19 Haziran 1971 de, Ankara’da tutuklanıp Diyarbakır’a götürülmüştüm. Sıkıyönetim tutukevindeki arkadaşlara , orada olmaları muhtemel olan, fakat ortada görülmeyen bazı arkadaşları sormuştum. Arkadaşların bir kısmının Güney’de olduğunu, Türkiye’de, Doğu’da, gerilla mücadelesi başlatmak için hazırlık içinde olduklarını söylediler. Bu bilgi beni çok şaşırtmıştı. Kürdlerin gerilla mücadelesi başlatacaklarını aklım, havsalam almamıştı.
O dönemde gerilla mücadelesi denildiği zaman, Vietnam akla gelirdi. 1950’lerin ortalarında Cezayir’de, Küba’da benzer halk hareketleri olmuştu. 1960’larda, Güney Amerika’da, Orta Amerika’da da benzer halk hareketleri yaşanıyordu. Filistin’de de böyle bir mücadele vardı.
1970’lerin ilk yarısında, Afrika’da, Portekiz sömürgelerinde, Gine Bissau’da, Angola’da ve Mozambik’de ulusal kurtuluş mücadeleleri yürütülüyordu. Güney Kürdistan’da, Mele Mustafa Barzani önderliğinde, peşmergenin yürüttüğü bir mücadele de vardı.
Fidel Castro (1926- ), Che Guevera (1928-1967), Ho Şi Minh (1890-1969) General Vo Nuguyen Giap (1911-2011) Yasser Arafat (1929-2004), Amilcar Cabral (1924-1973), Agostino Neto (1922-1979), Samora Machel (1933-1986), Partice Lumumba (1925-1961), Kwame Nkrumah (1909-1972), Leopold Sedar Senghor (1906-2001), Nelson Mandela (1918- ), Jomo Kenyatta (1894-1978), Julius Nyrere (1922-1999), Cemal Abdül Nasır (1918-1970), Ahmed Bin Bela (1918-2012), Huari Bumedyen (1932-1978), Martin Luther King (1929-1968) Malkolm X (1925-1965) Kaddafi (1942-2011), Saddam Hüseyin (1937-1906), Hafız Esed (1930-2000)…bilinen, takdir edilen, sohbetlerde adları sık sık geçen liderlerdi
Mele Mustafa Barzani (1903-1976) pek bilinmezdi. Peşmergenin mücadelesi de bilinmezdi. Bu koşullar içinde, Kuzey’de, böyle bir mücadelenin başlayabileceğini pek düşünemiyordum. (x)
Bu tarihten 12-13 yıl kadar sonra, 15 Ağustos 1984 de Kuzey Kürdistan’da da gerilla mücadelesi başladı. Mücadele hâlâ devam ediyor. Mücadelenin 30 yıla yaklaşan bir süredir devam ediyor olması dünyada bir ilk. NATO’nun ikinci güçlü ordusuna karşı bu mücadelenin sürdürülmesi yine dikkate değer bir durum. Türk ordusunun gerek sayı bakımından, gerek donanım ve eğitim-disiplin bakımından ilk beşte yer aldığı biliniyor. Bunun dışında, gerillaya karşı jandarmanın, polisin, Özel tim, JİTEM gibi gayri nizami unsurların, korucuların da kullanıldığı bir gerçek….
Bunların yanında mücadelenin, üniversite, yargı gibi devletin temel kurumları tarafından yoğun bir şekilde savunulan bir siyasal anlayışa karşı, resmi ideolojiye karşı yürütüldüğü de bir gerçek. Maddi ve manevi olarak, böyle donanımlı bir güce karşı bu mücadelenin sürdürülüyor olması, özellikle devletin ve hükümetin bilincine varması gereken bir durum ortaya koymaktadır.
15 Ağustos 1984 de gerilla mücadelesinin başlaması iç dinamiklerin işlemesiyle açıklanabilir. PKK’nin, 1970’lerin ortalarından itibaren Kürd halkını örgütlemeye çalıştığı görülmektedir. 1984 de küçük bir grupla mücadeleye başlamış, giderek geniş Kürd halk yığınlarının desteğini kazanmış, halklaşmıştır.
15-20 yıl kadar önce, örneğin bana, Irak’la ilgili, Irak’ın geleceğiyle ilgili 3-4 senaryo yaz, deselerdi. Ve bu senaryolar yazılsaydı… Bu senaryoların hiç birinde, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani’nin, Irak’a Cumhurbaşkanı olacağı yer almazdı. Böyle bir olguya ilişkin bir düşünce, bir olasılık dahi yer almazdı. 3-4 senaryo değil, daha fazlası da yazılsa bu duruma ilişkin bir düşünce bunlarda da yer almazdı.
Ama, 2003 Mart’ında ABD’nin ve koalisyon güçlerinin Irak’a müdahalesinden sonra, Irak siyasal hayatında yaşanan yeni ilişkiler ağında, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani Irak’a Cumhurbaşkanı oldu. Bu sürecin, bu ilişkilerin nasıl yaşandığı incelenmesi gereken bir konudur. Hatta, Celal Talabani, 2003 lerdeki geçiş Cumhurbaşkanlığı 4 yıllık birinci dönem Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra, ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı görevini de sürdürmektedir.
Bir de şunları düşünelim. Eğer 1994-1995 yıllarında, Celal Talabani, Mesut Barzani gibi Kürd liderler, gerginlik anlarında, şu veya bu şekilde, Saddam Hüseyin’in eline geçmiş olsalardı, Saddam Hüseyin onlara nasıl muamele ederdi?
Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani’nin, 2003’den sonra Irak’a Cumhurbaşkanı olması dış dinamiklerin getirdiği bir durumdur. Dış dinamiklerin Kürdlerin, Kürdistan’ın tarihindeki rolü çok büyüktür. Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, iç dinamikleri parçalamış, etkisiz bir hale getirmiştir. Bu da dış dinamiklerin rolünü arttırmıştır.
Birkaç yıl öncesine kadar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye tarafından tanınmıyordu, tanınmak istenmiyordu. Celal Talabani, Mesut Barzani gibi Kürd liderler “aşiret şefleri” diye küçümsenirdi.
Bugün, Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri dikkate alındığında, hükümetin “komşularla sıfır sorun” politikası dikkate alındığında, en güvenilir ilişkilerin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yürütüldüğü söylenmektedir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ticari ilişkilerin geliştiği, Kürdistan’dan çıkarılan petrolün, doğalgazın, Türkiye’ye taşınması için projeler yapıldığı konuşulmakta, tartışılmaktadır. Bağdat’taki merkezi hükümetle Türkiye’nin ilişkilerinin bozulması sürecinde, Güney Kürdistan’daki Kürd Federe Yönetimi’yle ilişkilerin geliştiği dikkati çekmektedir.
“Irak’a komşu Devletler Toplantıları”ndan, “Irak’a komşu Devletler İçişleri Bakanları Toplantıları”ndan, “Irak’a Komşu Devletler Dışişleri Bakanları Toplantıları”ndan, bugünlere nasıl gelindiği dikkate değer bir konudur. o dönemli hiç unutmamak, Türk yönetiminin Kürdistan algısını da hiç dikkatlerden uzak tutmayarak bu ilişkileri izlemek de yarar var.
Bu da kanımca, dış dinamiklerin ağır bastığı bir süreçtir. Henüz bir-iki yıl öncesine kadar böyle bir sürecin yaşanabileceğine hiç ihtimal vermezdim. ABD’nin Irak yönetimiyle, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle Türkiye’yle ilişkileri böyle bir sürecin yaşanmasına, gelişmesine neden olmaktadır. Bu ilişkiler çerçevesinde, Ergenekon davasının sürüyor olmasına, Türk ulusalcı anlayışının sorgulanıyor olmasına da işaret etmek gerekir.
Suriye’deki Kürdistan Kürdistan’ın en zayıf bölümü olarak algılanırdı. Bu bölge, öbür Kürdistan parçalarında mücadele yürütenler için bir sığınaktı. Bu bölgede yaşayan pek çok Kürd de, Suriye’de geçerli olan bir kimliğe bile sahip değildir.
Mart 2011 den beri, yani bir buçuk yıldır, Suriye’de, Beşşar Esed yönetimine karşı mücadele sürdürülmektedir. Suriye Ulusal Konseyi ve Hür Suriye Ordusu, Beşşar Esed rejimini devirmek, ve kendi yönetimlerini kurmak için yoğun bir mücadele içindedir.
Suriye Ulusal Konseyi’nde, daha çok Müslüman Kardeşler yer almaktadır. El Kaide de Suriye Ulusal Konseyi içindedir. Hür Suriye Ordusu ise, Suriye ordusundan ayrılan subaylar ve generaller tarafından kurulmuştur. Gerek Suriye Ulusal Konseyi, gerek Hür Suriye Ordusu, Türkiye tarafından desteklenmektedir. Türkiye’nin Suriye ile, Suriye muhalefeti ile ilgilenmesi, demokrasi gereği, bir ilgilenme değildir. “Beşşar Esed sonrası kurulacak rejimde, Kürdler bir hak sahibi olmasın” endişesiyle gösterilen bir ilgidir. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte, Hür Suriye Ordusu’nu silahlandırmaya çalışıyor. Bu, Müslüman Kardeşler’in ve el Kaide’nin de silahlandırılması anlamına gelmektedir.
Gerek Suriye Ulusal Konseyi, gerek Hür Suriye Ordusu, kuracakları yen rejimde, Kürd taleplerini karşılamayacaklarını, bu taleplere çok soğuk baktıklarını açık bir şekilde ortaya koyuyorlar. Türkiye’nin desteğiyle ve isteğiyle uyumlu olarak Kürdlerle aralarına ciddi mesafeler koymaya çalışıyorlar.
Kürdlerse, gerek Beşşar Esed yönetimiyle, gerek Suriye muhalefetiyle, belirli mesafede kalarak, kendi işlerini yürütüyorlar. Kendi kendilerini yönetmenin yolunu yordamını arıyorlar. Kürdlerin yaşadığı alanlarda kurumlaşmaya çalışıyorlar,çocuklar için, eğitim dili Kürdçe olan okullar kurmaya gayret ediyorlar.
İşte bu ilişkiler ağında hiç beklenmeyen bir durum ortaya çıkıyor. Beşşar Esed yönetimi, Temmuz ayı sonlarında, Kürd bölgelerinden askerlerini çekiyor. Qobani, Efrin, Amude, Terbesiye, Qamışl, Derik gibi Kürd kentlerinde Kürdler yönetimi ele geçiriyor. Ve buralarda özerk yönetimler kurmaya çalışıyorlar.Suriye Kürdleri Ulusal meclisi ve batı Kürdistan Halk Meclisi özerk yönetimi kurumlaştırmaya çalışıyorlar. Hewler’de, Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin inisiyatifiyle, bu konuda bir anlaşma da yaptılar. Bu, örneğin, Türkiye’nin hiç hesaplamadığı bir durumdur. Bu olayın, Türkiye’nin Suriye politikasını alt-üst ettiği söylenebilir.
Bir-iki yıl öncesine kadar, Suriye’de böyle bir durumun yaşanacağı hiç akla gelmezdi. Bu da Suriye Kürd toplumunun iç dinamiklerinden çok dış dinamiklerle ilgili bir durumdur. Suriye’de Beşşar Esed yönetiminin, Suriye Ulusal Konseyi’ne, Hür Suriye Ordusu’na Türkiye’ye karşı duruşu, Kürdlere yaşadıkları alanlarda, çok daha büyük bir ağırlık vermiştir. Kürdlerin Kürdistan’daki bu ağırlıkları zaman içinde çok daha büyüyecektir. Bu da açıktır.
Aslında, toplumsal siyasal süreçleri iç dinamikler, dış dinamikler diye ayırmak yersizdir. Dış dinamikler artık iç dinamikler olmuştur, iç dinamikler gibi işlev görmeye başlamıştır. İç dinamikler, dış dinamikler çok yoğun bir şekilde birbirlerini etkilemekte, birbirlerine dönüşmektedir. Hele hele Kürdistan konusunda, dik dinamik denen bazı unsurlar artık iç dinamik olmuştur. Örneğin Kürdistan parçaları, herhangi bir Kürdistan parçası için, artık, tam anlamıyla bir iç dinamiktir. Emperyal ve sömürgeci güçler tarafından çizilen sınırlar ortadan kalkmaya başlamıştır. En azından, insanların zihinlerinde bu sınırla erimeye başlamıştır.
Kürdler, fiili olarak özerk bölge kurma çabası içindedir. Bundan geri dönüş olacağı kanısında değilim. Müslüman kardeşler de zamanla buna alışacaklardır. Suriye için de federal bir yönetim düşünülebilir. Dürziler, Aleviler, Sünni Müslümanlar için özerk bölgeler kurulabilir.
Ermenilerin ve Süryanilerin hakları milli ve dini hakları korunarak federal bir yönetim oluşturulabilir. Müslüman Kardeşler, Hür Suriye Ordusu böyle bir anlayışa tepki gösterebilir Böyle olmasın diye direnebilir. Ama, Baas rejiminin Suriye’de de yaşam bulması artık mümkün olmayacaktır. Müslüman Kardeşler’in anti-demokratik, ırkçı düşüncelerinin yaşam bulması da öyle…
(x) 1971 baharında Güney Kürdistan’da meydana gelen “Saidler Olayı” Kürd tarihinde çok önemli bir konuya, çok önemli ilişkilere işaret etmektedir. Dr. Şıwan’ın, (Said Kırmızıtoprak) gerilla mücadelesi tasarlaması bu olayın temel boyutudur. Her iki Saidle ilgili senaryoyu yazan Türk istihbaratıdır. Diğerleri hep, ikinci, üçüncü derecede aktördür. Tetikçiler elbette Kürdtür. Bu, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesiyle, parçalanmasıyla, paylaşılmasıyla doğrudan doğruya ilgili olan, daha doğrusu bu sürecin sonuçlarından biri olarak yaşanan bir olaydır. Kişi olarak bu olayın bilincine o günlerde değil, çok sonraları, 1990’larda ulaştım. O günlerde de gerilla mücadelesi düşünenler olduğunu belirtmek için böyle bir nota gerek duydum.
http://www.serbesti.net/?id=1779