Abant Platformu, 4-8 Temmuz 2008 günlerinde, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak konulu bir seminer düzenledi. Seminer Abant’ta yapıldı. 13 Eylül 2008 de, seminerin sonuç bildirisi üzerinde, Diyarbakır’da açıklamalar ve tartışmalar yapılacaktı. Diyarbakır’daki bazı sivil toplum kuruluşları Abant Platformu’yla bu konuda anlaşmaya varmışlardı. Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl, Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Alican Ebadinoğlu, Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Raif Türk, Güneydoğu Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, bu toplantı için çağırı da yapmışlardı. Abant Platformu’ndan ilgili kişiler, akademisyenler Diyarbakır’a gelecek, Kürt Sorunu: Barış ve Geleceği Birlikte Aramak seminerinin sonuç bildirgesini açıklayacak, toplantıya çağrılanlar da, bildiri üzerindeki düşüncelerini açıklayacak, tartışmalar yapılacaktı.
Toplantıyı düzenleyen beş sivil toplum örgütü, 12 Eylül günü yaptığı bir açıklamayla toplantının iptal edildiğini duyurdu. Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nden gelen tehditlerin toplantının iptal edilmesine neden olduğu anlaşılıyor. Abant Platformu tarafından düzenlenen, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak konulu seminerin, bu yılın İlkbahar aylarında Diyarbakır’da yapılması planlanmıştı. O zaman da, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nin tehditleri sonucu, seminer Diyarbakır’da yapılamamıştı. Seminer daha sonra Abant’da yapıldı. Son olay ile ilgili olarak, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Abant Platformu, daha önce de, Diyarbakır’da yapacağı, ‘Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak’ başlıklı toplantısı, gerçek yüzü teşhir olmasından dolayı, Abant’a taşımış ve orada yapmıştı. O zaman da bu girişimin bir günah çıkarma olduğu vurgulanmıştı.
Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi toplantıyı tertip edenleri ve katılımcıları şu ifadelerle tehdit ediyor. “İnisiyatif, Fetullah Gülen cemaatinin ve AKP’nin nerede ‘düşkün’ ve ‘kaçkın’ bir Kürt varsa, yanına almaya ve sahte bir Kürt oluşumu yaratmaya çalışıyor. Dünyanın hiçbir yerinde bir sorun, muhataplarına rağmen çözülememiştir. Kürt halkı ve onun temsilcisi olan siyaset kendi yol haritasını çizmiştir ve demokratik özerklik ilkesini benimsemiştir. AKP’nin temel anlayışı, ‘Kürtler şöyle dursun, biz onların sorunlarını çözeriz’ diyor. Bu nedenle, başta AKP olmak üzere, onların işbirlikçi yan kuruluşlarını uyarıyoruz. Ve hiçbir onurlu Kürt’ün, Abant Platformu benzeri tartışmalara katılmaması gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz. Bunu organize eden kesimleri de uyarıyoruz ve Diyarbakır’a gelmemeleri gerektiğini hatırlatıyoruz. Tersi bir durumda her türlü meşru eylem hakkını Kürtler geliştirecektir.”
Bu açıklamada “uyarı” sözcüğü kullanılıyorsa da, bunun bir tehdit içerdiği açıktır. Buysa ifade özgürlüğüne karşı bir konumlanmayı ifade eder. Halbuki Kürtler, her yerde, her koşulda, ifade özgürlüğünü savunmak durumundadır. Toplumsal, politik bir sorunun muhataplarına rağmen çözülememesi ifadesi de, kanımca çok doğrudur. Amma, bu, başkalarının da, örneğin Abant Platformu’nun da, Kürtlere, Kürt sorununa ilişkin bilgi üretmesine, bu bilgileri açıklamasına engel değildir. Bu tür toplantılara katılıp görüşlerini açıklamak daha doğrudur.
Geniş halk kitleleri arasında, gelişen, yaygınlaşan Kürtlük bilincine karşı sahte Kürt oluşumları yaratmak da, devletin temel politikalarındandır. Sahte Kürt politikalarına karşı mücadele etmek, bunları deşifre etmek, elbette gerekir. Buysa tehditle değil, bilgiyle, bu bilgileri, özellikle ilgili kurumların önünde kararlılıkla savunmakla, bunların gereklerini yerine getirmekle olur.
Bu tür konferansların, seminerlerin dikkate değer bir özelliği var. O da sorunun temel niteliğine, Kürt sorununu neden, bugüne kadar sorun olarak kaldığına dokunmamaktır. İran’da Kürdistan, Irak’ta Kürdistan, Suriye’de Kürdistan, Türkiye’de Kürdistan, Kafkasya’da, Ermenistan’da, Azerbaycan’da Kürdistan… Ama, Kürtlerin değil, İran’ın Kürdistan’ı, Irak’ın Kürdistan’ı, Suriye’nin Kürdistan’ı, Türkiye’nin Kürdistan’ı, Azerbaycan’ın, Ermenistan’ın Kürdistan’ı… Kürtler ve Kürdistan nasıl bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır? Kürtlerin Kürt toplumu olmaktan doğan hakları nasıl gasp edilmiştir? Kürt sorununun, temel niteliği budur. Bu konferanslarda, bu seminerlerde sorunun bu niteliğini gündeme getirmemek esastır. Bu görüşte, bu düşüncede olan araştırmacıların bu tür toplantılara davet edilmemeleri sık sık rastlanan bir olaydır. Ama, Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi de bu konuda kendini sorgulamalıdır. “Biz acaba Abant Platformu’ndan farklı bir şey mi yapıyoruz?” Abant Platformu veya benzeri kurumlar, bu konuyu gündeme getirmez, bu konuyu tartışmaz. Bilakis bu temel konuyu gizlemeye örtmeye çalışır ama, Kürtlerin bu konuyu gündeme getirmemeleri, bu döneme, bu ilişkilere açıklık getirmemeleri büyük bir eksikliktir, tarih bilincine ulaşmamak demektir. Abant’ta, Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak seminerinde yaptığı konuşmada, Cengiz Çandar, Kürt sorununun devlet sorunu olduğunu söylemiştir. Kürtçe eğitimin Kürtlerin doğal hakkı olduğunu vurgulamıştır. Kürtleri psikolojik olarak tatmin etmeden Kürt-Türk birlikteliğinin oluşamayacağını ifade etmiştir. Bunu da olumlu bir not kaydetmek gerekir. Gerçeğe ulaşmak, hakikati aramak şüphesiz vazgeçilmez bir tutum olmalıdır. Bunun yolu ise, eleştirmektir, tartışmaktır. Bunlar bilim yönteminin temel ilkeleridir. Tehdit ise anti-demokratik bir tutumdur, bilimsel gelişmeyi sekteye uğratır, boğar.
Burada, Diyarbakır’da, bu toplantıları organize eden sivil toplum kuruluşlarına da bir eleştiri yöneltmek gereği vardır. Bu kurumlar iki seferdir, tehditler üzerine ilan ettikleri toplantıyı iptal ediyor. Halbuki, toplantılar buna rağmen yapılabilmeliydi.
Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi’nin bildirisinde, “hiçbir onurlu Kürt bu tür toplantılara katılmamalıdır…” deniyor. Kanımca Kürtler, onur kavramını yerinde ve zamanında kullanmıyor. Onurlu olmak, onuru korumak, ulusal onuru savunmak elbette gereklidir. O zaman temel soru şu olmalıdır. Dünyada, Ortadoğu’da 40 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olacaksın, ama, uluslar arası ilişkilerde küçücük bir siyasal statün olmayacak. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, İslam Konferansı, İslam Kalkınma Örgütü gibi kurumlarda, hak-hukuk söz konusu edildiği zaman adın geçmeyecek, sadece “terör” denildiği zaman, “uluslar arası terör” denildiği zaman adın anılacak, o da şüphesiz, “terörün kökü kazınacaktır” anlayışı çerçevesinde. İşte, onur, ulusal onur bu çerçevede aranmalıdır, savunulmalıdır. Halbuki, Kürtlerin çok büyük bir kısmı, “biz kardeşiz” diyerek, “bin yıldır beraber yaşıyoruz” diyerek, “biz milliyetçi değiliz, devrimciyiz, enternasyonalistiz” diyerek bu tür konuları gündeme getirmekten uzak duruyor. Kürtler, Ortadoğu’da böylesine perişan bir görüntü sergilerken hangi onurdan söz ediliyor acaba?
29.8.2008 tarihinde, rizgarionline sitesinde bir haber yorum yayınlandı. Yazının başlığı, “Kürtlere dışkı yediren, Kürtleri katleden Türk subayları ceza yerine terfi aldılar” şeklindeydi. 1989’da, Cizre’nin bir köyünde cereyan eden, bir olaydan söz ediliyor. Bu olayla ilgili mahkeme gelişmeleri yakından biliniyor. Avrupa İnsan Hakları mahkemesi’nde açılan dava ve Türkiye’nin mahkumiyeti de biliniyor. Bunlar ayrı konu.
Diyarbakır Demokratik Halk İnisiyatifi, “kardeşlik”ten çok söz eden kesimlerden biridir. Böylesine süreçlerden, nasıl, “kardeşlik” gibi bir kavram üretiliyor acaba? Düşüncenin temeli maddi olgulardır. Maddi olgularla düşünce arasında yoğun bir bağ vardır. Maddi olgular köylerin yakılmasıdır, yıkılmasıdır, köylülere, ceza olsun diye bok yedirilmesidir. Batı bölgelerinde, örneğin Antalya’da, ormanlar yanarken, “yüreğimiz yanıyor” deyip yangının söndürülmesi için canla başla çalışılırken Kürt bölgelerinden ormanların bizzat devlet güçleri tarafından yakılmasıdır ve köylülerin yangınları söndürmek için yaptıkları girişimlerin engellenmesidir. Kürt bölgelerinden Karadeniz’e giden mevsimlik fındık işçilerinin çok ağır hakaretlerle, aşağılamalarla karşılaşmasıdır. Maddi olgular bunlardır. Bunlar gibi onlarcası daha sayılabilir. Bu maddi olgulardan, ilişkilerden “kardeşlik” gibi bir kavram nasıl üretilebiliyor acaba? Bu tutumda, bu düşünce biçiminde, bir sakatlık yok mu? Acaba, yıllar yıllar süren sömürge bile olamamak Kürtlerin DNA’larının mı bozmuş? Bütün bunların dışında, bu süreçleri bilimin ve siyasetsin kavramlarıyla açıklamak gerekir. Onur ve ahlak gibi etik kavramlar, bu ilişkileri açıklamakta yeterli ve uygun kavramlar değildir.
2004 Atina Olimpiyatlarına 204 devlet katıldı. 2008 Pekin Olimpiyatlarına 206 devlet katıldı. 2012 Londra Olimpiyatlarına katılacak devlet sayısı 210’u aşacak gibi görünmektedir. Kürtler ise, “devlet olmak iyi değildir”, “Devlet olmak başta Kürtlere zarar verir” deyip duruyor. Gürcistan-Oset savaşı, Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesi, Kafkasya’da cereyan eden fakat bütün dünyayı da ilgilendiren bir olay oluyor. Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi sonucu olarak Güney Osetya’nın ve Abazya’nın bağımsızlığından söz ediliyor. Nüfusu 70 bin olan Güney Osetya bağımsızlık istiyor, nüfusu 40 milyonu aşkın Kürtler bunu düşünemiyor. Bunda bir sakatlık yok mu? Gürcistan’ın sınırlarını, Gürcistan’nın toprak bütünlüğünü kişi olarak dert etmiyorum. Gürcistan tarafından baskı altında tutulan ulusların özgürlüklerine kavuşmaları beni daha çok ilgilendiriyor.
Dünyada herkes için iyi olan sadece Kürtler için kötü. Kürtlerin bütün söylemi hasımlarını rahatlatmaya yönelik. Kürtler kendileri için bir şey istemiyor, temel amaç hasımlarını rahatlatmak oluyor. Kürtler, hasımlarını rahatlatacak söylemi o kadar çok tekrarlıyorlar ki, giderek, düşüncelerini ve tutumlarını belirleyen de bu sahte söylem oluyor. Türkiye örneğin,
180 bin civarında olan Kıbrıs Türkü için bağımsız bir devlet isterken, Kürtlerin hakları-hukukları söz konusu olduğu zaman hemen terör kavramını gündeme getiriyor. Kaldı ki Kıbrıs Türklerinin nüfusu 1974’den önce 80 bin civarındaydı. Nüfus, müdahaleden sonra, Türkiye’den gönderilenlerle bu kadar büyüdü. Kürtlerse, Ortadoğu’nun ortasında, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış halleriyle bir yaşam sürdürüyor. Kürtler, “barış istiyoruz” diyorlar. Halbuki, Arap, Fars ve Türk uluslarıyla eşitlik istemeliler. Eşitlik olunca barış da olur. Ama her barış eşitliği getirmeyebilir. O zaman sorun yine devam eder.
29 Mart 2009 tarihinde yerel yönetim seçimleri yapılacak. Hükümetin, başta Diyarbakır olmak üzere belediyeleri Demokratik Toplum Partisi’nden almak için yoğun bir çaba içinde oluğu açık bir gerçektir. AKP’nin bu politikasını devletin teşvik ettiği de çok açık. Devletin AKP ile Batı illerinde laiklik konusunda bazı temel çelişkileri olabilir. Buralarda devlet AKP karşıtı bir politika izleyebilir. Ama, Kürt illerinde, AKP’nin desteklendiği, teşvik edildiği gün gibi ortadadır. Çünkü, Kürt sorununu dinsel akımlar içinde eritmek, geriletmek, devletin temel politikalarındandır. AKP bu konuda en elverişli bir partidir. Hükümetin bu konuda iki büyük olanağı da vardır. Birisi, merkezden belediyelere nüfusları oranında gönderilecek paralardır. Hükümet musluğu kapattığı zaman, DTP li belediyeleri zor durumlarda bırakabilir. Halka hizmet için maddi bir güç gerekir. Maddi güç temini sürekli olmayınca hizmetin aksaması doğaldır. Yeteri kadar hizmet olmadığındaysa, halk, DTP’den uzaklaşabilir. İkincisi ise, hükümetin, AKP’nin halkın iaşe-ibate sorunlarıyla ilgilenmesidir. Buna sadaka ekonomisi de deniyor. Kömür, un, bulgur, çay-şeker, zeytin vs. halkın aklını çelmede ciddi bir rol oynayabilir. Hükümetin, AKP’nin bu politikalarına, uygulamalarına karşı DTP ne yapabilir? DTP her şeyden önce seçmen tabanını genişletici bir yol izlemek durumundadır. Hükümetin iaşe-ibate uygulamaları, sadaka uygulamaları deşifre edilip halka gerçekleri anlatmak önemlidir. Köylerin yakılması yıkılmasıyla, temel geçim kaynaklarının tahrip edilmesiyle, koruculuk uygulamasıyla halk muhtaç duruma düşürülmekte, sonra da sadaka uygulamalarına girişerek halkın desteği sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu sürecin ahlaki bir yıkım olduğu deşifre edilmelidir.
Yerel yönetimlerde güç olmak, Kürtler için önemli olmalıdır. Başta Diyarbakır olmak üzere yerel yönetimler elbette korunmalıdır. 2004 seçimlerinde kaybedilen Van, Siirt, Bingöl gibi belediyeler tekrar kazanılmalıdır. 56 belediyenin yüze, yüzyirmiye çıkarılması hedef olmalıdır. Bunun için de seçmen tabanını genişletmek önemlidir. DTP bu konuda ittifaklarını yeniden gözden geçirmek durumundadır. Türk soluyla kurulan ittifakta bir + bir iki etmemektedir. Halbuki, DTP’nin kendi dışındaki Kürtlerle kuracağı bir ittifak sürecinde bir + bir ikiyi de geçebilir. Bu sürecin bir sinerji, moral güç yaratacağı besbellidir. Bütün bunlar, tehditlerle yaşama geçirilecek durumlar değildir. Dışlayıcı, yasaklayıcı değil, özgürlükçü bir tutum sahibi olmak vazgeçilmez bir tutum olmalıdır. Kardeşlik anlayışının Kürtlerin kendi içinde, Kürtler arasında sağlanması yaşamsaldır.
22 Eylül 2008
İsmail Beşikçi
* Kaynak: Kurdistan Post