BİLGESAM (Bilge Adamlar Araştırma Merkezi) “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi” başlıklı bir rapor yayımladı. Ağustos 2009’da Ankara’da yayımlanan rapor 114 sahife. (*) Rapor başlığında (Teknik Rapor) ibaresi de var.
Raporda dikkate değer bir bilgi var. Din ve Mezhep İstatistikleri başlığı altında, Güneydoğu’da yaşayanların % 98.5’inin İslam olduğu söyleniyor. İslam da, Hanefi % 49, Şafiî % 46.3, Alevi % 3.5 şeklinde bölümlere ayrılmış. (s. 31)
Bu, çok şaşırtıcı bir değerlendirme. Dr. Atilla Sandıklı, rapora yazdığı önsözde, “daha önce de bölge hakkında raporlar hazırlandı ama o raporlarda bilimsel bir yöntem uygulanmadığı için sorun doğru teşhis edilmedi, sorunun tedavisi yolunda doğru, sağlıklı öneriler ortaya konulmadı” diyor.
Kızılbaşlık’ın (Alevilik) İslam içinde değerlendirilmesi, kanımca, bu raporun temel niteliğini ve amacını ortaya koyuyor. Rapor, resmi ideolojinin, doğruluğundan kuşku duyulamaz, tartışılamaz, tek gerçek, nihai gerçek denen kabullerinden hareket etmekte, tekrar onları üretmektedir. İslam ile hiçbir ilgisi olmayan Kızılbaş (Alevi) inancını İslam içinde değerlendirmek, bilim yöntemi adına yanlış bir tutumdur. Aleviliğin, İslam’dan çok önceki bir inanç olduğu bilinmektedir. Uzmanlar, Aleviliğin, Mani’den, Zerdüşt’ten de önce yaşanan bir inanç olduğunu, Mezopotamya kökenli bir inanç olduğunu bildirmektedir. Bugünkü Kızılbaşların (Alevilerin) atalarının İslam olmadığı açıktır.
Burada, Alevilerin örneklem içindeki oranının zaten çok küçük olduğu ihmal edilebileceği söylenebilir. Soru örneklemin oranıyla ilgili değildir. Alevileri Müslüman kabul eden zihniyet eleştirilmektedir.
İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı Devleti’ni, Türk ve İslam unsuru etrafında yeniden organize etmek, ekonomiyi millileştirmek, Türkleştirmek gibi bir projesi vardı. Ekonomiyi millileştirmek, Rum’un ve Ermeni’nin elindeki zenginliğe bir şekilde el koyup bunu Türk ve İslam olanların denetimine vermekti. Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Kızılbaşlar (Aleviler) bu toplum ve devlet projesinin yaşama geçirilmesinde çok önemli pürüzler olarak görüldü. Bu pürüzlerin giderilmesi için çok ciddi planlar, projeler yapıldı. Bunları yaşama geçirmek için elverişli bir zaman beklendi. Birinci Dünya Savaşı bu fırsat verdi.Savaş başlar başlamaz, Karadeniz’deki, Anadolu’daki, Ege’deki, Akdeniz’deki Rumların bir kısmı sürgün edildi,
Geriye kalanlar mübadele ile gönderildi. Ermeni nüfus soykırımla çürütüldü. Ermenilerden ve Rumlardan kalan taşınmaz mallar Müslüman Türk eşrafın, Doğu’da tetikçi Kürtlerin denetimine verildi. Yahudiler, bütün bu plan ve projelerin hazırlanmasında, yaşama geçirilmesinde İttihatçılara akıl hocalığı yapıyordu.
Kürtlerin Türklüğe, Kızılbaşları Müslümanlığa asimile edilmeleri de bu toplum ve devlet projesinin unsurlarıydı. İttihat ve Terakki döneminde başlayan bu süreç Cumhuriyet’le birlikte daha sistematik olarak sürdürüldü. Kızılbaş (Alevi) köylerine cami yapılması Cumhuriyet’in çok önemli bir mesaisiydi. Bugün, Müslümanlığa asimile olmuş olan, bu süreçte olan Kızılbaşlar (Aleviler ) olabilir. Bu onların Müslüman olduklarını göstermez. Çünkü burada, baskı ve zor vardır. Neden asimile olduklarının, nasıl asimile olduklarının incelenmesi şüphesiz önemlidir. Bu, “Müslümanım ama Aleviyim”, “Aleviyim ama Müslümanım” şeklinde bir kafa karışıklığı da yaratmıştır.
1960’larda, Bitlis’te, “en iyi Türk biziz, bizler has Türküz…” şeklinde bir söylem vardı. Müslümanlığın hiçbir koşulunu yerine getirmedikleri halde, Kızılbaşlardan da bugün, “en iyi Müslüman biziz” diyenler var olabilir. Bu onların Müslüman olduklarını değil, asimile olduklarını gösterir. Nasıl asimile oldukları, neden asimile oldukları, bu süreci nasıl yaşadıkları elbette zengin olgusal dayanaklarıyla incelenmek durumundadır. Bunun tartışmalı bir konu olduğu da açıktır. Fakat, bilimsel bir araştırmada, böylesine tartışmalı bir konuda, resmi ideolojinin verilerini hiç sorgulamadan, tek gerçek olarak aynen kullanmak, bilim yöntemine aykırı bir tutumdur.
Raporda, Alevilik, bir mezhep olarak kabul edildikten ve İslam içinde değerlendirildikten sonra, “Ayrımcılık, aidiyet ve birlikte yaşama isteği boyutlarının mezhep ayrımına göre farklılaşması” denildikten sonra, her üç durumla ilgili olarak, Hanefilik, Şafiilik ve Alevilik ile ilgili sayılar, yüzdeler verilmektedir. (s. 55)
“PKK/ Öcalan’a bakış soru ve boyutlarının mezhep ayrımına göre farklılaşması” denilerek, yine bu durumun, Hanefiler’de, Şafiiler’de ve Aleviler’de nasıl yaşandığına ilişkin rakamlar ve yüzdeler verilmektedir. (s.68-74)
“Güven Ölçeği, soru ve boylarının mezhep ayrımına göre farklılaşması” başlığı altında, yine, Hanefilik, Şafiilik ve Alevilik ile ilgili rakamlar, yüzdeler verilmektedir. (s.77-78)
Araştırma 4797 kişi üzerinde yapılmıştır. Örneklem 4797 kişidir. Anketler 2009 yılının başlarında uygulanmış. Örneklem 5000 kişi de olsa, daha fazla insan üzerinde de anket uygulansa, yanlış kabullerden dolayı, resmi ideolojinin verilerini, bilgilerini, aynen benimsemesinden, hiç sorgulamadan kabul etmesinden dolayı, raporun ciddi bir değeri yoktur. Zaten Kürt sorunu yerine Güneydoğu sorunu denilmesi de aynı anlayış doğrultusunda gelişen bir durumdur.
Anketler, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Muş, Siirt, Tunceli, Van, Ağrı (bu dokuz ile terörün yaşandığı iller deniyor), Adıyaman, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya, Urfa (bunlara terörün fazla yaşanmadığı iller deniyor), İstanbul ve Mersin’de (bunlara da, göç ile oluşan mahalleler deniyor.) uygulanmış. Anket, bazı nedenlerden dolayı, Hakkari’de ve Şırnak’ta, Ağrı’nın Doğubeyazıt ve Diyadin ilçelerinde uygulanmamış.
İller seçiminde, Iğdır, Kars, Ardahan, Erzincan yer almıyor.
Raporda, halkın % 98.5’inin İslam olduğu vurgulanıyor, geriye kalanlar da Hrıstiyanlık, Süryanilik, Yezidilik, Dine inanmayanlar kategorileri altında toplanıyor. Êzidîler, kendilerine Êzidî diyor. Êzidî’ye Yezidi demek, bilimsel bir rapor için sağlıklı bir tutum değildir. Zazalar’ın, Kürtlerden ayrı bir grup, Kürtlerden ayrı bir etnik grup olarak gösterilmesi de yanlıştır. Resmi ideolojinin tek gerçek dediği konulardan biri de budur. Halbuki Zazalar, Zazaki konuşan Kürtlerdir. Konunun uzmanları bunu belirtiyor.
Kürtçe: Ödünç Alınmış Bir Dil
Bu arada, YÖK Başkanı Profesör Yusuf Ziya Özcan’ın, Kürt dili üzerinde yaptığı değerlendirmeye de bakmak gerekir. YÖK Başkanı profesör, “Kürtçe ödünç alınmış bir dildir. Sözcüklerin yüzde 60-70’i Farsça’dan, yüzde 20-25’i Arapça’dan alınmıştır. Bir kısmı da Türkçe’dir. Kürt Dili ve Edebiyatı Enstitüsü veya bölümü açılabilmesi için, güçlü bir Türkçe, Farsçe ve Arapça dil ve edebiyat bölümlerinin açılması gerekir.” diyor.
YÖK Başkanı profesörün açıklaması kanımca dil ile ilgili bir açıklama değildir. Siyasi, içerikli bir açıklamadır. Bu, Kürtleri ve Kürtçeyi aşağılamayı hedef alan bir açıklamadır. “Kürt açılımı”, “demokratik açılım” derken bile Kürtleri ve Kürtçe’yi aşağılamayı ön planda tutmak, resmi ideolojinin, düşün hayatı üzerindeki, bilim ve sanat üzerindeki etkisiyle ilgili bir durumdur. YÖK Başkanı profesör kanımca şunu ifade etmeye çalışıyor. Türkler, Araplar ve Farslar öyle yöntemler bulmalıdırlar ve uygulamalıdırlar ki, Kürtler ve Kürtçe soluk alacak bir ortam bulamasın. Ortada Kürtler ve Kürtçe kalmadığı zaman… işte o zaman, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açarız. Böylece Avrupalıların istekleri de yerine getirilmiş olur. Kürtleri muhatap almamız zaten söz konusu bile olmaz.
12 Mart rejimi döneminde, askeri savcılar, “Kürtçe diye bir dil yoktur, % 40’ı Türkçedir, % 35’, Farsçadır, % 20 Arapçadır, % 1.5’u Süryanicedir, %1.5’u Gürcücedir, ‘%1’i İbranicedir…” şeklinde iddianameler yazarlardı. Bu durum karşısında bilge Musa Anter bir duruşmada, şöyle söylemişti: “Savcının Kürtleri ve Kürtçe’yi aşağılamak için bu kadar çaba sarfetmesi anlamlı değildir, tavukların bile 30 çeşit gıdaklaması vardır.”
Zana Farqînî’nin, İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayımlanan Ferhenga Kurdî-Tirkî’sini, Kürtçe romanları, inceleme kitaplarını vs. YÖK Başkanı bu profesörün önüne koysak, profesörün görüşü yine değişmez. Resmi ideoloji böyle bir düşün kategorisidir. Bilginin değil inancın egemen olduğu bir alandır. Bu sözlükte 131 bin 266 sözcük vardır. Bu sözlük 2 bin 132 sahifedir.
Eğitimci ve pedagog Faiz Cebiroğlu, “Bir Profesörün Evhamları” başlıklı bir yazı yazdı. (www.faizcebirogolu.blogspot.com, 16 Ekim 2009) Faiz Cebiroğlu, Türkçe sözcüklerin % 90’ının yabancı sözcükler olduğunu dile getiriyor. C, F, H, I, J, L, M, N, P, R, S, U, Z harfleri ile başlayan hiçbir sözcüğün Türkçe olmadığını söylüyor. Türkiye’deki hiçbir yöre adının, yerleşim yerinin adının Türkçe olmadığını da söylüyor…YÖK Başkanı profesörün bunlara cevap verme olasılığı da çok zayıftır. “% 70’i Farsçadır, % 25 Arapçadır…” diye konuşan bir profesör. Ama okur-yazar bir profesör değil. Kürtlerin son yıllarda Kürtler ve Kürtçe ve Kürdistan hakkında, Kürt toplumunun tarihsel ve toplumsal gelişmesi hakkında ne gibi çalışmalar yaptıklarının, dil, kültür, tiyatro vs. çalışmaların nasıl ilerlediğinin bilgisine sahip değil. Türkiye’deki, Kürdistan’daki gelişmelerden, dünyadaki gelişmelerden de habersiz. Böyle olunca 90 senelik bir Frich entrikasını bilgi diye tekrarlayıp duruyor. Halbuki Frich çoktan deşifre oldu…YÖK Başkanı profesörün ondan da haberi yok.
Ankara, 18.10.2009
____________
(*) Proje Yöneticisi: M. Sadi Bilgiç, Veri Analisti: Salih Akyürek olarak görülüyor.
Raporu hazırlayanlar: M. Sadi Bilgiç, Salih Akyürek
Proje Ekibi: Doç. Dr. Mazhar Bağlı, Müstecep Dilber İlhan Kocamaz, Onur Okyar
BİLGESAM Başkanı Dr. Atilla Sandıklı, Rapora yazdığı Önsözde, irdelenmesi gereken bazı görüşler dile getiriyor. Şöyle diyor: 25 yılı aşkın savaş sürecinde, bölgeye ilişkin bazı raporlar hazırlandı. Ama bu çalışmalarda bilimsel metotlar kullanılmadı. Çalışmalar ya ayrılıkçı ya da devletçi görüşlerden hareket ediyordu.
Dr. Atilla Sandıklı raporun hazırlanmasında, Uluslar arası Sivil Toplumu Destekleme Derneği’nin (CİSİDER) ve Diyarbakır Hizmet Vakfı’nın maddi ve manevi yardımlarını gördüklerin belirtiyor. Raporun yazımı Temmuz 2009 da tamamlanmış.
Kaynak: Kurdistan Post