×
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
admin
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
Zinarê Xamo Salek dîsa pir zû derbas bû ! Aslan, sal dîsa zû derbas bû, me hew dît 9ê adarê hat jî. Ez û Hêvî îro dîsa bûn mîvanê te. Tu rastiyê dixwazî min ji bîr kiribû. Lê do ne pêr, nizanim çawa bû, wek heft kes ji min ra bibêjin, ”ma qe...

Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
admin
Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
Welatê me Kurdistan ji derveyî îradeya gelê me bi çar perçeyan ve hatîye perçe kirin. Eve nêzîkî sed salîye ku Tirkîye, Îran, Iraq û Sûrîye , di meseleya  Kurdistanê de hemû pirs û pirsgirêkên di navbera xwe de datînin alîyekî û bi hevdu re pla...

Radio Ashti
admin
Radio Ashti
Sipasdarê birayê Haci KardoxiAştî û Radio Ashtî me, sipasdarê dost û hevalên ku bi sebir 4 saetan li me guhdarî kirin û em bi tenê nehiştin im. Mixabin derfet nebû ku bersîvên temama pirsan bidim. Em di têkoşîna rizgarîya neteweyî de bi hev re n...

19 sal zû derbas bûn
Zinare Xamo
Sal zû derbas dibin, min hew dît salek din jî derbas bû û wa ye dîsa 9ê nîsanê hat. Erê pismamo, 19 sal di ser wefata te ra derbas bûn. Îro dîsa ez û Hêvî bûn mîvanên te. Lê vê carê em ne bi tenê bûn, Mumtaz Aydin Roza Kurdî, Erdal Kurdman, ez û Hêvî...

Xwezî gorr bihata zimên
Zinare Xamo
Xwezî gorr bihata zimên
Aslan, sal zû derbas dibin, me tew nedît 18 sal çawa derbas bû. Îro ez û Hêvî dîsa bûn mîvanê te. Li ber serê te me bi hesreteke kûr û bi xemgîniyeke mezin rojên borî yad kirin. Me bîstekê qala te kir. Hêvîyê got, qey qismet û nesîbê te ev ax, ev gor...

Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Fuad Onen
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne. Li gorî rayedarên Sîstema Serwerîya Tirk, ev şer ji bo wan mijara bekayê (mayin-nemayinê) ye. H...

Me îro silavek da gorra hevalekî pir ezîz !
Zinare Xamo
  Mehmet Aslan Kaya 17 sal berê di rojeke wiha da di 51 saliya xwe da ji nişka ve, bêyî ku kesî nerehet bike, bêyî ku haya kesî pê xe wek çirayekê vemirî û çû gerdûneke din. Mirina wî ne malbata wî tenê, bi sedan, bi hezaran kesên ev kurdê fed...

Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Zinare Xamo
Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Min got pismam sal zû dibuhirin, 16 sal derbas bûn. Hemû dost û hevalên te, zarokên te dersa matamatîkê dida wan, xortên te alîkariya wan dikirin hemû mezin bûne û di civata Swêd da hatine der û meqamên muhîm, ji bo gelê xwe xebatên pir baş dikin. &n...

Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Fuad Onen
Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Di sîyeseta Kurdistanê de du problemên esasî hene. Yek jê, taleba desthilatîya navendî lawaz e, taleba jêr desthelatîye, bi tirkî ”alt îktîdar” ew taleb xurt e. Lê taleba desthelatîyên navendî lawaz e. Sedemek ji, ku sernîvîsa vê panelê j...

Serxwebûna Kurdistanê
Fuad Onen
Serxwebûna Kurdistanê
Sîyeseta partî, rêxîstin,saziyên bakurê Kurdistanê dev ji hedefa serixwebûnê berda ye. Ji delva hedefênserxwebûnê, otonomî, federalî an demokrasî te parastin. Di vir de anormalîyekheye. Yanî îro ji her demê betir taleba serxwebûn û yekîtîya Kurdistan...

Page 1 of 6First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  Next   Last   
12

-1925 Kürt hareketi, kısa süreli bir hareket olmasına rağmen, etkileri yüz yıldır devam eden ve bizlere bütün özellikleriyle yol gösterici bir özelliğe sahip olan bir hareket. Sizce bu 1925 hareketimiz, hangi tarihsel koşulların ürünü olarak ortaya çıktı?

-İsimden başlamak istiyorum. Bir eleştiriyle başlamak istiyorum. Türk Devleti, bu hareketi “Şeyh Said İsyanı” olarak dillendirdi. Cumhuriyet dönemindeki diğer bütün isyanları ya yöre adıyla ya örgüt adıyla ifade ederken, bu isyanı, “Şeyh Said İsyanı” olarak isimlendirdi.

Bazen üzülerek görüyorum ki hala Kürdistanlı devrimcilerin saflarında bu başkaldırıyı, “Şeyh Said İsyanı” olarak değerlendirenler var. Bunun çok yanlış olduğunu söylüyorum. Kürdistan Komünist Partisi'nin, 1925 ayaklanmasıyla ilgili afişini gördüm. O da “Şeyh Said İsyanı” diye yazmış. Umarım arkadaşlarımız bu konuda daha dikkatli olurlar.

Bu devlet, niye bu başkaldırıyı, “Şeyh Said İsyanı” olarak lanse etti? Bu, hem devletler arası kamuoyu için hem kendi kamuoyu için bunun aslında, bir Kürt ayaklanması, Bağımsız Kürdistan hedefli bir ulusal kurtuluş hareketleri olmayıp, bir irtica hareketi olduğunu göstermek için, ısrarla ve inatla 1925 ayaklanmasını “Şeyh Said İsyanı” olarak isimlendiriyorlar. Oysa gerek, İstiklal Mahkemesi savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren, gerek, idam kararları açıklanırken, gerekçeli kararda şunlar söyleniyor: “Bazılarınız, hükümetin yolsuzluklarını bahane göstererek; bazılarınız, hilafetin kaldırılmasını bahane göstererek, bu harekete katılmış olsanız da hepinizin ortak amacı; Bağımsız Kürdistan'dır.”

Yani, yargılama sırasında; yargılananlar, mahkemede, Bağımsız Kürdistan'ı kurmak için ayaklananlar olarak nitelendirilmiştir. Ama bütün sömürgecilerin klasik oyunudur bu. Sömürgeciler, ezilen ulusların başkaldırısını; ilkellik, irtica ve buna benzer kavramlarla nitelendirirler. Oysa 1925 ayaklanması Bağımsız Kürdistan hedefli bir ulusal kurtuluş hareketidir.

Şimdi, 1925 ayaklanmasını değerlendirmek için çok geniş bir alanda konuşmamız lazım. Ben bunu mümkün mertebe kısaltmaya çalışacağım:

Birincisi, 19. yüzyılın sonlarından itibaren -daha çok 1870'ten sonra- dünyanın en ücra köşesindeki bir sosyal-siyasal olay bile uluslar arası bir karakter kazanır. Yani, globalizasyonun birinci büyük dalgasından sonra elbette 1870'ten önce de dünya birbirinden kopuk değildir ama özellikle 1870'ten sonra globalleşen bir dünya söz konusu ve bu globalizasyonun sonucu olarak da Birinci Dünya Savaşı gerçekleşmiş. Dünyada paylaşılmayan topraklar kalmayınca; kolonyalistler-emperyalistler, bir yeni paylaşım savaşı başlatmışlardır.

Burada şunu da belirtmek lazım: “Tarih kitaplarında; genellikle, Birinci Dünya Savaşı'nın, 1914'de başlayıp 1918'de sona erdiğini söyler. Bu doğru değildir! Evet, Avrupa'da savaş bitmiştir. Avrupa devletleri birbirleriyle savaşmaya son vermişlerdir. Bunu sağlamak için bir dolu barış anlaşmaları imzalamışlardır. Fakat Avrupalılar; dünyanın Avrupa dışındaki alanlarında, savaşmaya devam etmişlerdir. Örnek olarak; Musul meselesi denilen Güney Kürdistan meselesi, 1918'de, 1920'de, 1923'de çözülmemiş ancak 1925 Kürt ayaklanmasından bir yıl sonra 1926'da çözülmüştür.”

İskenderun sancağı denilen ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da Fransızların mandaterliğindeki Suriye'ye bağlı olan Hatay meselesi ancak 1939'da çözülebilmiştir. Bir diğer yanıyla da savaşın bitimiyle beraber bir galip emperyalist devletler arasında diğer ülkelerde son derece yıkıcı bir mücadele sürmüştür.


Evet savaşmamışlardır. Ama yani kendileri doğrudan savaşmasalar da diğer bütün bölgelerde savaşı sürdürmüşlerdir. Fransa ile İngiltere, İtalya ile İngiltere, İtalya birinci savaşa katıldığı zaman, kendisine vaat edilen Akdeniz ve Ege'deki bölgeler kendisine verilmediği, İngilizler bunlara konduğu için İngilizlere karşı tavır almıştır. Hatta bu Antant Ülkeleri arasındaki görüşmelerin çoğunu, Kemalistlere bildirdikleri belgelenmiştir.

Fransa daha 1920-21'de Kemalist hükümetle -Türkiye Cumhuriyeti ile- bir sınır anlaşması imzalamış ve Sykes-Picot 'da Güney Kürdistan'da Kuzey Kürdistan'ın önemli bir kesimi de Fransa'ya vaat edildiği halde İngilizler ona el koyduğu için alttan alta emperyalist çatışma ve mücadele devam etmiştir.

Bir diğer nokta; Antant ülkeleri, Ekim devriminden sonra, Sovyetler Birliği'ne dönüp, ciddi bir mücadele ve savaş vermişlerdir. Yani Çarlık'ın beyaz ordularının arkasında, İngilizlerin desteği vardır. Dolayısıyla; biz, 1925 Kürdistan ayaklanmasını, bu tarihsel çerçevede, bu perspektifte değerlendirmemiz lazım.


Bir diğer nokta şudur: “Ben tarihçi değilim, ben siyasetçiyim. Biz siyasetçiler için tarih; yani geçmiş, bugünün açmazları ve yarının kuruluşu sorunudur. Bizim tarihle ilgimizle, geçmişle ilgimiz, bu çerçevededir. Bu çerçevede değerlendirmek gerekir.”


Şimdi, tarihte bir periyodizasyon sorunu var. Henüz meslekten tarihçi, özellikle Kuzeybatı Kürdistan için söylüyorum. Orta Güney Kürdistan'da, üniversitelerin tarih fakülteleri var. Orada çalışan tarihçiler var. Araştırmalar yapıyorlar. Kuzeybatı Kürdistan’da; bizim, meslekten tarihçilerimiz yok. Tarih konusunda kalem oynatanlarımızın çoğu ya eski siyasetçi ya hala siyasetçiliğini sürdüren çoğunluğu emekli öğretmenlerdir. Bunun temel nedeni şudur: “Devletsizlik bir yana, bir de ulusal kurumlarımız yok.”


Modernitede, milletlerin üst organı devlettir. Merkezi bir devletten yoksun olduğumuz gibi ulusal kurumlardan da yoksunuz. Fakat tarihteki olayları anlamak için; yani, 100 yıllık ya da 500 yıllık bir süreyi, tek bir süreç, dümdüz ilerleyen bir tarihsel çizgi olarak, ele almamak lazım.


Çok eski tarihlere dalmadan; yani, 16. yüzyılla 19. yüzyıl arasındaki dönem, Kürtlerin mirnişinliklerle mirlıklerle kendi kendilerini yönettikleri bir dönemdir. Üst egemenlik olarak, gerek Osmanlı devletini, gerek Safavi devletini tanımışlardır. Bir alt-devlet formu olarak, Avrupa'daki prenslikler gibi mirlikler üzerinden, mirlikler vasıtasıyla kendi kendilerini yönetmişlerdir. Bu dönem, en son Bedirhan Bey isyanıyla noktalanmıştır. Yani, Revanduzlu Mir Mehmet başkaldırısı, çok daha önemli ve kapsamlı bir başkaldırıdır. Ama Bedirhan Bey başkaldırısının da bastırılmasından sonra; Kürdistan'da, mirlikler dönemi sona ermiştir.

Mirlikler döneminin sona ermesi; Kürdistan'da, kaotik bir ortam yaratmıştır. Yani 20 tane mirlik yerine, 2000 tane aşiret çıkmıştır. Aşiretlerin yanında, bir de şeyhlik kurumu güçlenmeye başlamıştır Kürdistan'da. Özellikle; Nakşibendi ve Kadiri Tarikatı şeyhleri, güç kazanmaya başlamıştır.


Başlangıçta, Osmanlılar; bunlar üzerinden, Kürdistan'ı yönetmeyi düşünmüşler. Aşiretler arasında da kendileriyle çalışan birçok aşiret de bulmuşlardır. Ama 1880 Şeyh Ubeydullah Nehri başkaldırısı, bu dönemi de sona erdirmiştir.

Kürdistan'daki dini kurumlar, medreseler önemlidir. Bu kurumlarda sadece dini kitaplar okunmaz, tarih kitapları okunur. Dil üzerinden çalışmalar yapılır. Ve bu kurumlar; bir ölçüde, ulusalcı fikirlerin nüvelendiği kurumlara dönüşmüştür.

Şeyh Ubeydullah Nehri hareketiyle başlayan bu dönem; yani, bu hareketin bastırılmasından sonra, Kürdistan'ın diğer parçalarında, özellikle Güney Kürdistan'da, işte Şeyh Abdusselam Barzani hareketi var. Bu dönem; yani bu periyot artık bitmiştir. Bundan sonra artık Kürdistan'da, modern ulusal örgütler görmeye başlıyoruz. Bunlar; Kürdistan Teali Cemiyeti, Teşkilat İçtimai Cemiyeti, ondan sonra İstiklal Komitesi ya da yaygın olarak bilinen adıyla Azadi Örgütü var.

Şimdi 1925 ayaklanması, Azadi Örgütü’nün planladığı, programını hazırladığı, bir ulusal başkaldırıdır. Ancak Azadi örgütünün önemli liderleri; Halit Bey gibi Yusuf Ziya Bey gibi önderleri, 24 ayaklanması gerekçe gösterilerek, derdest edildikleri için 1925 ayaklanmasının öncü figürü olarak, Şex Said kalmıştır. Şimdi Şex Said, sadece bir din âlimi değildir. Aynı zamanda Azadi Örgütü ya da İstiklal Komitesi’nin üyesi olan ve milliyetçi bir siyasal akla sahip olan biridir. Bu mesele yüz yıl geçtiği halde hala tartışılmaktadır.


 

1925 ayaklanması dini bir hareket miydi, milli bir hareket miydi? Bunu (bu tartışmaları) yapanlar, esas itibariyle kolonyalistlerdir. Bu hareket milli bir harekettir. Dini motifleri yaygın olarak kullanılmıştır. Hareketin öncüsü, Nakşibendi şeyhidir. Ama aynı zamanda bir Kürdistan milliyetçisidir. Yani bu hareketin zaten Türk Devleti'ni esas olarak tehdit eden yanı budur. Modernist yanıyla İslamî yanı, dindar yanı birleşmiştir 1925 ayaklanmasında. Türk Devleti'ni esas tehdit eden budur. Ve o günden bu yana, Türk Devleti ısrarla, Kürdistan'daki bu iki damarı birbirinden ayırmaya ve birbirinin karşısında konumlandırmaya çalışmıştır.

Bu; sadece, Kürt Ulusal Hareketlerine özgü bir şey de değildir. Gerek Latin Amerika'da, gerek Afrika'da, gerek Orta Doğu'daki bütün ulusal hareketlerde; yani, 19.yüzyıl sonu işte 20. yüzyıl başındaki bütün ulusal hareketlerde, dini önderler ve dini motifler ısrarla kullanılmıştır.

Şimdi dünyadaki diğer bütün ulusal kurtuluş hareketlerinde, bu öğeler olduğu halde, onların ulusal kurtuluş kimliğine, kimse itiraz etmediği halde, söz konusu olan, Kürt ulusal başkaldırısı olunca, bu dini motifler; bu hareketin, milli bir hareket değil, bir irtica hareketi olduğu şeklinde yorumlanmıştır.

Bunu sadece Türk Devleti yapmamıştır. Türkiye'deki muhalif güçler de yapmıştır. Türkiye Komünist Partisi de bunu böyle değerlendirmiştir. Sovyetler Birliği de bunu büyük ölçüde, böyle değerlendirmiştir. Dolayısıyla, bizim bu hareketi, kendi dinamikleri ile açıklamamız lazım. Ve bu dinamiklerin esası; ülkesi işgal edilmiş, parçalanmış bir milletin, zulme-zorbalığa karşı bir mücadelesidir.

Bu mücadele de elbette dini motiflerde olacak. Yani 20. yüzyılın başlarından söz ediyoruz. Elbette ki! Dini motifler de olacak bu ayaklanmalarda. Olmazsa yanlış olurdu. Olması son derece normaldir ve bu hareketin milli karakterine, en ufak bir zarar vermez. Tam tersine hareketin genişlik kazanmasını sağlamıştır.


Robert Olson'un iddiasına göre, 1924'te yapılan İstiklal Komitesi'nin ya da Azadi Örgütü'nün kongresinde, partinin öncüleri 25 baharında bir başkaldırıyı programlaştırıyorlar ve bu başkaldırıda dini motiflerin kullanılması gerektiğine karar veriyorlar. Yani bu, modern bir örgütün, kendi sosyolojisini göz önüne alarak, kurguladığı bir programdır. Dolayısıyla bunu Şeyh Said İsyanı olarak değil, 1925 Bağımsızlık Hedefli Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak değerlendirmemiz lazım.


Bir diğer nokta şudur: 100 yıldır bu hareketin arkasında, İngilizlerin olduğu söylenir. Oysaki İngiltere Hava Kuvvetleri'nin arşivleri açıldıktan sonra anlaşılmıştır ki bölgede İngilizlerin birkaç tane kurumu var. Yani bir Orta Doğu Kurumu var Hindistan'dan yönetilen. Daha sonra Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) için, ayrı bir kurum oluşturulur.
 

Bölgede, konsoloslukları ve ajanları var. Bunlar, İngiltere'ye gönderdikleri raporlarda şu iddiada bulunuyorlar: “25 ayaklanmasının arkasında Türkiye'de Cumhuriyeti olabilir.” diyorlar. Gerekçeleri de şudur:
“Türk Devleti, Kürtleri ayaklandırıp güneye sarkacaklar.” Daha sonra da işte: “Musul vilayeti ya da eyaleti denilen bölgeyle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'ne katacaklar.” Yani, Türk Devleti, ısrarla bunun arkasında İngiliz parmağı ararken, İngilizler de Türk parmağı arıyorlar. Oysa bu başkaldırının arkasında, ne Türk parmağı ne de İngiliz parmağı vardır:Bu başkaldırının arkasında Kürdistan'ın dinamikleri var! Ezilen bu ulusun, zulme-zorbalığa karşı mücadelesi vardır.”

Bir diğer ilginç nokta şudur, onu da belirtip tamamlayayım, başka sorulara geçelim: “1925 ayaklanmasının başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biri; Birleşik Krallık (Britanya-İngiltere) ile Sovyetler Birliği'nin aynı anda farklı nedenlerle, Kemalistleri desteklemesidir, Türkiye Cumhuriyeti'ni desteklemeleridir.”

İngilizlerin Kürdistan politikası, 1916'dan 1925'e kadar birkaç değişiklik geçirmiştir. Yani 1916'da Sykes-Picot anlaşması var. Bu anlaşmaya göre, İngiltere Kürdistan'dan çekiliyor. Kürdistan, Fransa ve Rusya arasında bölüşülüyor. Yani Kürdistan'ın güneyi ve batısı daha çok Fransızlara, Kuzeydoğusu da Ruslara bırakılıyor.

1920 Sevr Anlaşması'nda, Ermenistan'ın doğusunda, sınırları belli olmayan, otonom bir Kürdistan maddesi var. Bu maddeye göre, bir yıl geçtikten sonra, eğer Kürtler talep ederlerse, bağımsız devlet kurma hakları da olacak. İngilizlerin programı 1920'de Sevr Anlaşması'nda budur.


Fakat 1921-1922'ye geldiğimiz zaman, Güneyde Şeyh Mahmud Berzenci Başkaldırısı var. Orada bir Kürdistan Krallığı ilan ediyor. Dünyada, sivil yerleşim yerlerine havadan yapılan ilk bombardıman, İngiliz Hava Kuvvetleri eliyle Süleymaniye'de sivil halka yapılmıştır.

 1921-22'nin bir diğer özelliği de şudur: 1917 Ekim Devrimi ilk başta batılılar tarafından, kapitalistler tarafından, geçici bir macera olarak değerlendirilmiştir. Ama 1921-1922'ye gelindiği zaman bu iktidarın kalıcı olacağı anlaşılmıştır. İngilizler; komünizmin yayılmasını, Sovyetler Birliği'nin yayılmasını engellemek için Türkiye Cumhuriyeti gibi kendisine de bağlı bir tampon bölgenin oluşmasına karar vermişlerdir. 21-22 sonrası ve sonuçta 1923'teki Lozan Anlaşması’nda artık Kürdistan yoktur. Yani İngilizler daha birkaç sene önce zaten Kuzeybatı Kürdistan'da, bir Kürt Devleti kurma tasarlarına, programlarına sahip değildir. Dolayısıyla Lozan'dan sonra, özellikle İngilizler, Türkiye Cumhuriyeti'nin destekçisidir. Türkiye Cumhuriyeti, Batı Emperyalizminin bir illeri karakolu olarak kurulmuştur. Şimdi İngilizlerin meselesi bu.

Sovyetler Birliği Ekim Devrimi’nden sonra esas beklenti, Almanya'da bir büyük devrim idi. Fakat Almanya devrimi ezildikten sonra, onun yanında batıdaki birçok devrimci kalkışma bastırıldıktan sonra, Ekim Devrimi’ni ayakta tutabilmek için batıdan bir yardım gelemeyeceği anlaşılmıştır.

 

Polonya, batı kampında yer almıştır. Finlandiya, batı kampında yer almıştır. Bu böyle kendiliğinden barışıl bir şekilde olmamıştır Kızıl Ordu’nun müdahalesine rağmen, bunlar gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği, yönünü bu sefer daha çok doğuya yöneltmiştir. 1920 Bakü Kurultayı, bu ihtiyacın sonucu oluşmuştur. Ancak Sovyetler Birliği, yoğun emperyalist kuşatma ve iç çatışmalardan dolayı, 1920'lerden sonra ana hedef olarak, Sovyet iktidarını ayakta tutmayı seçmişlerdir. Ve bunun için savaş sırasındaki birçok ilkelerini geri çekmişlerdir.

Şöyle söyleyeyim: Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda, Bolşeviklerin temel düsturu, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek idi. Bu ne anlama geliyor Osmanlı ve Türkiye için? Daha sonra Türkiye için konuşursak; Türkiyeli komünistler, Birinci Savaş'ın egemenleriyle savaşmak durumundadırlar. Onlarla ittifak etmek durumunda değillerdir. Sovyetler Birliği de Birinci savaşı yöneten önce İttihat ve Terakkiciler, daha sonra Kemalistler, başlangıçta bunlar iç içedir. Sonra daha çok devletler arası politikada ayrışmışlardır. Bu ilkeye göre -emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme ilkesine göre- Sovyetler Birliği'nin ve Türkiye'deki komünistlerin, egemen iktidarla savaşmaları lazım. Ama iş öyle gelişmemiştir.

Neredeyse benzer bir mantıkla, Sovyetler Birliği de İngiliz saldırılarına karşı, Türkiye Cumhuriyeti'ni kendisi için bir tampon olarak değerlendirmiş ve bu cumhuriyeti desteklemiştir; hem 1923 döneminde, hem 23'ten sonraki dönemlerde. Bir İngiliz diplomatıydı sanıyorum yanılabilirim onun bir belirlemesi var, diyorlar ki: “Kemalistler, Sovyetleri istedikleri gibi kullandılar ama Sovyetler Kemalistleri kullanamadılar. Bu bilek güreşinde başarılı çıkan, İngiltere oldu.” Oyunun sonunda Türkiye Cumhuriyeti, Batı Kampı'nın, kapitalist kampının bir parçası olarak kaldı ve anti-komünist, anti-sovyetik bir merkeze dönüştü, bir karşı-devrimci merkeze dönüştü.


Yani çok farklı yerlerden çıktıkları halde, aynı mantıkla Sovyetler Birliği de İngiltere de Türkiye'yi ötekine karşı bir tampon bölge olarak kabul etmiş, Sovyet politikası başarısız olmuş, İngiliz politikası başarılı çıkmıştır. 1925 yenilgisinin temel nedenlerinden biri de budur.

Bunun dışında birçok nedenleri var. Sonra tartışırız ama şunu söyleyeyim: “1925 ayaklanması, 1880 ayaklanmasının bittiği bir dönemdir. Hem modern örgütler var, hem dini kurumlar, dini figürler vardır bu 25'e ayaklanmasında. Ondan sonrası artık modern örgütlerin öncülüğündeki ulusal hareketleridir. Öyle bakmak lazım.


Nitekim ondan 2-3 yıl sonra, Ağrı Kürt Cumhuriyeti kurulmuştur. Üç yıldan fazla sürmüştür. Yani 1925 ayaklanması yenilmiştir. Askeri olarak yenilmiştir. Ama siyasi olarak, ideolojik olarak yenilmemiştir. Ve 1925 ayaklanması, Rizgari'nin oldukça düzgün bir belirlemesiyle, “bir silahlı miting” idi. Bu silahlı miting, evet! Askeri olarak yenildi. Ama Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine, çok önemli miras bıraktı!

-Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler, 1925 hareketimizi kuşatmak üzere Fransızların ve Almanların denetiminde olan demir yollarını, askeri konvoylara, Türk ordusunun oradan geçişine izin veriyorlar. Bu bile sizin biraz önceki anlattıklarınıza ek olarak, doğrudan emperyalizmin de oradaki hareketi yenilgiye uğratmak istediğinin, net bir göstergesi değil mi? İfadesi değil mi?


-Elbette öyledir. Yani o demiryolu, Fransızların kontrolünde ve İngilizler onlara ısrarla işte: “Buradan silah geçişine yol vermeyin.” diyorlar. Ama vagonlarca silah; yani, hem asker, hem askeri mühimmatı, demir yoluyla, 25 ayaklanmasını bastırmak üzere, Kürdistan'a getiriyorlar.

 Bir diğer nokta, sadece Fransa'da değil; İran, yani o dönemde, Türkiye ile Şahlık arasında ciddi sorunlar var. 1925’te Kaçar Hanedanı yıkıldı, yerine Pehleviler Hanedanı kuruldu. O dönemde, Türkiye Pantürkist düşünceyle, oradaki Azerbaycan'ı da Türkiye'ye katmaya çalışıyorlar. Hatta orada, bir Kürt-Türkmen ayaklanması var, 1924 ya da 1925'tir. Onu Pehleviler bastırıyor.

Daha sonra (Aralarındaki bu ciddi sorunlara rağmen)   1927-32 Ağrı başkaldırısını bastırmak için, İran ile Türkiye arasında, Kasr-ı Şirin'den gelen sınır yeniden düzenlenmiş, Ağrı Dağı'nın İran'daki bölümü Türkiye'ye verilmiş, onun yerine ovadan İran'a bir bölge verilmiş. Dolayısıyla; Türkiye, Kürdistan savaşçılarının arkasına dolanma fırsatını bulmuştur. Onun için başlangıçta söyledim; devletler arası sonuçları da önemlidir.

1925 ayaklanmasından sonra; 1926'da, İngiltere ile Türkiye, Musul meselesi denilen Güney Kürdistan meselesini çözmüşler, anlaşmışlar.

1926 Haziran'ı olması gerekir o anlaşma. Şimdi bu anlaşma da çok önemlidir. Kolonyalistler de, burjuvazi de, emperyalistler de her olaydan, her savaştan ders çıkarırlar.

1925 başkaldırısını Türkiye ve İngiltere şöyle değerlendirmiştir, Türkiye Cumhuriyeti şöyle düşünüyor: “Güney Kürdistan'ı da işgal edip kendime katarsam, Kuzey Kürdistan'da böyle bir başkaldırı var. Güney Kürdistan'da zaten çok ciddi bir ulusal kalkışma var. Şeyh Mahmud Berzenci önderliğinde, bunlar birleşirlerse; ben, Güney Kürdistan'la Kuzey Kürdistan'ı birlikte yönetemem.” Türkiye Devleti'nin bu savaştan çıkardığı ilk ders budur. Aynı dersi İngiltere'de çıkarmıştır.


İngiltere, Güney Kürdistan'da, Kürtlerin dil-kültür haklarını, otonomiye benzer bir tarzda savunduğu halde, bunun Kuzey Kürdistan'a yansımasını, genişlemesini asla istememiştir. Çünkü İngiltere de Ankara gibi düşünüp, eğer Kuzey Kürdistan'la Güney Kürdistan birleşirse, biz de bunlarla başa çıkamayız sonucunu çıkarmışlardır. 1926 İngiltere-Türkiye anlaşmasının esas sebebi budur. Yoksa 25 ayaklanması oldu, Türkiye zayıfladı, onun için İngiltere'ye taviz vermiş değildir. Her iki devlet de Kürdistan'ın güçlü dinamiklerinin farkındadırlar. Güney Kürdistan'la Kuzey Kürdistan birleşirlerse, bununla baş edemeyeceklerini düşünüyorlar.

1925 ayaklanmasından sonra, Türkiye ile İran arasında dostluk barış anlaşması imzalanmıştır. 1925-26'da Türkiye ile İngiltere arasında, yani İngiltere üzerinden Irak arasında, Fransa üzerinden Suriye arasında, Türkiye ile İran arasında, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında, Türkiye ile Yunanistan arasında barış-dostluk-işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır.

Bu anlaşmaların; İran, Irak ve Suriye ile olanlarında ortak tema şudur: “Her iki devlet de sınırlarından diğerine karşı -onların deyimiyle eşkıya saldırılar olursa- birbirlerine yardım edecekler ve buna izin vermeyeceklerdir. Yani Türkiye, Kuzey Kürdistan'dan Güney Kürdistan'a, bir siyasi askeri destek olursa, Türkiye bunu engelleyecektir. Irak da Güney Kürdistan'dan, Kuzey Kürdistan'a böyle bir yardım ya da savaş olursa, Irak bunu engelleyecektir. Aynı şey İran ve Suriye için de geçerlidir.

Yani 1925 ayaklanmasının zannedildiğinden çok daha fazla siyasi sonuçları olmuştur. 1925'ten sonra, 1926'da İzmir suikastı bahanesiyle Mustafa Kemal, bütün muhaliflerini cezalandırmıştır, siyaseten tasfiye etmiştir.


Kürdistan ayaklanmasını bastırmak için kurdukları istiklal mahkemelerinde, o istiklal mahkemelerinin kurulmasına oy verenler de o mahkemelerde yargılanmış ve bir kısmı idam edilmişlerdir. Basın üzerinde bundan sonra tek partili yönetime geçilmiştir. 1927'de okunan nutuk; 25 ayaklanmasının sonrasında, mevcut iktidarın Türkiye sınırlarında egemen olmasının verdiği güvenle okunmuştur. Hem Kürt ayaklanması bastırılmış, hem Türkiye'de onlara muhalif olan güçler tasfiye edilmiştir.


Bir diğer önemli konu şudur: 1925 Kasım'ında, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanun çıkarılmıştır. Şimdi ilericiler, solcular bu kanunun son derece modern, demokratik bir kanun olduğunu düşünürler ve bu kanunu savunurlar. Oysa bu kanun, 1925 ayaklanmasında birleşen modern ve dini damarları çökertmek için çıkarılmış bir kanundur. Ve esas itibariyle, Kürdistan'daki medreseleri tasfiyeye dönük bir kanundur.


Bu ilerici, modern bir yasa değil, işgalci, soykırımcı bir yasadır. Ondan sonrasını biliyorsunuz; şapka kanunu çıkmıştır, sonra alfabe değiştirilmiştir. Bütün bunlar; 1925 ayaklanmasının,Türkiye tarafındaki sonuçlarıdır.

Yani 1925 ayaklanmasını önemini azaltmak için 100 yıldır; gerek egemen sınıf propagandası, gerek ona çanak tutan sözde sosyalist propaganda, bu ayaklanmanın muhteşemliğini, sonuçlarını, ortadan kaldıramamıştır.

100 yıl sonra da 1925 ayaklanmasının ruhu, Türk sömürgecilerini tehdit etmektedir. Bu nedenle başta söylemedim şunu söyleyip bitireyim:

Cibranlı Halid Bey, Yusuf Ziya Bey, Doktor Fuat şahsında, hem 1925 ayaklanmasının, hem de 150 yılı aşkın Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde yitirdiklerimizi, saygıyla anıyorum.


-Mahkemede; Kürtlerle birlikte sadece Kürtler değil, Kürtlerle birlikte idam sehpasına giden Süryaniler var, Ermeniler var, Êzîdler var, Ateistler var ve bu da zaten biraz önce sizin söylediğiniz: “İşte gerici bir ayaklanmadır.” diyenlerin, açık bir tarzda yalan söylediğinin somut ispatı değil mi hocam? Kısaca bu konuda ne söylemek istersiniz?


-Şimdi orada dikkatli olmak lazım. Yani Êzîdiler zaten Kürt’türler. Ateist dediklerin zaten Kürt’türler. Yani Kürtlerden ayrı bir sosyal, ulusal topluluğu oluşturmuyorlar. Onlar zaten Kürt’türler, Kürdistanlıdırlar.

Süryani meselesi; yani son dönemde -yani daha doğrusu- bu işgalci, soykırımcı Türk Cumhuriyeti'nin 100.yılında, yayınlanan kitaplar var. Egemenlerin yayınladığı kitaplar var:

Sözüm ona Solcu-Sosyalist Sungur Savran ve Taner Akçam'ın yayınladığı kitaplar var. Biri, bir ihtilal olarak milli mücadele başlığını taşıyor, Sungur Savran'ın kitabı, diğeri de Taner Akçam'ın “Yüzyıllık Apartheid Rejimi” diye bir kitabıdır. Her ikisi de Kürdistan gerçeğinin üzerinden atlayarak, bir Türkiye tarihi yazmaya çalışıyorlar. Taner Akçam, işte: “Bin tane Süryani savaşçısı da bu başkaldırıya katılmıştır.” diyor.

Bir kişinin adını veriyor. O dönemde; bu coğrafyada, bin tane silahlı Süryani savaşçı da yoktu. Onun ismini verdiği isim de daha önce adli diyeceğimiz suçlardan, sınırın öte tarafına, Batı Kürdistan'a geçmiş biridir. Orada Batı Kürdistan'a giden Kürt devrimcileri, ulusalcılarıyla tanışır ve İstiklal Komitesi'nin, Azadi örgütünün –yakalanırken- üzerinde bir bildirisi de bulunur.

Onun idam kararında da sadece bu neden yoktur. Daha önceki cinayet ve benzeri suçlarla beraber asılmıştır. Taner Akçam bir hikâye yazıyor. Kendi deyimidir bu. Bir kuruluş hikâyesi, kurtuluş hikâyesi yazıyor. Bu kurtuluş hikâyesinde Kürdistan yok. Bu hikâyeyi de bir tarihçi olarak yazmıyor, bir siyasetçi olarak yazıyor. Siyasal hedefi, Kürtleri siyaseten Türkiye'ye entegre etmektir.


Onun daha önce de bu konuda yazdıkları vardı. Cevap vermiştim o kitap üzerinde de bir değerlendirmem çıktı; “Ne Yapmalı kitap dizisinde.” Sungur Savran ise 1923 yıllarını, bir ihtilal olarak değerlendiriyor. Kürt-Ermeni ilişkileri ayrı bir başlıktır.


Özellikle Erzincan-Kemah Sovyetlerinde; Kürtlerle Ermenilerin yani, Alişan Bey'in, Alîşêr Bey'in oradaki Ermeni savaşçılarla birlikte davrandıkları doğrudur. Fakat Süryanilerin katılımı olsa da bu Kürdistanlı Süryanilerdir. Şimdi bir Ulusal Kurtuluş Mücadelesini teritorial bir mantıkla değerlendirmek lazım. Yani sonuçta, bu sadece Kürtlerin kurtuluşu değildir. Kürdistan'da yaşayan herkesin ortak kurtuluşudur ülkenin kurtuluşu.


Şimdi Kürdistan teritoryasını reddettikleri için işte orada: “Herkesten, her dinden, her milletten, bir Türkiye halkı demokratik bir Türkiye halkı vardır.” iddiasındadır Taner Akçam. Bunlar Sosyalist görünümlü kolonyalist saldırırlardır. Gerek Sungur Savran'ın, gerek Taner Akça'mın saldırıları böyle saldırırlardır.


Hiçbir Kürt devrimcisi, hiçbir Kürt milliyetçisi -bunların dindar olanı, laisist olanları, ateist olanları- hiçbir zaman, şöyle bir iddiada bulunmamışlardır: “Kürdistan'da, sadece Kürtler yaşar.” dememişlerdir. Bunu bir tarafa bırakalım.


Güney Kürdistan'da; Türkmenler de Süryaniler de Ermeniler de Araplar da Kürdistan'dakiler millet olarak tarif ediliyor. Yani sadece Kürdistanlı olarak tarif edilmiyorlar. Kürdistan'daki diğer milletler olarak tarif ediliyorlar. Yani Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin öncüleri, hiçbir zaman dar bir milliyetçilik yapmamışlardır.


Güney Kürdistan Demokrat Partisi'nin uzun süren mücadelesinde; Kürdistanlı Hıristiyanlar da yer almıştır. Yani; Süryanisi, Ermenisi yer almıştır. Xoybûn, Ermenilerle Kürtlerin birlikte kurdukları bir örgüttür. Şimdi Türk kafası, yani egemen Türk kafası, tekçi düşündüğü için karşısındakileri de böyle göstermeye çalışıyorlar.


Böyle bir şey yok! Yani bugün; Güney Kürdistan'a bakarsanız, Güney Kürdistan'da, etnik olarak, en az hakları olanlar: Kürtlerdir! Yani orada Türkmenler de Araplar da Süryaniler de Ermeniler de her türlü ulusal demokratik haklara sahiptirler. Sadece Kerkük'te, 5 tane resmi dil vardır.

Ama Türk kafası tekçi olduğu için o tekçiliğini, bir tür projeksiyonla bize yönlendirmeye çalışıyorlar. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde, böyle bir gelenek yoktur!


-Sevgili Mahmut Alpşen soruyor size, diyor ki: “Tarihsel olay ve olguları, Periyotlara ayırıp anlatımda bulunmak, tarihi olayları değerlendirirken -tarih okumalarında- bize kazandırdıklarını, analiz edebilir misiniz?” diyor. Kısaca hocam zamanımız giderek de daralıyor.

-Şimdi bu, hep ileriye doğru giden bir çizgi halinde, hep ileriye doğru giden bir tarih anlayışı var. Tarihsel olaylar öyle değildirler. Yükselişler var, geri çekilmeler var, çöküşler var. İkincisi, bundan 500 yıl önceki ya da 100 yıl önceki, 200 yıl önceki bir olayı değerlendirdiğimiz zaman; onu, o dönemin dünya ve ülke gerçeklikleri içinde değerlendirmemiz lazım.

Şimdi biz diyoruz ki yani, 1880'i esas alırsak; işte 150 yıla yakın, 144 yıllık bir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi veriyoruz. Peki, bu, bir tek çizgi halinde mi gelmiştir? Asla öyle gelmemiştir. Kürdistan sosyolojisi değiştikçe, devletler arası ortam değiştikçe, yeni fikir akımları ortaya çıktıkça, bu ulusal kurtuluş hareketimizde farklı periyotlara bölünerek anlaşılabilir.

Böyle yapmadığımız zaman, mekanik bir tarih anlayışına sahip oluruz ve zaten bizdeki cari tarih kitapları da biraz böyledir. Yani yaşa, var ol, kahramanlık falan diye geçer. Ama yani biz, bunlardan ne tür dersler çıkarmalıyız? Bütün bunlar tarihi olayları anlamak için periyodizasyonun önemini gösterir.

Şimdi mesela bir şey daha söyleyeyim. Yani 1925 ayaklanmasının, emekçi bir karakteri yoktur. Örgütün, ayaklanmanın öncüleri, bu ayaklanmayı gerçekleştirmek için şeyhleri ve aşiret reislerini örgütlemek yeterli diye düşünmüşler. Zaten biz bunları örgütlersek kitleleri de ayaklanmaya katılır diye düşünmüşler.

Büyük ölçüde de böyle olmuş. Hatta daha geriye gidersek Ehmedê Xanî'nin çağrısı; Kürdistan köylülerine, Kürdistan emekçilerine, yoksullarına değildir. Kürdistan mirlerinedir. Yani: “Eğer birlik olsaydık.” dediği şey: “Eğer Kürdistan'daki mirler birlik olsalardı, biz devlet olurduk ve diğer komşularımız da bize hizmet ederlerdi.”


Şimdi mesela; Kuzeybatı Kürdistan'da, Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin emekçi karakter kazanması, daha çok 60'ların-70'lerin işidir. Bunları belli bir disiplin içinde periyodizasyona tabi tutamazsak, hepsini aynı kefeye koyarız. Bu mesele, Doğu Kürdistan'da daha erken başlamıştır. Yani 1943'tür sanıyorum, Civaka Vejîna Kurdîstanê diye bir örgüt kurulmuş.

Bu örgüt, Büyük toprak sahipleri ve aşiret reislerinin örgüte üye olamayacakları kararını almış. Sol jargonu kullanan, emekçi karakterli diyebileceğimiz bir örgüttür. Hêvî örgütü, daha sonra Komelay-Rençdarani Kürdistan, 1970'ten sonra Kuzeybatı Kürdistan'da kurulan örgütler, Bunları belli periyotlar içinde değerlendirirsek anlayabiliriz.

150 yıldır savaşıyoruz. Ve işte biz kahramanız, düşman da kötüdür. Bu bize ders üretmez. Yani başlangıçta onun için söyledim: “Biz siyasetçiyiz; bizim için geçmiş, bugünün açmazları ve yarının kuruluşu sorunudur. Çünkü bugünün açmazları geçmiştedir.” Şöyle söyleyeyim, şunu da söyleyip bitireyim: “Yani bugün, hala Kürdistan'daki ulusal mücadelede, alt-iktidar talebi oldukça güçlüdür. Yani otonomi, federasyon, buna benzer talepler güçlüdür. Bunun tarihimizde kökleri var. Çünkü uzunca bir süre alt-devlet formlarıyla yönetilmişiz.”

Yani kendi kendimizi alt-devlet formlarıyla yönetmişiz. Başlangıçta söylediğim; 16-19.yüzyıl arasındaki dönem, böyle bir dönemdir. Bunları ancak bu dönemlerin özelliklerini öne çıkaran periyodizasyon ile anlayabiliriz.

-Soy-der, zannedersem bu bir dernek, 1925'teki Ulusal Ayaklanma, ırkçı Türkiye Cumhuriyeti'nden daha ileri bir niteliği olan bir ulusal harekettir. Bu noktada ne düşünüyorsunuz?

-Yani elbette ki kolonyalizm, soykırımcılık insanlığa karşı işlenen suçlardandır. 1925 ayaklanmasının savaştığı güçler bu güçlerdir. İşgalcidirler ve soykırımcıdırlar!

Yani Türkiye'de, solu da bozan, belki bu Kemalist anlayıştır. Hilafet vardı, sadrazam vardı. Biz laik bir cumhuriyet kurduk. Öyleyse bu ilericidir.

Öyle değildir, Cezayir'de katliamlar yapanlar da laik ve sözüm ona demokratiktirler. Sadece cumhuriyet değil, demokratiktirler. Vietnam'da, Libya'da; yani, dünyanın her tarafında, ezilen uluslara kan kusturanlar, bu kolonyalistler ve işgalcilerdi.

1925 Ayaklanması, elbette ki Türkiye Cumhuriyeti ile kıyaslanamaz zaten. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, o dönemde dünyanın en gerici birkaç cumhuriyetinden biridir. Bir devletin adında cumhuriyet olmasa onu ilerici yapmaz. Yani bugün, İngiltere'de de işte; monarşi var, krallık var, İsveç'te var, Danimarka'da var. Yani şimdi bunu göz önüne alıp şey diyebilir miyiz, Türkiye Cumhuriyeti; onlardan daha demokratik, daha ilericidir diyebilir miyiz? Değildir! Neye yaradığı önemlidir. Dünyadaki güç dengelerinde, dünyada sürdürülen mücadelelerde nerede yer aldığı önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren anti-komünisttir, işgalcidir, soykırımcıdır! Bunun daha ötesi yoktur yani. Buna karşı Kürdistan'daki 1925 Ayaklanması, ulusal özgürlük talebiyle öne çıkmıştır. Ve bu ulusal demokratik bir kalkışmadır! Onu da söyleyeyim: Başkaldırının önünde Şex Said’in bulunması, Türk Devleti'nin söylediği gibi bu hareketin ulusal demokratik karakterini gölgelemez. Çünkü sonuçta ulusal baskıya, işgale, sömürgeciliğe karşı yürütülen her mücadelenin, demokratik bir muhtevası vardır diyen de Lenin'dir. Ha bu 25 ayaklanmasını desteklememiştir Sovyetler Birliği, onu belki başka bir programda tartışırız.


-Şimdi hocam Seyda Gül soruyor, diyor ki: “Amerika’nın bir İsrail örneği gibi Kürdistan kurmak istediği iddiası hakkında, ne düşünüyorsunuz?  Bu konuda ne söylemek istersiniz?

-Yani 2017'de, bağımsızlık referandumu yapıldı Orta Güney Kürdistan'da. Bu bağımsızlık referandumuna karşı çıkanlar; en başta İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri idi. Ondan sonra, Irak Devleti'nin, Kerkük üzerinden Kürdistan'a saldırması ve Kürdistan topraklarının %45'ini yeniden işgal etmesini örgütleyenler de bu güçlerdir. Şimdi şöyle bir tartışma var:

Yani bir dönem, M.Albright'ti sanıyorum: “Orta Doğu'da, bilmem 22 tane devletin sınırları değişecek.” denildi. Türk askeri bilginleri ısrarla televizyonlarda: “Biz, Pentagon'da Büyük Kürdistan haritası gördük.” falan diyorlar. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri emperyalist bir devlet.
Onların, kısa-orta-uzun vadeli programları vardır. Bu programlarda, 50 yıl sonraki programlarında, böyle bir madde olabilir. Bunun vatana millete bir zararı da yoktur. Ama şimdiye kadar ki pratiğinde; biz, ABD'nin, bağımsız bir Kürdistan hedefiyle bölgede olduğunu görmedik.

Önümüzdeki bu bir dünya savaşıdır. Benim analizime göre, 1990'dan bu yana süren bir üçüncü dünya savaşı var. Henüz bu savaş, Avrupa'nın nükleer devletlerinin kendi aralarındaki savaşına dönüşmediği için Batılılar; buna, dünya savaşı demiyorlar. Çünkü Avrupalılar için dünya savaşı demek, Avrupalı devletlerin birbirleriyle savaşması demektir.

Ya da günümüz reel-politiğinde işte Avrupalıların, Rusya ile Çin ile savaşmaları demektir. Evet, böyle bir savaş yoktur ama bütün bu devletler, dünyanın her tarafında birbirleriyle savaşıyorlar. Yani bugün Suriye'de, hatta Suriye'nin tamamında da değil işte Küçük Güney’de; Amerika Birleşik Devletleri var, İngiltere var, Fransa var, İran var, Türkiye var, Suudi var. Var da var! Bu dünya savaşı değilse bütün dünya devletleri, bu küçücük Suriye'ye niye çullandılar? Niye hepsi Suriye'nin içinde? Libya'da; Rusya var, Amerika var, Türkiye var, İran var, her biri var. Demek ki süre giden bir dünya savaşı var. Bu dünya savaşının dinamiklerini; doğru anlamak, doğru izlemek lazım.

Ama benim gördüğüm; şu anda, ABD'nin Bağımsız Birleşik bir Kürdistan kurma hedefi yoktur. Bunu İsrail destekleyebilir mi? Destekleyebilir. Yani İsrail, bölgede kendisini kuşatılmış olarak görüyor.
 

Bağımsız Birleşik Kürdistan; ilk elde İran, Irak, Suriye gibi İsrail'in 60-70 yıllık düşmanlarını zayıflatacaktır. İsrail'in, Türkiye'yle ilişkisi bambaşka bir mevzudur. Çünkü İsrail Devleti'nin kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti, İsrail Devleti'ni desteklemiştir 1990'lara kadar.

Dünya düzeni çöktükten sonra, bağımsız bir Kürdistan çıkacağı korkusuyla devlet aklı, özellikle Avrasyacı devlet aklı, İsrail'in de bir Kürdistan istediğini iddia etmeye ve ilişkileri germeye başlamışlardır.

Ama hala Türkiye ile İsrail arasında; arka planda iktisadi ilişkiler, askeri ilişkiler sürmektedir. İsrail bağımsız bir Kürdistan'ı desteklerse; biz, İsrail sen niye destekliyorsun mu diyeceğiz? Asla öyle bir şey söylemeyeceğiz. Ama biz Kürdistan'ı, yani Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı; İsrail, Amerika, Britanya, Fransa, Rusya için istemiyoruz! Kürdistan milletinin normalleşmesi için talep ediyoruz! Bunun için mücadele veriyoruz. Çünkü modernize döneminde, devletleşmeyen bir ulus ortadan kalkmaya mahkûmdur. Soykırıma uğramaya mahkûmdur.

Bu ulusal demokratik bir mücadeledir. Ayrıca biz komünizan-komünist devrimcilerin hedefi; bize göre en önemli enternasyonalist görev, Kürdistan devrimini gerçekleştirmektir. Bölgenin bu gericiliğini yıkmaya yardımcı olmaktır. Bizim Bağımsız Birleşik Kürdistan talebimizin nedeni budur.


Bir şey ekleyeyim, demin söyleyince aklıma geldi. Yani herkes, Şex Said Efendi'yi, böyle işte din adamı olduğu için kendi âlimlerine benzetiyorlar, şimdiki diyanet başkanlarıyla belki kıyaslıyorlar. Şex Said Efendi'nin yanından ayrılmayan birçok kaynakta sekreteri olarak geçen, Liceli Fehmi Bilal ateisttir. Ve Şex Said Efendi onun ateistliğini asla sorun etmemiştir.

Buna benzer birçok zırva vardır. Yani mesela Şeyh Mahmud Berzenci için söyleniyor ki, işte: “Şeyh Mahmud Berzenci, İngiliz konsolosluğunun eşinin elini sıkmadığı için İngilizler, Şeyh Mahmud'a karşı çıkmışlar. Böyle bir saçma sapan şey olur mu? Olmaz! Çünkü Şeyh Mahmud Berzenci dediğimiz; evet, Kadiri Şeyhidir. Fakat bu Kadiri Şeyhi, Komünist Lenin'e mektup yazmakta hiçbir dini sakınca görmez. Şimdi komünist Lenin'e mektup yazan bir Şeyh Mahmud, İngiliz konsolosluğunun eşinin elini niye sıkmasın? Sıkmasa niye bu sorun olur? Liceli Ateist Fehmi Bilal’i kendisine sekreter olarak tutan Şeyh Said Efendi, niye bir mürteci olarak gösteriliyor? Bunlar kolonyalist saldırılardır. Bunları teşhir etmek de bizim görevimizdir.

-Peki, hocam, çok akıcı bir program oldu. Sınırımızı da, zamanın sınırını da aştık. Çok teşekkür ederiz.  Bugün için birkaç anekdot varsa ilave edeceğiniz lütfen buyurun.

-Yani bir tarihi bir olayı, bir tarihçi olarak değil, bir siyasetçi olarak anlamaya-anlatmaya çalıştım. Bunda da tartışacağımız şüphesiz birçok konu vardır. Ancak yani, 1920'den 1945'e kadar zaman zaman otonomi ya da federasyon talepleri olsa da Kürdistan Ulusal Kurtuluşu örgütlerinin neredeyse tamamı bağımsızlıkçıdır. Ve Bağımsız Kürdistan talebiyle mücadele etmişlerdir.


Bugün özellikle Kuzeybatı Kürdistan'da ama Kürdistan'ın diğer parçalarında da Kürt siyaseti, bu stratejik hedefin çok gerisinde siyaset sürdürmektedir. Egemen olan anlayış, mevcut devlet sınırları içinde çözüm aramaktır. Egemen siyaset tarzı budur. Gençlerimizin tarih okurken, bu derslerle yaklaşmaları ve siyasal mücadeleye yeniden bağımsızlıkçı bir anlayışla ve Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefi ile siyasal mücadeleyi sürdürmelerini diliyorum.

Bunun için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Ben de size-rejiye de izleyicilere de selamlarımı yolluyorum. Herkese özellikle Kürdistan bağımsızlıkçılarına, Kürdistan devrimcilerine başarılar diliyorum. Biz bu yolun yolcusuyuz.

Bu yolda olan herkesten, bir anda ya da bir zamanda, birlikte mücadele edeceğimizden, savaşacağımızdan da asla kuşku duymuyorum. Herkese iyi akşamlar diliyorum.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  • “Periyodizasyon, insanlığın içinde yol aldiği zamana egemen olma istek ve ihtiyacına cevap vermektedir…

Periyadizasyon, insanın zaman üzerindeki bir eylemini belirtmekte ve zamanın bölünmesinin herhangi bir etki olmadan kendiliğinden ortaya çıkmış bir durum olmadığını vurgulamaktadır.” Jacques le Goff (Ortaçağ Tarihçisi)*

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

* Denge Kurdîstan TV

Hüseyin İşli

30.06.2024

Posted in: Tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
Fuat Önen
ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
. Kuzeybatı Kürdistan’daki legal Kürt siyaseti çok kötü bir sınav verdi yani henüz ortada devlet tarafından çizilen bir çerçeve olmadan sırasıyla ”muhatap biziz, muhatap biziz, bizi de muhatap alın” diye sıraya girdiler. Oysa bu mes...

YA DEVRİM, SAVAŞI ÖNLER YA DA SAVAŞ, DEVRİME YOL AÇAR.
Fuat Önen
YA DEVRİM, SAVAŞI ÖNLER YA DA SAVAŞ, DEVRİME YOL AÇAR.
Bölgede ve belki de dünyada, devrimci dinamiklerin en fazla faal olduğu ülke Kürdistan'dır. Maalesef; egemen siyaset tarzı, egemen siyaset sınıfımız, bu gerçekliğin uzağındadır. Ama doğrular inatçıdır ve biz de bu doğruları inatla savunmaya, bütü...

Modernite
Fuat Önen
Modernite
Buradan bir devrim çıkmaz. Önce onu söyleyelim. Bu bir karşı-devrimdir! Kime karşı, karşı devrim? Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesinde kalan ezilen uluslara karşı bir karşı-devrimdir. Türkiye'deki Sosyalist - Komünist Harekete karşı, bir kar...

TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Fuat Önen
TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Kürdistan'daki savaş, esas savaş dinamiği, işgalci-sömürgeci devletlerdir. Bu çok uzun süren, bir işgal olduğu için zaman zaman bu geriler, zaman zaman tırmandırılır. Ama savaş durumu, işgal sürdüğü müddetçe devam eder. 2015, özellikle Temmuz'...

DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Fuat Önen
DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Bundan sonraki dönem için ben: “Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı hedefleyen devrimci partilerin, örgütlerin daha fazla güçleneceğini, Kürdistan’ın bütün parçalarında, özellikle; Kuzeybatı Kürdistan’da da bağımsızlıkçı düşüncenin da...

KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
Fuad Onen
KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
1925 ayaklanması dini bir hareket miydi, milli bir hareket miydi? Bunu (bu tartışmaları) yapanlar, esas itibariyle kolonyalistlerdir. Bu hareket milli bir harekettir. Dini motifleri yaygın olarak kullanılmıştır. Hareketin öncüsü, Nakşibendi şeyhidir....

KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Fuat Önen
KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Bir parçada başarı kazanmak Kürdistan meselesini çözmez. O başarının kalıcı olması için bir sürekli devrim anlayışına sahip olmamız lazım. Yani Güney Kürdistan'da, bir federal yapı olunca, Güney Kürdistan kurtulmuş olmuyor. Kürdistan meselesi, bi...

KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Fuat Önen
KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Lenin'in bir sözü var: “Zincirde öyle bir halka var ki o halkayı tuttuğun zaman, bütün zinciri kontrol edersin.” Kuzeybatı Kürdistan için söylersem: “Bu halka, devrimciler örgütünün oluşturulmasıdır.” Bu oluşturulmadığı...

AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Metin Sandalci
AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Bu denli kesin tanımlamalar üzerinden oluşmuş siyasal hedef ve perspektiflerin teorik-pratik etkisi, ikili bir görevle karşı karşıyadır. Bir taraftan yenilgi ve yılgınlıklardan oluşmuş egemen siyaset tarzının etkilerini yıkmak, diğer taraftan devrimc...

Ayrılıkçı Yazılar-2 Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme
Nefel Gün
Ayrılıkçı Yazılar-2 Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme
Bu kitapta “Bağımsız Kürdistan hayaleti[1]”nden korkanların, bu korktuklarını başlarına getirmek için oluşturulması gereken, devrimciler örgütünün benimsemek zorunda olduğu, teorik ve pratik hat çizilmektedir. Zaten kitabın alt başlığının...

Page 1 of 26First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
123movies