-Bu son zamanlarda ağustos ayıyla birlikte Kerkük'te, Kürdistan'ın kalbinde, neler olup bitiyor? Bize ne anlatmak istersiniz?
-Şimdi, önce bir Irak'tan başlayalım. Aslında sorun; Irak Devleti'nin ne tür bir devlet olduğu ya da olacağı meselesidir. 2003’te Amerikan işgalinden sonra, Irak devlet cihazı parçalandı. 2005’te, bir anayasa kabul edildi. Bu anayasaya göre, Güney Kürdistan, federe bir devlet olarak, kabul edildi. Ancak, dünyada başka yerde öyle bir örnek var mı bilmiyorum ama tek federe devleti olan, bir federal devlet olmaz gibi geliyor bana.
Sonuçta, eğer federe devlet bir tane ise, federe bölge bir taneyse, bu federe devlet, merkezi devletin bir parçasına dönüşüyor. Eğer birden fazla federe bölge olmuş olsa idi, o zaman diyelim ki üç tane federe devlet olsaydı, bunların üstünde bir federal devlet olurdu. Her üç federe devletin de temsil edildiği bir federal devlet olurdu. Ancak başta suni Arapların da bir federe devlete dönüşeceği programlandı. O gerçekleşmedi.
Sonuçta, bir Bağdat'taki merkezi devlet, Hewlêr merkezli işte Güney Kürdistan Federe Devleti olarak kaldı. Ancak, 2005’ten bu yana; hiçbir kurala, hiçbir anayasal kurala uymayan, De Facto ilişkiler devam ediyor. Yani bu devlet eğer federeyse, yani Güney Kürdistan devleti, federe ise, kendi bağımsız ekonomisinin olması lazım. Merkezi devlet, federe devletin ekonomisini de tayin edemez. Ama bu işlemiyor. Merkezi devlet istediği zaman, federe devletin payına düşen bütçeyi göndermeyebiliyor.
En son siz de okumuşsunuzdur. Federe devlete vermeleri gereken bir buçuk trilyon dinar yerine, beş yüz milyar dolar göndermişler. Federe devlet buna itiraz ettiği zaman; işte, beş yüz milyar daha göndereceğiz, memur maaşları için göndereceğiz demişler. Böyle bir fiili durum var. Tabii bunun karşısında federe devlet de artık, anayasaya uyamaz hale geldi. O da petrolü dışarı satarak, petrolden gelen gelirlerle, federe bölgeyi yönetmeye çalışıyor. Yani sonuçta bir De Facto ilişkidir. De Jure bir ilişki; yasaya dayanan, normlara dayanan bir ilişki, 2005’ten bu yana -18 yıldır- Bağdat'la Erbil arasında, böyle bir ilişki tesis edilemedi ve sürekli Bağdat; Erbil'i, iktisaden zorlamaya, bir tür açlıkla terbiye etmeye çalışıyor.
Sadece bunu yapmıyor. Biliyorsunuz Maliki döneminde bir de Dicle Operasyon Gücü gibi bir güç oluşturdular. Bu da federe bölgeyi tehdit etmek amacıyla kurulmuş bir operasyon gücüydü. Bunun nedenleri; işgal sonrası ortamda, fiilî güçlere dayalı fiilî bir dengeyle kurulmuş bir devlet olmasıdır Irak devletinin. Ancak, 2003’ten bu yana, kurumlara dayalı ciddi bir devlete de dönüşemedi Irak devleti.
ABD, Kürtler üzerinden, Irak devletini yeniden organize etmeye çalıştı. Biliyorsunuz; başta, bir Ahmet Çelebi getirdiler, sonra CIA ajan olduğu, para yediği falan ortaya çıktı. Sonra Mam Celal Irak Devlet Başkanı oldu. Ve o dönem, bir tür bir anlaşmayla; işte, “Irak Devlet Başkanı, Kürdistan'dan olacak, Meclis başkanı suni Araplardan olacak, Başbakan da Şii Araplardan olacak.” diye -böyle bir anlaşmayla diyelim- 18 yıldır, bu devleti yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun inşa edileceği yok. Çünkü 100 yıldır, Irak devletine bir “ulus” oluşturmaya çalışıyorlar. Irak ulusu oluşturmaya çalışıyorlar.
Bu mümkün değildir. Çünkü orada, farklı ulus hakikatleri var. Yani bir Kürt ulusu hakikati var. Bir de Arap ulus hakikati var. Arap ulusu hakikatte kendi içinde bölünmüş; “Suni Araplar-Şii Araplar” diye bölünmüşler. Kürtler bir yana, her iki Arap toplumu bile, bir ulus karakteri gösteremiyorlar. Aslında bunun çözümü: Irak Devleti'nin parçalanmasıdır.
Fakat 100 yıldır; gerek Irak Krallığı döneminde, sonraki darbeler döneminde, Baas döneminde, Sovyetlerin desteklediği dönemlerde ve son yirmi yıldır, ABD'nin müdahalesiyle işleyen bu devlete, bir ulus yaratamıyorlar. Yaratmaları da bana da sorulursa mümkün değildir.
Şimdi; Kürdistan bölgesine gelirsek -yani bizim Orta Güney Kürdistan dediğimiz bölgeye gelirsek- orada da bir temel sorunumuz var: Bu da Güney Kürdistan'daki iki temel partinin, Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürdistan Demokrat Partisi'nin devletleşme anlayışları, bizim temel sorunumuzdur. Yirmi yıldır, bu iki parti, ortak bir devlet kurma anlayışına ulaşamadılar. Parti devleti anlayışını bir tür aşmadılar.
Yani bu yirmi yılda yapılması gereken neydi? Ulusal Ordu, Ulusal Güvenlik, Ulusal Ekonomi, Ulusal Dış Politika bunların oluşması lazımdı ve bölgede artık ayrı devlet kurumlarının oluşturulup, bir ahenk içinde çalışması lazımdı.
Ancak sonuç itibariyle; yani hangi parti daha haklı, hangi parti daha haksız? Bunu tartışmanın çok fazla bir yararı yok. Ama sonuç olarak, geride bıraktığımız yirmi yılda; yani, 1993-2003 arasını da saymıyorum, parlamento doksan üçte kuruldu biliyorsun bu yirmi yılda, devletleşmeye gidecek bu yolların hiçbirisi kullanılmadı. Sonuç olarak, orada ikili bir iktidar durumu var. Süleymaniye merkezli Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin iktidarı, Erbil merkezli Kürdistan Demokrat Partisi'nin iktidarı, diğer partilileri saymıyorum. Şunun için saymıyorum:
Çünkü esas askeri gücü olan, bu iki siyasi partidir. Her birinin yüz bine yakın peşmergesi var. Ve bunlar birbirlerine mahkûmdurlar. Birbirleri olmadan yapamazlar. Ama bir türlü de ortak bir devletleşme hedefinde bu iki partimiz buluşamıyor. Yirmi yıldır çektiğimiz sıkıntıların temel nedeni bu: Ayrı bir silahlı güç, ayrı bir güvenlik gücü, ayrı bir istihbarat ve ayrı bir ekonomi. Yani Güney Kürdistan'a, Kuzey Kürdistan'dan girdiğiniz zaman, Erbil'e kadar olan bölgedeki ekonomi daha çok, Türkiye egemen gözüküyor. Erbil'den öteye Halepçe'ye, Süleymaniye'ye doğru gittiğinizde bu sefer; İran güçlü gözüküyor, ekonomide. Yani sadece silahlı güçlerin birliğini sağlamamakla kalmadılar. Bir iktisadi birlik de sağlayamadılar.
Bu temel sorun aşılmadan, Orta Güney Kürdistan'ın, temel sorunlarını çözmek mümkün değildir. Çünkü ancak buradan yola çıkarak, gerek Bağdat'la ilişkilerini, gerek bölgedeki diğer işgalci devletlerle ilişkilerini; ancak, ortak bir ulusal duruşla çözebilirler. Şimdi son olaylara geldiğimiz zaman bu olayların başlangıcı, 2017 referandumu sonrası Ekim’de, Haşdi Şabi ve Bağdat güçlerinin, Kürdistan'a saldırmasıyla başladı sorun.
Bu saldırıdan sonra, yaklaşık Orta Güney Kürdistan'ın yüzde kırk beşi yeniden, Bağdat rejiminin ve Haşdi Şabi'nin, kontrolüne geçti. Burada Haşdi Şabi'yi vurgulamamın nedeni; aslında bu sadece, Irak'ın işgali değil, bağlı olarak İran'ın işgalidir. Çünkü Heşti Şabi, İran rejimine bağlı bir çetedir aslında. Yani resmi bir fonksiyonu yoktu başlangıçta. Sonradan, bunu
Irak askeri güçlerine bağladılar. Ama o saldırı; yani referandum sonrası yapılan saldırı, sadece Irak devletinin saldırısı değildi. Bu saldırının arkasında, İran ve Türkiye'de var idi. Bu saldırıdan sonra, Güney Kürdistan topraklarının yüzde kırk beşi yeniden işgal altına girdi.
Kürdistan Demokrat Partisi, o dönemde, Kerkük'ten çekildi. Ve o dönem bölge başkanı olan, aynı zamanda Kürdistan Demokrat Partisi lideri olan, Kek Mesut Barzani, Kerkük artık işgal altındadır. Bu nedenle biz orada işte seçimlere katılmayacağız. Bütün parti bürolarını, ana karargâhlarını, kapatıp, Erbil'e çekildiler. O ara biliyorsun saldırı devam ediyordu, Pirde Bölgesinde, Irak ve Haşdi Şabi bir saldırısını durdurdu. Hem Güney Kürdistan PDK güçleri, Doğu Kürdistan PDK güçleri, Doğu Kürdistan'da Partiya Azadiya Kürdistan'ın güçleri, birlikte Pirde ‘de o saldırıyı durdurdular. Durdurduktan sonra da kek Mesut Barzani dedi ki: “Kerkük işgal altındadır. Ben oradaki seçimlere katılmıyorum.” Bu nedenle orada yapılan il meclisi seçimlerinde çoğunluk, Araplara geçti. YNK ve diğer partiler oradaki il meclisi seçimlerine katılmaya devam ettiler.
Şimdi bu yılın sonunda, orada yeniden il meclisi seçimleri yapılacak. Kürdistan Demokrat Partisi bu sefer, Kerkük'e dönüp, o seçimlere katılma kararı aldı. Şimdi bu karar doğru mudur, yanlış mıdır? Tartışmaya açıktır. Yani eğer, iki bin on yedide, Kerkük işgal altında bir yerdiyse ve orada seçimlere katılmak meşru değildiyse, bugün o işgal devam ediyor. Arka planda ne tür görüşmeler yapıldı, ona vakıf değilim. Ama Kürdistan Demokrat Partisi, bu kararından vazgeçip, bu yılsonunda yapılacak Kerkük il meclisi seçimlerine de katılmak üzere, daha önce boşalttığı ofislerine, karargâhlarına, dönme kararı aldılar.
Bunun üzerine, Kerkük'teki Türkmen Ulusal Cephesi, bu ayrı bir parti değil, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından kurulan bir örgüttür. Oradaki Türkmenlerin de temsilcisi değildir. Onun dışındaki birçok Türkmen partisi, hareketi; aslında, Kürdistan Demokrat Partisi'nin, Kerkük'e gelmesine olumlu bakıyorlar. Ama Türkmen ulusal cephesi etrafında kümelenen ve Türk istihbaratı tarafından eğitilip silahlandırılan bir grup, buna itiraz etti. Heşti Şabi güçleri de buna itiraz etti. İkisi birlikte, Kerkük-Hewlêr yolunu, kapatmaya çalıştılar. Gidiş-gelişi işte oradan Peşmerge naklini ya da Kürdistan Demokrat Partili kadroların Kerkük'e girmesini engellemek üzere, Kerkük-Erbil yolunu trafiğe kapattılar.
İlk üç gün, bu gösterilere, Irak devleti hiçbir tür müdahalede bulunmadı. Yani Irak asayişinin, Heşti Şabi asayişinin, kontrolü altında, PDK karşıtı, aslında Kürdistan karşıtı olan bu gösterilere, hiçbir tür müdahalede bulunulmadı. Dördüncü günde; Kerkük'teki Kürdistanlılar, kendileri gösteri yapıp, bu saldırıya karşı tepkilerini dile getirdiler. Bunun üzerine, göstericilerin üzerine silah sıkıldı ve bildiğim kadarıyla dört kişi şehit oldu, otuz civarında da yaralı var. Elli-altmış kişi de gözaltına alındı. Çatışma bu şekilde gelişti.
Şimdi burada önce, şunu sorgulamamız lazım: Kerkük niye tartışmalı toprak sayıldı? Yani, 2003’te Irak devleti parçalanırken, Kürdistan Yurtseverler Birliği’yle Kürdistan Demokrat Partisi, önce birlikte Kerkük'e peşmerge gönderme kararı aldılar. KYB, PDK'den önce gönderdi Peşmergelerini. PDK de bu sefer, onlara karşı peşmerge gönderdi. Yani eğer, Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Kürdistan Demokrat Partisine bağlı peşmergeler, Kerkük'e birlikte girmiş olsalardı, Kürdistanî olması bakımından, Kerkük'ün Hewlêr’den bir farkı yoktur.
Ama birbirine karşı oraya peşmerge gönderip, yeniden iç çatışma ihtimali doğunca, ABD'nin de müdahalesi, özellikle İngiltere'nin isteği doğrultusunda, Kürdistan topraklarının yüzde kırka yakını, tartışmalı bölge ilan edildi. Tartışmalı topraklar olarak ilan edildi. Ve denildi ki: İki yıl içinde burada, işte, anayasanın yüz kırkıncı maddesi sanıyorum; önce bir nüfus sayımı yapılacak, sonra da bir referandum yapılacak. Bölge halkı; isterse, Kürdistan Federe Devleti'nin içinde kalacak. İstemezse, Bağdat'a bağlı olarak kalacaklar diye bir referandum maddesi eklendi.
Yani, 2007’den bu yana; işte, on altı yıl geçti; ancak, bu mesele çözülmedi. Çözülmemesinin bir tane nedeni var: Irak devleti, Kerkük, yani Kürdistan'ın kalbi saydığımız Kerkük'ün, Kürdistan'da kalmasına rıza göstermiyor. Ve sürekli erteliyor. Peki, erteleyen sadece Bağdat yönetimi mi? Hayır. Mam Celal, iki dönem Irak devlet başkanıydı. Ve iki bin on yediye kadar geçen sürede, aslında birçok kez; eğer, bu iki parti anlaşmış olsaydı, referandumu Irak'la dayatabilirlerdi. Yani iki bin beşten bu yana, on sekiz yıldır, Arap devlet başkanı bir Kürdistanlıdır. Fakat onlar da bu konuyu ciddiye alıp, yasal olarak çözümlemek yerine, fiili olarak çözme yoluna gittiler. Özellikle DAEŞ, Musul'u işgal ettikten sonra, Musul'u ele geçirdikten sonra, oradaki bütün Arap-Irak güvenlik güçleri geri çekildi ve bir anda Kürdistanlılar için iyi bir fırsat doğdu. Tartışmalı bölge denilen bütün bölge, Kürdistan Peşmergesi ‘nin kontrolüne geçti.
O dönemde de böyle bir referandum yapıla bilinirdi, yapılmadı. Ne zaman ki Eylül iki bin on yedi bağımsızlık referandumu gündeme geldi, bu sefer tartışmalı topraklarda referandumun yapılıp yapılmaması, süper güçleri tarafından sorgulandı. Ve Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Birleşmiş Milletler temsilcisi, bu referandumun ya ertelenmesini, ertelenmeyecekse de tartışmalı topraklarda yapılmamasını dayattılar. O dönem; Mesut Barzani önderliğindeki bütün Kürdistanî partiler toplanarak, referandumun yapılacağını ve bunun tartışmalı topraklarda da yapılacağına karar verdiler ve bildiğimiz referandum yapıldı.
Aslında bu referandumun sonuçlarına baktığımız zaman, yüz kırkıncı maddeye bağlı olarak, ayrı bir referandum yapılmasına bile gerek yoktur. Çünkü mesela bir Xanikin’ de Erbil'den daha fazla bağımsızlık oyu çıktı. En fazla bağımsızlık oyu Xanikin denilen bölgede çıktı. Ve bu da sözümü ona tartışmalı topraklardandır.
Irak devleti buna karşı, ABD'nin göz yumması ve İngiltere'nin esas olarak yönlendirmesi sonucu, İran ve Türkiye'nin de desteğini alarak, tartışmalı denilen toprakları yeniden işgal etti.
Şimdi Kürdistan Demokrat Partisi, Kerkük'e dönecekse, öncelikle bunu Kürdistan Yurtseverler Birliği'yle anlaşarak yapmalıdır. Arka planda öyle bir görüşmeleri olup olmadığını bilmiyoruz.
Ama Kürdistan Yurtseverler Birliği cephesinden gelen açıklamalara baktığımız zaman, böyle bir uzlaşmanın olmadığı sonucunu çıkarıyoruz. Çünkü eğer, uzlaşarak gidilse idi; Irak Arap tarafı, buna bu denli hoyratça tepki gösteremezdi. Sonuç itibariyle; yani, iki bin on yedi öncesi orada, Kürdistan Demokrat Partisi'nin karargâhı da ofisleri de var idi ve tekrar o yerlerine geri dönüyorlar. Buna, itiraz edilmesi için ortada bir neden yoktur.
Fakat gene başa döndük. Ve YNK'yle PDK'nin çekişmesi; Kerkük'te, yeniden ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktı.
Şimdi Irak’ta bir de federal mahkeme var. Bu federal mahkeme Irak'tan çok İran'a bağlı karar veriyor. Bu federal mahkemede; PDK'nin, Kerkük'e dönüşünün yasal olmadığına hükmetti.
Daha önce de bu federal mahkeme, Kürdistan hakkında birçok böyle akla mantığa uygun olmayan kararlar almışlardı.
Bu gerilim sürecek mi? Nereye kadar sürecek? Şimdiden kesin bir şey söylemek mümkün değil. Ama benim durduğum yerden gördüğüm şudur: Irak devleti, İran'ın ve Türkiye'nin de desteğini alarak, Güney Kürdistan'ın Federe statüsünü aşındırmaya çalışıyorlar. Geçen dönem bu konu yeniden tartışıldı; işte, memur maaşlarını, Kürdistan'daki memurların maaşını, Bağdat ödeyecek. Hatta YNK tarafından, illere gönderilen paranın da hükümete değil, illere gönderilmesini talep etti.
Bu çok tehlikeli bir girişimdi. YNK’nin bu girişimi, çok tehlikeli bir girişim idi. Neyse o kabul edilmedi. Çünkü eğer, siz artık, illere ayrılan bütçeyi, federe hükümete değil de illere göndermeye başlarsanız, bu üç işgalci devletin istediği sonuç ortaya çıkar Güney Kürdistan'daki Federe Statü aşındırılır. Onun yerine, özerk iller projesi devreye girer. Ve öyle görüyorum ki; Irak devleti, 2005’ten bu yana, güçlendiği ölçüde, bu projeyi gerçekleştirmeye çalışacak. Zaten başka bir federe bölge olmadığı için orada ciddi bir federal devletten de söz etmek güçtür.
Sonuçta bunu güç tayin ediyor. Irak devleti, yerine oturup güçlendikçe, Kürdistan'ın federe statüsünü değiştirip, özerk iller statüsünü dayatmaya çalışacaktır. Bu aynı zamanda; hem İran'ın, hem Türkiye'nin istediğidir. Bunların arkasında Türkiye ve İran'ın rolüne belki sonradan geliriz.
Ancak ben bu çatışmaları; yani Kerkük'te, Araplarla Türkmenlerin, Kürtlere saldırmasını, böyle bir çatışma yaşamasını, bir açıdan olumlu buluyorum. Çünkü biz henüz, Irak devletiyle hesaplaşmadık.
Şimdi, Kürdistan'ın esas işgalcisi bu Irak Devleti. 2003'te De Facto bir durum oluştu. Devlet parçalandı. Onun üzerine bir De Facto federe devlet yapısı çıktı. Ve o günden bugünedir, Kürdistan her dört parçasında da tehlikeli bir siyasi yaklaşım var. O da bütün meselelerin konuşularak çözülebileceği anlayışıdır. Yani Kürdistan'ın özgürlüğü, Kürdistan'ın bağımsızlığı Bir devrim meselesidir. Bu ancak güçle yapılabilir. Henüz Güney Kürdistan'da da bu savaşı vermiş ve kazanabilmiş değiliz.
Umarım, Kerkük'te, Türkiye kontrolündeki Türkmenlerle İran, Irak'ın birlikte kontrol ettiği Arapların, Kürdistanlılara yaptığı bu saldırı, Güney Kürdistan'daki siyasi partililerimizi yeniden düşünmeye sevk eder. Henüz, kazanılmış, garanti edilmiş hiçbir şey yoktur, Güney Kürdistan'da. Bunun yolu da bu iki esas partinin devletleşme hedefiyle ciddi bir siyasal birlik oluşturmalarına bağlıdır.
Denge Kurdistan TV Hüseyin İşli