayin edecektir.” diye düşünüyorum. “Bağımsızlıkçılık ve bir de mevcut siyasal sınırları, devlet sınırlarını esas alan; federasyonculuk, otonomicilik ya da işte, demokrasicilik türü siyaset tarzları arasındaki mücadele tayin edecektir.” diye düşünüyorum.
Zerdeşt TV
13-05-2023