Nurullah Timur: Kek Fuat’tan yalnız bir yorum daha almak istiyorum. Bu Türkiye'nin Güney'deki girişimi, saldırısı, işgali, nasıl yorumluyor kek Fuat? Bakıyorsunuz, Araplarda Araplarda, bir araya gelme bir durum var. Özellikle mesela, Suudilerle-Mısır birbirine yanaşıyorlar. Bu Arap liderliğine, soyumaya çalışıyorlar, Arapları bir araya getirmeye çalışıyorlar. Hatta diplomatik verilere göre Suudiler ile Mısır; Türkiye'ye, Suriye'den çık, biz bunu Arap birliği içerisinde çözeceğiz, gibi söylemlerin, diplomatik söylemlerin, olduğu da söyleniyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz Kek Fuat?
TÜRKİYE SİYASETİ’NİN BİRKAÇ SAPMA NOKTASI
Fuat Önen: Türkiye'nin, Kürdistan’ın tüm parçalarına dönük, genel, normal, stratejik bir bakış açısı var. Bunun esası şudur; Kürtler devletleşirlerse, bizim devletimiz ortadan kalkar. Yüz yıldır, egemen propagandası Türk devletinin budur ve pratik tutumu da bu olagelmiştir.
Yani, demin söylendi; darbelerde Kürt sorunu ne kadar etkili, ne kadar bir nedensellik içinde okunabilir? Bu tabii komplike bir mesele, ayrıca bir gün tartışırız. Ama şöyle söyleyeyim, 1941'de, Sovyetler Birliği kuzeyden, İngiltere Güney'den, İran'ı işgal ettiği zaman, alarma geçen devlet, Türk devletidir. Allarma geçişinin nedeni de, bu her iki taraftan da İran’ın işgale uğradığı, buradaki Kürtler, özellikle Kürt aşiretleri, silahlıdırlar; o arada kalan bölgede, daha sonra Doğu Kürdistan’ın tamamında, bunlar siyasal hak kazanabilirler, devletleşebilirler diye düşünüyorlar ve hem devlet içinde, hem İngiltere, Sovyetler Birliği, İran, Irak ile yaptığı, bu devletin yaptığı, sayısız yazışmalar var.
Böyle alarme bir durumda, Kürdistan meselesi söz konusu olduğu zaman. Dolayısıyla Türk devletinin Kuzey Batı Kürdistan, Doğu Kürdistan, Güney Kürdistan, Rojava Kürdistanı’na yaklaşımının esası budur. Şimdi zaman zaman, bundan sapılmış gibi duruyor.
Aslında, bu sapmalar önemlidir, bizi esası düşündürtten, işte, bilgi üretmeye götüren süreç te, bu sapmalardır. Her şey olağan akışında devam ederse çok fazla tartışıp sorgulayacağımız bir şey olmaz, değil mi Vedat Hoca? Onun için sapmalar üzerinde düşünmek verimlidir.
Şimdi, bunun nedeni şu; Türkiye, kendi başına bir devlet değil. Türkiye 1. Dünya Savaşı sonu, I. Dünya Savaşı galipleri tarafından kurulan, dünya devletler sisteminin, bir parçası olarak kurulmuştur. Evet , yani, o zaman diyelim ki, Suriye, Irak ve benzeri diğer devletlerle kıyasladığımızda, bir manda devlet değil ama patronajında, özellikle, İngiltere var. Birinci Savaşın galipleri var. İ
İkinci savaştan sonra da Kürdistan Cumhuriyeti ilan edilmesinin de baskısıyla, biliyorsunuz, Nato'ya girdi. NATO üyesi, Avrupa Birliği'nin de aday üyesi sanıyorum ya da üye adayı.
Şimdi, 1991'den sonra, yani esas itibariyle Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra, Türk devletinin içinde kurgulandığı, dünya düzeni de çözüldü ve bu dünyadaki, bütün diğer devletler gibi Türkiye Devleti içinde de ayrışmalara, tartışmalara ve yön değiştirmelerine sebep oldu.
Güney Kürdistan ile ilgili politikasındaki değişiklik, işte, 1. Körfez Savaşı sonrasıdır. Çekiç Güç’tür, herkes; bunu, Turgut Özal'ın bir tarafının Kürt olmasına bağlar ama yani, sonuçta Turgut Özal'ı iktidara getiren de iktidarda tutan da ABD ve batılı sermaye çevreleridir. Turgut Özal, bu konseptin dışına çıkmadığı ya da çıkamadığı için, gerek Çekiç Güç’ün ilanına, işte, gerek daha sonra Güney Kürdistan’lı partililer ile ilişki kurmada, klasik siyasetten kısmen sapmıştır. Esas itibariyle, klasik siyaset devam ediyor ama kısmen sapmıştır. Sapmış olduğunu söyleyebiliriz.
İkincisi AKP dönemindedir. Şimdi herkes, şunu da unutuyor, yani, 2002 seçimlerinde dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey oldu. Parlamentodaki bütün partiler, parlemento dışında kaldılar ve parlementoda olmayan iki partiden oluşan, bir parlamento oluştu: CHP ve AKP. Şimdi bunun dizaynında yani, Türkiye'nin kendi dinamikleriyle olma ihtimalinin, olmadığını düşünüyorum, Dolayısıyla önce AKP, sonra AKP-Cemaat blokunu iktidara getiren, ABD ve batılılardır. Onlar tarafından iktidara getirilen, AKP’nin, Güney Kürdistan için, klasik devlet çizgisini sürdürmesi, mümkün değildi. Bu bir tercih değil, bu bir zorununluluktur. Yani sonuçta, ABD askerlerinin Türkiye'de konuşlandırılmasına itiraz edenler, klasik devlet aklıyla davrananlardı. Bunun AKP içinde de temsilcileri var idi. Şunu söylemeye çalışıyorum; bu bir tercih olmaktan çok, bir siyasal zorunluluk, angajmandan doğan siyasal zoronluklardır.
Öyle düşünüyorum ki ABD, Amerika Birleşik Devletleri Irak’ı işgal ettiği zaman, Türkiye'de İslamcı renkte bir iktidar olmasının, kendisi için iyi olacağını, düşündü ve bunu da gerçekleştirdi. Bunlar da ordan geldikleri için, ABD ve koalisyonun, Güney Kürdistan politikasına cepheden karşı çıkma şansları kalmadı
O zaman da gerçi, Güney Kürdistan yöneticilerine birçok saldırıda bulunanlar oldu, AKP içinden de dışından da birçok saldırırlar oldu. Ama Türkiye devleti, Güney Kürdista’la ilişki kurmak, ilişki kurmak zorundaysak madem, bir tür kontrol etmeye de çalışmak üzere, Güney Kürdistan yönetimi ile iyi ilişkiler kurdu.
Tabii burda, Güney Kürdistan yönetiminin, Türkiye ilişkileri, ayrı bir başlık içinde tartışmamız gereken bir konudur ki bana kalırsa 2009'dan bu yana özellikle, dengeli bir ilişki sürdürmemişlerdir. Türkiye ile reel-politiğin mecbur kıldığı ilişkilerin ötesinde ilişki geliştirilmiş, Türk Anayasa referandumunu destekleme, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını destekleme çağrısı gelmiştir. Bunu ayrı bir başlıkta, tertışmamız lazım. Bu, 2013-14 de kadar devam etmiştir; burda, bir içeride bir dışarıda bazı değişiklikler oldu. Birincisi, içerde iktidar blogu parçalandı, Cemaat’le AKP bu blogun temel unsurları idi. Bunun yerine, AKP klasik devletle uzlaşarak yeni bir iktidar bloku oluşturdu. Daha sonra işte MHP de bu iktidar blokuna katıldı. Yani şu andaki iktidar blokunun üçlü olduğunu söylemek mümkün. AKP, MHP, klasik devlet aklı birlikte bir iktidar bloku oluşturdular. Artık Türkiye Devleti, o zamana kadar, yani 91’den 2013-14’e kadar sürdürülen, sürdürdükleri politikayı tam tersine çevirdiler.
Burda bir diğer faktör şudur; Güney Kürdistan'da bağımsızlık tartışılmaya başlandı. Batı Kürdistan daha önce kantolonal yapılar, sonra kantonlar üzeri bir eşgüdüm komitesi, daha sonra da federasyon tartışılmaya başlandı. Kırılma noktasının Kobani olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Kobani olaylarından sonra, ilk defa ya da daha güçlü bir şekilde ABD, Batı Kürdistan'da görünür, olmaya başladı ve orada kalıcı olacağının da işaretlerini vermeye başladı. Türk devlet aklı bunu, Kürtler tarafından kuşatılma, olarak algıladı, bana kalırsa yanlış da algılamadılar. Yani çünkü, eninde sonunda Güney Kürdistanlı ya da Batı Kürdistan'ın siyasetçiler ne düşünürse düşünsünler, bu iki parçanın birliği eninde sonunda, kendini dayatacaktır, Güney Kürdistanla Batı Kürdistan birleşecektir. O dönem, bu birliğin Akdeniz'e de ulaşabileceği varsayılıyordu ve üstelik, o dönem açısından bakıldığı zaman, bu çok böyle uzak bir hayal de değil idi. Yani eğer, Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan siyaset sınıfları ya da toplumu, birlik sağlayabilseydi, böyle bir opsiyona da açık idi.
Sonuç itibariyle ordaki savaş enerji yolları savaşıdır ve Kürdistan tarihi boyunca böyle bir yol ağzındadır. Doğulu-batılı bütün imparatorluklar, emperya güçler, hep yakındoğuda ve onun merkezi ülkesi olan Kürdistan'da savaşmışlardır. Bu üçüncü savaşta da Kürdistan'ın, savaşın merkezi cephelerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla yani, Güney Kürdistan-Batı Kürdistan'ın birliği üzerinden Akdeniz'e ulaşmak düşüncesi bile, Türk devletini alarme etmiş ve saldırıya başlamıştır. Güney Kürdistan'da ve Batı Kürdistan'da sürdürdüğü savaş, işgalci bir savaştır. Kürtlerin devletleşmesini önleme savaşıdır, bir tür önleyici savaştır, bu savaş,
Bu konuda, diğer bazı değerlendirmeler de var, işte bu Neo-Osmanlı politikalardır. Türk devleti, genişlemeye çalışıyor, topraklarını genişletecek gibi değerlendirmeler var. Ben hiç olmazsa, bu aşamada onlara katılmıyorum.
Şimdilik bir önleyici savaştır. Ama savaştır bu, her tür fırsata da her tür tehlikeye de açık bir ortamdır. Böyle devam ederse, önümüzdeki yıllarda böyle bir eğilimi de başat hale gelebilir. Ama şu andaki başat eğilim, Kürtlerin devletleşmesini engelleme çabasıdır. Güney Kürdistan'a dönük saldırılarının da esasında bence bu vardır. Çünkü şeyi de değişmiştir, Güney Kürdistan'a dönük saldırı stratejisi demeyeyim de taktikleri de değişmiştir, artık sadece havadan bombalamıyorlar, Güney Kürdistan yöneticilerinin bildirdiklerine göre 30-35'e yakın askeri yerleşke oluşturmuşlar.
Bunların bir kısmı eskidir, 1993'e falan uzanır mesela o Bamerne’deki tank taburu gibi, ya da işte Başika’daki yerleşkeleri gibi, ama son yıllarda her hava saldırısından sonra, oraya yerleşmeye çalıştığını görüyoruz. Şimdi bunun gerekçesi, PKK’nin oradaki silahlı varlığıdır, silahlı mücadelesi değildir, silahlı varlığıdır. Gerekçesi budur. Çünkü PKK’nin beş-altı yıldır, Kuzeybatı Kürdistan'da sürdürdüğü, bir silahlı mücadele yok. Aslında, Kuzeybatı Kürdistan'da silahlı mücadele sürdürmeyi gerektirecek, bir programı da yok, böyle bir siyasi hedefi de yok.
Bunu Türk devleti biliyor, Türk devletinin özellikle İmralı üzerinden PKK’yi kontrol ettiği de bir sır değil, bu durumda, PKK’nin sebep değil, gerekçe olduğunu düşünüyorum. Esas sebep, Güney Kürdistan'a da yerleşerek, bu Güney Kürdistan'a yerleşmelerini Batı Kürdistan'a yerleşmelerinden bağımsız değerlendiremeyiz. Oradan Kürtlerin devletleşmesini ve birleşmesini engellemeye çalışıyor.
Şimdi buna karşı devletlerarası kamuoyu sessizdir, yani çok nadiren böyle bir tepkiler geliyor. Bunun bir nedeni de şu; bir taraftan işte, Türkiye Devleti'nin batılı müttefikleri var, bu batılı müttefikler Türkiye ile anlaşmazlıklarını ve çatışmalarını belli bir dengede tutuyorlar, bu nedenle, batılı müttefiklerden, bu açık İşgalci saldırılara karşı sessizlik var. Öbür tarafta Rusya var, İran var, Çin var, Rusya zaten temel stratejik hedef olarak, bölgedeki statükoyu korumayı hedefleyen bir devlet. Yani, dış politika bakımından, günümüz dünyasında revizyonist olan Amerika Birleşik Devletleri’dir. Statükocu muhafazakar olan, mevcut statükoyu korumaya çalışan Rusyadır. İran zaten Kürtlerin devletleşmesine karşı bir devlettir. Dolayısıyla bu cennahtan da bir reaksiyon görünmüyor. Orda işte Arap devletleri ya da Arap Birliği denilen ne işe yaradığı tam olarak belli olmayan bir teşkilat var. Onlara göre hem Suriye, hem Irak Arap devletleridir ve bu iki Arap Devleti'nin toprakları, işgal edildiğinde, işte Arap Birliği'nin bunu yapmayın, bu bizim devletimizdir falan, demesini bekliyorsun. O da, oradan da bir tepki yok.Dolayısıyla Türk devleti, Kürdistan’a elini kolunu sallaya sallaya, her gün onlarca yüzlerce bomba yağdırıp, işgal hareketini, işgal seferini, sürdürmeye devam ediyor.
Güney Kürdistan yönetiminin, parçalı ve farklı dış politika anlayışlarına sahip olması da bu konudaki temel meselelerimizi biridir. Kaba hatlarıyla söylersek; işte, YNK daha çok, İran’la ilişkili yani, İran yanlısı da demeyeyim de İran’la ilişkili bir politikaya sahip. PDK, daha çok Türkiye ile ilişkilenrek kazanımlarını korumayı, hedefleyen bir siyasete sahip. GORAN, bazen Bağdat'a, Bağdat’la ilişkili, Bağdadi ya da Iraki düşünceleri savunan bir siyasi duruşa sahip. Burdan, ortak bir tavır çıkamıyor onun için. Yani, normalde, Güney Kürdistan yönetiminin, İran'a karşı, Türkiye'ye karşı, özellikle İran'a Türkiye'ye Irak’a karşı, ortak bir siyasal tutuma, belli bir ulusal tutuma, sahip olması beklenir. Ama maalesef, Güney kürdistan'da bu yok. Aynı farklılık, PKK ile ilişkilerde de gözüküyor. Yani, kırk yıllık bir tarihi var, Güney Kürdistan partilerinin PKK ile ilişkileri. Buna baktığımız zaman, hiçbir dönem, ortak bir siyasi tutum ve onun üzerinden geliştirilen bir ilişkiyi göremiyoruz. Zaman zaman birbirlerine karşı kullanmakta dahil, her zaman farklı pozisyonlar alıyorlar.
-Esas mesele nedir?
-Esas mesele, Kuzey Kürdistan sessizdir. Yani burda, 20-25 milyon Kürdün varlığından söz ediliyor, Kürdistan'ın Diyarbakır'ından kalkan uçaklar, Kürdistan'ın Efrin’ni, Serêkanîyê’sini, Metîna’sını, Gara’sını bombalıyor ve bu 20-25 milyonluk nüfustan, ciddi bir reaksiyon yok. Kitlesel bir reaksiyon hiç yok.Bu,tabi bizim sorumluluğumuzdur artık,
Yani bunu, PKK-HDP niye yapamıyor, yapmıyor demenin bir anlamı yok, madem biz de iddia sahibiyiz Kürdistani çevreler olduğumuzu, Kürdistani partiler olduğumuzu, söylüyoruz, bizim bunu halkımıza anlatabiliyor ve bu konuda halkı mobilize edebiliyor olmamız, lazımdı. Kendi güçsüzlüğümüzü görmemiz lazım, bunun, nedenlerini sorgulamamız lazım.
Çünkü özellikle peşmergenin Kobani'ye geçişi sırasında görüldü ki, bu konuda, Kürt halkı içinde bir ulusal birlik var. Bütün Kürtler bunu büyük bir coşkuyla, selamladılar. Aynı şekilde olmazsa işte 2017 Bağımsızlık Referandumunda da benzer bir ulusal birlik ruhunun oluştuğunu, görüyoruz. Peki, bu ruh varken ve biz de Kuzey-batı Kürdistan'da siyaset yapma iddiasındaysak ve 20-25 milyonluk Kürt nüfusundan diyelim yirmi binini harekete geçiremiyorsak, bunun bizim için zül olduğunu kabul etmemiz lazım ve bu Kuzey-batı Kürdistan'daki siyaset sınıfımızın, PKK dışındaki siyaset sınıfımızın da başarısızlığını gösteren, çok önemli bir işarettir deyip, burada bırakayım.
KÜFRETME ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ? ELEŞTİRİ Mİ?
Ha iki şey de Vedat Hoca'nın o lümpen dil üzerine söyledikleri hakkında, söyleyeyim. Onu 80 öncesi dille kıyaslamak çok yanlış olur. 80 öncesinde…
Vedat Koçal: Özür dilerim, özür dilerim Üstat, kıyaslamıyorum, haşaa. kıyas şöyle; onu 80 öncesini olumlayarak, bu ideolojik ve politikti. Bu belki, ne diyelim lümpen bir ağız. Yoksa bir kıyas değil.
Fuat Önen: Evet, onu ben kıyaslıyayım. O dönem, biz aşırı özgüvenli gençlerdik. Kendimize yarı-Tanrı gözüyle bakıyorduk. Ve o duygu müthiş bir duygudur, o duyguyu hiç kaybetmemek lazım. yani her devrimci kendisini böyle görmelidir. Bir şey daha vardı, zafer yakındı. Yani, Bağımsız Birleşik Kürdistan zaten çok yakındı, hemen ertesinde dünya komünizmi de yakındı, yani, iktidar umudu güçlüydü, mücadele coşkusu güçlüydü. Onun için, bir arkadaşımızda en ufak bir hata gördüğümüz zaman,( bir tür savaş psikolojisi içindeydik) bu hata, devrimi ağır yenilgileri uğratır gibi bakıp, gereğinden fazla anlamsız reaksiyonları gösterirdik ama terimlerimiz de siyasiydi. Yani, arada hain gibi ağır kelimeler de kullandığımız olurdu birbirimize, ama daha çok işte, reformist parlamenterist, revizyonist, oportonist gibi tartışırdık, şimdikinde bu yok. Bu ruh yok. Şimdi, ruhtan azade bir öfke görüyoruz. Yani, umudunu yitirmiş. Devrimci kavganın ortasında değil, geleceğe karşı, gelecek hakkında umutlu da değil. Ama öfkeli.
Şimdi eğer, bunlardan yoksunsan; yani, devrimci kavganın dışındaysan, devrimci coşkuyu kaybetmişsen, işte, Bağımsız Birleşik Kürdistan’ın hiç olmazsa, yakın bir gelecekte, bir gerçek olacağına inanmıyorsan, bunun coşkusunu hissetmiyorsan, ben bu günleri göreceğim, diyemiyorsan, buna rağmen, öfkeliysen, küfür edeceksin. Başka ne yapacaksın. Yani, tabii gerçekten söylediğin, doğru, çok incitici, bir de tanımıyorsun.
Yani, şimdi ben bir yazı astım, işte, yani HDP’nin, MHP, AKP ile birlikte İsrail'in işgalini kınamasının onlara şeref verme, kendi şerefinden vazgeçmek olduğunu, kısaca belirttim. Şimdi biri altına yazmış “tırşıkçı” şimdi bunun, onunla ne ilgisi var.
Yani de ki, arkadaş sen dogmatik bir adamsın de, dogmatık bir adam olduğun için, bu siyasetteki ince manevralara kafan basmıyor, oysa bizim yöneticilerimiz, senden çok daha akıllıdırlar, dogmatik de değiller, pragmatiktirler. Hani, böyle eleştir mesela, yok, böyle eleştirmiyor, şimdi “tırşıkçı” diyor. Ya saygısızlık yapma! diyorum. Ya aslında sana söylemedim de, oradaki yorum yazan arkadaşlara söyledim. Ya niye söylüyorsun? Yani orada bir fikir var, tartış, gene küfret, dogmatiksin diye küfret, skolastiksin diye küfret. Ne bileyim otoritersin, totalitersin yani bi dolu sözcük var, yani senin öfkeni yansıtabilecek bir dolu sözcük var.
Bir tarafı bu, bir diğer tarafı; tabi, Kuzey-batı Kürdistan'da, ulusal hareket, sosyalist hareketi idi. Özellikle, 70'li yıllardan sonra yani 70-90 hatta 1970-2000 arasındaki dönemde, ulusal hareket, sosyalist hareketti. Sosyalist, komünist partilerimizin dışında, bir ulusalcı partimiz de yok idi. Bir tek Kürdistan Demokrat Partisi vardı ki, o da KUK adını aldıktan sonra, sosyalist çevre olmaya dönüştü. Sonra Sovyetler Birliği çözülünce ve üstelik Öcalan da artık Marx’ı falan da aşmaya başlayınca, bütün sosyalistlerimiz, bu sefer anti-komünist oldular, yani, şimdi, komünist olmayabilirsin, Yani bir dönem kominizmi savunmuşsun, yaşın olmuş elli, işte Hegel okumuşsun, ne bileyim Durkheim okumuşsun, daha önce okumamıştın, bunları bunları okumuşsun. Yani ben artık komünst değilim diyebilirsin. Fakat bunlar anti-komünist oldular. Ve bunların bir kesimi, üstelik benim kuşaktan olanların bir kesimi, komünizme küfür etmeyi, her yanlışın altında bir komünistlik bulmayı, kendilerine huy edindiler.
Bir de yeni nesil milliyetçi gençlerimiz var. Onların tabii bir komünizm tahayyülleri var. Somut olarak gördükleri komünist pek yok yani. Şimdi yaşları diyelim ki 40 yaşın altında olanların, somut olarak temas ettikleri bir komünist yok. Komünizm tahayyülleri var. Onun üzerinden küfrediyorlar. Hakikaten yazıktır, ayıptır. Bunları yapmamak lazım. Yani eleştirin, sertçe de eleştirin ama yani hiç ilgisi olmayan ve sabah akşam, üstelik, Filistinlilere küfretmeniz, Kürtlere ne kazandıracak yani, Hani biz İsraillilere küfür edin de demiyoruz.
İsrail devletinin orada, orantısız güç kullandığı sahalar var. Bazı Kürtler bunu kınamayı önemsiyorlar, kınıyorlar. HAMAS’ın, ya bu konuya girecek miydik, bilmiyorum? Bu Filistin meselesine ama kenardan girmiş olayım. HAMAS’ın, İslami Cihat'ın, İsrailli sivillere dönük, bilmem kaç bin tane roket atmışlar. Bunların çoğu sivil hedeflere yöneliyor, çoğu engelleniyor gerçi. Yani bir Kürt yurtseveri, devrimcisi onu da kınar, bunu da kınar. Diğeri, devletlerarası planda, stratejik ittifaklar konusunda, oturur, Filistin-İsrail devletlerini değerlendirirsin, çünkü Filistin meselesi artık, bizim gençliğimizdeki gibi bir gerilla mücadelesi, bir halk mücadelesi değil.
Filistin’de sonuç itibariyle bir devlet var. Birleşmiş Milletlerde gözlemci statüsünde bu devlet. Gerçi bu devletin sınırları belli değil. Bu sınırların her iki toplum arasındaki görüşmeler ile çizileceği varsayılmış, kabul edilmiş ama başlangıçta Arap devletleri bunu kabul etmemiş. İsrail'deki Filistililer ya da Filistin'deki Arap’lar değil, özellikle Mısır, Ürdün bunu kabul etmemiş. Bölgeyi işgal etmişler, 1949’dur sanıyorum. Mısır bir taraftan, Ürdün bir taraftan girmiş. Aslında şimdi Gaze dediğimiz, Mısır'ın o dönemde, işgal ettiği bölgedir. Batı Şeria dediğimiz de Ürdün'ün o dönemde işgal ettiği bir bölgedir. Şimdi bütün bunları ele alıp tartışabiliriz. Ama yani diyelim ki ben, İsrail'in yanında, ya da devletler arası politika açısından, İsrail Devleti'ni desteklemeyi doğru buldum.Ya bana niye küfrediyorsun. Bana de ki, yav sen aklını mı yedin? Bak, İsrail orada şunları şunları yapıyor. Sen onunla nasıl ittifak kurarsın, ya da diyelim ki ben Filistin halkının yanında, Filistin Devleti'nin yanında, yer aldım, İsrail'in saldırısına karşı çıktım. Ya bunun için ben, “tırşıkçi” falan olmam, olsa olsa yanlış değerlendirmiş olurum. Bana de ki işte bilmem Hamas lideri, Kürdistan konusunda şunu söyledi, El Fetih lideri, şunu söyledi. Ben kendi deneyimlerimlen söylerim sana, bak 1970'li 80'li yıllarda aslında Kürdistanlı gençlere, paralı asker muamelesi yapıyorlardı ben bunu biliyorum. O kampa gidenlerin hepsinin, adresini, fotoğraflarını, Türk devletine veriyorlardı, ben de bunları biliyorum. Hani böyle bir ilişki gelişsin aramızda. Ee sen bunların hiçbirini söylemiyorsun, bana küfrediyorsun. Ne yapabilirim, bu yaştan sonra sana da küfr edemeyeceğime göre, e ne yapacağım, ol-hikayet budur.