Ali Polat: Şimdi biz Türkiye’nin başlattığı bu askeri hareketi, bu kaçıncı bilmiyorum, ama bu benim yaşıtım kadar Güney Kürdistan’a günü birlik nerdeyse askeri hareketler düzenliyor ve bu hareketleri de zaman zaman uluslararası maddelere dayandırıyor. Zaman zaman herhangi bir şeye dayandırma gereği duymadan Güney Kürdistan’a işgal sayılabilecek bir askeri hareketlerde bulunuyor. Bu Kürdistan’ın diğer parçaları için de yani statüsü Kürtlerin eline geçtiği dakikada bu Türkiye için de bir hedef oluyor. Ama şu anda sıcak gündem olan Güney Kürdistan’a başlattıkları ve kara hareketi olarak devam eden Behdinan Bölgesi’nde biz bugün bunu tartışarak gündemimizi oluşturalım. Fuat Hoca’yla başlayayım; Türkiye bu askeri hareketlerle dünden bugüne neyi amaçladı? Bugün neyi amaçlıyor? Bununla nasıl bir sonuç elde edecek, bunu neye dayandırıyor? Bunun haklılığı yoktur da siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Deng TV izleyicileri için.
Fuat Önen: Şimdi Türkiye an itibariyle Kürdistan’ın üç parçasında sert, işgalci jenosidal bir savaş yürütüyor. Bu savaş Kuzey Kürdistan’da yüz küsur yıllıktır, Güney Kürdistan’da benim hatırladığım ilk karadan müdahaleye 1983 Kenan Evren’in son dönemlerinde idi. O çatışmada yanlış hatırlamıyorsam Irak Komünist Partisi yanında bulunan Kuzeyli bir Kürt şehit oldu, bir tane de asker öldürülmüştü. Dolayısıyla kırk yıllık bir geçmişi var bunun.
Şimdi bu konuyu bence üç alt başlıkta tartışmakta yarar var: Birincisi Türkiye Cumhuriyeti hukuk, kanun, devletlerarası hukuk,(çünkü bu seferleri devletlerarası hukuka da zaman zaman dayandırıyorlar). İkincisi, Güney Kürdistan Yönetimi’nin durumu ve bu saldırılara karşı gösterdiği ya da gösteremediği tavırlar. Üçüncüsü de PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığı, varoluş tarzı. Bu üç başlık altında kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti olmak bir tarafa bir kanun devleti bile değildir. Çünkü kanun devletleri ilan ettikleri kanunların çerçevesinde davranırlar. Kanunları kendileri için bağlayıcıdır. Türkiye devletinin yüzyıllık pratiğine baktığımız zaman, hukuk devleti olması bir tarafa bir kanun devleti de olamamıştır. Adalet hakkında kısmı ilerici demokratik diyebileceğimiz maddeler de genellikle batının dayatmasıyla kabul edilmiş maddeleridir. Bu Tanzimat'tan bu yana devam eden bir gelenektir. Yani bu kanunlar ona uyulsun diye değil, batılılara:
-Evet bak biz de batılılaşıyoruz, modernleşiyoruz, demek için kabul edilmiştir. Kuşkusuz Türkiye'de de ezilenlerin mücadelesiyle kazandıkları bazı hukuki
mevziler vardır. Ama esas çizgisi itibariyle Türkiye devletinin bir kanun devleti bile olmadığını söylemek durumundayız.
Bu devletin Kuzey Kürdistan'la ve Kürdistan'ın diğer parçaları ile ilişkisi ise doğrudan işgalci ve jenositçidir. Bunun hukuku ve kanunu yoktur. İşigal de jenosit de insanlığa karşı işlenmiş suçlardandır ve bu bir tek şeye dayanır, güce dayanır
Türk devleti Kürdistan'da bir tür şiddet jeneratörüdür. 100 yıldır bu jenosidal işgalciliği, şiddet vasıtalarıyla sürdürmektedir. Bu şiddete karşı üretilen Kürt şiddeti de aslında bu şiddet jeneratörünün doğurduğu bir karşı şiddettir. Dolayısıyla Kürdistan'da Türk devletinin varlığının böyle bir anlamı var.
Devletlerarası hukuk bakımından bakıldığı zaman, esas itibariyle devletlerarası hukuk dediğimiz de emperyal bir hukuktur. Vedat Hoca daha iyi anlatacaktır, bunun da işte 200-300 yıllık bir geçmişi vardır ama bunun bir sistem kazanması 1919'da işte Cemiyet-i Akvam daha doğru deyimiyle de Milletler Birliği'nin kurulmasıyla bir nizama oturmuştur.
Devletlerarası hukukta bu son yüzyılda elbette ezilen ulusların ezilen sınıfların mücadelesi sonucu kazanılmış, bazı mevziler vardır. Ama esası itibariyle emperyal bir hukuktur, devletlerarası hukuk. Çünkü devletleri esas alır. Örneğin Milletler Birliği self determinasyon gibi demokratik bir hakkı vaaz ettiği halde kendisi mandaterlik gibi sömürgeci bir hukuka dayalıdır.
Birleşmiş Milletler döneminde kısmı değişikliklere uğramıştır bu, ama esas niteliği değişmemiştir. Devletlerin, özellikle süper güçlerin güçleriylen bağlantılı; onunla, ona endeksli bir hukuktur.
Şimdi; Türkiye, Kürdistan'ın üç parçasında sürdürdüğü bu işgalci-jenositçi seferlerinin hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Bunu hukuken ya da kanunen tartışmak, aslında çok da anlamlı değildir. Bunları dayandırdıkları bir tane madde var; işte, “Sıcak Takip Hakkı” şeye dikkat etmek lazım, 1925-26 bu Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yılları, oturma yıllarıdır. Yani 23'ten başlatılır genellikle ama bana sorarsanız bu cumhuriyetin oturduğu, artık böyle bir devletin varlığını anlaşıldığı yıllar, 1925-27 yıllardır. 25-26’da Türkiye-Fransa üzerinden Suriye ile İngiltere üzerinden Irakla, İran'la; Sovyetler Birliği ile Yunanistanla dostluk ve işbirliği anlaşmaları imzalar. Bütün bu anlaşmaların bir ortak noktası vardır; özellikle İran-Irak ve Suriye ile imzalanan anlaşmaların. Bu devletler sınır boyundaki eşkıya faaliyetlerini birlikte bastıracaklardır. Kastettikleri eşkıya faaliyetleri, Kürt halkının ulusal kurtuluş eylemleridir. Bu anlaşmalar; bu dört devletin birlikte Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini boğma anlaşmalarıdır.
Daha sonra Sadabat Paktı var, Sento var. İşte Suriye ile bir Adana anlaşması var. Irak yönetimi ile yaptığı başka anlaşmalar var. Bütün bunların hiçbiri Türkiye'nin Batı Kürdistan'da ve Güney Kürdistan'daki varlığına bir şerîyet kazandırmaz. Çünkü ortada bir sıcak takip yoktur. PKK’nin son dört beş yılda Kuzey Kürdistan'da sürdürdüğü bir silahlı mücadele de yoktur.
Benim hatırladığım en son 2015 Ekim’inde bir ateşkes, tek taraflı bir ateşkes ilan etmişlerdi. 2016'da bir çatışmalı dönem yaşandı. Ondan bu yana PKK'nın Kuzey Kürdistan'da sürdürdüğü bir silahlı mücadele yok ki o silahlı mücadele içinde bir sıcak takip yapılsın. Batı Kürdistan'da Afrin, Serêkaniyê ve Girêsipî işgallerinde de bir sıcak takip yoktur. Dolayısıyla bu düpedüz işgalci bir askeri seferdir ve Türkiye, bunu yıllardır sürdürmektedir, daha da sürdüreceği anlaşılmaktadır.
Türkiye, bunu niye yapıyor? İki başlıkta değerlendirmek lazım: Birincisi, Güney Kürdistan'ın giderek bağımsızlığa doğru evrilmesi, Batı Kürdistan'da ise kantonlarla başlanıp kantonlar üstü bir eşgüdüm kurulu, sonra federasyonun tartışılması ile -bu 2014-2015 yıllarındadır- Türkiye, bunu kendisi için bir beka meselesi olarak algıladı ve bana kalırsa, doğru algıladı.
Evet Güney Kürdistan'ın bağımsızlığı ilerlemesi, Batı Kürdistan'ın federasyon tarzında bir siyasi statü kazanması, Türkiye Devleti için bir beka meselesidir. Çünkü Kürdistan'ın %42’sinin işgalcisi Türkiye'dir. Kürdistan'ın % 18'inde bir bağımsız devlet, %8’i-9'unda, yani Batı Kürdistan'da bir federasyon olursa, Türk devleti Kuzey kürdistan'ı eskisi gibi işgali altında tutamaz. Bu, yani Kürdistan'ın güneyde batıda devletleşmeleri ve eninde sonunda birleşeceklerini de Türkiye Devleti biliyor, hatta Kürt siyasetinden daha fazla biliyor. Eninde sonunda Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan birleşecektir.
Dolayısıyla saldırının esas nedeni Kuzey Kürdistan'ı kendi işgali altında tutma çabasıdır. Yani bir savunma savaşıdır bu, bir tür ileri savunmadır. Diyarbakır elde tutmak için işgali Batı Kürdistan'a ve Güney Kürdistan'a kadar genişletme savaşıdır, bu savaş. Zaten Türk devletinin ideologları da ısrarla aynı şeyi söylüyorlar; “İşte biz Irak’ ta yaptığımız yanlışı Suriye'de yapmayacağız. Orada bir Terör devleti, terör koridoru oluşmasına izin vermeyeceğiz.”diyorlar.
Onun Türkçesi şudur: “Biz Güney ve Batı Kürdistan'ın devletleşmesini ve bizi Güney'den kuşatmalarına izin vermeyeceğiz. Çünkü bizim Kuzey Kürdistan'ı elimizde tutmamız lazım. Kuzey Kürdistan'ın elimizden kaçması bu devletin sonu olacaktır.” Esas sebebi budur. Yani,Türkiye'nin Kürdistan’ın üç parçasında İşgalci-jenosidal bir savaş sürdürmesinin ana sebebi budur. Diğerlerinin hepsi, bu sebebi örtmeye yarayan gerekçeler ve dahi mazeretlerdir.
Şunu de söyleyip bu safhayı bitireyim. Sonuçta Yakındoğu'da Ortadoğu'da sürdürülen savaş aynı zamanda bir enerji yolu savaşçıdır. Bir enerji kaynakları ve yolları üzerinde bir hakimiyet savaşıdır. Yakındoğu bin yıllardan beri bu ticaret yollarının merkezindedir ve bunun için hem doğulu hem batılı, eskiden imparatorluklar ve sonra da emperyal güçler, savaşlarını Yakındoğu'da ve Yakındoğu'nun merkezi ülkesi olan Kürdistan'da sürdürmüşlerdir. Bu Savaşın daha uzunca bir süre devam edeceğini düşünüyorum. Bunun için de Kürdistani siyasetin kendisini Savaş koşullarına göre organize etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi ikinci alt başlık Güney Kürdistan yönetiminin bu saldırılara karşı tarzıdır.