-Kürd halkının ayrı bir tutum almasına Türkiyede kendisine devrimci ve ilerici diyen kesimleri neden rahatsız ediyor?
Bunun için belki 30 yıl öncesine gidip gelmek lazım.
Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra; işte, globalizasyonun üçüncü büyük dalgası dediğimiz, bir dalga gelişti. Bu özellikle, 1990-2000 yılları arasında gelişti ve bu dönemde, yoğun bir globalist saldırıya maruz kaldık.
Dünyanın her tarafındaki devrimci güçler, ilerici güçler, muhalif güçler dediğimiz güçler, böyle bir globalist saldırıyla karşı karşıya kaldılar. Bilindiği gibi o dönem işte, tarihin sonu ilan edildi: “Tarihin Sonu ve Son İnsan" kitabının yazarı Francis Fukuyama dedi ki : ”Şimdiye kadar işte dinler savaş vardı, faşizm, komünizm savaşı vardı, İmparatorluk savaşları vardı. Bunların hepsi geride kaldı. Tek seçenek, akli olan rasyonel olan tek seçenek liberalizmdir. Hem ekonomide hem siyasette, liberalizmdir. Dolayısıyla ideolojilerin sonu geldi. İdeolojilerin sonu geldi anlamında, bu aynı zamanda tarihin sonudur.” Bunu böyle ilan ettiler.
Yine o dönemde dünyanın tek kutba geçtiği, tek bir kutuplu dünyaya geçildiği söylendi. Ve buna bağlı olarak, eğer batılılar kendi aralarında anlaşırlarsa, bu anlaşma yoluyla bütün dünyayı, kendilerine benzetip onları yönetebilirler denildi. Ve bu süre zarfında muhaliflere, devrimci bir dil değil, bir uzlaşma dili dayatıldı: “Artık silahla mücadele dönemi bitmiştir.” denildi. “Uluslararası hukuk değerleri, egemen olmuştur.” denildi. Bütün sorunların çözümü için diyalog önerildi. Kısa zamanda bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Aslında tek bir dünyaya geçmek bir tarafa, iki kutuplu dünyadan, çok kutuplu bir dünyaya geçtik.
Aynı zamanda, Sovyetler Birliği'nin çözülmesi, Üçüncü Dünya Savaşı'nın başlangıcıdır. Çünkü kurulu dünya nizamı, Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle çöktü. Dünya otuz yıldır kendisine yeni bir düzen arıyor. Yeni-dünya Düzeni de ancak yeni bir dünya savaşıyla mümkündür. Çünkü dünya nizamı dediğimiz, dünyadaki birkaç egemen gücün bütün dünyaya bir nizam vermesidir. Bu da ancak savaşla mümkündür. Bu üçüncü Dünya Savaşı, birinci ve ikinci savaşlardan çok farklıdır. Birincisi, uzun süreli bir savaştır ve ABD'li stratejistler 60-70 yıl süreceğini söylüyorlar. İşte 30 yılı geride bıraktık. Önümüzdeki otuz yılın da savaşla geçeceği anlaşılıyor.
Şimdi onlar sürekli şiddet kullandıkları halde ideolojik olarak, sürekli anlaşma-uzlaşma dilini, ön plana çıkardılar. Türkiye'de de yani; gerek, Türkiye'deki sol hareketi ama özellikle Kuzey Kürdistan'daki siyasal mücadele içinde de bu sefer, bir uzlaşma dili egemen hale geldi. İşte, bu konuları oturalım, konuşalım, geçmişle yüzleşelim gibi teorilerle, devrimci dilden vazgeçildi. Onun yerine, egemen sınıfla ve işgalci-jenositçi devletle, bir uzlaşma arayışı ön plana çıktı.
Bunun bir parçası olarak Kürdistanî siyaset, Türkiyeci siyasete dönüştürüldü. 2012’de HDP'nin kurulması bunun zirvesidir. Bunun üzerinden HDP ve Türkiyecilik siyaseti üzerinden, Kürt siyaseti siyaseten asimile edildi. Artık bir millet adına, bir ülke toprağı üzerinden siyaset yürütülmüyor. Türkiye'nin bir bileşeni, Türkiye'nin Kürt kökenli vatandaşları olarak siyaset yapılıyor. Ve biliyorsunuz, hedef olarak da Demokratik Cumhuriyet hedefi konuldu. Bu iki gündür, İstanbul'da bu başlıkla iki gün süren bir konferans veriliyor. Şimdi; “Bu konferanslarda ve bu hedefte, istenilen nedir?” İşte, 1923’te bir cumhuriyet kuruldu. Bu cumhuriyeti; şimdi, demokrasiyle taçlandırmak lazım.
Bunu Öcalan da söylüyor. HDP liderleri de söylüyor. CHP lideri de söylüyor. Diğer bu altılı masadaki liderleri de söylüyor. Aslında, Erdoğan da söylüyor. Hepsinin Demokratik Cumhuriyetten anladıkları aynı şey olmasa bile, bu slogan, Türk siyaseti tarafından benimsenmiş bir slogandır. İşte yüz yıllık bir cumhuriyetimiz var. İkinci yüzyılda, bu cumhuriyeti, demokrasiyle taçlandırmak lazım.
Şimdi burada, üzerinden atlanan, gizlenmeye çalışılan şudur: Kürdistan, Türkiye'nin bir bölgesi değildir. Türkiye tarafından işgal edilmiş ve 100 yıldır zamana yayılan jenoside tabi tutulan, bir ülke ve millet gerçeğine sahiptir Kürdistan. Dolayısıyla Kürdistan halkı, Kürdistan ulusu, Türkiye Cumhuriyeti'ni, demokrasiyle taçlandıracak bir mevki değildir. Kürdistanlılar; eğer, bir demokrasiyle taçlandırmaları gereken bir şey varsa, bu Kürdistan'da kurulacak bağımsız devlettir. Kendi bağımsız devletlerini taçlandırmak da değil, kurarken demokratik bir cumhuriyet olarak kurabilirler Kürdistanlılar. Bütün tartışma, bu gerçeklikleri gizlemeye dönüktür. Yani Kürdistan gerçeğini, ve Kürt millet gerçeğini gizleyip, Türk devletini, buranın işgalcisi-jenositçisi bir devlet olmaktan çıkarma uğraşıdır. Gerek, bazı Türk ilericileri tırnak içinde sosyalistleri, komünistleri; gerekse, Kürdistan'daki egemen siyasi akım, bu projeye yatmıştır.
Bu arada, Demokratik Cumhuriyet, İmralı'nın projesi değildir. Demokratik Cumhuriyet bir devlet projesidir. Ve çok kimse bilmez; bu projeyi ilk dillendiren, Orhan Kotan'dır. Rizgari’nin liderlerinden biri. Önemli bir yazar şair ve aktivist idi. Ama daha sonra Türkiye'ye dönerek, Türk devletinin ilgisi ve bilgisi dâhilinde çıkardığı Realite’de, Demokratik Cumhuriyet’i savundu.
O dönem, işleyen bir silahlı mücadele olduğu için Orhan Kotan'ın sesi duyurulamadı. Ama Öcalan, 1999’dan sonra, bu projeyi yeniden piyasaya sürdüğünde, arkasında ciddi bir kitle desteği ve ciddi bir silahlı güç olduğu için bu Demokratik Cumhuriyet, sanki Kürtlerin siyasi alternatifiymiş gibi sanki devrimci bir alternatifmiş gibi sunuldu ve büyük ölçüde kitlelere de kabul ettirildi, bu Demokratik Cumhuriyet hayali ya da oyunu diyelim.
İtirazlar buradan kaynaklanıyor. Buna karşı gelenlerin, susturulması hedefleniyor. Yöneltilen temel eleştiriler de işte diyelim ki; “Bu seçimleri boykot ederseniz, bu Erdoğan'a yarar.” argümanıdır. Şimdi, bu çarpık siyasetin temel arızalarından biri de şudur: Biz bir sisteme karşıyız. Türk Egemenlik Sistemi’nin, Kürdistan'daki varlığına karşıyız. Bu egemenlik sisteminin şu ya da bu partisine karşı değiliz. Sonuçta bu egemenlik sisteminin şu ya da bu partisi hep beraber, bu egemenlik sistemini savunuyorlar. Birinin gidip, öbürünün gelmesi, bu sistemin esasları bakımından hiçbir değişikliğe yol açmamıştır tam 70 yıldır.
50 yıldır Türk seçimlerini izliyorum. Her seçimden önce, bu seçimin, bu sefer çok tarihi bir seçim olduğu söylenir. Yığınların, sandık başına akmasını sağlamak için çok tarihi bir seçim olduğu, söylenir. 50 yıldır; ben, Türkiye'de bir tarihi seçim izlemedim. 50 yıldır sıradan seçimleri oluyor.
Bu 14 Mayıs'ta yapılacak seçim de böyle tarihi bir seçim değildir. Sıradan bir seçimdir. Bu seçimlerin tarihi sonuçları olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde de olmuyor. Yani Amerika Birleşik Devletleri'nde Cumhuriyetçiler gidiyor, Demokratlar geliyor, Demokratlar geliyor, Cumhuriyetçiler geliyor. Evet, bazı değişikliklere yol açıyor. Ama hiçbir tarihi sonucu olmuyor, bu seçimlerin.
Türkiye'de de yani bu seçimin, ne tür bir tarihi sonucu olacak?
İki ittifak var: Birinde AKP-MHP var. Öbüründe de işte altılı masa diyorlar. Şimdi Cumhur İttifakı'nda AKP var. Millet İttifakı'nda; Saadet Deva, Gelecek var ki bunlar aynı kumaştan kadrolardır. Aynı siyasi gelenekten gelen kadrolardır. Cumhur İttifakı'nda MHP var. Millet İttifakı'nda İYİ Parti var. Kardeş partilerdir. Birbirlerinin içinden çıkmış kadrolardır. Cibiliyetleri, zihniyetleri esas itibariyle aynıdır. Orta yerde bir CHP var. CHP, hem bu devletin çocuğu, hem bu devletin kurucusudur. Türk devletinin yüz yıllık işgalci-jenositçi pratiğinden sorumlu olan ana parti CHP'dir.
Şimdi bizden isteniyor ki ve bize söyleniyor ki: “Erdoğan gider de diğerleri gelirse, tarihi bir sonuç çıkacak.” Yani, neyin tarihi sonucu çıkacak? Ya da daha özel olarak; Süleyman Soylu, işte faşisttir, şudur budur, ne kadar kötü unvan varsa hepsinin sahibidir. Bu İçişleri Bakanı olmasın. Peki, yerine Meral Akşener ya da Meral Akşener benzeri biri geldiği zaman, gerek Türkiye'deki devrimci mücadele bakımından, gerek Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi bakımından ne fark olacak? Biz; Meral Akşener'in, İçişleri Bakanlığı dönemini de biliyoruz ve Meral Akşener'in İçişleri Bakanlığı dönemi; Süleyman Soylu'nun İçişleri Bakanlığı dönemden, çok daha az kötü değil diye. Yani bir tür aklımızla dalga geçmeye çalışıyorlar. Bizi, Türk egemen siyasetinin içindeki farklılıkları abartarak, birinden öbürünü, desteklememiz isteniyor.
Bu; ancak, tarifleri olmayanların kanabileceği bir oyundur. Biz devrimciler, tarifleri olan insanlarız. Olgulara, bu tariflerimiz ışığında bakar ve ona göre, bir siyasi tutum saptarız. Onun için bu dönemde söyleyebileceğim: Tariflerimize dikkat edelim. Tariflerimizin, egemenler tarafından bozulmasına yol vermeyelim. Kendi tariflerimizle siyaset yapalım.
Denge Kurdistan TV Hüseyin İşli 05-02-2023
https://youtu.be/l9ZXrk3Zy7I