En son söylenecek sözü, en başta söylemek gerekiyorsa eğer Kürtler, Efrîn’de katillerine karşı iyi savaştılar. Dünyada benzeri az görülmüş bir fedakarlıkla direndiler.
Deyim için beni bağışlayın, "medeni" dedikleri dünya "puşt" çıktı. Vicdanlar satışa çıkınca, rüşveti alanlar lal, görmeyen kör, duymayan sağır, yerinden kalkamayan kötürüm oldular. Hiç kimse, tek başına 1,5 milyon kişilik güce sahip orduya karşı direnen Kürtlerin yardımına gitmedi.
IŞİD bu sayede, çocuk ve ihtiyarların kanında "banyo şenliği" düzenledi. Cizîra Botan’daki zafer meşalesi yerine insanları, diri diri yakmaya niyetlendiler.
Kürt savaşçılar, onlara bu fırsatı vermemek için şehri terketmek zorunda kaldılar.
Nitekim, terkedilmiş şehre IŞİD’çilerin tecavüz anında da haykırdıkları "Allah u ekber" sloganıyla girdiler. Tepesine çıkarak, camilerinin minarelerini kirlettiler. Görgüsüzün bayrağı olmuş, çek çeke ipini koparmış misali, her yere bayrak asıp yıkıma başladılar.
Tarihi talan ettiler. Vahşi diktatöre karşı hürriyeti temsil eden Demirca Kawa’nın heykelini yıktılar.
Sonra talan ve hırsızlık anı başladı. Kıbrıs işgalinde gemilere, takalara buz dolabı, çamaşır makinaları yüklenip taşınıyordu. Efrîn soygununda yatak, yorgan, yastık, halı, kilim ve mobilya, para eden ne varsa kamyonlara yükleniyordu. Ta Yozgat’tan, Trabzon’dan adamlar gelmiş, boşalmış evlerin kapılarına saldırıyorlardı. Salamura zeytin, zeytin yağı bidonları kamyonlara yükleniyor, buğday siloları boşaltılıyordu.
Kısacası, "çekirdekten yetişme bir dinci" olan Recep Erdoğan’ın "Kuvvai milliyeci" dediği, hırsızlık ve soygunda tam IŞİD’di. Ayrıca kim Türk ordusunun neferi kim IŞİD’çı o da belli değildi. Hepsi birbirine karışmıştı.
İki taraf da kiralık, yani paralı askerdi. Biri, Efrîn’in yüksekçe bir yerine çıkıp, "hey katiller, tecavüzcü ve hırsızlar" diye seslense, inanın hepsi anında sesin yönüne, "bana mı seslendin hemşehrim?" diyecek tiyniyet ve "asaletsizlikte"ydi. Hırsızlıkla öylesine meşguldüler ki. Gören anında "bunlar Recep’in dindar ve kindar Müslümanları" sonucuna varırdı.
Ve onlar, ekin tarlasını istila etmiş "zerzur" kuşları gibi şehre yayılmışlardı. Evleri, iş yerlerini, dükkanları hırsızlık ve talanla viraneye çeviriyorlardı. "Allah u ekber" diye diye tarihi talan ediyor, Müslüman malını çalıyorlardı.
Moğol sürüleri bile bunların yanında insandı.
Aslında Kürt kini, boşuna değildi. Reisleri Erdoğan Kürdistan coğrafyası boyunca, Kürtlerin lanetlisi bir ırkçıydı.
Kürt savaşçılar ise Türklerin verdiği her türlü desteğe rağmen IŞİD’e, Kobanê’de ilk büyük yenilgiyi tattırdılar.
Sonra, alınamaz sandıkları, yönetim merkezleri Reqa’yı, ABD’nin desteğiyle ele geçirildiler. Bu darbe, IŞİD sonu için, başlangıçtı.
Kısacası, Kürtler hiç kimse için savaşmadı. Onlar, kendileri için, yani onurları ve ana yurtları için savaştılar. Bu arada yardım isteyenler de, el verdiler.
Ruslar, Suriye’deki ilk üslerinden birini, "ortak düşman savaş" adı altında Efrîn’de kurdular.
ABD, Kürtlerin kanatları altında kurdukları havaalanlarıyla, bölgede "var" oldu.
İkisi de, IŞİD ile savaş için Suriye’de idi. Kürtler ise başlıca müttefikleri… Ama rüşvet tatlıydı. Baş döndürücüydü. Ayrıca kişilik katili.
O nedenle IŞİD, günün birinde uzun saç ve sakalı yerinde bırakıp kıyafet değiştirerek Türk askerleri, dolayısıyla NATO üniformasına bürününce, dost kuvvet oldu. Ruslar, Kürtlere karşı hava sahasını açtı. Savaşların paha biçilmez değeri istihbarat sağladı.
Efrîn savaşının kaderi, savaşların tarihinde, rüşvetin ihaneti olarak geçti.
Rüşveti alan saf değiştirmişti, çünkü.
Meydan, IŞİD’indi artık. Türk devleti de, IŞİD’in yanında, "dindar ve kindar" İslam Faşizminin cephesini tamamlıyordu.
Türkler, 700 bin kişilik ordusu, savaş gücü olarak eğitilmiş polis birlikleri, korucularla, tank, top ve hava kuvvetleri başı çeken IŞİD’in yedeğindeydi.
Türk-İslam Faşizminin yüksek Türk sosyetesini teşkil eden "tarikat-ticaret mafyası" ile birbirinin, evde de öz evlatlarının ırzına geçen, tenhalarda da kediler, köpeklere tecavüz eden imam kılıklılar dini ayinlerle Müslüman Kürtlerin katletmeye, malları, mülklerini talana, çalmaya gidenleri kutsuyordu. "Yerli ve milli mafyanın"nın şefi Sedat Peker de, savaş yelekleri bağışı ile IŞİD güçlerine destek veriyordu.
Bu Türk devletinin IŞİD’leşmesiydi.
Türk halkı ve medyası tank, top ve uçaklarla takviyeli birbuçuk milyon kişilik ordunun, IŞİD’in yan gücü olarak, 5-6 bin kişilik Kürt gücüne karşı elde ettiği üstünlüğü kazandığı "zafer" olarak kutsuyordu…