×
Xalid Begê Cibrî û Kurdistaneke Serbixwe
Fevzi Namli
Xalid Begê Cibrî û Kurdistaneke Serbixwe
Sal 1925, 14 Nîsanê wek îro, rêvebirê neteweya kurd serokê Tevgera Azadî, Xalid Begê Cibrî ji ber xebata siyasî-rêxistinî ya ji bo serxwebûna Kurdistanê ji teref  dagirkerên tirk ve hate dardekirin. Xalid Begê Cibrî welatparêz û şoreşger bû; se...

Selahattin Eyyubi
Filiz Baran
Selahattin Eyyubi
“Önce, ben Kürdüm. Ramadi aşiretindenim. Bu aşiret, Kürdlerin en eski ve asil aşiretlerinden biridir. Aşiretin yerleşik yeri, Batı Azerbeycandır(Kızıl Kurdistan). Dedem Şadinin babası Mervandan önceki soyumuz üzerine fazla bilgim yoktur. Bizim...

Kurdȇn Ȇzdȋ ȗ Qetlyama Ermeniya / Para duda
Eskerê Boyik
 Ferman. Gava vê peyvê dibêjin evdên Ȇzdî bi tirs û saw, bê hemdê xwe neheqî, kuștin û kokbirya civaka xwe bîr tinin. Xûn ji wê peyva xezeb diniqite. Ferman yanê biryar: biryara hêzên hukumdar. hêzên deshiletdar, hêzên dewleta hov. Ev peyv bi de...

Şoreşa qoçgiriyê
Îsmaîl Heqî Şaweys
Şoreşa qoçgiriyê
Di sala 1920ê Zayînî de serhildana Qoçgiriyê dest pê kir û piştî ku şeş sal ajot, li sala 1926an bi kuştina Mûrad Paşayê xayîn re kutayî lê hat. Di vê şoreşê de gundên Qoçgiriyê tûşî talan û şewitandinê bûn

Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî
Tahsin Sever
Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî
Xalid Begî Kurdistanê yekparçe didît. Li kîjan parçeyî dibe bila bibe, 'serketina her hewldanek a ji bo serxwebûna Kurdistanê wek serketina xwe didît. Ji vê çendê ji tevgera kurd a di bin serokatîya Şex Mehmûd de ku li Kurdistana Başur pêkdihat, ...

Ala Kurd û „Ey Reqîb“ ji Kurdan re jiyan e!
admin
Ala Kurd û „Ey Reqîb“ ji Kurdan re jiyan e!
Çi mixabin gelek bêstekar ji eslê nivîsa sirûd dûrketine û her yekî ji xwe re bi gotinên cuda cuda sirûd bêstekirine! Di nav Kurdan de bi her zaravayî sirûd têye gotin. Werger û jê fehmkirina sirûd li gor zaravayan di ciyê xwe be jî, dema ji çar zara...

Zimanê Zikmakî, Perwerde û Perwerdeya bi Kurdî
Evdirehman Onen
Perwerde, çalakiya bidestxistina zanîn, huner û têgîhaştinê ye, dewlemendkirina mirov e. Armanca perwerdeyê ew e ku, zarok xwe, civakê û xwezayê baştir nasbike û têkildariyek qenctir li hev siwar bike.

Di arşîvên Sowyetê de Serhildana Şêx Seîd
Fevzi Namli
Bi awaki giştî li ser pirsa Kurdî û taybetî di derheqê sedem û karaktêrên serhildana xelkê Kurd a 13 Sibat 1925ê de gellek nerin û hukmê li dijî hev hene. Kurdnasê Sovyetî Wasilevskiy di rapora xwe a ji 13-31Adara 1925ê de, di derheqê serhildana şêx ...

Şiûra tarîxê û Lozan
Fevzi Namli
Şiûra tarîxê û Lozan
Encamên sîyaseta asîmîlasyonê, hafiza tarîxî zeîf dike û tesîrên xwe ên neyînî li ser tevgera netewî dihêle. Bêyî ku mirov li ser vê mijarê raweste, ew ê zahmet be mirov têbigihê, gelo ji bo çi îro li bakurê Kurdistanê tevgera netewî gîhaye merhela h...

26
Selahattin Eyyubi’nin el yazması(Orijinali) İskenderiye Kütüphanesinde bulunuyor. Selahattin Eyyubi’nin günlüğü, Fransız Gazetecisi Genevieve Chauvel tarafından romanlaştırılmış. Chauvel Suriye'de dogmus Cezayir'de yasamis bir Fransiz gazeteci. Yayinlanmis onlarca kitabi var..
*******
“Ben Selahattin” isimli kitapta şöyle diyor: “Bunları yazmaya başlamadan önce kendimi tanıtayım.” Evet, Selahattin’in ağzından hep birlikte Selahattin’i tanıyalım.
“Önce, ben Kürdüm. Ramadi aşiretindenim. Bu aşiret, Kürdlerin en eski ve asil aşiretlerinden biridir. Aşiretin yerleşik yeri, Batı Azerbeycandır(Kızıl Kurdistan). Dedem Şadinin babası Mervandan önceki soyumuz üzerine fazla bilgim yoktur.

Bizim beşiğimiz sayılan Dovin, 10. yüzyılda Küçük Ermenistan’ın başkenti idi. Buraya İç Ermenistan da diyorlardı. Amcam Şêrkoh ve babam Eyup Dovin’de dünyaya geldiler. 1128’de Dovin Türkmenlerin saldırısına uğradığında, dedem Şadi iki oğlunu ve karısını yanına alarak, canlarını Türkmenlerin acımasız katliamından zor kurtarmışlardır. Türkmenler acımasız bir katliam, büyük bir tahrip ve vicdansızca bir talanla Dovin’i yerle bir etmişler. Bununla birlikte, bizimkiler de bütün varlıklarını Türkmenlere kaptırmışlar, sadece canlarını kurtarabilmişlerdir.

Bu katliamdan kurtlan dedem Şadi, Bağdat’ı hedef alarak güneye doğru kaçmaya devam ediyor. Bağdat, o sıralar halifeliğin merkezi ve Selçuklu hanedanlarından Melik şah’ın oğlu Sultan Muhammed tarafından yönetiliyordu. Dedemin eski dostu Behruz da burada vezirdi. Bu Behruz, daha önce Dovin’de bir esirdi. Dedem bunu buradaki esaretten kurtararak, İsfahan'daki Selçuklu sarayında prenslere öğretmen olmasını sağlamıştı. Sultan Muhammed Bağdat’a yönetici olunca, hocası Behruz’u da buraya vezir yapmıştı.”
“Bağdat’a vardıklarında dedem Şadi, eski dostu ve Bağdat Veziri Behruz’u görebileceğini ve ondan yardım alabileceğini düşünüyordu. Aile Bağdat’a vardığında doğruca saraya gittiler. Vezir Behruz, dostu Şadi’yi çok iyi karşıladı. Hal hatırdan sonra Şadi olanları Behruz’a anlatıyor. O da büyük bir dikkatle dostu Şadi’yi dinledikten sonra, “Şadi” diyor “Allah seni bana gönderdi. Pek yakında Tikrit’i aldık. Orada yöneticimiz yoktur. Seni Tikrit’e yönetici olarak atıyorum ve bundan sonra senin unvanın ‘Dizdar’ olacak. En kısa sürede Tikrit’e gideceksin, görevine başlayacaksın.”

“Tikrit’e geldikten kısa bir süre sonra dedem Şadi öldü. Mezarı Tikrit’tedir. Yerine büyük oğlu babam Eyup geçti. Babama da ‘Necm ed-din’ unvanı verildi. Dinin yıldızı. Babam, Iraklı bir aşiret reisinin kızı El Harimi ile evlendi. Bu evlilikten ağabeyim Şahin şah ve Turan Şah, sonra üçüncü oğul olarak, 1137’de ben dünyaya geldim. Ama Allah, beni çok ilginç bir şekilde dünyaya gönderdi.

Amcam Şêrkoh, vezirin çok sevdiği hukukçu bir gence kızıp, bir kılıç darbesiyle kellesini uçurunca, vezir de babamın bütün yetkilerini elinden alıyor ve “şafak atmadan Tikrit’i terk et, yoksa daha çok kelle uçacak’ diyor. Bunun üzerine bütün aile, hemen yol hazırlıklarına başlıyor. Tam bu sırada, ben annemi sıkıştırıyorum ve kadınlar bölümünde annemin sancıları tutuyor. Şafak atmadan beni bir kundağa beliyor, bir hizmetçinin kucağına tutuşturuyorlar, kervan Musul’a doğru yola koyuluyor. Ancak ikinci günü akşam, kervanın konakladığı yerde benim doğumumu kutluyorlar. Babamın anlattığına göre; çok cılız ve çelimsiz bir çocuk olduğum için, öleceğimi düşünerek, istemeyerek bana Yusuf adını veriyor, ikinci adımı da Selahattin koyuyor. Daha sonraları Selahattin benim birinci adım oldu.”

“Babam Eyup Tikrit’ten sürüldükten sonra, hedefi Musul olarak seçiyor ve yoluna devam ediyor. Çünkü Musul’un yöneticisi Zengi babamın çok iyi bir dostu idi. Ben doğmadan önce 1132’de, Tikrit yakınlarında, Zengi Selçuklulara yeniliyor ve kaçıp babama sığınıyor. Babam da, Zengi ve adamlarının canını kurtarıyor ve Musul’a yeniden dönmesine yardımcı oluyor. Aile Musul’a vardığında Zengi, dostu Eyüp’e vefa borcunu fazlasıyla ödemeye çalışıyor.

Bize Dicle’nin kenarında büyük bir bahçenin içerisinde, taştan ve çamurdan yapılmış çok büyük iki katlı bir ev verdiler. Musul’un çevresi uçsuz bucaksız okaliptüs ormanlarıyla kaplıydı. Bahçemiz portakal, limon ve diğer bütün meyve ağaçlarıyla doluydu. Annem son derce becerikli ve zevkli bir kadındı. Bin bir çiçekle dolu olan bahçemizi daha da zenginleştirerek gerçek bir cennete çevirdi.

Zengi’nin düşmanları da çoktu. İran Selçukluları, Şamdaki Nusayriler, Diyarbakırlı ve Erbilli Kürdler ve batıdan gelen Franklar. Biz Musul’a varır varmaz, babam ve amcam da Zengi’nin ordusuna katılarak Frankları denize dökmeye gittiler. Annem üç oğluyla yalnız kaldı. Benim çelimsizliğime çok üzülen annem, bütün zamanını bana ayırıyor, beni ipek kundaklara beleyerek büyütüyordu.

Zengi, Şam ve çevresinde stratejik önemi olan bir çok kaleyi alıyor, bunların en önemlisi olan Baalbek’e babamı komutan olarak atıyor. Babam buraya yerleşir yerleşmez, bizi Musul’dan almak üzere adamlarını gönderiyor. Ben artık büyümüştüm ama babamı hiç görmemiştim ve sesini hiç duymamıştım. Sadece beni ipekli ve kokulu kundaklara beleyen ve güzel sesiyle ninniler söyleyen annemin sesini duymuştum. Baalbek’e vardığımızda, altın takılarla bezenmiş ipek kalpaklı resmi elbiseler içerisinde bizi karşılamaya gelen babamı görünce, korkudan ağladım ve annemin arkasına saklandım. Ayrıca bu heybetli adamın, annemin gözlerine bakarak ağladığını gördüm. Annem de bu heybetli adamı teselli etmeye çalışıyordu. Büyüdükten sonra öğrendim ki, babam bizden ayrı kaldığı üç yıl içerisinde başka bir kadınla evlenmiş, annemin de bundan haberi yokmuş.”
“Ben çok güzel bir şehir olan Helipolis’te büyüdüm. Babam buraya bir cami ve sofiler için de bir manastır yaptırdı. Babamı resmi elbiselerinin dışında ve geleneksel Kürd kıyafetlerinin içinde görebilmek için, hep ikindiyi beklemek mecburiyetindeydim.

Amcam Şêrkoh, ağabeylerime savaş oyunlarını öğretmeye başladığında, ben çelimsiz halimle onları kıskanırdım. Bu arada okula başladım. Hocalarım sufilerden oluşuyordu. Okumayı öğrendikten sonra, en çok okuduğum sufilerden Gazali beni etkilemiştir.

Bize bu güzel yaşamı sağlayan Zengi 14 Eylül 1146’da öldürüldü. Kısa bir süre sonra Şam’ın büyük ordusu kapımıza dayandı. Amcam Şêrkoh’un girişimleri sonucu çok sayıda Kürd aşireti bizi destekledi. Taraflar büyük kayıplar verdiler. Babama pazarlık yapmaktan başka çare kalmamıştı. Böylece Baalbek eski sahiplerine verildi. Buna karşılık Şam’da bir ev ve arazi aldı, böylece Şam’a taşındık. Amcam Şêrkoh gizlice Zengi’nin adamlarıyla buluşur, Halep yöneticisi Nurettin’e katılır. Burada Franklara karşı başarılı savaşlar yaparlar. Bu da Şam komutanını korkutmaya başladı.
Şam’da hocalarım artık Sufiler değildi. Burada matematik, tarih ve coğrafya derslerini sevmeye başladım. Hocam Abu Taman, Kürd dili, tarihi ve geleneklerini bana öğreterek, benim bütün hayatımı değiştirdi ve hayatım boyunca onun etkisinden kurtulamadım.”

“24 Temmuz 1148’de sabahı Frank ve Alman birleşik ordusu Şam’ı kuşattı. Bunlar daha önce Kudüs’ü almışlardı, sıra Şam’a gelmişti. Çok kanlı çatışmalar oldu. Franklar, Arapların da biz desteklemeye geldiklerini duyunca, savaşmayı bırakıp kaçmaya başladılar. Savaşı kazandık ama çok sayıda ölü verdik. Bu savaşta büyük abim Şahinşah da hayatını kaybetti. İki küçük oğlu öksüz ve karısı dul kaldı. Babam çok üzgündü. İlk defa bana yaklaşarak başımı okşadı, ‘artık sen benim ikinci oğlumsun’ dedi ve ben çok mutlu olmuştum.
Savaştan kısa bir süre sonra vezir öldü. Sultan da babamı komutan olarak atadı. Muhtemel Arap saldırılarına karşı tedbir alıyordu. Artık babam benim atlara binmeme ve savaş oyunlarını öğrenmeme izin vermişti. Ama şunu unutmamam gerekiyordu: ‘Ben bir Kürdüm ve Başkomutanın oğluyum.’ Artık ince bedenim ata binmeme çok uygundu. Bu da beni sevindiriyordu.

Halep Komutanı Nurettin, komutanı Şêrkoh’u babama gönderiyor, güçleri birleştirmek istediğini söylüyor. Babam da bunu kabul ediyor. Böylece de Şam Valisi oldu. Ben o zaman 16 yaşındaydım. Sultan, bütün toplantılarında beni yanından ayırmıyordu. Kendisi entelektüelleri, filozofları, düşünürleri, şairleri ve din adamlarını çok severdi. Bunlara sık sık davetler verir, sohbetlerini dinlerdi. Bu davetlere ben de katılırdım. Bazen ava çıkardık; panterleri, geyik kovalayan çıtaları ve aslanları seyrederdik.

Mart 1164’te Sultan Nurettin, Generali Şêrkoh’a Kahire Seferi için emir verdi. Amcam Şêrkoh beni yanına çağırarak; ‘Yusuf, sen de benimle geliyorsun’ dedi. Ben o zaman 27 yaşındaydım. 1 Nisan 1164’te Sudan Kapısından Şamdan çıktık. General Şêrkoh, on binlerce Kürd süvariden oluşan ordusuyla gurur duyuyordu. Mayısın başı 1164’te zaferle Şam’a geri döndük. Bu savaşta gösterdiğim başarı, sevk ve idaredeki becerim nedeniyle, Sultan Nurettin beni ‘Şina’ ilan etti. Böylece de 27 yaşımda, koca Şam’ın Emniyet Müdürü olmuştum. Akşamları sufi arkadaşlarımla buluşuyor, saatlerce zikir çekiyorduk. ‘La ilahe illallah’ diyerek, belden yukarısını sallayarak, ruhumuz huzura kavuşuncaya kadar devam ediyorduk.

“Ocak 1167’de tekrar Kahire’ye sefere çıktık. Bu sefer General Şêrkoh’un yanında komutan olarak. Ağustos 1167’de Şam’a geri döndük. Buradan da Halep’e Sultan Nurettin’in yanına gittik. Burada zamanımı kuş, çita, panter ve aslan avlamakla geçiriyordum. Halep ovası ve dağları bu hayvanlarla doluydu. Bu arada annem bütün tanıdıkları seferber etmiş, beni evlendirmek için kız arıyordu. Benim için o kadar çok seçenek vardı ki; mavi gözlü Kürd kızları, yeşil gözlü Suriye (Nusayrili) kızları ve siyah gözlü Arap kızları. Ben de sonunda, asil ve mavi gözlü bir Kürd kızını tercih ettim. Çünkü evimize en uygun olanı o idi. Şemsê ile nişanlandık.
Aralık 1168’de Franklar, Kahire’de yaptığımız anlaşmayı bozmuşlar ve Kahire’yi yeniden işgal etmişlerdi. Sultan beni çağırdı; ‘acele Şêrkoh’u bul’ dedi. Ben Şêrkoh’u bulduğumda; ‘6000 Kürd süvariyi çoktan hazırladım bile’ dedi. 2000 süvari de Halep’te hazırdı. Bunların arasında Türkmenler de vardı. Amcam çok istemesine rağmen, bu sefere katılmak istemiyordum. Ama yine de katıldım. 4 Ocak 1169’da Kahire kapılarına dayandığımızda, Franklar bizimle savaşmayı bile göze alamadılar, çekilip gittiler. Böylece, Şêrkoh hiç kan dökmeden Kahire’yi teslim aldı. Fatımi Halifesi bize çok büyük ilgi gösterdi. Ama, vezir Şavar ikiyüzlünün biriydi. Biz Kahire’den ayrılınca, yeniden Frankları çağıracağı haberini aldım. Amcamın karşı çıkmasına rağmen, vezir Şavar’ı öldürdüm. 18 Ocak 1169’da Şêrkoh kendisini Kahire’ye vezir ilan etti. 23 Mart 1169’da, akşam yemeğinden sonra banyoya giren Şêrkoh, kalp krizinden öldü. Çok üzüldüm, artık ben her şeyimi kaybetmiştim. Derhal Halep’e dönmek istiyordum. 26 Mart 1169’da Fatımi Halifesi, beni Şêrkoh’un yerine vezir atadı. Bu işte gönülsüz olmama rağmen, çok zorluk çekmedim. Çünkü daha önce Şêrkoh için şehrin idaresini ve memurlarını hep ben ayarlamıştım. Ben 32 yaşında, artık küçük Yusuf değildim. Çünkü artık Mısır’ın Veziri Selahattin olmuştum.

Ağustos 1169’da kardeşim Turanşah, diğer kardeşlerimi ve Şemsê’yi de alarak, Kahire’ye yanıma geldiler. Burada Şemsê ile evlendim. Şemsê çok güzel bir Kürd kızıydı. Ay gibi yüzünü, yay gibi kaşlarının altındaki mavi gözler süslüyordu. İnce uzun boylu, sarı saçları beline kadar iniyordu. Sanki başından aşağı bal süzülüyordu. Şemsê beni çok mutlu etti. Haziran 1170’te oğlum El Abdal Ali’yi doğurdu. İlk defa baba oldum. Daha sonra çok çocuklarım oldu. Nisan 1170’te babam Eyüp de Kahire’ye geldi. Onu İskenderiye Komutanlığına, kardeşim Turanşah’ı Yukarı Nil Komutanlığına getirdim ve diğer kardeşlerime de Mısır’ın idaresini paylaştırdım.
Eylül 1171’de Bağdat’ta Halife El Mustarut öldü, yerine oğlu El Mustazi geçti. Sultan Nurettin’e karşı çıktı. Çünkü Kahire’de hala Abbasilerin siyah bayrağı dalgalanıyordu. 200 yıldan beri, Mısır’da bir Şii Fatımi Halifeliği vardı. Biz aile olarak Şafiiydik. Buradaki Şii Fatımi Halifesine dokunmak istemiyordum. Çünkü el yakıyordu. Ayrıca, beni Vezir yapan da Fatımi Halifesiydi. Sonunda, 14’üncü Fatımi Halifesi hastalandı ve öldü. Önemli bir olay da kendiliğinden çözüldü. Halife öldüğünde 21 yaşındaydı. Arkada 4 dul kadın, 11 erkek ve 4 kız evlat, 152 hizmetçi, muhteşem bir saray ve bir servet bıraktı. Sarayın kütüphanesinde 200 binden fazla kitap vardı. Kasadaki 2 milyon dinarın talan edildiği söylendi. Bu servetin bir kısmını ben aldım ve önemli bir kısmını Sultan Nurettin’e gönderdim.

15 Mayıs 1174’te sultan Nurettin kalp krizinden öldü ve geride sadece 11 yaşındaki oğlu Melik Salih İsmail’i bıraktı. Böylece bana yeni ve çok önemli görevler düşmüştü. Çünkü Araplar bu fırsattan yararlanarak, Şam’ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Ben derhal Şam’a hareket ettim. Böylece Şam yönetimini ele aldım. Suriye’deki bütün kaleleri ele geçirdim. Hatta kısa bir süre önce, Nurettin’in Kılıç Aslandan aldığı Konya’yı, Ermenilerden aldığı Malatya’yı bile ele geçirdim. Sonunda Halife Mustazi, beni Suriye ve Mısırın Sultanı ilan etti.
Şubat 1177’de İskenderiye’ye geri döndüm. Oğullarım El Abdal Ali ve El Aziz Utman da yanımdaydı. Çocuklar denizi görünce çok sevindiler. Benim amacım, güçlü bir bahriye oluşturmaktı. Elimizdeki gemileri yenileyip ve yenilerini yapmaktı. Bu iş için, Ürdün Dağlarındaki sonsuz ormanlar, bize istediğimiz kadar ağaç veriyorlardı.”
Filiz Baran
Kurdistan-post

 
Posted in: kurdi

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Efendinin suçunu üstlenmek: Kürtler ve Ermeni soykırımı

Bazı çevreler ellerinde “Kürtlerin azımsanmayacak bir kesiminin soykırıma katıldığına dair yeterli derecede bilgi ve kanıt olduğunu” iddia ediyorlar. Bizim elimizde olmayıp onların elinde bulunan “bilgi ve kanıt”ları merak edi...

Afganistan’da Solun Yok Edilmesi Hastalıklı Bir Toplum Yarattı
Vijay Prashad
Afganistan’da Solun Yok Edilmesi Hastalıklı Bir Toplum Yarattı
​Afganistan’ı solun yönettiği zaman kadınlar öğretmenlik işlerinin yüzde 70’ine, sivil memuriyetin de yüzde 50’sine sahipti. Bu olumlu dinamiği bozan Batıydı. Batı’nın ve Suudiler’in parmak izi bulunan her noktada toplum...

Sovyetler Birliğinin Kürdlere Karşı Resmi Tavrına İlişkin Önemli Bir Belge
Aso Zagrosi
O dönem Sovyetler Birliğinin  Dışişleri Bakanı  olan  Molotov’un   gönderdiği bu  talimatlar   SSCB’nin    Doğu  Kürdistan  politikası  olarak devam etti.    Sovyetler Birli...

CIBRANLI HALİT BEYİN ERZURUM’A YERLERŞMESİ
Abdulbari Han
Halit bey, Erzurum’a yerleştikten sonra yaptığı ilk iş, daha önce Varto’da çerçevesini çizdiği ‘AZADİ’ örgütünü kurmak olur. Her ne kadar bazı kaynaklar 1920 veya 1922 yıllarını işaret ediyorlarsa da, bunun doğru olmadığı kong...

Newşirwan Mustafa ve Kürdistan Başkanlığı Meselesi
Aso Zagrosi
KDP Merkezi Yayın organı Xebat gazetesi 22 Ağostos tarihinde imsasız yayınladığı “ Parti ve Yekiti” adlı baş yazısında yine Newşirwan Mustafa’yı doğrudan hedef aldı. Bu makalede “ YNK’ de bir kesimin iradesini Nawşirwan ...

MEHMET EMİN ÖZDEN'İN ÖYKÜSÜ
Ahmet Zeki Okçuoğlu
İddiaya göre Dr. Şivan ve diğer iki arkadaşımız Sait Elçi ve diğer iki kişiyi öldürmüşlerdi. Bunun bir komplo olduğu sonradan ortaya çıkacaktı.  TC devleti ve müttefikleri, hazırlık yaptığımız direniş hareketini doğmadan boğmak için tertiplemişl...

LİDERLER TOPLUMA GÜVEN VERMELİDİR
Abdulbari Han
Bilinen bir gerçektir ki Hamidiye Alayları sultan Abdulhamit’in 1892 yılında Kürt ağa ve beylerin çocuklarını İstanbul’daki aşiret mektebinde eğitmeye başlaması ve bunların içinde başarılı olanları askeri okul ve akademiye göndermeye başl...

NİSAN KARANLIĞI
Abdulbari Han
1925 yılında böyle yağmurlu ve karanlık bir nisan gecesinde Şeyh Sait efendi ile yanındaki 400 atlı süvari bulundukları Solhan ilçesi Gırvas (Arakonak) köyünden, Varto ilçesinin Habiban (Haksever) köyüne hareket ederler. Burada üç gün konaklandıktan ...

Tarihin Tozlu Sayfalarında Dr. Nuri Dersim’den Feride’ye Mektup
Nevin Güngör Reşan
Tarihin Tozlu Sayfalarında Dr. Nuri Dersim’den Feride’ye Mektup
Aşağıda orijinalini vereceğimiz Feride’ye mektup,bizzat Nuri Dersimi’nin kaleminden Feride’ye duyduğu derin saygı ve sevgi, aşkve muhabeti anlatır. Feride’nin hayatındaki rolü ve emeği, bu mücadeleye biçtiği yüksek değer bunu ...

Sehîdê Welat Dr. Şivani Aniyoruz
Mehmet Ali Ateş
Sehîdê Welat Dr. Şivani Aniyoruz
Zaman, gecmisle yüzlesme zamanidir. Sözü uzatmadan, evirip cevirmeden biz; akrabalari olarak, Civraklilar olarak, Dersimliler olarak, Kürdistanlilar Kürdistanin Özgürlük savascilari olarak, yoldaslari olarak bu durumdan utanc duyuyoruz. Manevi hatira...

Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies