“Taş atan çocuklar”a “terör mağduru çocuklar” da deniyor. Olayın önemli bir özelliği bu çocukların “terörist” gibi muamele görmeleridir. Gözaltına alınırlarken işkence görüyorlar, kelepçeleniyorlar, yetişkinlerin yargılandığı mahkemelerde yargılanıyorlar, Terörle Mücadele Yasası’na göre yargılanıyorlar, yetişkinlerin konulduğu cezaevlerine konuluyorlar. Okuldan alınıp cezaevine konulan çocuklar da vardır.
Çocuklar, doğal olarak çocuk gibi muamele görmelidirler. Kürt çocukları ise, “terörist” gibi muamele görüyor.
“Taş atan çocuklar” büyük Kürt sorununun küçük bir parçasıdır. “Terörist” muamelesi gören üçbine yakın çocuk var. Bunların çok büyük bir kısmı Kürt çocuklarıdır. Hala cezaevlerinde olan, 30 yılı aşkın ceza istemleriyle yargılanan onlarca çocuk vardır. Bazı çocuklar on yılı aşkın cezalarla mahkum edilmişlerdir.
Türkiye’de her yıl kutlanan 23 Nisan Bayramı’nı düşünelim. 23 Nisan’a varan günlerde, bir hafta öncesinden itibaren, devlet ve hükümet, onların sözcüsü olan Tük basını, propagandaya başlıyor. “Dünyada, çocuklarına bayram armağan eden tek devlet biziz, ilk devlet biziz.” Dünyada çocuk bayramı yapan tek devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir.” Bu propaganda, devlet ve hükümet tarafından, basın tarafından sekiz-on gün süreyle yoğun bir şekilde yapılıyor. Çocuklar, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık, bakanlık, valilik, kaymakamlık gibi makamlara oturtuluyor. Bunlar, “biz çocukları çok severiz, dünyada çocukları en çok biz severiz” anlamına gelmektedir.. Bu propaganda doğrultusunda, dünyanın birçok devletinden çocuklar Türkiye’ye geliyor, bir hafta, on gün süreyle Türk çocuklarıyla bayram kutluyor.
Ama aynı günlerde, güvenlik güçleri, Kürtlerin yaşadığı her yerde, Kürt çocuklarına çok yoğun işkenceler yapıyor. 23 Nisan günlerinde, bu da kolayca izlenebilen, gözlenebilen bir süreç oluyor. Bu işkenceler, 2009 23 Nisan’ın da, örneğin, Şemdinli, Hakkari, Yüksekova, Adana, Mersin, Batman, Van, Diyarbakır gibi yörelerde yoğun olarak yaşandı. Şemdinli’de on yaşlarında bir çocuğun, polis tarafından kolunun bükülerek nasıl kırıldığı televizyon ekranlarında uzun süre yansıtıldı. 21 Kasım 2004 günü, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, okuldan henüz dönmüş olan, okul önlükleri henüz üzerinde olan Uğur Kaymaz, babası Ahmet Kaymaz’la birlikte, polis kurşunuyla, evlerini önünde öldürüldü. Polisler 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’a 12 kurşun sıkmışlardı. Eskişehir’de görülen dava sonunda polislerin beraat ettikleri de vurgulanması gereken bir durumdur. Polisler hakkındaki beraat kararının Yargıtay tarafından onaylandığı da biliniyor. Bu davada polislerin tutuklanması da söz konusu değildir. Ama, Kaymaz ailesi adına müdahil olan avukat Tahir Elçi hakkında savunmalarından dolayı dava açılmıştı. Bu dava beraatle sonuçlanmıştı.
Düşünün bir defa: Türk çocukları, Türkiye’ye, kendi milli kıyafetleriyle gelmiş, dünya çocuklarıyla birleşerek, Ankara’da, İstanbul’da vs. bayram yapıyor. Kürt çocukları ise, gösterilerde, yürüyüşlerde, Kürt halkına zulmeden güvenlik güçlerine taş attıkları için çok yoğun işkencelerle karşılaşıyor. Bu düşüncenin ve pratiğin ne kadar yoğun bir çelişki içerdiği hemen görülmektedir. Resmi ideoloji Türk çocuklarına yönelik olarak kutlamanın, eğlenmenin, Kürt çocuklarına yönelik olarak işkencenin, aynı günde yaşanmasını nasıl organize ediyor? Resmi ideolojinin bu niteliğini kavramak kanımca çok önemlidir. “Bu kadar cahillik ancak eğitimle olur” diye bir söz var. Bu kadar çelişik bir tutum, vicdanları ezip geçen, hiçe sayan bu tutumun sistematik olarak sürdürülmesi, kurumlaşması da ancak bir eğitimle olabilir. Bu eğitim sürecinin incelenmesinde yarar vardır.
20-25 yıl kadar önce, Kürtlere yapılan işkence şöyle bir ortamda gerçekleşiyordu. Çocuklar, avluda, bahçede, evin duvarının dibine diziliyor, 4-5 metre ötede de, çocukların gözleri önünde, babalarına işkence yapılıyordu. Çocuklar, ağlamasınlar, ses çıkarmasınlar diye, ağlayanları, ses çıkaranları tokatlasınlar diye, çocukların başlarında bir güvenlik görevlisi de dikiliyordu. İşkence gören babalarının iniltileri ve çocukların çığlıkları arasında, kadınlar, saçlarında kavranılarak, sürüklenerek götürülüyordu. Bugün artık, 10-15 yaşlarındaki Kürt çocuklarına da işkence yapılıyor. Bu sözle, “ çocuklar artık büyüdü. İşkence görecek yaşlara ulaştı” demek istemiyorum. Bu şüphesiz var, yaşanıyor. Artık işkencenin, 10-15 yaşlarındaki çocuklara da yapıldığını belirtmek istiyorum.
Suç ve Ceza Normları
İki sene kadar önce, 7 Ekim 2007 de, Bolu Expres Gazetesi’nde, bir köşe yazarı, “şehit olan bir askere karşı beş Demokratik Toplum Partili öldürülmelidir” şeklinde bir köşe yazısı yayımlamıştı. Bu yazı üzerine, Diyarbakır milletvekili ve DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, Bolu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu. Bolu Cumhuriyet Savcılığı altı ay kadar süren bir incelemeden sonra, bu suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı vermişti. Bolu Cumhuriyet Savcılığı, “Bu ifadede suç unsuruna rastlanmamıştır. Bunu ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek gerekir.” diyordu.
Demokratik Toplum Partisi, bu kararın bozulması için, Düzce Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu. Düzce Ağır Ceza Mahkemesi de Savcılığın kararını onayladı. Düzce Ağır Ceza Mahkemesi de, bu düşüncenin, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesini istiyordu.
Karar kesinleşmişti. Bunun üzerine DTP Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitti.
DTP bu kara aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giderken, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Kanun Yararına Bozma çerçevesinde Yargıtay’a başvurdu. Yargıtay Sekizinci Dairesi, 23 Ekim 2009 da verdiği bir kararla, Bolu Cumhuriyet Savcılığının takipsizlik kararını, Düzce Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını onayladı. Yargıtay da, “şehit bir askere karşı beş DTP’li öldürülmelidir” sözünü ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmişti. Bu sözde suç unsuru bulamamıştı.
Güvenlik güçlerine, panzerlere taş attıkları için 10-15 yaşlarındaki çocuklar, 30 yılı aşkın ceza istemleriyle yargılanırken, yüzlerce çocuk bu doğrultuda tutuklanıp cezaevlerine konulmuşken, “şehit bir askere karşı beş DTP’li öldürmek gerekir” sözünün ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi, bu sözde suç bulunaması, Türk hukukunun bugünkü seviyesini, adalet anlayışın, suç ve ceza normlarını bütün açıklığıyla göstermektedir. Kürtleri ve Kürtçe’yi inkar, imha ve asimilasyon politikalarının, bu doğrultuda yargı organlarının aktif bir şekilde kullanılmasının Türk hukukunu getirdiği nokta budur. Bu, suç ve ceza normlarının, yargı organlarının, adalet anlayışının çürümesi anlamına gelmektedir.
Taş Atma: İfade Açıklamanın bir Yolu
Çocuklar neden taş atmaktadır? Taş atan çocuklar, Terörle Mücadele Yasası’na göre gözaltına alınan, işkence gören, tutuklanan, yetişkinlerin konulduğu cezaevlerine konan, terörist muamelesi gören çocuklar, hangi ailelere mensuptur? Bunlar daha çok, köyleri, evleri yakılan yıkılan ailelere mensup çocuklardır. Evleri, köyleri, ağılları, ahırları, samanlıkları, hayvanları yakılmıştır. Çok yakınları kendi gözleri önünde işkence görmüş, öldürülmüş olabilir. Diyarbakır, Batman, Van, Hakkari, Yüksekova, Nusaybin, Kızıltepe, Malazgirt, Tatvan, Doğubeyazıt gibi şehirlerin, Mersin, Adana, İstanbul, Kocaeli, Bursa gibi şehirlerin varoşlarına sığınmışlardır. Aileden, güvenlik güçleri tarafından kaçırılıp yok edilenler olabilir. Babası, ağabeyi, amcası, dayısı, ablası, teyzesi vs. işkencelerle gözaltına alınıp cezaevine konulmuş olabilir. Köyleri, evleri, ağılları…bu panzerle yakılmış-yıkılmış olabilir. O çocuklar, belki de, dedelerini veya babaların vuran, analarını saçlarında sürükleyerek götüren askere veya polise taş atıyordur. Bu bakımdan, çocukların, güvenlik güçlerine kin duydukları düşünülebilir. Bu öfkelerin doğal karşılanması gerekir. Esas ifade açıklaması, ifade özgürlüğü budur. Çocukların, işkenceyi ve zulmü temsil eden güvenlik güçlerine taş atmasını böyle bir ortamda değerlendirmek gerekir. Çocukların güvenlik güçlerine, panzerlerle taş atmalarını ifade açıklamak olarak değerlendirmek gerekir. Bu, “biz sizi sevmiyoruz, sizi istemiyoruz” anlamına gelmektedir.
Nelson Mandela
1992 Atatürk Uluslar arası Barış Ödülü Nelson Mandela’ya verildi. Nelson Mandela, ANC (Afrika Ulusal Kongresi) Başkanı’ydı. Nelson Mandela bu ödülü reddetti. “Kürtlerin ağır baskılar altında yaşadığı, Kürtlerin doğal haklarının tanınmadığı bir ülkede barış olmaz” dedi. Son Kürt savaşında, Kürtlere yapılan büyük yardımlardan bir budur. Bu ret, Türk siyasal rejimini uluslar arası ölçekte deşifre etmiştir. Kürt sorununu uluslararası ölçekte algılanmasına yardımcı olmuştur. Daha sonraki bir yılda, uluslar arası çapta saygın bir isim bulunamadığı için ödül Kenan Evren’e verilmiştir. Daha sonraki yıllarda da bu ödülün verilmediği gözlenmektedir.
Nelson Mandela bu ödülü kabul etmediğinde, Türk basınının bazı kalemleri tarafından suçlayıcı, aşağılayıcı yazılar yazıldığı da görülmüştür. “Lan kara derili, baldırı çıplak zenci, sana şeref bahşettik, seni adam yerine koyduk, bu değerli ödülü niye kabul etmiyon lan…” mealinde yazılar…
Avrupa’nın Kürtlere Borcu Çoktur
Bir de günümüze bakalım. Türkiye, 23 Nisan’larda, “dünyada çocuklara bayram armağan eden tek devlet, ilk devlet Türkiye’dir” diyerek propaganda yapmaktadır. Ama devlet güvenlik güçleri, bu bayramda bile Kürt çocuklarına, bu çocukların ailelerine işkence yapmaktadır. Güvenlik güçlerinin, Kürt çocuklarına işkence yaptığı, onları işkencelerle gözaltına aldığı, tutukladığı, yetişkinlerin kaldığı cezaevlerine koyduğu bilinmeyen bir durum değildir. Ama, Avrupa Konseyi devletlerinin, Avrupa Birliği devletlerinin, Türkiye’nin bu kaba propagandasına uyarak, çocuklarını Türkiye’ye gönderdikleri görülmektedir. Kürt çocuklarına yoğun işkenceler yapıldığı bir ortamda, Avrupa Birliği devletlerinin, Avrupa Konseyi devletlerinin, Türkiye’nin işkenceci tutumumu deşifre edecekleri, Türkiye’yi bu yönden eleştirecekleri yerde, kaba propagandaya alet oldukları dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir durumdur. Bu, etik olmayan bir tutumdur. Çirkin bir tutumdur. Kürt çocuklarını işkence gördüğü bir zamanda, çocuklarınız bir hafta-on gün süreyle Türk çocuklarıyla eğleniyor. Burada yüreğinizi kanatan bir durum yok mu? Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği devletlerinin, bu çirkin, bu fırsatçı tutumlarında dolayı, Türkiye’nin kaba propagandasına alet olan tutumlarında dolayı eleştirilmesi gerekir.
Avrupa Birliği devletlerinin, aynı zamanda Avrupa Konseyi’ne üye devletler olduğu bilinmektedir. Ama, Türkiye ile yürütülen adaylık müzakerelerinden dolayı, Avrupa Birliği’ne ayrıca vurgu yapılmasında yarar görülmüştür.
Taş atan çocuklar sorunu vicdani bir sorundur. Bir toplumda çocuklar çocuk muamelesi görmüyor, “terörist” muamelesi görüyorsa, orada vicdanların kaybolduğundan söz etmek gerekir. Beyin kaybı telafi edilebilir. Ama vicdan kaybı kolayca telafi edilemez. Vicdan kaybı çok daha büyük yıkımlar getirir. Kaba propagandaya alet olan Avrupa’nın da vicdanının kaybolduğu izlenmektedir. Halbuki Avrupa’nın Kürtlere çok büyük borcu vardır. Bu koşullar altında, Avrupa, hangi yüzle çocukların geleceğinden, çocukların özgürlük ortamında yetişmelerinden söz edebilir?
Avrupa Birliği devletleri, Avrupa Konseyi devletleri, çeşitli kurumları aracılığıyle, bazı saygın yazarlara, sanatçılara ödüller vererek, bu çirkin ve fırsatçı tutumların gizleyemezler. O saygın yazarların ve sanatçıların da, bu ödülleri kabul ederek kendi devletlerinin, Kürt çocuklarına karşı sistematik olarak geliştirdiği ayıpları örtmeye çalışmak gibi bir ayıpları vardır.
Taş Atan Kadınlar, İzmir
21 Kasım 2009 da, Demokratik Toplum Partisi İzmir’de ilerliyordu. DTP’liler, caddelerdeki bu geçiş sırasında, bazı grupların tepkisiyle karşılaştı. DTP konvoyuna taş atarak saldıranlar oldu. DTP konvoyuna taş atanlar arasında kadınlar da vardı. DTP’lilere karşı taş atanlara polisin müdahalesi olmadı.. Polis de olayı seyretti. Güvenlik güçlerine, panzerlere taş atan çocukları işkencelerle gözaltına alan, tutuklatan polis, Kürtlere taş atanlara karşı hiçbir işlem yapmadı. Olayı, gelişmeleri sadece seyretti. Bir konu, bir anlayış artık açık bir şekilde görülüyor, izleniyor. Taş atanlar Kürtse, onlar çocuk ta olsalar “terörist” muamelesi görmeli, çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmalı, eğer Kürtlere karşı taş atılıyorsa, bu taş öldürücü de olsa serbest olmalı…
Kürtleri, Kürtçe’yi inkar, imha ve asimilasyon çabaları, böyle bir hukukun yaşanıyor olmasını getirmiştir. Bunu, Türklere ayrı, Kürtlere ayrı hukuk şeklinde değerlendirmek mümkündür. Yasa aynı yasa ama uygulaması farklıdır. Bu, sömürge hukukundan daha geri bir anlayışı temsil etmektedir. Çünkü, klasik sömürgelerde, metropoldeki yasa sömürgede uygulanmamaktadır ama, sömürgede farklı yasa uygulanmaktadır. Bu farklı yasa ile sömürgenin varlığı açıkça kabul edilmiştir. Türkiye’deyse, aynı yasa Türklere farklı, Kürtlere farklı uygulanmaktadır. Aynı yasa uygulandığı için, hukuksal olarak, “herkes eşittir, ayrım-gayrım yoktur, kederde kıvançta bir bütünüz” propagandası yapılabilmektedir. Farklı uygulamalar, hukukta çok ağır tahribat yaratmaktadır. Aynı yasanın farklı farklı uygulanması, Kürdistan’ın sömürge bile olmadığı durumu ile yakından ilgilidir.
Yukarıda Kürt çocuklarının neden taş attıkları belirtilmeye çalışıldı. İzmirliler Kürtlere neden taş atıyor? her şeyden önce Kürtleri sevmediklerini, Kürtleri istemediklerini belirtmeye çalışıyorlar. Kürtlere taş atarak hükümete bir mesaj vermeye çalışıyorlar. “Kürt açılımı” politikalarının Kürtlere bir iyilik getireceğini, Kürtleri, kendi seviyelerine çıkaracağını düşünüyorlar. Bunu istemiyorlar. Yoksul Kürtlere acıyabilirler ama onlarla, siyaseten ve toplumsal olarak eşit olmayı hiç düşünmüyorlar, istemiyorlar. Hükümete böyle bir mesaj vermeye çalışıyorlar.
Taş atan Kürt çocuklarıyla, taş atan İzmirliler arasında, eylemlerinin içeriği bakımından önemli bir farklılık var. İzmirliler bu düşüncelerini yazı ile gösteri ile de dile getirebilirlerdi.
Taş atma, Kürt çocukları için ise yapabilecekleri yegane eylem oluyor.
Böyle bir gelişmenin yaşanıyor olmasında, şüphesiz, devlet ve hükümetin anti-Kürt politikalarının, anti-Kürt tutumunun, anti-Kürt propagandanın etkisi büyüktür. Devlet ve hükümet 80 yılı aşkın bir zamandır, özellikle son 25 yılda, çok yoğun ve yaygın anti-Kürt propaganda geliştirmiştir. Kürtler ve Kürt sorunu konusunda kamuoyunu biçimlendiren, devlet ve hükümetin bu anti-Kürt propagandasıdır. Türk kamuoyunun, Kürtlere nasıl davranması gerektiğini bu anti-Kürt propaganda belirlemektedir. Bu, siyaseten ve toplumsal olarak kat’i surette eşitlik istemeyen, Kürtleri her zaman alt düzeyde ve Türk’e bağımlı kılan bir ilişkiler ağı ortaya çıkarmıştır. 1930’larda dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un sözlerin hatırlamak gerekir. Kanımca bu sözlerin yaşama geçirilmesi için yoğun bir gayret söz konusu olmuştur. Kürt açılımı politikalarının Kürtlerle Türkler arasında, eşitlik getireceği düşünülmektedir. İzmirliler Kürtlere taş atarak bu politikalara karşı durduklarını ortaya koymaktadırlar. Bu bakımdan süreci, hükümete verilen bir mesaj olarak anlamak da mümkündür. Bütün bunlardan dolayı, devlet ve hükümetin, geçmişle yüzleşmesi gerekir. Bu yüzleşme yapılmadan, sağlıklı politikalar saptanması ve yürütülmesi olanaklı görülmemektedir.
Türk Basını İntifadayı Nasıl Değerlendiriyordu?
Basının, devletin ve hükümetin anti-Kürt politikalarının propagandistliğini yaptığı, bu konuda Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir şubesi gibi çalıştığı belirtilmişti “Taş atan çocuklar” konusunda da durum buydu. Halbuki Türk basını, Filistin’de, İsrail güvenlik güçlerine, panzerlere taş atan Filistinli çocukları, onların ailelerini büyük övgülerle karşılıyordu. Filistinli çocukları, onların ailelerini öve öve bitiremiyordu. “Milli duygu çocuklara bile yansımışsa, İsrail devleti Filistinlilere hemen bağımsızlık vermelidir” deniyordu. Türk düşüncesinde, Türk basınında oluşan bu çifte standardın nedeni, yine, Kürtler ve Kürtçe’yi inkar, imha ve asimilasyon politikalarıdır. Çifte standardın özgür düşünceyi boğucu bir niteliği vardır.
04.12.2009
İsmail Beşikçi