Perşembe, 22 Kasım 2012 18:15
Hasan Kaya’nın, Feridun Yazar’la yaptığı nehir söyleşi yayımlandı. Fanos Yayınları tarafından yayınlanan kitap “Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi Feridun Yazar” adını taşıyor. (Eylül 2012, İstanbul)
Kitabın 290. Sayfasında, İbrahim Gürbüz ile ilgili anlatımlar, iddialar var. Bu yazıda bu iddialarla ve anlatımlarla ilgili düşüncelerimi ve duygularımı belirtmeye çalışacağım.
1992 yılı Eylül ayı başları. Feridun Yazar’ın, Halkın Emek Partisi (HEP) Genel Başkanlığı’ndan ayrılmaya çalıştığı bir dönem. Feridun Yazar HEP Genel Başkanı olarak, İstanbul’da, Tuzla’da, Maltepe’de toplantılara katılıyor. Yanında Musa Anter de var. Feridun Yazar, Musa Anter halk içindeler. Halka konuşmalar da yapıyorlar.
HEP kafilesi, Tuzla, Maltepe yöresinden Bağcılar’a doğru giderlerken, Musa Anter, Feridun Yazar’a, “arabaya kimseyi alma, sana özel olarak anlatacaklarım var” diyor. Şoföre de “sen benim konuşmalarımı duyma” diyor. Şoförün ismi verilmiyor…
Bundan sonra Musa Anter Feridun Yazar’a şunları anlatıyor. “Benim durumum çok kötü. Param yok. Ev kirasını ödeyemiyorum. Enstitü ile oturduğum ev arasında çok mesafe var. Yol ücretlerini karşılayamıyorum. Dolabımda yiyecek yok. Çok perişanım. Ortada kaldım. Benimle ilgilenin… Oturduğum ev, Enstitüye çok uzak olduğu için, Enstitü’de kalmak, Enstitü’de yayıp kalkmak istedim. İbrahim Gürbüz buna karşı çıktı. İbrahim Gürbüz beni Enstitü’den kovdu. ‘Battaniyeni al git, kapının önünde otur, içkini de orada iç…” dedi.
Musa Ağabey, bunları etraflı bir şekilde anlatıyor, perişanlığını dile getiriyor. Kendisiyle ilgilenilmesini, partideki yöneticilerin de bu durumdan haberdar edilmesini, bu duruma çözüm bulunmasını istiyor.
Hasan Kaya’nın kitabında, Feridun Yazar’ın, Musa Anter’e atfen anlatımları beni çok şaşırttı. Bu bölümü şaşırarak okudum. Çünkü anlatımlar, iddialar, benim yaşadıklarıma gördüklerime çok zıttı.
O yıllarda, yani, 1989 sonlarında itibaren, 1990, 1991, 1992 yıllarında, Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü kuruluş çalışmaları çerçevesinde, İstanbul’a çok sık gelirdim. Bizzat gördüğüm, yaşadığım şuydu. Bu sürece belki on kere on iki kere belki daha fazla şahit olmuşumdur.
Mezopotamya Kültür Merkezi Tarlabaşı’ndaydı. MKM Başkanı İbrahim Gürbüz’dü. Musa Ağabey, Kartal’da, Rahmanlar’da Gülsuyu’nda oturuyordu. Evi oradaydı. Ev Musa Ağabey’in kendisine aitti. Musa Ağabey kirada oturmuyordu. İbrahim de o yıllarda, İçerenköy’de, daha sonra da Kayışdağı’nda oturuyordu.
Ev Musa Ağabey’e aitti. Musa Ağabey Dicle’den ve Anter’den söz ederek, “çocuklarım bana bu evi aldı” diye övünürdü. Gülsuyu’nda, tarlanın ortasında kurulan bir apartmanın bir dairesiydi. Etrafta yapılaşma yeni yeni başlıyordu. Musa Ağabey’in anılar kitabı bu evde hazırlandı. Musa Ağabey konuşur, Ahmet Zeki Okçuoğlu, konuşmaları banda alırdı.
Akşamları, Tarlabaşı’nda, MKM’den çıktıktan sonra arabaya biniyorduk. Araba İbrahim’indi ve arabayı İbrahim sürüyordu. Köprüyü geçtikten sonra, İstanbul-Ankara yolu üzerinde ilerlerdik. Arabada, Musa Ağabey, ben, olurduk. Bazen Abdurrahman Dürre Ağabey de olurdu. O da İbrahim’in oturduğu semte yakın bir yerde oturuyordu. Bişeng Ünsal’ı da o arabada birkaç defa görmüştüm.
Araba İstanbul-Ankara yolunda ilerlerken, belirli bir yerde, sağa veya sola döner, üst yola çıkardık. Üst yolda bir süre ilerledikten sonra, tekrar sağa veya sola döner, göbeği dolaşır alt yola inerdik… Bir süre daha ilerledikten sonra, İstanbul-Ankara yolunu bırakır, yan yollara, ara yollara girer buralarda ilerlerdik. 1990 yılının başlarında bu yol sistemi bana çok karışık gelirdi. Bir keresine Musa Ağabey’e sormuştum. “Bu kadar dolaşık yol sistemini nasıl öğrendin Musa Ağabey, ne zaman alt yola ineceksin, ne zaman göbeği dolaşıp üst yola çıkacaksın, ne zaman başka bir göbeği dolaşıp alt yola ineceksin, ne zaman yan yollara arayollara gireceksin… Bu karışık sistemi nasıl öğrendin Musa Ağabey?” demiştim.
Musa Ağabey, şöyle cevap vermişti. “Ben hiçbirşey öğrenmedim. Benim şoförün kapıyı açıyor, ben arkaya kuruluyorum. Etrafa bakarak seyahat ediyorum. Benim şoförüm ne zaman alt yola inilecek, ne zaman göbek dolaşılıp üst yola çıkılacak, ne zaman yan yollara, ara yolara girilecek… hepsini biliyor.” Bu sözlerden sonra şunu da söylerdi. “Kenan Evren’in şoförü herhangi bir şoför, benimki Yüksek Kimya Mühendisi”
Bu olaya en az on kere, on iki kere şahit olmuşumdur. Bu süreci yaşamışımdır. Ayrıca, haftada iki veya üç gün, Musa Ağabey’i sabahtan evinden alıp MKM’ye veya Kürt Enstitüsü’ne getirdiğini, akşam tekrar evine bıraktığını biliyorum.
Feridun Yazar’ın, Musa Anter’e atfen, İbrahim Gürbüz hakkındaki bu anlatımları, İbrahim’i karalayan, İtibarsızlaştırmaya çalışan bir anlatım. Çok önemli bir suçlama yapmasına rağmen, olaya şahit olan şoförün adını vermiyor.
Burada önemli bir yöntem hatası var. Bu suçlamalar karşısında, Feridun Yazar, İbrahim’i de bilgi sahibi kılmalıydı. “ Musa Anter senin kakında böyle söylüyor, sen ne diyorsun?” demeliydi. Bu daha o yıllarda, yani 1992 yılında yapılmalıydı. Hele hele anıların kitaplaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde muhakkak yapılmalıydı. Bunun yapılamaması önemli bir eksiklik.
Hasan Kaya da, böyle bir anlatım karşısında, Feridun yazar’a, “bu konular hakkında, İbrahim Gürbüz’le konuştunuz mu?” şeklinde bir soru sormalıydı. Hasan Kaya’nın bu tutumu da eksiklik. Feridun Yazar’ın, İbrahim Gürbüz’ü bilmediği anlaşılıyor. Hasan Kaya, İbrahim Gürbüz’ü, MKM’yi, Kürt Enstitüsü’nü yakından biliyordu.
Feridun Yazar, İbrahim Gürbüz’ü, MKM’yi, MKM’nin nasıl kurulduğunu, neler yaptığını, nasıl yaptığını bilmiyor. İstanbul Kürt Enstitüsü’nün nasıl kurulduğunu bilmiyor. Ama, aynı dönemde, Aynur Gürbüz, YKD löneticisi ve HEP Kadın Kollarında üyeydi. Filiz Oğuz MKM'de Zeynep partide etkin bir şekilde çalışıyorlardı. Ali Ekber uzun yıllar, Kadıköy, İlçe’nin yöneticiliğini yapmıştı.
Musa Anter, Feridun Yazar’a, “benim durumumu parti yöneticisi arkadaşlara bildir” diyor. Feridun da “bildireceğim” diyor. Peki, Feridun bu durumu parti yöneticisi arkadaşlarına bildirdi mi? Onlar ne dediler, kime anlattı, kim ne dedi?
Bu karalamaların kimseye bir yararı yoktur.
Mezopotamya Kültür Merkezi’nin kurulmasında, faaliyet yürütmesinde, İbrahim Gürbüz’ün çok büyük rolü vardır. Bu elbette çok olumlu bir roldür.
O zamanlar, Botan 3-4 yaşlarında bir çocuktu. Aynur, sabahleyin evden parti çalışmaları için ayrılırdı. İbrahim MKM’ye hareket ederdi. Botan’ı da yanında götürmek isterdi. Botan, “Ben Mezopotamya’ya gitmek istemiyorum, ben parka gitmek istiyorum” diye sızlanırdı. Bu sızlanmalara birkaç kere şahit olmuştum. Parkta oyun, eğlence ortamı vardı. İbrahim, Aynur, bu çalışmalar nedeniyle, Botan’la daha fazla ilgilenemezlerdi. Botan’ı parka daha çok dedeleri götürürdü.
Musa Ağabey’in Kürt Enstitüsü’nde kalma isteği ile ilgili olarak İbrahim , Musa Ağabey’e şöyle söylemiş olabilir. “Geceleyin buralarda kalmak doğru değil. Buralar güvenli bir yer değil. Evde kalmak daha doğru”. ‘Faili meçhul’ cinayetlerin yoğun olarak yaşandığı bir dönem’. 20 Eylül 1992’ de, Diyarbakır’da, Musa Ağabey’in öldürüldüğü biliniyor.
Binada langur-lungur bir asansör vardı. Sık sık aralarda durup sıkıntı yaratıyordu. Sabah-akşam saatlerinde, tenha durumlarda, asansörün kullanılması, ağır sıkıntıların yaşanmasına neden olabilirdi.
İbrahim’in Musa Ağabey’i yönlendirmesi mümkün değil. İbrahim, Kürt Enstitüsü’nde yönetim kurulu üyesiydi. Kürt Enstitüsü’nün Başkanı Musa Anter’di.
Öte yandan, Musa Anter, Hüseyin Musa Sağnıç, Abdurrahman Dürre, Cemşit Bender gibi ağabeylere, İbrahim’in çok saygılı davrandığını da yakından biliyorum. Yaşça büyüklere karşı bu saygı, İbrahim’in doğasında var.
1992 Newroz’unda Şırnak’a yoğun bir baskın düzenlenmişti. Şırnak günlerce bombalanmıştı. Evler, evlerin içindeki eşyalar, dayanıklı tüketim malları, tahrip edilmişti. Ama bu operasyonlar, Türk basınında yer almamıştı. Hükümetin ve basının, Basın Konseyi’nin bu tutumunu protesto etmek için İstanbul’da, üç günlük açlık grevi yapılmıştı. Açlık grevi, HEP Beşiktaş İlçe’de yapılmıştı.
Açlık grevine, Musa Anter, Hüseyin Musa Sağnıç, Abdurrahman Dürre, Recep Maraşlı, İbrahim Gürbüz, Eşber Yağmurdereli, Serhat Bucak, Filiz Oğuz, Edibe Şahin, Bilgesu Erenus, Sara Akan, Remzi Çakın, İsmail Beşikçi katılmıştı. 24 Mart’ta başlayan açlık grevi, 27 Mart’ta sona ermişti. O gün, Cağaloğlu’nda, Basın Konseyi’nin önünde, basın açıklaması yapılmıştı.
Açlık grevinde Musa Ağabey, müstehcen fıkralar anlatıyordu. Musa Ağabey, bu müstehcen fıkraları her zaman anlatıyordu. Açlık grevi sırasında da anlatmıştı. “Kendini Kiliseye vakfeden kadın”, “Sakat çocuğunu doktora götüren kadın”, “Yolda yürüyen genç kadına laf atılması”… Bu fıkralar gülüşmelere neden olurdu.
Açlık grevinde olanları kadınlar da ziyaret ederlerdi. Genç kadınlar, bir çocuğu kucaklarında, öbür çocuklarının da ellerinden tutarak gelirlerdi. Kadınlar, grevdekilere yardımcı olmak, onların duyguların düşüncelerini paylaşmak için çaba gösterirlerdi.
Musa Ağabey’in açlık grevinde müstehcen fıkralar anlatmasına, bunu genç kadınların önünde yapmasına çok şaşırıyordum. Açlık grevine katılan kadınlar da vardı. Acaba, Musa Ağabey, bunu neden yapıyordu? Genç kadınlar, bu fıkraları utanarak, yüzleri kızararak dinlerlerdi.
Musa Ağabey’e bu anlatımlardan birinde, anlatımdan sonra, “Musa Ağabey, neden bu fıkraları genç kadınları önünde anlatıyorsun?” diye sormuştum. “Onlar benim kızım, bir şey olmaz” demişti. “Musa Ağabeyi sen bunları Rahşan Hanım’a, Hale Hanım’a anlatabilir misin?”demiştim. Musa Ağabey, “onlar benim kızım, bir sakıncası yok” demişti.
Bir gün, tuvalete gitme gereğini hissettim. Mutfağın önünden geçerken, Musa Ağabey’in, orada, kendi başına bir şeyler içtiğini fark ettim. Arkadaşlardan bunun votka olduğunu öğrendim. Ama bu, yaygınlaştırılmaması gereken, gizli tutulmasına özen gösterilen bir bilgiydi. Açlık grevindekiler, su, şekerli su içerlerdi. Ama Musa Ağabey, votka içiyordu. Musa Ağabey’in sağlam bir midesi vardı. Aç karnına votka içerdi. Musa Ağabey, ona “aslan sütü” diyordu. “Aslan sütü”nü de, İbrahim Gürbüz’e aldırırdı. Bu, fıkra anlatımların psikolojik ortamını da biraz açıklıyor.
Bişeng Ünsal bu konuda ayrıntılı bilgi vermişti. Bişeng Şırnak’ın yıkılmasında sonra İstanbul’a gelmişti. Filizgil’de kalıyordu. Musa Ağabey’le beraber Kürt Enstitüsü’nde çalışıyordu.
MKM 1980’lerin sonlarında kurulmuştu. İbrahim’in bu konudaki emeği çok büyük. Kurucu başkanı İbrahim Gürbüz’dü. Başkanlığını uzun süre İbrahim yürüttü. MKM talimatla kurulan bir örgüt değildi. İbrahim’in arayışları sonunda kurulmuştu. Kürt Enstitüsü de böyle kurulmuştu.
İbrahim, MKM çevresinde yapılan konuşmalardan yazılardan dolayı, soruşturmalarla, davalarla karşılaştı. Bir davada ceza kesinleşti. Bundan dolayı firar durumu da yaşadı. Rewşen Dergisi MKM’nin katkılarıyla çıkıyordu.
İbrahim Gürbüz o dönemde, kömür dağıtım işiyle uğraşıyordu. Maddi durumu iyiydi. Kazancının önemli bir kısmın MKM için harcıyordu.
Ama o dönemde, genel olarak yoksulluk vardı. Çevremizdeki herkes yoksuldu. MKM, Kürt Enstitüsü yoksuldu. Avukatlar yoksuldu. Ama çok yoğun bir heyecan vardı. İnsanlar, bir iş yapmanın heyecanı içindeydiler. 18 Nisan 1992 de, Kürt Enstitüsü’nün açılış gününde, Abdurrahman Dürre, Hüseyin Musa Sağnıç, Cemşit Bender, Musa Anter, İsmet Şerif Vanlı… herkes heyecanlydı. Abdurrrahman Dürre Ağabey’in heyecanını hiç unutamam. Her zaman gözlerimin önündedir.
Bu heyecana rağmen yoksulluk sürüyordu. Hürriyet, Milliyet gibi günlük gazetelerde, zaman zaman, “İsmail Beşikçi’ye bir ceza daha”, “Beşikçi’nin cezası onaylandı” gibi kısa haberler olurdu. Bunlar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararlarıydı.
1994-1995 sularında bir gün, Ankara’da, cezaevinden, İstanbul’daki davalarımızla ilgilenen avukatımıza haber göndermiştim. Kararların, gerekçeli kararların, fotokopilerini istemiştim. İki hafta kadar sonra, avukatımızdan şöyle bir haber gelmişti. “İsmail Ağabey’e söyleyin, benim değil fotokopi çıkarmak, dolmuşa binip mahkemeye gidecek kadar bile param yok.”
O yıllarda, işler böyle yoksulluk ortamında yürütülürdü. Heyecan vardı. Genel olarak Kürd kurumları yoksuldu.
22.11.2012
gelawej.com