Recep Erdoğan’ın, hayat parantezinin nasıl kapanacağı meçhul. Sonu “acılı mı, acısız mı" noktalanacak bilemiyorum.
Ama, hayat parantezini nasıl kapatırsa kapatsın, Kürt kinlisi olarak, tarihe geçeceği şüphesizdir. Aynen Hitler’in, bütün cinayetleri bir yana, Yahudi düşmanlığıyla anılması gibi…
Erdoğan’ın kini, en az Hitler’in Yahudilere karşı beslediği düşmanlık kadar keskindir. Gözüne kırmızı rengin şavkı vurmuş, o kızgınlıkla ipini koparmış, öfkeden deli deli sağa sola seğirterek havayı boynuzlayan boğa gibi gürlüyor, gün boyu, en az bir kaç kere “terörist" diye haykırıyor, katledilmiş sivilleri de katarak, “silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirilmiş teröristlere" ilişkin rakamları açıklıyordu.
(O ve bütün adamlarından hangisinin Türk, kimlerin çakma, yani öz soyundan yandan çarklı, dönme, sonradan Türk olduğu konusuna girmeyeceğim. Ancak, onlar Türk ırkçıları, gelgelelim Türkçeyi de bimiyorlardı. O nedenle, katlettikleri Kürtler için, “silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirildiler" diyorlardı. Yani, silahları da öldürmüşlerdi.)
Parantezden sonra kaldığımız yerden devam edersek, Recep bey, katledilmiş Kürtlerin sayısı ile “insanlığa katkı" yaptığını sanadursun, söyledikleriyle, rüyasında hazlar almış, mutlu olmuş divane gibi yüzünde yayvan bir gülümseme peydahlanıp sönüyordu.
Çünkü, onu sevmeyen bütün Kürtler terörist cinsinden düşmandı. Canlarının alınması hak, malları, mülklerinin talanı, kalanının da yakılıp yıkılması mübahtı.
Yer yüzünde bir tek, Güneyli Kürtler kardeş, onların liderleri Mesut Barzani da “kak"tı. Onun için, Recep Erdoğan AKP toplantılarında, Barzani’nin elini şan ve şerefle avucuna havaya kaldırıp “kardeşim" diyerek onu, oyunu istediği Kürt “kardeşlerine" gösteriyordu.
Erdoğan’ın gösterisini izleyenler, boşa giden, heder bir çabayla uyarı zilleri çalıyorlardı:
“Bu bir kandırmacadır. Onun dünyasında vefa yok, insana saygı ölü, Kürtler, işine yaradığı sürece insandır."
Bu söylenenler, onun dününe ayna tutuyordu. Geçmişi gerçekten ölü vicdanlar tarlasıydı. Kendisini var eden, ihtiyar Erbakan’ı bile kovmuş yerine oturmuştu. Elinden tutan herkesi çelmeleyip saf dışı etmiş, yakın “kardeş komşu" Suriye, Irak onun darbelerinden sonra, yerde yatan birer “cendek"ti.
Boynuna madalya takan Kaddafi’yi darbeleyen, evini talan eden haramiler arasındaydı. Bir zamanlar, yardım dilenip derneklerine sığındığı “dost İsrail" ani dönüşünle, “kahrol düşman"dı. Mısır medeniyetinin doruklarında kanatlanan kudumsuzluktu. Daha neler…
Ama Barzani, halkını bağımsızlık konusunda yoklayana kalkışınca, olan oldu. Erdoğan, sömürge efendisi gibi tepesine dikilmiş, hükmedici olarak, onu küçümseyip sövüyor, şantaj salkımı ültimatomlar yağdırıyordu. Sonra öfkesini köpürte köpürte hayatını bağışlamış sömürge senyörü ve bölgenin tartışmasız efendisi edasıyla, Barzaninin onurunu hançerliyor, şöyle diyordu:
"Para, pul, petrolün var. Rahat dur. Otur oturduğun yerde. Bağımsız olacakmış. 350 kilometre sınırın var. Bizimle konuştun mu?"
Oysa Kürt halkının petrolü üstüne tüneyen oydu. Damadı, oğulları altın vuruşlar yapıyorlardı. Kürdistan’ın tüketim pazarı onun elindeydi. 2010’da ekonomik kriz başladığında, Kürt halkını milyarlarca dolarını, keyfince kullanan oydu.
Kürtlerin toprakları karış karış, askerlerinin üssüydü.
Buna rağmen, devam ediyordu:
"Kuzey Irak yönetimi, ülkemize rağmen bir adım atmıştır. Öyleyse, bunun bedelini ödeyecektir."
Bu, kurtlaşmaydı. Güney Kürdistan, kurt masalındaki gibi, Mesud Barzani’nin kişiliğinde “kırmızı başlıklı kız"dı. O da, hırlarken üst dudağı kurçım kurçım yukarıya doğru çekilen, kirli dişleri ortaya çıkan kurttu, artık. Orduları, sınırda hücum manevraları yapıyor, o da Mafya ağzıyla şarkının nakaratını tehdit olarak kullanıyor “bir gece ansızın gelebiliriz" diyordu.
Bir yandan da, Güney Kürdistan’da, Irak’ın Başika’sı, Suriye’nin kuzeyinde işgalci olduğu halde, postunu kafasına çektiği kuzu gibi meleme sesleri çıkarıp sağa, sola temennah çakarak “Kürtlere karşı değiliz" diyordu.
Oysa bunu söylerken, Rojava’nın özgürlük hayallerini boğmak için, bir yandan da pusu mevzilerinin üstünde kale kuleler inşa edip cinayetler işliyor, Şengal’i, Kandil’i bombalıyor, Kuzeyi ateşe verip çocukları katlediyor, şehirleri yıkıyordu.
Haydutluktu, bunlar. Ama ona göre Kürtlere karşı değildi. Sadece gırtlaklayıp canlarını alarak onlara iyilik ettiğini sanıyordu. Bu yüzden gidip Van’da, Diyarbakır’da şehirlerin yıkımını ballandıra ballandıra anlatarak karşılığında, Kürtlerden oy istemişti geçmişte…
Nitekim, Kürt kanat önderleri adıyla Ankara’ya çağırdığı korucular ve işbirlikçilere de kırım, kıyım ve yangınları da Kürtlere iyilik olarak aktarmış, Barzani’yi şikayet etmişti:
“Sağ tarafına Fransa’nın eski Dışişleri Bakanını, sol tarafına da başka bir Yahudi’yi almışsın. Onlarla beraber çalışıyorsun. Onlar sana dost değil."
O, Yahudi düşmanlığı ile “Kürde dost olan benim“ diyordu.
Oysa 100 yıldan beri Kürtlerin bir sağında bir Türk, solunda bir Türk oturuyor ve Kürt halkı, bütün olarak kan, yangın içinde. "Yaşasın cehennem" narası üstüne kurulu bir dostluk, bu…
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA