Şimdi, yani gerek Qazî Muhammed’in Doğu Kürdistan Cumhuriyeti'nin programı, gerek Mele Mustafa Barzani'nin, Güney Kürdistan'daki siyasal programına baktığımız zaman, aşağı yukarı birbirine benzeyen programlardır. Öncüleri, Kürdistan Demokrat Parti’leridir,
Her ikisinde de resmi programın ötesine taşıyan, fiili durumlarını görüyoruz. Birincisi, her İkisi de ayrı bir ordudan vazgeçmiyor. Otonom bölge olacağız ama kendi ordumuz olacak, parlamentomuz olacak, eğitim olacak, yani Kürdistan Cumhuriyeti'nde, onbir aylık kısa sürede, çok büyük işler yapılmış. Kültürel alanda, eğitim alanında, çok büyük işler yapılmış. İşte, üniformalar hazırlanmış.
Aslında, her ikisinden de anladığımız, bir devletleşme hedefi var ama bu devletleşme hedefinin, özellikle devletlerarası konjonktüre ve güce bağlı olarak, öne çıkarılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bir perde geride, bir resmi bir program yapıyorlar. Onun için, hep şey diyorlar; “Her Kürd’ün gönlünde bağımsız bir Kürdistan vardır.” Muhtemelen doğrudur ama artık önemli olan, o zaman da aslında, bana sorarsanız, önemli olan, gönlünde olanı, dışarı vurmak ve gönlünde olanın, programını gerçekleştirmektir. Çünkü biz, devletleri kandıramayız. Devletler bizi kandırabilir, tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Ama bu her dört işgalci devlet, otonomiden başlasa bile, eninde sonunda Kürdistan'ın Birliği'nin, Kürdistan'ın bağımsızlığının, gündeme geleceğini biliyorlar. Hatta bizden daha fazla biliyorlar. Dolayısıyla biz biliyorsak, istiyorsak, düşman da biliyorsa, o program üzerinden siyaset yapmak, daha doğru olurdu.
Kürdistan Cumhuriyeti'nde, Kürdistan Demokrat partisinin, otonomi çerçevesinde kalmasının, bir nedeni de işte, dünyadaki tek yandaşları Sovyetler Birliği’dir, Sovyetler Birliği'nin esas aktörü İran Azerbaycan’ıdır, Sovyet Azerbaycan’ı üzerinden ve her iki Azerbaycan da Kürdistan'ın ayrı bir otonom bölge olmasını bile istemiyorlar. Hatta 1946’dır sanıyorum, ayını hatırlamadım, Azerbaycan'dan bir heyet, Kürtleri ve Azerileri temsilen Tahran'a gidiyor. Bu sonra, belki de 45'tir, tarihini yanlış hatırlıyor olabilirim, Kürtler buna reaksiyon gösteriyorlar. Yani biz, kendimizi temsil edeceğiz; siz, işte, mesela orada da, o isteklerde de, Azerilerle, Süryanilerle, herkesle, kardeşlik mesajı var ama kendisi kalarak kardeşlik mesajları var.
- Bildiğim kadarını söyleyeyim. Birincisi, üç ayrı silahlı güçten oluşan bir ordusu var. Esas gücü, Kürt aşiretlerinin silahlı gücüdür. İkinci büyük gücü, Güney Kürdistan'dan gelen, Mele Mustafa Barzani’nin silahlı gücüdür. Üçüncü olarak da yeni yeni cumhuriyetin ordusunu kurmaya başlıyorlar ki bu henüz başlangıçtadır ve çok cılızdır. Kürdistan Cumhuriyeti'nin kendisini koruyamamasının temel nedenlerinden biri de budur. Çünkü Sovyetlerin çekilmesinden sonra, Kürt aşiretlerinin bir bölümü, Cumhuriyet’i korumaktan vazgeçmişler, karşı saflara geçmişler.
Aslında daha öncesinde de çekilen ve Cumhuriyet’e saldıran aşiretler var. Modern ordu diyebileceğimiz ordu da kaç kişiliktir, sayı tam olarak aklıma gelmiyor, yanlış bir şey de söylemek istemiyorum, sınırlı sayıdadır. Sovyet subayları tarafından eğitildiği söyleniyor ama askeri güç açısından, üçüncü sıradadır.
Yönetimi büyük ölçüde, büyük toprak sahipleri ve aşiret reislerinin elindedir. Yani KOMELA JEKAF’IN isteği hilafına oluşan, bir yönetim modeli var. Ama kendi içinde son derece, bence, demokratik işleyen, halkın katılımına açık, Kürdi bir yönetim biçimidir. Yani bunlara bakıp, orada işte, aşiret reisleri devleti kuruldu, falan diye düşünmek, saçma olur. Böyle değil, çünkü.
Gerçekten; kadın-erkek eşitliği konusunda, insanların eğitilmesi konusunda, birbirlerine tahammül konusunda, son derece ciddi adımlar atan bir Cumhuriyet’tir. Zaten on bir ay yaşayabilmiştir. Kendi doğal sürecini tamamlayabilseydi, daha iyi değerlendirebilirdik ama tamamlayamamıştır, Müdahale edilmiş ve yıkılmıştır.
-Mele Mustafa Barzani’nin sürece katılımını ve pozisyonunu nasıl değerlendirebilirsiniz?
Şimdi, gerek Mele Mustafa Barzani’nin, Doğu Kürdistan'a gidişi, gerek bazı Doğu Kürdistan’lı aşiretlerin Irak’a gelişi, aslında Osmanlı-Safevî imparatorlukları döneminden beri, olağan bir durumdur. Şimdiki gibi değildir. Yani şimdi, modern devletler, bu sınırları bir fetişe dönüştürdüler. İmparatorluk dönemlerinde sınırlar son derece geçişgendir. Ve üstelik her iki imparatorluk da Safeviler de Osmanlılar da, diğer imparatorluğun kontrolündeki Kürt aşiretlerini, kazanmaya çalışırlar, anti-Kürt davranışlardan uzak dururlar, 19.yüzyıla kadar.
Mele Mustafa Barzani’nin Doğu Kürdistan’a gidişi İran yönetiminin de bilgisi ve kabulü dâhilindedir. Savaştan sonra, bazı Kürt aşiretleri de Irak’a çekilmişler, o da Irak yönetiminin bilgisi dahilindedir. Ama oraya gittikten sonra; işte, Qazî Muhammed ile görüşüp, Qazî Muhammed’in programını hedeflerini, zaten önceden biliyorlar, yani, şimdiki gibi birbirlerine çok uzak değiller, sınırlar engel değil o zaman. Gidiş-gelişleri hep sürekli vardır. Doğu Kürdistan'da kendilerine bir yer tahsis edilir. Cumhuriyet ilan edildiği zaman da, genelkurmay başkanı olur.
Cumhuriyeti çok iyi savunmuştur, çok içtenlikle savunmuştur, Kürdistan Cumhuriyeti'ni. Çünkü ordu içinde en vurucu güç, savaş deneyimi olan güç, eğitimli olan güç, Barzani peşmergeleridir. Ve gerek, özellikle Azerilerle olan çekişmelerinde, Barzani'ye bağlı peşmerge güçlü, büyük yararlılıklar gösteriyorlar.
Yenilgi belli olduktan sonra, Mele Mustafa Barzani, geri çekilmek gerektiğini düşünmüştür. Buna Qazî Muhammed’i de ikna etmeye çalışmıştır. Qazî Muhammed bunu kabul etmemiştir. Kendisi daha bir süre kalmıştır. İran yönetimi ile görüşmeler yapmıştır, oralarda kalabilmek için, İran yönetimi, silahsızlanmayı dayatınca da savaşmıştır. Savaşarak, Doğu Kürdistan'dan Güney Kürdistan'a, daha sonra da işte, Sovyetler Birliği'ne, bir uzun yürüyüş yapmıştır, Mele Mustafa Barzani.
Benim okuduğum kadarıyla, şeyi içselleştirmiş, yani Doğu Kürdistan'daki mücadeleyi, kendi mücadelesi olarak görmüş ve buna elinden geldiği kadar, katkı sağlamıştır.
Şimdi, Qazî Muhammed’in kalışı mı doğruydu, Mele Mustafa Barzani’ nin gidişi mi doğruydu? Tarihe böyle yaklaşmamak lazım. Fiilen gördüğümüz, Qazî Muhammed, kalmayı seçmiş. Sebebi açıktır, yani; “Ben gidersem Mahabad’ı yıkarlar, ben kalırsam, hınçlarını benden alsınlar, Mahabad’a bir şey olmasın. ”der.
Alttan alta görüşmeleri olmuştur, işte, Sovyetler, belki İngilizler, onlara güvence vermiştir; yani, İran'ın katliam yapmayacağına dair, güvenceler vermişlerdir, ola ki bunlara da inanmıştır. Bu da etkili olmuştur, orada kalmıştır. Liderlerimizdir, yanlışlarından ders alırız ve liderlerimizin anısına da asla saygısızlık etmeyiz. Mele Mustafa da öyle biridir, kalsaydı, Qazî Muhammed’i savaşmaya ikna edebilir miydi? Bilmiyoruz.
Belki, şunu söylemek lazım; bu, klasik Kürt Savaşı'nda, şehir savaşı yoktur, halkla beraber savaşmak yoktur, halk için savaşmak vardır. Bu, Güney Kürdistan'daki uzun silahlı mücadele dönemine de bakarsanız, hiçbir zaman, diyelim ki Hewlêr halkını ayaklanmaya kaldırmak, ya da işte, Zaxo’yu, Duhok’u ayaklanmaya katmak olmamıştır. Tam tersine hep onları korumak istemişlerdir. Savaşı dışarıda kabul etmişlerdir.
Barzani'nin uzun süren, silahı mücadelesinde de aynı çizgiyi, istikrarla görüyoruz. En sonda, Kerkük Savaşı'nda gördük, bu klasik Savaş çizgisini terk etmediler. Yani, bana kalırsa, işte orada binlerce peşmerge, bir milyon nüfuslu Kerkük’ün içinde yayılsalardı, Kerkük düşmezdi. Onların klasik mücadele anlayışları bu, saygı ile yaklaşmak lazım, olumlamasak bile.
-Cumhuriyet’in yıkılmasına, giden olaylar, sebepler, gelişmeler nedir?
- Tek sebebi var. Birinci Dünya Savaşı sona erdi, savaş sona erer ermez, Sovyetler Birliği'yle özellikle ile ABD arasında -Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD arasında- bir gizli çatışma başladı. Daha önce Potsdam’da çizdikleri sınırlar ve anlaşmalar vardı. Her iki taraf da mümkün mertebe kendi lehine, karşı taraftan tavizler koparmaya baktılar. Mele Mustafa Barzani’nin, bir analizi var. O diyor ki; Kürdistanlı Güçler, İran rejimine yenilmedi, diyor. Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri'ne yenildi, diyor. Kürdistan Cumhuriyeti'nin yıkılmasını, böyle analiz ediyor. Büyük ölçüde doğrudur.
Sovyetler Birliği, İran’ı kaptırdım ama nüfuz edebileyim, çünkü o dönemde Kavaf hükümetidir, sanıyorum. Sonra bir hükümet değişikliği daha oluyor. Sovyetlerle de oldukça iyi ilişkileri var. Üstelik Sovyet yanlısı bir başbakan geldi, diyorlar. İngiltere'nin ona tepkileri falan var. Yani böyle tozpembe, saflar çok net, bir alan değil, o alan. Sovyetler Birliği, geri çekilmeyi yavaşlatıyor. Aslında sanıyorum, Şubat'ta çekilmesi gerekirken, bunu Haziran'a ya da Eylül'e kadar erteliyor. Önce ABD ve İngiltere onlara bir protesto çekiyorlar, “Potsdam’da anlaştık, çekilmeniz lazım.” diye. Stalin, biraz daha gevşetiyor. Hiç olmazsa Azerbaycan ile Sovyet sınırında, bir askeri güç bulundurmak istiyor. En son, ABD ve İngiltere; “Çekilmezseniz, biz geliyoruz.” diyorlar. Sovyetler Birliği de geri çekiliyor.
Şimdi, geri çekildikten sonra, ilk yapılan işi ne oldu? Zaten, Sovyetler geri çekilirken, beraberinde Azerbaycan yöneticileri de geri çekiliyor. Yani, Azerbaycan Demokratik Halk Partisi ve Cumhuriyet’i de savaşmıyor. Hükümet ve partinin ileri gelenleri Kızıl ordu ile beraber, Sovyet Azerbaycan’ına çekiliyorlar. Sıranın Kürdistan Cumhuriyeti’ne geleceği bellidir. Ordu hamle yapıyor, Qazî Muhammed onları karşılıyor. Önceden hem İngiltere, hem ABD’den yani, Qazî Muhammed en çok Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'den destek almak istiyor. KOMELA JEKAF kadroları hariç, oradaki bütün Kürt ileri gelenleri, siyasetçileri diyelim, esas ittifak kurmak istedikleri güç, İngiltere ve ABD. Fakat bu iki devletin programında, böyle bir şey yok. Ortaa da Sovyetler kalıyor, herkes mecburen Sovyetlerle ittifak kuruyor. Qazî Muhammed, bunu durduramayacağını anlayınca, bu güçle bu orduya karşı da savaşılamayacağını düşününce, dünyada da bunu destekleyecek bir güç olmadığı için, teslim oluyor ve bildiğimiz yargılama süreci başlıyor.
Şimdi orada esas en önemli olanı, hareket bir parçada kalıyor, yani, sadece Doğu Kürdistan’da kalıyor, Doğu Kürdistan'ın da sınırlı bir alanında kalıyor. Sanıyorum, Qazî Muhammed’e sormuşlar sekiz yüz bin Kürd’ün yerleşik olduğu alanda otonomi var, diğer alanlar bu otonominin dışında, Qazî Muhammed’in gayreti var, onları da otonominin içine katmak, hatta bunun için bazı Kürt aşiretleri ile çatışmak, Azerbaycan’la da çatışmak, hedeflerinde var. Ama o parçanın ortasında bir yerde, orada sınırlı kalıyor. Diğer parçalardan hiçbir destek, yani, Mele Mustafa Barzani’nin peşmerge güçleri hariç, oraya giden bazı Kuzeyli Kürt yurtseverler, aydınlar hariç, kitlesel bir destek yok. Ya mesela şöyle düşünüyorum ben, eğer o dönem Kuzey Kürdistan'da ciddi bir kalkışma olabilseydi, çünkü Kürdistan Cumhuriyeti'nin yıkılmasında, ABD'nin İngiltere yanında, esas, siyasi faaliyet Türkiye'den geliyor ve Türkiye onun karşılığında, işte, Batı kampında yer alacağını, onlara kul köle olacağını söylüyor. Kuzey Kürdistan’da böyle bir başkaldırı olsaydı, Doğu Kürdistan'ı koruyabilirdik.
Burda şunu söyleyip bitireyim; Kürdistan'da parçacı siyasetin sonu yoktur. Kürdistan'da, Kürdistanî bir siyaset lazım! Günümüzde, yani şimdi mesela, 45’lere göre çok iyi durumdayız. Yani şu anda Kürdistan’ın her dört parçasında, hareket halinde bir ulusal mücadele var. O zaman yoktu. 1925'te de yoktu, 37'de de yoktu, 27'de de yoktu, bu da belki Kürdistan Cumhuriyeti'nin, en önemli dezavantajlarından biridir.
-Bu deneyimin, Kürtlere bıraktığı mirasa ilişkin, birkaç cümle söyleyebilir misiniz?
-Evet, Kürdistan'da ulusal mücadele, üç asra yayılan bir mücadeledir. Üç asra yayılması zaten, yenilgilerle dolu olduğunu söyler bize. Dünyada yüz elli yıl ulusal Kurtuluş mücadelesi sürdüren, bir başka millet yoktur. Bu kadar uzun süreye yayılmışsa, bu yenilgilerle doludur. Bu tip örnekleri, hem başkaldırımız, hem yenilgimiz olarak değerlendirmeliyiz. Başkaldırımız olarak, bununla övünmeliyiz, gurur duymalıyız ama yenilgilerimiz olduğu için de bundan, ciddi dersler çıkarmalıyız, derim.