FEVZİ NAMLİ
SEYİDXAN MERCAN
Türk devleti 22 temmuzda erken seçimlere gidiyor. Erken seçimlere, normal şartlarda gidilmıyor. Sorunun nedenleri ciddi bölgesel ve iç siyasi dengelerdeki gelişmelerdir. Bölgesel siyasi güç dengelerindeki gelişmeler ve yeni jeopolitik merkezlerin ortaya çıkması ve özellikle kürtlerin Güney Kürditan’a hakim olamaları, elde ettikleri ulusal kazanımlar, Türk devlet yapısında ve özellikle iç güç dengeleri üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Türk genel kurmayının, cumhurbaşkanlığı seçimlerine mudahelesi, biriken bölgesel ve iç sorunların su yüzüne çıkmasına neden oldu.
Son iki asırda sırtını güçlü bir devlete veya devletler blokuna dayayıp varlığını sürdüren Türk devleti uluslararası siyasi arenada tek başına hiç bir varlık gösterememiştir. Dünyadaki yeni durum Türk devletini tek başına bırakmıştır. Daha önce ortak paydaları kürt halkının ulusal haklarını redetmek ve ulusal hareketini bastırmak olan Kurdistan’ı işgal eden diğer devletlerle de aynı düzeyde sıyasi-diplomatik ilişkiler kuramıyor. Gelişen kürt ulusal haraketine ve özellikle Kürdıstan’ın güneyındeki ulusal kazanımlara karşı eskisi gibi bu devletlerle birlikte ortak siyasi ve askeri duruşu gösteremıyor. Yanlız kalmanın zayıflığı ve korkusu, Türkiye’deki siyasi-askeri güç dengeleri arasında çelişki yaratmakta, biribirlerine düşürmektedir. Bunun yanında, yeniden düzenlenen bölgesel güç dengeleri ve jeopolitik yapılanmada nerede ve hangi fonksiyonla yer alabileceğinin sancılarını yaşıyor.
Kürt ulusal sorunu bütün parçalardaki kürtler arasında bir ülke sorunu, yani Kürdistan’ın kurtuluşu sorunu olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda uluslarası siyasi arenada da kürt ulusal sorununa ilgi artmaktadır. Bütün parçalardaki kürt ulusal haraketinin odaklandığı nokta, sorunu sömürgeci devletlerin bir iç sorunu olmaktan çıkarıp, uluslararası sıyasi arenada çözülmesi gereken güncel bir ulusal sorun haline getirmektir. Kısacası, Türkiye, seçimlere normal olmayan bölgesel ve iç şartların dayattığı sorunlardan dolayı gidiyor.
Genel burjuva demokratik-siyasi devlet yapılanmasında yasama organı olarak parlamento halk oylması sonucu seçilmektedir. Buna bağlı olarak onun politik egemenliği sağlanmaktadır. Parlamentonun bu konumu iktidara kaynaklık etmektedir. Yürütme organı nisbi bağımsız olmakla birlikte parlamentoya karşı sorumludur.Türk meclisi diğer iktidar organları gibi dış patentli ve formel olmaktan öte hiç bir fonksiyona sahip değildir. Meclis, hükümet ve yargı organaları nisbi özerkliğe bile sahip değildirler. Hepsi de türk ordusunun vesayeti altındadırlar. Ordu istediği zaman fesh eder; anayasayı yeniden düzenler; milletvekili tayin eder ve hükümet kurdurur. Kerelerce askeri darbeler olduğu halde, orduya karşı duran bir tek siyasi güc çıkmamıştır, tersine hepsi şu veya bu şekilde ona yamanmaya gayret etmişlerdir. Türk siyasi liderleri ve milletvekilleri askeri komutanlar nezdinde şamar oğlanlanrından başka birşey değildirler.
Yasal partilerin tümü devletin askeri, bürokrat kadroları tarafından kurulmuşlardır
Cumhuiyetin kuruluşundan beri türk siyasi hayatında etkinlik göstermiş yasal partilerin tümü devletin askeri, bürokrat kadroları tarafından kurulmuşlardır. Halk yığınları arasından çıkmış ve onların çıkarlarını temsil edebilecek siyasi çabalar, daha başından beri sert tedbirlerle yok edilmiştir. Çok partili dönemden günümüze kadar kurulmuş partilerin tümü, sol yelpazeden sağ yelpazeye kadar, kemalist devlet yapısına amin dedikten sonra siyasi faaliyet gösterebilmişlerdir. Sosyal demokrat, liberal veya dini bazı prensipleri yama gibi parti programlarına almişlar. Hepsi farklı renklerde devletin kukla partileridir.
Genel kural olarak, politik süreçte farklı gurup ve kesimleri temsil eden siyasi güç ve partilerin karşılıklı yarışı esas alınmaktadır. Bu yarışa katılan siyasi güçler oyunun kuralı gereği seçim sonuçlarına riayet etmektedirler. Türkiye ‘de farklı etnik ve dini gruplar olduğu halde, sunni türk azınlık grubu dışında hiç bir grubun varlığı kabul edilmemektedir. Bütün ekonomik, siyasi ve kültürel haklar yanlız onların elindedir. Devletin bütün organları ve kurumları, türk azınlığın dışında bütün ulusal grupların (kürt, laz, ermeni. azeri, arab, çeçen, çerkez, boşnak, arnavut, pontus, asuri, suryani, çingene v.d.) inkarı üzerine kurulmuştur.
Türkiye’de politik süreç yanlız türk egemen güçleri ve özellikle türk genel kurmayı için varlığını sürdürmektedir. Ordunun istemediği cumhur başkanı, başbakan, bakan, millet vekili ve yüksek devlet memuru olamaz. Elbette böylesi bir politik süreç yanlız diğer ulusal gruplar üzerindeki zor ve inkar politikası esasında sürdürülebilir. Bu devlette demokrasiden, hak ve hukuktan bahs etmek siyasi ahlak, vijdan ve cesaretten yoksun, köle ruhlu, diktatorlüğe amin diyen şovenist, gerici anlayıştan başkası değildir.
Hak ve hukukun olmadığı yerde güven de olamaz. Hak, hukuk ve güvenin olmadığı yerde, eşit şartlarda hiçbir yarış ve mücadele de olamaz. Kendileri dışında herkesi potansiyel düşman ve kendilerinin oluşturdukları yasalara riayet etmeyenleri ihanetle suçlayıp en ağır cezalarla mahkum edenler, elbette demokrasiye inanmadıkları gibi politik sürece yanlızca şovenizm ve gericiliği hakim kılarlar.Türkiye’de bu anlayış anayasa ile korunmakta ve toplumda hakim olması için bütün kurum ve imkanlar seferber edilmektedir.
Silah zoru, inkar ve kanunlarla ne vatan ne de millet kurulamaz
Türk osmanlı hanedanlığından iktadarı devir alan türk azınlığı ve devşirmelerden oluşan asker ve bürokratlar, diğer ulusal gruplar üzerinde hakim olmak ve onları zor ve inkar siyasetiyle asimile etmek için türk milliyetçiliğini kanunlarla yasalaştırıp hakim ideoloji haline getirdiler. Resmi kararlar ve baskıyla türk ulusu yaratmaya çalıştılar. 1924 anayasında ‘’Biz Türküz; bu yüzden Türkler tarafından yönetilmeliyiz’’ yazılmaktadır. Devşirme İsmet İnönü 1925 kürt ulusal başkaldırısının ezilmesinden sonra devletin asimilasyon ve inkar siyasetini şu sözlerlen dile getiriyor:‘’Vazifemiz bu vatan içinde bulunanları behemehal türk yapmaktır. Türklere ve türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf her şeyden evvel o adamın türk ve türkçü olmasıdır’’.
Toplu ermeni katliamı ve zoraki rum göçünden sonra, kürt ulusuna karşı azınlık durumuna düşen türkler, mevcud demografiyi lehlerine değiştirmek için, siyasi ve askeri iktidar olanaklarını kullanarak güvenliklerini türk olduklarını kabulenmede gören Balkan ve Kafkasya müsülmanlarını getirmeye başladılar. Kürt demografyasını bozmak için Kürdistan’da pilot bölgeler seçtiler. Kurdistan’a yerleştirdikleri göçmenlerle kendi hakimiyetlerine hizmet edecek bağımlı bir güç oluşturdular. Göçmen yerleştirme prosesi en son Afganistan’dan getirdikleri göçmenlerle, Kürdistan’da en azılı korucu gurupları oluşturdular.Devlet ekonomik gelişme, coğrafik bütünlük ve ulusal birliğin önünü kesmek için, Kürdistan’da pilot bölge seçtiği en verimli arazileri kamulaştırıp gölet, baraj ve devlet üretme çiftliklerine dönüştürdüler.
‘’Türk Vatanı ve Milletinin varlığını ... belirleyen bu anayasa, ...’ Evet, türk anayasasının ilk sözleri türk vatanı ile başlıyor. Korkunun ecele faydası yok.Yasalar ve konunlar muhtemel çıkabilecek sorunların önünü almak için yapılır. ‘’Türk vatanı’’ ve ‘’Türk Milleti’’ zor, inkar ve siyasi kararlarla diğer ulusal grupların toprakları işgal edilerek ve ulusal hakları red edilerek kurulmuş siyasi-askeri bir organizasyondur. Oysa ne millet ne de vatan yasalarla oluşturulamaz. Uluslar, tarihsel etnik-sosyal süreç içinde vatan denilen toprak üzerinde şekillenir.
Türkler bu topraklarda işgalci olduklarını, sonradan ve nereden geldiklerini biliyorlar. Bu topraklar üzerinde binyıllardan beri kürtler, lazlar, pontuslar, ermeniler, asuriler ve zorla müsülmanlaştırıp, asimile edilen halk grupları yaşyordu. Türkler moğollardan kaçıp batı Anadolu’da sığınma istediklerini bliyorlar. Eger Kurdistan, Pontus, laz toprakları türk yurdu idiyse niye oralarda kalmayıp Bursa yöresine kaçtılar. Çünkü bu topraklarda bir tek türk yoktu. Türk ‘’vatanı’’ dedikleri topraklarda, yanlız ve yanlız askeri güçleri ile işgalcidirler. Silah zoru, inkar ve resmi kanunlarla ne vatan ve ne de millet kurulamaz. Bundan dolayıdır ki bu topraklar üzerinde yaşayan halkların uyanışı rüyalarına kabus gibi girmektedir.
Saltanat kalktı, yaşasın ölümsüz Tiran
Türk anayasası Atatürk milliyeyçiliğini, yani türk etnik şovenizmini yasalarla yüceltmekte ve türk olmayan diğer ulusal gruplardan ulusal benliklerini inkar edip, türklüğe riayet etmelerini istemektedir. Türk anayasasında ifade edilen ‘’Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı...’’ şovenizm ve inkarcılığın yasalaştırıldığının delilidir.
Kemalist milliyetçilik, Mustafa Kemal’i türk efsanesi olan Milli türeyiş destanı ile kaynaştırır.” Mustafa Kemal, Türk milletini esaretten hürriyet ve kurtuluşa götüren yolda rehberlik yapan bozkurt figürü olarak tanımlanır. Dönemin mimarisinden şiirine, para ve pullarından marşlarına kadar Mustafa Kemal izlenebilir. Mustafa Kemal, ‘’Gazi’’, ‘’En Büyük Baş’’, ‘’Büyük Şef ‘’ ve Atatürk mertebesine çıkarılır. Mustafa Kemal putlaştırılarak her tarafa heykelleri dikilir, insanların manevi duygu ve inançları ayaklar altına alınarak tanrı ile özdeştirilir. Örneğin: Tanrı = Türk ulusu = Mustafa Kemal, Allahuekber = Atatürk ekber’’, ‘’besmele = Mustafa Kemal Atatürk. ‘’Güneş dil teorisi’’ ‘’türk tarih tezleri’’ gibi uydurma tezlerle türkçülük ideolojisini oluştururken; sembolik düzeyde kendisini dilde, kültürde ve kanda (türk ortak köken) birlik olarak ifade etmiştir. Kısacası devletin ve milletin türklüğü, resmi dilin türkçe olduğu ve bütün devlet kurum ve organlarının yanlızca türklere ait olduğu yasalarca hakim kılınmıştır. Görüldüğü gibi kemalist milliyetçilik ne idüğü belirsiz ‘’ilerici’’ bir ‘’kültür milliyetçilği’’ değildir. O apaçık kafatasçı, ırkçı-şovenist bir milliyetçiliktir.
Ülkesi böylesi bir devlet tarafından işgal edilmiş ve her ulusal ve insani hakkı elinden alınmış; her hak talebinde bulunduğunda en kanlı ve vahşi yöntemlerle bastırılmış kürt halkı, türk meclis seçimlerinde nasıl bir siyasi duruşa sahip olmalıdır sorusu akla geliyor.
Meclis, Türk azınlığının devlete hakimiyetini yasayla güvenceye alıyor
Kürtler için Türk meclisi nedir? Hangi yasa ve sıyasi kararları kimler için ve kime karşı almıştır? Kürt toplumunun ulusal, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesinde nasıl bir rol oynamıştır? Kürtler seçme ve seçilme hakkına sahipmidirler? Seçimlere katılan kürt adaylar kimin çıkarlarını savunabilirler? Kürtleri temsil eden siyasi partiler varmıdır? V.b.
Meclis, türk azınlık gurubu hariç, kürtler ve diğer ulusal gurupların varlığını inkar eder. Türk azınlığının devlete hakimiyetini yasayla güvenceye alır. Çıkardığı yasalarla asimilasyon ve zor uygulamalarına hukuki meşruiyet sağlayan yasama organıdır. İlan edilen sıkıyönetimlere evet diyen; mecburi iskan yasalarını, zoraki göçettirme kararlarını yasa yoluyla çıkaran; Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı ve Dersim başkaldırılarında türk ordusunun kürt halkına karşı uyguladığı bütün vahşi uygulamara evet diyen, Şeyh Sait ve arkadaşları, Seyid Abdulkadir, Halit Cibranlı,Yusuf Ziya, Kemal Fevzi, Seyid Rıza ve nice kürt yurtseverinin idam sehpasına gönderilmesini onaylayan ve uygulanan şovenist asimilasyoncu politikalara yasal bir meşruiyet sağlayan tek organ türk meclisidir. Meclis, kürt ulusu ve ülkesi Kurdistan’ın işgal edilip parçalanmasında ve mevcut parçalanmışlığın devamını sağlamak için elindeki bütün ulusal ve uluslararsı sıyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve diplomatik olanakları kullanan, devletin en bağnaz, gerici ve saldırgan organlarından biridir.
Kürrdistan’da, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geri bırakılmışlığın suçluları türk devleti ve onun iktidar organlarıdır. Özellikle uygulanan asimilasyon ve inkar siyaseti ile kürt dili ve kültürünün gelişmesi önündeki engel ve giderek gerilemesinde tek hesap sorulacak yer türk devleti ve onun yasama organı olan meclistir. Türk devleti yanlız Kuzey Kürdistan’da değil Kurdistan’ı işgal eden diğer devletler üzerinde de yoğun baskılarda bulunup, kürtlerin ulsal hak almalarına, kültürlerini ve dillerini geliştirebilecek hakların verilmesine karşı çıkmıştır. En son örneği Güney Kurdistan’a karşı olan saldırgan siyasetidir.
Kurdistan’ın ekonomik geri bıraktırlmışlığı coğrafik nedenler veya sosyal geri kalmışlıktan değil, tam tersine esas neden talana ve yok etmeye dayanan mevcut türk sömürgeci ekonmik siyasetidir. Kürdistan’ın ormanları, meraları ve yaylaları yakılmakta; ekilebilir araziler çölleştirilmekte; bahçeler kurumaya mahkum edilmekte; boşaltılan köyler, yaylalar ve araziler yasak bölge ilan edilip mayınlanmaktadır.
Sivil örgütlerin askerin yan örgütleri olarak çalıştığı tek devlet Türkiye olsa gerek
Kürdistanda bombalanmadık bir karış toprak kalmamış. Yüzlerce hayvan ve bitki türü yok edilmiş. Ne hikmetse hiç bir türk siyasi ve sivil organı bu vahşete dur dememiştir. Türk bölgelerinde kaza ile bir orman yangını çıktığında ‘’yüreklerimiz kan ağlıyor’’ diyip, ateşi söndürmek için ulusal seferberlik ilan ediliyor. Sivil örgütlerin devletin siyasi-askeri yan örgütleri olarak çalıştığı tek devlet Türkiye olsa gerek. Kürditan’da tarihi eserler kurulan barajlar ve göletlerin altına gömülüyor. Yanlız bize ve tarihimize düşman değil, doğa, bitki ve hayvanlarımıza da düşmandırlar. Doğayı ve hayvanları koruma örgütleri Akdeniz kıyılarında kamplumbağa cinslerini korumak için ulusal seferberlik ilan ederken, Kürdistan’da cinsleri yok edilen yüzlerce hayvan ve bitki türüne neden sessiz kalıyorlar. Bütün siyasi ve sivil örgütler, devletin kürt halkı üzerinde uyguladığı barbar politikalara evet diyorlar.
Kemalist devlet, kürt ulusuna kendi toprakları üzerinde kendi kendine yetebilecek ve mevcut sömürgeci ilişkilere hayır diye bilecek olgunluğa erişmesini engellemektedir. Kürt ulusal sorununu bir toprak yani Kürdistan’ın kurtuluşu sorunu olamktan çıkarıp, marjinal kültürel bir sorun haline getirmek istemektedir. Bu siyaset gereği, şovenist asimilasyon politikasının yanında, kürt toplumsal yapısını bozacak sıyasi, askeri ve ekonomik zorluklar çıkararak, sürekli ve zoraki toplu göç politikasını uyguluyorlar. 1990’larda devletin 4000 kürt köyünü boşaltarak ve milyonlarca insanı hiç bir sosyal ve ekonomik güvence olmaksızın türk metrepollerine hapsetmiştir. Bu uygulamanın kürt toplumu üzerinde yarattığı ekonmik, sosyal, doğal, kültürel, ahlaki ve manevi tahribatların hesabını hiç bir türk iktidarı veremez.
Bir tek kürt, istesede türk olamaz
İşte böylesi bir sistemde ve onun tayın ettiği siyasi ortamda türk iktidarının yasama organı olan meclisin seçimleri gerçekleşecektir. Bu seçimlerde kimler oy hakkına sahiptir sorusu sorulabilir. Türk anayasasına göre: yanlızca türk olan oy verme hakkına sahiptir. ‘’Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan türktür’’ belirlemesi sadece türk olmayan ulusal grupların türk etnik kazanında eritilmesi ve özellikle gelişen kürt ulusal bilinci ve ulusal muhalefetinin önünü almak ve kitleleleri manipule etmek için uydurulmuş bir belirlemedir. Genel kurmayın son muhtırası herkesin hafızasındadır. Türk olduğunu kabullenmeyen, ve türk olduğundan mutlu olmayan herkesi düşman ilan eden bizzat türk genel kurmayıdır. Aynı şekilde kürtleri ulusal hak talep ettikleri için ve yapılan vahşi uygulamaları protesto ettikleri için sözde veya sahte vatandaşlar olarak ilan eden yine türk genel kurmayıdır.
Türk faşisti Nihal Adsız, Türkiye’deki bütün ulusal gurupları açık olarak türk düşman ilan etmişti. Türk devleti bunu eylemde yapmaktadır. MGK kürtlerin 2025 yılında, Türkiye nüfusunun yarısını aşacaklarını ve ulusal bilinçle birleşirse Türkiye’yi elegeçirebilecekleri tesbitini yapıyor. Bunun önünü almak için akla gelmedik düşmanca önlemler öneriliyor. Doğum kontrolunden tutun, kürt imam, öğretmen ve memurlarını zoraki göçettirmeler, çok çocuk doğuran aileri vergiye bağlama ve daha bilmediğimiz nice hince önlemler MGK da tartışılmaktadır.
Evet her şey açık, bir tek kürt, istesede türk olamaz. Olsa olsa düşürülmüş, kişisel ve ulusal benliği yok olmuş, ruhsuz ve herşeye boyun eğen köle bir yaratık olabilir. Onun için kürt olduğunun bilincide olup onurlu kalmak isteyen insanlarımız, oy verme hakkına sahip olmadıklarını bilmelidirler.
Oy verme hakkına sahip olmayan kürler, meclis seçimlerinde milletvekili adayı olabilirlermi? Türk anayasında: ‘’yanlız yirmibeş yaşını doldurmuş türk milletvekili seçilebilir’’denılmektedir. İnsanın kendisine şu soruyu sorması gerekiyor. Türk millet meclisine adaylığını koymuş kürtler anayasanın bu maddesini bilmiyorlarmı? Biliyorlar. Acaba bunlar adaylıklarını kimin adına koyuyorlar ve nasıl izah edebiliyorlar? Tek bir cevap var. Türk olduklarını resmen ve fiilen kabul ediyor olduklarıdır
Kürt milli hareketini içten çökertme siyaseti
1980’lerin sonlarına kadar Kürdistan’da yasal çerçevede yanlızca resmi Türk partileri yanlarına aldıkları kürt ağa, şeyh, okumuş devşirmeler ve toplumda nufuz sahibi kişileri alarak seçimlere katılabiliyorlardı. Devlet bu kesimlere tam güvenmediği halde, yine de türk egemenlik sisteminin Kürdistan’daki bir ayağını oluşturuyorlardı. Bunlar devleti ve onun iktidar organlarını kürt toplumu ile temasa geçiren ve onlara Kurdistan’da zemin hazırlayan önemli güçlerdi.
1990’lı yılların başlarında kürt ulusal hareketine devletin yaptığı çok yönlü yok etme haraketinin bir parçası olarak, kürt ulusal haraketini dejenere etme ve marjinalleştirme siyasetini başlattı. Kürtler arsında ulusal sorunu Kürdistan’ın kurtuluşu sorunu olmaktan çıkarıp marjinal kültürel bir talep düzeyine getirtmek için, kürt ulusal haraketine içten vurmak yöntemine başvurdu. Uniter devlete evet diyen; sorunu kültürel haklar düzeyinde gören; türk anayasına riayet eden, statukocu kürt postunda türk partilerin dönem dönem kurulmasına müsaede edildi. Böylesi partilerin başına genellikle kürt kamuoyunca devletin adamı olduğundan kuşkulanılan, şaibeli kişilikler getirildi. Yanlız seçim dönemlerinde değil, önlerine çıkan her fırsatta kemalist ideolojinin ilericiliğinden, etnik esaslarda parti kurulamıyacağından ve özellikle kurdukları partilerin Türkiye partisi olduğunu vurgulamaktadırlar. Devletin kürt halkına yaptıkları yetmiyormuş gibi, kürtlerin türkler için tehlike olmadığını, onlara güven vermek için çaba harcamaları gerektiği propagandasını yapmaktadırlar.
Bunca zulum ve inkara rağmen, acaba türkler, kürtleri kazanmak ve onlara güven vermek için ne yapıyorlar. Bilinen bir gerçek var. Resmi türk partilerinin üzerinde yeminli oldukları bir anlaşma var. Hiç bir parti Türkiye’de ulusal bir sorun olduğu iddiasında bulunamaz ve ulusal gurupların varlığından bile bahsedemez. Hepsi işin başından inkar sıyasetine amin demiş ve diyorlar. Eğer kürt halkı ulusal bir muhalefet gösterse, hepsi ona saldırganlıkta biribirleriyle yarışıyorlar.
Bu seçimlerde bütün türk partilerinin ortak iki noktası var: gerici, şoven türk milliyetçiliğini azdırmak ve kürt halkına karşı olan açık gerici düşmanlık politikalrıdır. Özellikle Güney Kürdistan’a ve kürt halkının burada elde ettikleri kazanımlarına savaş tehditleri ile karşı çıkılmakta ve ellerinden gelse dünyayı kürt halkına karşı savaşa seferber edecekler.
Türk siyasetinde ne siyasi, ne de ahlaki prensipler var
Siyasi mücadelede herkesin kabulu olan iki prensib var: birincisi sıyaset hukuku, ikincisi siyaset ahlakı. Acaba türk siyasetinde bu iki prensipten hagisi var. Hiçbiri yok. Siyasi hukukta kürtlerin varlığı inkar ediliyor ve olmamsı için en vahşi önlemler alınıyor. Siyasi ahlaka gelince, değerli İsamil Beşikçi dışında, kürtlere yapılan bunca haksızlıklara vijdani azap duyup, kim hayır diyor? Sayıları bir elin beş parmağını geçmez. Geri kalanlar, kürt ulusal sorununa çözüm önerirken, çıkış noktaları devletin çıkarları oluyor. Türk ‘’demokratlar’’ Kurdistan’’daki işgale karşı değildirler. Onlar işgalin kalıcılaştırılması için kürt halkı üzerinde uygulanan askeri şiddetin yumuşatılmasını istiyorlar. Kimse kürt halkı için hangi çözümün doğru olacağını önermiyor ve devletin haksız uygulamalarına tutarlı bir tavır takınmıyor. Durum böyle iken, içimizdeki kimi türk uşakların halkımızdan istedikleri, kayıtsız şartsız köle olmaktır.
Kürtler adına siyaset yaptığını ileri süren kimi siyasetçiler, efendilerinden aferim almak için, şovenist kemalist milliyetçiliği kürt halkına şirin ve insancıl göstermeye çalışmaktadırlar. Onlar, Türk tarihinin kürt halkı için yanlız askeri bir savaş tarihi değil, bundan daha beter ve çekilemeyen günlük psikolojik savaş ve asimilasyon işkencesi olduğunuda biliyorlar. Özellikle kürt çocuklarına düşman olan kemalizmin, onları potansiyel düşman olarak gördüğü için, ilk fırsatta onları teslim alıp beyinlerini yıkamak için üzerlerinde asimilasyon politikasını uyguladığını da biliyorlar. Yeni doğan çocuklar, anne ve babaların kişisel ve ulusal iradelerini ayaklar altına alarak nüfusa kayıtları ‘’türk’’ olarak yapılmaktadır. İlk okula başlayan çocuklara her gün ‘’türk andı’’ okutulmaksızın, yani çocuklara türk olduklarını ve bundan mutluluk duyduklarını dedırtmeksizin bir tek çocuğa devlet okulu açık değildir. Günümüzde benzer politikalar özellikle Kurdistan’daki çocuk kıreşlerinde ve televizyon kanalları aracılığıyle her eve giriyor. Hayır, kürt kemalistlerin iddia ettiği gibi kemalist milliyetçilik ne idüğü belirsiz ‘’ilerici’’ bir ‘’kültür milliyetçilği’’ değildir. O, apaçık kafatasçı, ırkçılığa dayalı şovenist türk milliyetçiliğidir.
Yıllarca bize kemlizmi ilerici diye hazım ettirmeye çalışan DTP liderleri meclis seçimlerinin en aktif katılımcılarıdırlar. Seçimlere çok çarpıcı olan ‘’oy namustur, namus satılmaz’’ sloganı ile kürt halkını seçimlere katılmak için mobilize etmektedirler. Bu slogan kendi başına alındığında doğru ilerici bir muhtevaya sahip olduğu inkar edilemez. Ancak hangi şartlarda ve kimler tarafından hangi amaca yönelik olarak kullanıldığına bağlı olarak, bu slogan doğru, olabileceği gibi halkı manipule eden sahte bir şiar da olabilir.
Günümüzde bu slogan kürt halkını seçime katılmaya teşvik etmek ve onların oylarını almak için atılıyor. Anayasasıyle ve bütün yasal, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel uygulamalarıyle kürt ulusunun varlığını red eden bir sistemde kürtler ancak oylarını yani namuslarını mevcut ilişkilere devrimci bir duruşa sahip oldmakla, yani bütün devlet organ, kurum ve yasalarını red ederlerse satmamış olurlar. DTP lilerin yaptığı tam tersi. Kürtlere develetin iktidar organlarını, inkar yasalarını hazmettirmek politikası yürütmektedirler. Kürtleri türk egemenlik sistemine riayet etmeye, mevcut durumla barışmaya teşvik ediyorlar. Yani kendi düşürülmüşlüklerine kürt halkını da ortak yapmak istiyorlar. Namuslu olan, kürt halkına böyle bir hakareti reva göremez. Böylesi bir sloganla, meclis seçimlerine katılmak için değil, tersine meclisi ve bütün türk iktidar ve yasama organlarını protesto etmek için kürt halkına gitmek gerekir.
Yeni Diyap Ağaların siyasi uşaklığı
DTP ve seçimlerde bir etkinlik gösteremiyeceği için seçime katılmayan kürtler adına siyaset yaptığını iddia eden diğer partiler, kürtlerin oyu dışında bir tek türk oyu alamadıkları halde her yerde Türkiye partisi olduklarını söylemektedirler. Seçimlere aktif katıldığı için özellikle DTP, kendi kurmayları aracılığıyle mevcut seçim atmosferinde siyasete ilgi duyan kürt halkını seçimlere katmak ve oylarını kazanmak için yoğun propaganda yapıyorlar. Kürdistan’ın değişik bölgelerinde aday gösterdikleri namzetleri aracılığıyla iyi niyetli yurtsever kürt halkının tek umudu oldukları mesajını veriyorlar.
Evet, bilinen bir gerçek var, iyi niyet insana her zaman iyi sonuçlar getirmez. Cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile örüldüğü sözü bilinmektedir. Kerelerce kürt halkının başına geldiği gibi, bu sefer de kürt halkı, içi boş vaadler veren bağımsız namzetlere kanarak, oylarıyla, türk cehenneminin (meclisine) yolunu açtıklarını ve sömürgeci zincirleri sağlamlştırdıklarını biliyorlarmı? Bu cehennemde yer almakla hem kürt ve türk kamuoyuna ve hem de dünyaya, Türkiye ‘de demokrasinin işlediğini, tıpkı 1920’lerin Dıyap Ağaları gibi ‘’kürt’’lerin mecliste temsil edildiği mesajı verilmiş olacaktır.
Ama sorun bundan ibaret değildir. Seçimi kazanan ‘’kürt’’ namzetlerin mecliste yer alabilmesi için okuyacakları bir yemin var. ‘’Develetin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, ... Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma; ... ve Anayasay sadakettan ayrılmayacağıma; büyük türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.’’ Evet kürd halkına oy namustur, namussatılmaz diyen namzetler ve onların sözcüleri, hem kendi namuslarını ve hemde kürt halkının namusunu bu yemini içerken, türk devletine sattıklarını inkar edebilirlermi? Eğer bu yemini içtikten sonra, mecliste oturabilecek bu namzetlerin bir dirhem ulusal namusları varsa, buyursunlar kendileri yaptıkları işin ne anlama geldiğini halka açıklasınlar. Kürt halkının oylarıyla Türk meclisinde yer alacak milletvekillerine sormak gerekir: Cezayir’i Fransa’nın bir bölgesi, Cezayir milletini de farnasız milletinin bir unsuru sayan, Fransa’ın parlamento seçimine katılan cezayirli bir arabın, üstelik yurtsever geçinen bir arabın, ‘’ ben fransız vatanının ve miletinin birliği için namusum ve şerefim üzerine and içiyorum demesinden farkınız nedir? Nasılki onlar cezayir halkının nezdinde birer hain olarak kalacaklarsa, sizlerde kürt halkının nezdinde hain olarak kalacaksınız.
Mecliste yer alacak ‘’kürt’’ milletvekilleri, her şeyde olduğu gibi siyasi demokraside ve özellikle demokrasinin taklid edildiği türk meclisinde, riayet edilmesi gereken oyun kurallarının olduğunu biliyorlar. Mecliste yer alan her ‘’kürt’’ milletvekili, mecliste oy çokluğu ile alınacak her karara, avazları çıktığı kadar bağırarak karşı olduklarını söyledikleri halde ve velev ki kürtlerin toptan katliamı kararı alınmışsa bile, karar karşı oldukları halde, uygulamaya eli kolu bağlı kalmak zorunda olacaklarını biliyorlardır herhalde. Eğer buna rağmen Türk meclisine girmek için harıl harıl çalışıyorlarsa, onlardan beklenen tek şey kürt halkını yok etmek isteyenlere boyun eğmektir.
Kemalist kürtler, yanlız seçim döneminde değil, bütün politik süreç boyunca kürt ulusal sorununu ne idüğü belirsiz bazı kültürel haklar çerçevesine sıkıştırırken, asıl mücadelenin Türkiye’de demokrasi mücadelesi olduğunu iddia edip kürt halkını bu alana mobilize etmektedirler. Özellikle seçim propagandası olarak DTP’ni destekleyen TV kanalları hergün defalarca çalınan şarkının şu nakaratları dikkat çekicidir:
“Bînin bînin bînin wê aşîtî bînin
Endamê serbixwe demokrasiyê bînin”.
Bağımsız adaylar, barışı ve demokrasiyi getireceklermiş. Sormak gerekir: eğer yalan atmak ve halkı avutmakla, türk efendileriyle yarışmıyorlarsa, hangi güç ve mütefiklerle ve hangi yasal dayanaklarla barışı ve demokrasiyi kime ve nereye getirecekler? Türkiye’de insanlar türk olduğunu söylemeksizin nefes bile alamazken, bağımsız adaylar türk meclisine hangi hüviyetle girecekler? Öreneğin: Türk başbakanı Tayip Erdoğan, Gürcü ve Türk genel kurmay başkanı Yaşar Büyükanıt yahudidır. Hangisi Türk olmadığını söyleyebiliyor? 12 Eylül darbesinin başı ve türk babası olma hevesinde olan Kenan Evren, kürtlerle ilgili laf etti diye, türk olmadığı, arnavut olduğu yüzüne vurulup, kuyruğu üzerine oturtulmadı mı? Herkesin ulusal kimliğinin silikleştirildiği ve renksiz türk şovenizmine boyun eğdrilen Türk devletinde, bağımsız adaylar, kürt halkına yalan atıyorlar ve başından beri olmayacak duaya amin demelerini istiyorlar.
DTP ve bütün bağımsız adaylar biliyorlar ki, yanlız kürt halkı için değil, bütün demokrasi güçleri için en büyük katkı, kürt halknın herşeyden önce kendi ulusal demokratik hakları ve ülkesinin kurtuluşu için mücadelesiyle sağlanır. Gerisi aldatmaca ve sömürgeci ilişkilerin devamını katmerleştirmedir. Kürtler, üzerine ayak basacakları özgür bir toprakları ve rahat nefes alabilecekleri özgür bir semaları olmadan, hiçbir demokrasi mücadelesi veremezler. Kaldıki Türkiye’ye demokrasi, başından beri ayarlanmış sahte seçim oyunlarıyla gelmez, o bir devrim konusudur.
Öyle görünüyorki Türk devleti 1990’larda başlattığı kürt ulusal hareketini deforme etme siyasetinde önemli mesafeler kaydetmiştir. Yetiştirmiş olduğu kürt kemalistler aracılığıyla kurdurdukları siyasi partilerle, kürt halkını kontrolu altına almaya çalışmaktadır. Kimi kemalist kurmaylar, kürt yurtseverliğini aşağılayıp ‘’ilkel milliyeyçilikle’’ suçlerkan, kürt aydını geçinen kimi baylar ‘’Türk bayrağının dalgalandığı her yer benim vatanımdır’’demektedirler. Hepsinin ortak yanı kürt halkına, kemalist türk şovenizmini kabul ettirmektir. Bunların misyonu yanlızca kürt yurtseverliğinin devrimci özünü yok etmektir. Bu vahim durum türk sömürgeciliğinin kürt insanının kişiliği üzerindeki tahribatın boyutlarını gösteriyor.
Bu ve benzeri çabaların Kürt toplumunda yarattığı toplumsal ve ulusal tahribatlar insanları sersemleştirmiştir. Kürt insanları, kemalist kürtlerin bu sinsi politikalarının etkisinde kaldıkarı için, içinde yaşadıkları cehennemin farkında olmadıkları gibi, ilerde kendilerini bekleyen daha büyük felaketlerin ne olabileceğini tahmin bile edemezken, kemalist zebanilerin sinsi ihanet siyasetine kapılmışlardır. Elbetteki güçlü devrimci bir ulusal haraketin olmaması da toplumda bu tip tahribataları yapmak isteyenlerin işlerini kolaylaştırıyor. Mevcut durum değerlendirilmesinden çıkarabileceğimiz netice şudur: türk devleti ve kemalist kürtlerin çabalariyla renksizleştirilen ve sersemleştirilen kürt toplumu, içinde bulunduğu sosyal, siyasi, ekeonomik ve ulusal kaosun farkında olmayan ve gelecekte kendisini bekleyen felaketleri tahmin edemeyen sosyal bir körlüğün içine sürüklendiğini söyleyebiliriz.
Bazı kürt siyasetçilerinde kendisini kemalist felaket çemberinin dışında gören ve seçimlerde yurtsever kürt namzetlerin desteklenmesini öneren bir analyış hakim. Sormak gerekir, yurtsever adaylardan kimler kastediliyor. Niyetleri ne olursa olsun, eğer yukarıda belirttiğimiz gibi kürt namzetler, türk anayasasının koyduğu kayıtlara evet diyebiliyorlarsa, yani ‘’türk’’ vatandaşlarının oylarını alabilip ve bir ‘’türk’’ milletvekili olarak mecliste and içebiliyorsa, bu kişiler değil kürt yurtseveri, olsa olsa yanlızca türk yurtseveri olabilirler.
Kürt milletvekillerinin mecliste gördükleri işlev
Türk hakimiyet sistemi, Kürdistan’da sömürgeci ilşkilerin hakimiyetini ve devamını sağlamak için kürt halkını sosyal ve ekonomik alanda geri bıraktırmaktadır Uyguladığı tehdit, zor ve rüşvet politikası ile kürt insanlarını sömürgeci egemenliğin devamını sağlayan idari ve benzeri işlerde kullanmaktadır. Örneğin: Bu tip ilişkilerin tümüne karşı olduğumuz halde , bir kürt memur geçimini sağlamak için, devletin bazı idari işlerini görebilir; bir öğretmen bir okulda (kürt çocuklarını asimile etmekle) eğitmenlik yapabilir ve hatta korucuların çoğu, tehdit, zor ve ekonomik nedenlerden dolayı türk askerinin yedeğine girmiş olabilirler. Hepsi de şu veya bu şekilde devlet çarkının Kurdistan’da işlemesi için çalışıyor olabilirler ve yaptıkları işler, sonuç itibariyla kürt halkına zarar da verebilir.
Fakat bu tahribatların hiçbiri mecliste oturan ‘’kürt’’(Türk devleti) milletvekillerinin, ister taraf olsunlar veya karşı olsunlar, türk meclisi aracılığıyla kürt ulusuna yapılacak olan tahribatlarlan kıyaslanamaz. Çünkü onlar, mecliste oturmakla devletin kürt halkına karşı alacağı her karara yasal meşruiyet ve zemin sağlamış olurlar. Ayrıca kürt namzetler ne aileyi geçindirmek ihtiyacından, ne de yapılan zordan korktuğu için ve ne de bir zorlama sonucu meclise girmektedirler. Tam tersine, onlar hiç bir zorlama olmaksızın gönüllüce meclise girmek için canlan başlan çalışıyorlar ve haddi hududu bilinmeyen paralar döküyorlar. Onlar, bunları bir yandan, mecliste oturup kendilerine ekonomik olanaklar, siyasi ve toplumsal bir statu sağlamak için yaparken, diğer yandan da kürt halkını devletin iktidar kurum ve organalarını meşru görüp onun hakimiyet sistemine boyun eğmesini sağlamış oluyorlar.
Kürt siyasetçilerinin çoğu hala kemalist ideoljisinin etkisinde resmi devlet partilerine bakmaktadırlar. Türkiye’de sol yelpazeden sağ yelpazeye kadar bütün resmi devlet partileri (İP’den MHP’ ye kadar AKP dahil) hepsi devlet partileridir. Aralarındaki ortak payda kemalist devleti güçlendirmek ve Kürdistan’daki işgalin ve parçlanmışlığın devamı için ne lazımsa onu yapmaktır. Mücadeleleri siyasi iktidara sahip olma mücadelesidir, devleti değiştirmek değil.
Kötüler arasında tercih yapma hakkımız yoktur
Kürt yurtseverlerin, halka kötüler arasında iyiyi seçelim demeye hakkı yoktur. Politika amaçların gerçelkeşmesi ve çıkarların korunması için yapılır. Kürt poltikacıların üzerine düşen görev halkın ulusal çıkarlarını savunmak ve amaçlarının hayata geçirilmesi için ne lazımsa onu yapmaktır. Fakat görünen o ki, kürtler hala kemalizmi kendi açılarından görüp değerlendirme yeteneğinde değildirler. Bizim için Türk devleti, kemalist ilkeler üzerinde kurulmuş, Kürdistan’ı işgal etmiş; bütün ulusal haklarımızı red eden, zor ve inkar politikasını devam ettiren bir devlet olarak görülmelidir. Bu politikanın devamından yana olan her siyasi güç ve parti kürtler için kemalisttir. Bu bağlamda AKP’nin kürt ululsuna ilişkin politikalarıyla kemalist politika arasında ne fark vardır? Eğer fark yoksa, ona karşı duruşumuz da kemalizme karşı duruş olmalıdır. Kimsenin onu kürt halkına anti-kemalist bir siyasi güç olarak gösterip oy vermeye çağırma hakkı yoktur. Niyetleri ne olursa olsun bu anlayışa sahip olanlar, kürt halkından çok kemalist devlete hizmet etmiş olurlar.
Kürt yurtseverlerinin seçim siyasetleri, sömürgeci Türk devletine ve onun siyasi-askeri iktidar organları ve kurumlarına karşı duruşlarının bir parçası olmalıdır. Seçim dönemlerinde, toplumda genellikle siyasi atmosfer ve tansiyon yüksek olur. Kürt yurtseverleri, örgütlü olarak böylesi dönemlerde halka gidebilmek için, ortaya çıkmış siyasi atmosferi kullanabilmelidirler.
Kürt kamuoyuna ve genel olarak türk ve dünya kamuoyuna, Türk devletinin sömürgeci-şovenist, inkarcı ve zora dayalı politikasını teşhir edip, işgalci karakterini ortaya koymalıdırlar.
Türk devletinin hükümeti, meclisi, mahkemeleri ve bütün askeri ve polisiye organalarıya yanlızca türk azınlığını temsil ettiğini ve kürt halkı dahil bütün ulusal gurupların varlığını inkar ettiğini ve ordunun devlette bütün iktidar organları üstünde hakimiyeti mutlak olduklaını söyleyebilmelidirler.
Kürt halkı için esas ve acil olanın, en meşru hakkı olan ulusal hakları ve ülkesinin kurtuluşu için mücadele etmesi gerektiği temel şiar olamalıdır. Türk devlet partilerinin, inkarcı-şovenist karakterleri ve Kürdistan’da esas olarak sömürgeci ilişkileri sürdürmek için var oldukları teşhir edilmelidir. Aynı şekilde, kemalist kürtlerin halkı seçim ve demokrasi yalanlariyla devlete integre etme politikası teşhir edilmelidir.
Kürd halkının güney Kürdistandaki ulusal kazanımlarına sahip çıkmak ve savunmak; düşmanca tehdit ve saldırılara karşı durmak bütün yurtseverlerin görevi olmalıdır.
Türk devlet sembolleri, türk istiklal marşı ve andının milliyetçi-şovenist karakterleri ve diğer ulusal gurupları inkar ettiği vurgulanmalı. Türkiye, bir devlet adı olarak sadece siyasi-şovenist bir isim olarak türk azınlığını ifade ettiği; tarihi coğrafik bir isim olamadığı gibi bu topraklar üzerinde asırlarca yaşayan diğer ulusal gurupları inkar ettiği ve bundan dolayı red edildiği vurgulanmalıdır. Aynı şekilde türk bayrağının bağımsızlığı değil, tam tersine türk sömürgeci güçlerinin Kürdistan’da işgalin ve halkı köleştirmenin sembolü olduğu teşhir edilmelidir.
Kürt halkında ulusal bilincin ve kişiliğin gelişmesi, kürt dili ve kültürüne karşı sevgi ve ilginin yükselmesi için çalışılması ve pratikte buna öncülük edilmesi için, seçimler dahil, her zaman ve her yerde kürtçe konuşma bir ulusal görev olarak kabul edilmeli ve bunun propagandası yapılmalıdır.
Türk dili ve kültürünün, kürt dili ve kültürü dahil, diğer ulusal gurupların dilini ve kültürünü inkar eden, inkarcı ve şovenist karakteri teşhir edilmeli ve mecbur kalınmadıkça, türkçe konuşulmamasının ulusal bir sorumluluk olarak kabul edilmesi gerektiği, anlatılmalıdır.
Yurtsever kürtler, eğer örgütlü olarak etkin olabilirlerse, çeşitli protestolarla (kepenk kapama, evde kalıp sandık başına gitmeme ve benzeri.eylemlerle devletin iç siyasi dengelerini sarsacak bir şekilde, seçimleri tümden boykot edebilmelidirler. Veya gösterilebilecek namzetler aracılığıyle sömürgeci devletin yukarıda sayılan inkarcı karakterleri seçim süreci boyunca halka anlatılıp meclis kapısında kürt ve dünya kamuoyuna bu mecliste, bu yapı ve yasalarla kürt halkının temsil edilemeyeceği vurgulanarak, boykot edildiği ilan edilmelidir.
Kürdistan’ın beyni kemalci mikropla kirletilmek istenen evladları! Binlerce, onbinlerce, milyonlarca Kurdistan Şehidinin mücadele bayrağını taşımak isteyen gururlu Kürd yurtseverleri. Kürd kızlarının, gelinlerinin namusuna el uzatmış barbar düşmanın teslimiyet dayatmasını red eden halkımızın güzel kızları ve oğulları! Ülkesi parcalanmiş, işgal edilmiş, düşmanın kölelik zincirlerine vurulmuş bir milletin seçme-seçilme hakkı olabilirmi? Kaldı ki Kürd milleti köle bile kabul edilmiyor, yok sayılıyor.
Kürdistanın yurdunu, milletini seven insanları, Türk işgali, bize, dedelerimizden miras kaldı. Çocuklarımıza özgür bir ülke bırakamazsak, onlara dünyanın en vahşi barbarlığına karşı mücadele etmek gibi ağır bir yük bırakmiş olacağız.
Türk Meclisinin Kürdistan ve Kürd Milleti ile olan tek ilişkisi düşmalık ilişkisidir. Türk Meclisi Kürd Milli varlığını yok etmek için ne lazımsa onu yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir.
Türk devletinin içimizdeki kimi uşaklarının Mecliste Kürd halkını temsil edecekleri iddiasi boş bir yalandır. Türk seçim sandıklarına atacağınız her oy cocuklarımızın yükünü ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramacaktır.
FEVZİ NAMLİ
SEYİDXAN MERCAN 2007-07-15