Okumuş olanlar hatırlayacaklardır, MİT’leÖcalan arasında bir mutabakat oluştuğuna dair bilgilerinkamuoyuna yansımaya başladığı ilk günlerde yazdığım bir yazıda, adı barış olsa da yeni sürecingerçekte en az üç alanda çekişme ve kapışma anlamına geleceğini belirtmiştim: Kürtlerle Kürtler arasında, Türklerle Türkler arasında venihayet Türkiye’deki ve Kürdistan’daki güçlerle bölgesel ve Küresel güçlerarasında.
Son birkaç aylıkgelişmelere bakarak bunun genel planda doğrubir tespit olduğunu söyleyebiliriz.Yine de PKK’nin yeni yönelişinin yol açtığı kitlesel bazı kaymalara gerekenağırlıktavurgu yaptığını söylemek zorlama olur.
Bu eksikliği anlamak bir dereceye kadar mümkün; çünkü o yazıyı kaleme alırken, MİT-Öcalan mutabakatının açıkça Sünni İslam kardeşliği eksenine oturtulmuş olduğunu henüz bilmiyordum. Asker yerine AKP’yle uzlaşmanın, varılanuzlaşmaya anti-sol, anti-Alevi ve hatta bir ölçüde anti-modernist bir renkkatacağını ve bunun da PKK’nin içdengelerine, PKK ile PKK dışındaki Kürt hareketlerinin ilişkilerine ve nihayetPKK ile korucular arasındaki ilişkilere yansıyabileceğini öngörüyordum. Dolayısıyla yöntemde bir sorunyoktu. Ama uzlaşmanın, yeni-Osmanlıcılık siyasetine eklemlenme perspektifindegerçekleştirileceğini tahmin edemediğim için bunun Aleviler başta olmak üzere Türkiye’deki ve Kürdistan’daki bazıözel gruplar üzerinde daha doğrudan ve görece kısasürede gözlenebiliretkiler yaratabileceğini düşünmemiştim. Öcalan’ın Newroz konuşması, Kürtlere müjdelenenyeni çağın, yeni-Osmanlıcılığaeklemlenme stratejisi olduğunu ortaya koyunca, bununlailişkili toplumsal hareketlenmelerin kapsamı ve hızı da arttı. Nitekim Newrozkonuşmasını takip eden gün kaleme aldığım yazıda, mutabakatın böylesonuçlar doğurabileceğine değindim. Şimdi konuyu biraz daha geniş biçimdeele alabiliriz.
MİT-Öcalan mutabakatının yeni-Osmanlıcı içeriğinin Kürt hareketine karşı yeni bir tavıralmaya zorladığı iki toplumsal kesim vardır.Bunlardan birincisi, Türk ve Kürt ayrımı olmaksızın Alevilerdir. İkincisi ise medyada genellikle “Sahil” kavramıyla dile getirilen vebenim referandum dönemi yazılarımda AvrupaiTürkler olarak tanımlamayı önerdiğim toplulukların faşist olmayan kanatlarıdır. Avrupai Türklerin faşist kanadı eskiden beriKürt hareketine düşman olduğundan yeni dönemdetutumlarında bir değişmeolmamıştır.Ancak diğer kanatlar, MİT-Öcalan mutabakatının yeni-Osmanlıcı niteliğine genellikle olumsuz baktıkları için bunların Kürt hareketine ilişkinalgı ve tutumlarında değişikyönde değişmeler yaşanmıştır, yaşanacaktır.
Sebebini anlamak zorolmasa gerek. Çünkü yukarıda anılan iki toplumsal kesim ile A. Öcalan’ın,yeni-Osmanlıcılığa payanda olmak karşılığındaTürkiye siyasetinde fonksiyonel hale gelmek şeklinde tanımlayabileceğimiz yeni stratejisi arasında ontolojik boyutlar da içeren çelişkilervardır. Geçtiğimiz hafta içinde yaşananiki olay, gözlemcilere buradaki gerilim alanlarını çok güzel tarif eden ikiönemli önemli sembol sundu. Üçüncü Boğazköprüsüne verilen YavuzSultan Selim isim ile yeni-Osmanlıcı programa karşı gelişen ilk ciddikitlesel direnişin sergilendiği mekan, yani Taksim.
Yavuz Sultan Selim sembolününifade ettiği şeyianlamak zor değildir. HanifiTürklerin Şafi Kürtleri yedekleyerek Ortadoğu’ya nizam vermelerini öngörenher program ve girişim, bu iki kütlenin yanında küçük birer azınlık olarakkalan diğer toplumsal kesimler ile bu programın hedeftahtasına oturttuğu Arap dünyası tarafından bir ölüm fermanıolarak algılanır. Bualgıyı oluşturan ilişkinin tarihteki sembolleri Yavuz Sultan Selim ile II.Abdülhamit’tir. Türk devletinin, bu iki kişiden en fetihçi olanın adını bir prestijköprüsüne takmayı tercih etmesi, devletin yeni yönelişinin tarihsel anlamınınbilincinde olduğunu ve bunu dünya aleme ilan etmekte birsakınca görmediğini gösteriyor. Özellikle de seçimleryaklaşıyorken.
Fakat AKP’nin göğsünügere gere dünyaya ilan ettiği şey, yeni-Osmanlıların stratejik bir müttefiki olacağını umut eden Öcalan’ın örgütü açısından bir sıkıntı kaynağıoluşturuyor. Çünkü devletin yeni çizgisi, buçizgiye uyumun karşılığı olarak AKP’den tahsil etmeyi umduğu hiçbir şeyi henüz alamamış olan PKK’nin evdeki bulgurdan olması riskini arttırıyor.Bu sıkıntıyladır ki A. Öcalan ikide bir Alevi karşıtı olmadığıyolunda yeminler ediyor; PKK, kurdurduğuAlevi derneklerine konferanslar yaptırıp PKK’nin Alevi karşıtı olmadığıyolunda propagandalar yaptırıyor.
Hakkını yememek lazım, PKK’nin de Öcalan’ın da Alevilikle ya daSünnilikle özel bir dertleri yoktur. Onların dertleri iktidar olmak ve iktidar kalmaklailgilidir. Daha da ileri gidelim; İslamveya Sünnilik, bu terimlerin asıl patronu olan AKP ve Türk devletinin bile asılderdi değildir. Onların asıl derdi, yeni-Osmanlıcı bir yayılmadır. Yayılmaderken de sadece dışa doğru olanı kast etmiyorum, hem dışa hem de içedoğru bir yayılma. İslam veya Sünnilik, dahaçok bu yayılmayı meşrulaştırmanın söylemi olarak anlamlıdır.
Din denilen şeyin, onunpolitikadaki araçsalcı rolüne/yüzüne indirgenemeyeceği doğrudur, ama şu an üzerinde konuştuğumuz konu bakımındandinin bu özelliği onun başat niteliğini oluşturur. Bu her zaman böyleydi. Dolayısıyla bugün için özgün olan durum, dinin politik alanda kullanılması değil, değişik gerekçelerle de olsa hem bölgesel aktörlerin hem de küresel aktörlerin Ortadoğu’daki çekişmeleri Sünni-Şii ayrımı üzerinden ifade etme noktasına gelmiş olmalarıdır: İran, devlet çıkarlarını koruyabilmek içinkendisine bir Şii koruma çemberi oluşturma derdindedir. Irak’taki iktidarsavaşı Şii-Sünni çatışması üzerinden sürdürülmektedir. Suriye’deki çatışmagiderek mezhep çatışmasında doğru evrilmektedir. Türkiye,Arap alemi üzerindeki tarihsel pozisyonunu yeniden kazanabilmek içinhamlelerini Sünnilik üzerinden tanzim ve tarif etmektedir. Suudi Arabistan,Katar ve Mısır da kendi cephelerinden benzer bir oyun oynamaktadırlar. Lübnanhızla mezhep savaşına doğru koşmaktadır. Rusya vebiraz da Çin, pratikte Şiilerin hamisine dönüşürken, ABD ve diğer Batılı devletler, Ortadoğu’ya yönelikyeni açılımlarını Sünni çoğunluk üzerinden hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Kısacası, bölgeselve küresel güçler arasındaki çekişmeler, mezhep çatışması ekseninde dizilmeye başlamıştırve bu durum bölgeyi bir dinamit fıçısına çevirmektedir. İşte PKK liderinin tamböyle bir anda Sünni cephenin bir parçası olarak yeni-Osmanlılık oyununda rolalacağını açıklamış olması, Aleviler nezdinde varoluşsal kaygılaryaratmaktadır. Sorunun ana kaynağı budur ve bu pratik tabloortada duruyorken Öcalan’ın ve PKK’nin Alevi karşıtı olmadığı yolundaki söz ve yeminlerinin bir kıymet-i harbiyesikalmamaktadır.
Fakat bunu söylemiş olmak, PKK’nin, dahabugünden anti-Alevi tutumu esas aldığını, onu artık Ortadoğu’daki Sünni kanadın Türkler adına cepheye sürülmüş bir tetikçisi olarak değerlendirmek gerektiğini söylemek anlamına gelmez.
Evet, böyle bir olasılık vardır ve bu olasılığı besleyen en az üç etken işlemeyedevam etmektedir: Bunlardanilki, PKK yöneticilerinin iktidar söz konusu olduğunda feda edemeyecekleri bir değer tanımamalarıdır. Partiiçi muhalefete ve PKK dışındaki Kürt hareketlerine karşı kullandıkları şiddetinboyutlarına bakarsanız bunun ne demek olduğunu daha rahat anlarsınız. İktidar oyununu bu tarzda oynamayaalışkın bir yapının, bu oyun, günün birinde Alevilere, Ermenilere, Süryanilere,Yezidilere veya başka bir mazlum gruba karşı tavır almayı gerektirirse bugruplara karşı nasıl davranabileceklerini kestirmek zor olmasa gerek. Bu gruplarıgözden çıkarırken gözlerini bile kıpırdatmayacaklardır. Tabii ki yaptıklarınıönderliğin, partinin, halkın vb. yararınayaptıklarını söyleyerek.Doğrudur, gerilla, Kürdistan vicdanının hala ensahici sesidir; ama PKK’nin örgütsel davranışlarının her zaman bu vicdana uygundüştüğünü söylemek, ya boş yağcılık yapmak ya da gerçeği görememek olur.
İkinci ve daha önemli olan etken ise Abdullah Öcalan’ın, mevcut tablodantek çıkış yolu olarak yeni-Osmanlıcılık oyununda koçbaşı rolünü üstlenmeyi kabuletmiş olmasıdır. Bu politika değil midir ki, AKP’nin tabanında bileReyhanlı’daki kanlı banyonun Obama-Erdoğan görüşmesi öncesinde Erdoğan’ın elini güçlendirmek amacıyla düzenlendiğine dair kuşkular dolaşıyorken, BDP eş başkanı Demirtaş’ı, Hükümetin arkasında olduklarınadair yüz kızartıcı bir açıklama yapmaya yol açtı? Tetikçiliğe gidecek yollar işte böyle döşeniyor.
Son olarak hareketiniçindeki Hamidiyeci damardan söz etmek lazım. PKK, rakipleri AKP ve Hizbullah olan bir partidir. Bu koşullarlaçevrelenmiş bir hareketin içindeki Sünni damarın normal gücünden daha fazlaetkide bulunması şaşırtıcı olmaz.
Bu tür etkenler var olduğu müddetçesözüedilen olasılıkda var olacaktır. Dahası, Kürt hareketi Reyhanlı gibi olaylarda yeni-Osmanlıcı politikaya angaje olduğu ölçüde Hükümet de köprülere Yavuz Sultan Selim ismi vermekte tereddütgöstermeyecektir. Bütün bunlar doğrudur ve daha fazlası da vardır. Ama unutmayalım ki, bu tür olasılıklarınhayat bulup bulamayacakları, bunun karşısında işleyen etkenlerin ne kadaretkili olabildiklerine de bağlıdır. Dolayısıyla Türkve Kürt Alevilerinin işin ikinci tarafını da gözeten bir stratejiye ihtiyaçlarıvardır.
***
Böyle bir strateji, özellikle Kürt Alevilerdüşünüldüğünde, Kürt hareketinden kopmayı mı esas almalıdır?
Bu soruya olumlu cevap veremiyorum.
Veremememin nedeni, Kürt hareketine olanyakınlığımdan çok, bunun, mevcut durumda Alevilerin çoğunluğu bakımından rasyonel olmadığını düşünüyor olmamdır.
Doğrudur, Kürt hareketinin lideri, başı her sıkıştığında,devlete Yavuz Sultan Selim’in yolundan yürümeyi teklif ederse Alevilerin,Yezidilerin veya Ermenilerin Kürt hareketine aşk ilan edecek halleri kalmaz. Biliyorsunuz,Öcalan 1999’daki tutuklanmasında da Yavuz Sultan Selim’le İdris-i Bitlisi’nin yolundan yürümeyi teklif etmişti.
Doğrudur, on yılda bir Kürt hareketinin lideri tarafından sırtlarındanhançerlenen Aleviler, sırf bu sebeple hareketten uzaklaşırlarsa onları Kürtlereihanet etmekle suçlamak vicdanla bağdaşmaz.
Bunlar doğrudur ve vicdanlı Kürtlerle vicdanlı Alevilerin yüreğini kanatacak bunlara benzer başkadoğrular da vardır. Ne var ki mesele sadece bu doğrularda dile getirilen faktörlere bakılarak halledilebilecek kadar basit değildir. Bu işin rasyonalitesinihesaplamak, çok daha karmaşık bir durum arz eden daha geniş resme bakmayı gerektiriyor.Bu resmin çok kaba bir özeti şu hususları içerir:
Bölge çok karışıktır, orta vadede muhtemelen bazıdevletlerin sınırları da dahil olmak üzere birçok şey değişecektir.
Bu yöndeki değişikliklerin bölge savaşlarını davet etmesi veya başkanedenlerle patlayacak bölge savaşlarının böyle sonuçlar doğurması olasılığı ciddidir. Bu da sözkonusu değişikliklerin, ucu soykırımlara varabilecek geniş katliamlar eşliğinde gerçekleşmesi olasılığını şimdiden ciddi biçimde düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü etnik çatışmalarla bölgesel savaşlar üst üste düştüğünde, sınır değişiklikleri, kural olarak, büyük pogromlar veya soykırımlar eşliğinde gerçekleşir. Yeni dönemdegündemimize bu tür olasılıklar giriyorsa hiç kimsenin müttefik beğenme veya beğenmeme şansı kalmayacak demektir.
Yukarıda sözü edilen değişikliklerin altında yatan bütün iktisadi ve siyasi çekişmeler, öyle anlaşılıyor ki dahabir süre kendilerini dinsel terimler üzerinden ifade edecektir.
Kendini dinsel terimlerüzerinden ifade etmek demek, bu terimlerin olayların gelişmesine hiç etkisiolmayacak demek değildir. Bir eylemi meşrulaştırmak içinoluşturulan söylem, bir noktadan sonra o eylemi üreten ve yönlendirenfaktörlerden birine dönüşür. PKK’deki “Önderlik” söylemine bakınız. İyi bir örnektir, çünkü bir söylemin koca bir örgütünasıl esir alabileceğini anlatır. Bu demektir ki Sünnilik, Alevilik veya Şiilik biz onları sevsekde sevmesek de orta vadede hayatımız üzerinde etkide bulunacak ve bellitoplumsal grupların davranışlarını belirlemeye devam edeceklerdir.
Bu gerçek, bölgenin yukarıda belirtilen kaygankoşullarıyla birleştirildiğinde Kürt hareketinin önümüzdeki on yıl içinde değişik ülkelerde değişik dini gruplarla kaderortaklığı içinde olacağı sonucu çıkar. Bu açıdan baktığımda benim gözüme görünen tablo özetle şöyledir:
Kürt hareketi, Irak ve İran’da Sünnilerle ve Müslümanolmayan gruplarla, Türkiye’de Alevilerle ve Müslüman olmayan gruplarla;Suriye’de ise Müslüman olmayan gruplarla ve (Baasçı sistem yıkıldıktan sonra) Nusayrilerlekader ortaklığı içinde olacaktır. Önümüzdeki on yılınreligio-politik tablosu kabaca böyledir.
Kader ortaklığı içinde olmak demek, bu gruplarla mutlaka ve topyekûnbiçimde birlik içinde olmak veya karşı kutuptaki gruplarla mutlaka ve topyekûnbiçimde savaş içinde olmak demek değildir. Çünkü bugrupların kendileri de parçalıdırlar, kendi içlerinde değişik gruplaşmalara ve sınıfsal bölünmelere tabidirler. Bütün bu bölünmeler, değişik aktörler için değişik politik kombinezonlar için fırsatlaryaratır. Kader ortaklığı içinde olmak demek, bu durumları dışlamak değildir, bu gruplarla birlik yapma veya ortak davranma imkanının diğerlerine göre daha fazla olması demektir. Değilse, Basra’daki bir Şii grup Kürtlerle ittifak yapabileceği gibi, Bağdat’taki Sünnilerden bazıları da Kürtlerekarşı savaşabilirler. Veya Kerkük’teki Şii Türkmenlerin bir kanadı Kürtlerlebirlikte davranırken diğer kanadı Kürtlere karşı savaşabilir. Suriye’de yarın aynı kaderipaylaşacakları ayan beyan görülen Nusayrilerle Kürtler bugün bazı yerdlerde birbirleriylesavaşıyorlar. Türkiye’de Alevilerin bir kısmı MHP’nin kuyruğuna takılmış durumdadır vs. Böyle şeyler olur; yukarıda söylenenler bunlarıdışlamıyor. Yukarıda söylenenler, sözü edilen grupların bütün bunlara rağmen ortak bir kaderi paylaşması olasılığının diğer olasılıklardan daha güçlü olduğunu söylüyor.Ve bu durum, rasyonalite hesabı yapılırken göz ardı edilebilecek bir durum değildir. Özellikle de önümüzdeki on yılın tehlikeleri, kaygan zeminleri, pogromihtimalleri vb. düşünülünce.
Türk ve Kürt Alevilerinin bütün bunları gözönünde bulunduran bir hesap yaptıklarında, Kürt hareketiyle yakın durmanın daharasyonel bir strateji olacağı sonucuna ulaşacaklarını düşünüyorum.
Bu durum, Kürt Alevileri için daha dayakıcıdır. Şu soru çok şeyi açığa çıkarmaya yeter: Diyarbakır’a sırtını çevirecek bir Dersim, yüzünü Erzincanve Bayburt’a mı dönecektir? Elbette adı geçen şehirlerin baskın politik renklerinden bahsediyorum.Yoksa Bayburt ve Erzincan’da da Alevi Kürtlerin birlikte yaşayabilecekleri çoksayıda demokrat Sünni varken, “Kızılbaşların katli vaciptir” zihniyetinisaflarında en fazla barındıran örgütlerden biri olan Hizbullah Diyarbakır’da onbinlerce kişinin katıldığı mitingler düzenleyebilmektedir. Bu koşullar altında anlaşılmasıkaydıyla yukarıdaki soruya gönül rahatlığıyla evet diyebilecek bir Dersimlivarsa bu düşüncenin dayanaklarını yazsın, öğrenelim. İnsanın yaşadığı coğrafya, onun politik kaderi üzerinde etkide bulunan faktörlerden biridir.
Ama bu gerçeği anlamak, tek yanlı olarak Alevilere farz kılınabilecek bir şey değildir. Politik coğrafyanın farz kıldıkları Kürt hareketi tarafından da doğru kavranmak zorundadır. Oysa PKK liderinin örgütünü angaje etmeye çalıştığı yeni çizgi, Ortadoğu’daki mazlumların değil, zalimlerin çizgisidir. Bu çizgi, Kürt hareketinin kader ortaklığı içinde bulunduğu diğer mazlumları gözetmesine olanaktanımıyor. PKK yöneticilerin Aleviler konusunda son dönemlerde içine düştüklerikıvranışın kaynağı bu onulmaz çelişkidir.Daha dağdan bile inememişken, ancak bölgenin efendilerineait olabilecek nitelikte bir politikanın sanki öznesiymiş gibi rol kesmeye kalkışırsanızolacağı budur. Kum bahçesindegemi yüzdürülmez.
Şimdiye kadar bu gerçeği anlamama hali esas olarak Aleviler için söz konusuydu. Devlet, Kürtlerle savaşırken tarafsız dursunlar diye Alevileriyatıştırma politikası güdüyordu ve birçok Alevi lideri bunu kişisel ikbaledinmek için “düşkün” biçimde kullanıyordu. Özal’ın Gölbaşı buluşmalarıyla başlattığıbu satın alma politikası, Kürtlerle Aleviler arasında politik coğrafyanın gerekli kıldığı birliğintam olarak oluşmasını engelleyen en önemli faktörlerden biriydi. Bazı Alevi liderleri, temsil ettikleriniiddia ettikleri toplum gerçekte Türkiye’nin paryaları arasında olduğu halde, sanki mevcut sistemin efendileriymiş gibi rol kesiyorlardı. Yüksekdozda Kemalizm şakşakçılığı bunun ifadesiydi. Yeni dönemde ise durum tersine dönmüş görünüyor. Bu kez Sünni Kürtlerinyöneticileri “ne yapalım, liderimiz içerde” gerekçesiyle yeni-Osmanlıcıyayılmacılığa göz kırpıyor ve aslında hala bölgenin paryalarınınsafında bulunan bir halkın temsilcisi oldukları halde bölgenin efendileriymişgibi rol yapmaya öykünüyorlar.
***
Özetle, MİT-Öcalan mutabakatı Aleviler açısından tehlikelerle dolu bir maceraya işaret ediyor ve Alevilerin Kürt hareketinden uzaklaşmalarına neden oluyor. Kendi payıma, Alevilerin kendi gelecekleriniÖcalan’ın yeni-Osmanlıcılığa payanda olma politikasına teslim etmemelerini,buna karşı itiraz seslerini yükseltmelerini hem olumlu hem de onurlu bir tutumolarak görüyorum. Bu, aynı zamanda PKK’yi yeni-Osmanlıcı maceralara atılmasınıfrenleyecek bir işleve de sahip bir direniştir. Dahası, sadece Aleviler için değil, toplumun bütün kesimleri bakımından gözetilmesi gereken altın birkurala işaret eder: Kimse kendi geleceğinikoşulsuz biçimde bir aşiretin reisine, bir partinin başkanına, bir tarikatınliderine, bir pire, bir ulu lidere, bir gerilla liderine vb. terk etmemelidir. Bu,deyim yerindeyse, tersinden örgütsüzlüktür. Herkes kendi kaderine bizzatkendisi sahip çıkmalıdır.
Böyle olmakla birlikte, Öcalan’ınyeni-Osmanlıcı politikalarına tavır almayı Kürt hareketine karşı genel bir tavradönüştürmek, Türk olsun Kürt olsun fark etmez Aleviler açısından stratejik birhata olacaktır.
Bunu derken sadece insanlıklaveya ezilenden yana olmayla ilgili genel ahlaki prensiplerden hareketetmiyorum. Türk ve Kürt Alevilerinin en dar manadaki menfaatleri açısından baktığımdada aynı sonuca ulaşıyorum. Bulunduğumuz coğrafya, mevcut durumda Alevilerle Kürtleri birbirlerine mahkum eden birdenklem kurmuştur ve bu denklemin kısa vadede değişebileceğinedair bir veri de bulunmamaktadır.
Bu denklemi beğenmeyebilirsiniz, ama reddetme lüksüne sahip değilsiniz. Özellikle deKürt Alevileri böyle bir şansa hiç sahip değil. Elbette Maraş’tan Dersim üzeri Hınıs’a kadar bütün Alevileri İstanbul’a veya Düseldorf’a taşımayı düşünmüyorsanız.Ama bu coğrafyada yaşadığınız müddetçeonun dikte ettiği politik denklemleri görmezliktengelemezsiniz. Bu denklemleri unutarakveya onlara rağmen kuracağınız stratejilerden Alevilere de Kürtlere de yarar gelmez.
Fakat bu, sadeceAlevilerin bilmesi gereken bir gerçek değildir.Kürtlerin de bu gerçeği bilmesi ve gözetmesi gerekmektedir. Aksitakdirde işlemez. Bu nedenle, Kürthareketi, Alevilerle ilgili bir gelişme olduğunda, eski Türkiye’nin ezberlenmiş terimleriyle konuşmayı bir kenara bırakmakzorundadır. Kemalizm, darbe, Ordu, Ergenekon gibi suçlama lafları bu terimlerdendir.Dün önemli bir gerçeği ifade eden, ama bugün kadük hale gelmiş bu dil,Alevilerle ilgili hiçbir sorunu çözemeyeceği gibi bu saatten sonra daha çok yeni-Osmanlıcığın içteki ve dıştaki yayılmasını gizlemeye yarıyor.
Bir yana bırakılmasıgereken bu eski ezber aynı zamanda Taksimsözcüğüyle simgelenen bazı toplumsal kesimleri de ilgilendiriyorki MİT-Öcalanmutabakatının bugruplara olan etkilerini gelecek yazıda ele almaya çalışacağım.
Cemil Gündoğan
cemil_gundogan@yahoo.se
03-06-2013