Bu yazıdaki Kürd herhangi bir Kürd’dür. Üç Kürd yazısında, üç Kürd tipinden söz edilmişti. Biri, milliyetçi, yurtsever düşüncelerinden ve eylemlerinden dolayı, idam edilmiş bir Kürd. İkincisi, bu kişiyi yakalatan, yargılayıp idam hükmü veren, bu idam hükmünü infaz eden bir Kürd. Üçüncüsü ise, evinde misafir ettiği bu Kürd’ün başına ödül konulduğunu öğrenince, bu ödülü almak için, onu ihbar edip yakalatan bir Kürd. Bu üç tutumu üç zihniyet olarak belirtebiliriz. Bu üç zihniyetinde, düşünceleri ve inançları çevresinde oluşan görüşleri, tavır ve davranışları çok farkıdır. İkinci ve üçüncü kategoride yer alan zihniyetlerin birbirlerini destekleyen, birbirlerini çoğaltan zihniyetler olduğu açıktır.
Üç Kürd ile ilgili süreç yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmişti. Acaba, yüz yıl sonra, bugünlerde durum nedir?
Bugün, her üç kesim de varlığını sürdürmektedir. Yurtsever-milliyetçi Kürdler çoğalmıştır, çoğalmaktadır. Ama, yurtsever, milliyetçi Kürdlere, çeşitli taktikler uygulayarak önlerini kesmeye çalışanlar da çoğalmaktadır.
İttihat ve Terakki’nin ‘vatanın tamamiyeti’ şeklinde ifade ettikleri bir sloganları vardı. 1908 İkinci Meşrutiyet döneminde, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında bu sloganları sık sık dile getiriyorlardı. Ama, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, 1916’da gerçekleşen Sykes-Picot-Sazanof Antlaşması’yla, 1920 Sevr Antlaşması’yla, Osmanlı vatanı bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Bu süreç içinde, Kürdistan bölünen parçalar arasında, ayrıca bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması bu süreci uluslar arası garanti altına alan bir antlaşmadır. O dönemin Kürd aydınları, bölünen Osmanlı ülkesinde, Kürdistan’ın, bölünen parçalar arasında ayrıca bölünmesine tepki göstermişlerdir.
20 Ekim 1921 de, Fransa’yla, BMM Hükümeti arasında bir anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşma, Fransız mandası (sömürgesi) Suriye’nin kuzey sınırlarını belirliyordu. Bu, resmen, Kürdleri, Kürdistan’ı bölen bir anlaşmaydı. O zaman, BMM’deki Kürd milletvekilleri bu anlaşmaya çok karşı çıkmışlardı. BMM hükümetini ve bu anlaşmaya onay verdiği için BMM’yi eleştirmişlerdi. O zaman Bitlis milletvekili olarak faaliyet yürüten Yusuf Ziya’nın, BMM’deki konuşmaları dikkate değer.
Yakındoğu İşleriyle İlgili Lozan Antlaşması, Osmanlı vatanının bölünmesini, paylaşılmasını, bu parçalar arasında, Kürdistan’ın ayrıca parçalanmasını ve paylaşılmasını onaylayan, bunun uluslararası garanti altına alan bir antlaşmadır. Lozan Konferansı 21 Kasım 1922 de başlamıştır. Konferansa çağrı yapan devletler, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya’dır. Bir yanda Türkiye, öbür yanda Yunanistan, Sırp-Hırvat Sloven Cumhuriyeti, bütün görüşmeler için çağrılmışlardır. ABD bütün görüşmeler için davet edilmiş, ama, Lozan Konferansı’na gözlemci olarak katılmıştır. Rusya, Bulgaristan, Boğazlar görüşmeleri için davet edilmişlerdir. Belçika ve Portekiz, ticaret ve yerleşme konularıyla ilgili olarak çağrılmışlardır. (Baskın Oran, ed. Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I 1919-1980, İletişim Yayınları, 2. bs. 2001, İstanbul, s. 216- 217
Lozan Konferansı’na İsmet İnönü başkanlığında bir heyet katıldı. Heyette, Dr. Rıza Nur, Yahya Kemal (Beyatlı), Ruşen Eşref (Ünaydın) Yusuf Hikmet (Bayur) gibi isimler yer alıyordu.
Lozan Konferansı’nın konuştuğu önemli konulardan biri Kürdistan sorunuydu. Bu Kürdlerin, Kürdistan’ın geleceğini belirleyen bir konferanstı. Ama konferansta Kürdler temsil edilmiyordu. Kürdlerin geleceğini belirleyen ama Kürtlerin katılmasının engellendiği bir konferans… Bu konuyla ilgili görüşmeler hep kulislerde yapıldı. Sorun kulislerde yapılan görüşmelerle çözüldü. Resmi oturumlarda bu sonuçlar kağıt üzerine geçirildi. Mustafa Kemal, bu durumu, Sevr’de ve Mart 1921 Londra Konferansı’ndaki görüşmelere dikkat çekerek, Mart 1922’deki Londra görüşmelerinde ‘bahis yok’ dedikten sonra, Lozan’da, ‘mevzubahis ettirilmedi’ diye belirtmektedir. Yusuf Hikmet Bayur, Yeni Türkiye Devleti’nin Harici Siyaseti, Edebiyat Fakültesi, Talebe Cemiyeti Neşriyatı, İstanbul 1935, s. 116-139
Lozan Konferansı’nda, Türk heyetinin yaptığı görüşmeler BMM’de de tartışılıyordu. Görüşmeler sırasında, Kürdistan üzerindeki bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın onaylanma sürecinin yaşandığı da anlaşılmıştır. 4 Şubat 1923 de, Lozan görüşmeleri kesildi. Türk heyeti Ankara’ya döndü. 23 Nisan 1023’e kadar, yani, Lozan Konferansı yeniden başlayıncaya kadar, Kürdistan’ın bu durumu üzerinde tartışmalar oldu. Yusuf Ziya ve BMM’deki öbür Kürd milletvekilleri Kürdistan’ın bölünmesinden, parçalanmasında ve paylaşılmasından dolayı, Türk heyetini sert sözlerle eleştirdiler. Bunun, Kürdler ve Kürdistan için felaket olacağını belirttiler. Osmanlı vatanının tamamiyetini savundular. Bölünme, paylaşılma olacaksa bile, Kürdistan bir ülkede kalmalıdır, parçalanmamalıdır dediler.
Günümüzün Kürdlerinin önemli bir kesimi, bölünme, parçalanma, paylaşılma konusuna hassas bir yaklaşım içinde değil. Halbuki, bu durum, Kürd sorununun, Kürdistan sorununun temelidir. Özellikle Türkçe yazan Kürdlerin bir kısmında bu sürece ilgisizliği görmek mümkündür. Türkçe yazanlar, ‘tarafsızlık’ adı altında, kendi sorunlarını değil, Afrika’daki, Ortadoğu’daki herhangi bir ülkenin sorunlarını tartışıyor gibi davranıyorlar. Örneğin, Filistinli Arapların sorununa karşı daha sıcak, daha ilgili oldukları söylenebilir. Araştırmacıların, İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dillerde yazmaları bu sorunun özünde bir değişiklik yapmıyor. Bu kanımca dil ile ilgili bir sorundur. Hangi dille yazıyorsanız, hangi dille konuşuyorsanız ilgili devletin, halkın siyasal kültürüyle hareket ediyorsunuz. Bu, şuur altında gelişen bir süreç. Kürdçe yazanların, konuşanların, bu temel sürece, daha sıcak, ilgiyle yaklaştıkları söylenebilir.
Genel olarak gerek Türk araştırmacılar, gerek batılı araştırmacılar, Sykes-Picot-Sazanof antlaşmasını, Sevr Antlaşmasını, Lozan Antlaşmasını, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarının bölüşülmesi diye anlatırlar. Bazı Kürd yazarlar da böyle yazmaktadır. Bu yazarlar, Kürdlerden, Kürdistan’dan hiç söz etmeyerek, yok sayarak, Kürdistan’ı da Arap toprakları çerçevesinde değerlendirmektedirler. Halbuki, Kürdistan, Arap topraklarından ayrı bir ülkedir. Kuzey Mezopotamya’nın, Kürdistan’ın ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Kürdistan’ı Arap toprakları içinde değerlendirmek, Baasçı bir anlayıştır. Bu, 1920’lerden beri gelişen Kürd ulusal mücadelesini görmemek, hiçe saymak anlamına gelmektedir.
1920’lerde, Arap dünyasının bölünmesiyle, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması arasında çok büyük farklar vardır. Arap toplumunun bölünen parçaları, ileride, ayrı ayrı bağımsız devletler olarak organize olmuşladır. Kürdlerin, Kürdistan’ın ise statüsüz bırakılmasına özen gösterilmiştir. Bölünen parçalar, ilgili devletlerin toprağı sayılmaktadır. Manda, sömürge alt düzeyde de olsa bir statüdür. Kürdler, Kürdistan statüsüzdür.
Bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış uluslar, ülkeler, bu tarihsel operasyonların bilincine vardıkları zaman, ulusal mücadelenin çok hızlı ve yaygın bir şekilde gelişeceğini düşünüyordum. Ama bu süreci alanda izlediğimiz zaman fiili durumun böyle gelişmediğini görüyoruz. Bu durumun bilincine varma kolay gerçekleşmiyor. Dış dinamiklerin, iç dinamiklere göre daha etkili olduğunu görüyoruz.
Bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış uluslar, ülkeler söz konusu olduğu zaman, dünyada Kürdler, Kürdistan ilk akla gelmektedir. Yakındoğu’da Ortadoğu’da, örneğin, İran, Afganistan, Pakistan arasına bu tür operasyonlarla karşılaşan Belucilerin, Belucistan’ın durumu da böyledir. Ama, Kürdlerin durumu çok farklıdır. Kürdlerin, Kürdistan’ın sahip olduğu yer altı zenginlikleri, onları, emperyal politikaların daha çok hedefi haline getirmiştir.
Dış dinamikler denildiği zaman, Kürdler için, Türkiye, İran, Irak, Suriye’den gelen etkilerle İngiltere, Fransa, ABD, Rusya gibi büyük devletlerden gelen etkileri ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Zamana ve mekana göre bu etkiler elbette değişmektedir. Ve bu etkilerin tarihsel olarak incelenmesi gerekir.
Günümüzdeki temel süreçlere baktığımız zaman şunu görüyoruz. Kürdistan’a, Kürdlere yakın devletlerden gelen etkiler daha belirleyici olmaya başlamıştır. Bu devletlerin, Kürd düşüncesine, Kürd eylemine ikili bir etkisinden söz etmek mümkündür. Bir defa, Kürdlerin, Kürd olmaktan, Kürd toplumu, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarına karşı olduklarını vurgularlar. Yerine ve zamanına göre, karşı olmayı, kesinliğe varan açılamalarla ifade etmekten geri durmazlar. Kürd devletine, Kürd federasyonuna, Kürd özerkliğine vs. karşı olduklarını vurgularlar. İkinci olarak, Kürd toplumunda ortaya çıkan anlaşmazlıkların, büyümesi için, derinleşmesi, çoğalması yaygınlaşması için çaba gösterirler. Bu anlaşmazlıkları büyütmek, derinleştirmek, yaygınlaştırmak, sistematik bir devlet politikası haline gelir.
Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması, paylaşılması çok önemli bir olgudur. Bu sürecin kavranması, bunun bilincine varılması çok önemlidir. Bu sürecin çok önemli bir sonucu, coğrafyanın yanında, siyasal partilerin, örgütlerin de bu devletlerin çıkarları doğrultusunda bölünmesidir. Partiler, örgütler, Kürdlerin, Kürdistan’ın genel çıkarları doğrultusunda bir araya gelememekte, her siyasal parti, her örgüt, kendi örgütsel çıkarlarını ön plana koymaktadır. Bu örgütler, partiler, kendi örgütsel çıkarlarını, Kürdlerin, Kürdistan’ın gerçek çıkarları buradadır diye savunmaktadır. Bu çok olumsuz durumun üstesinden gelmenin tek yolu, bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın bilincine varmaktır. Bunun için yüksek Kürd/Kürdistan bilincine ulaşmak önemli olmalıdır. Bu çok olumuz durumun bilincine varıldığı zaman, yan yana gelme kendiliğinden gelişir.
3 Mart 2017 günü, Şengal’de meydana gelen çatışma bu bakımlardan görmezlikten gelinemez. İran, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, bağımsızlık konusundaki düşüncesine bu yolda geliştirdiği diplomasiye karşıdır. İran Kürd karşıtlığını her yerde, her zaman ifade etmektedir. Haşdi Şabi, Irak’ta Kürdlere karşı olan bir örgüttür. Bunu, düşüncesiyle, eylemiyle sık sık ortaya koymaktadır. Haşdi Şabi, Irak ordusunun yanında milis bir güçtür. Irak merkezi hükümeti, peşmergeye yasalar gereği verilmesi gereken ödemeleri yapmamakta, ama, Haşdi Şabi’yi, her türlü savaş araç ve gereçleriyle, donatmaktadır. Haşdi Şabi, Bağdat hükümetinde devamla maaş almaktadır. Haşdi Şabi, IŞİD’den çok Kürdlerle çatışmaktadır. Peşmergenin, IŞİD’den kurtardığı alanlarda üs kurmaya, o alanları işgal etmeye çalışmaktadır. İran’ın, Irak’ın yoğun desteğine sahiptir.
YBŞ, Şengal’de, Ağustos 2014’den sonra, PKK/KCK tarafından kurulmuş bir örgüttür. Şengal’deki Ezidi Kürdlerinde içinde yer almasına özen gösterilen bir örgüttür. YBŞ Haşdi Şabi ile ilişki içindedir. Haşdi Şabi’den, dolayısıyla Irak merkezi hükümetinden maaş almaktadır. Irak, İran YBŞ’ye askeri destek vermektedir.
3 Mart 2017’ günü, YBŞ’nin, PKK’nin, peşmergeye saldırması dikkatlerden uzak değildir. Haşdi Şabi’nin Başur’dan Rojava’ya geçişine destek veren PKK(YPG’nin), Roj Peşmergelerinin geçişine engel olmaları, bağımsız Kürdistan’a karşı duran İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin, isteklerinin yaşama geçmesi anlamına gelmektedir. Bu tür saldırıların, Kürdistan’ın bağımsızlığının açıklandığı dönemlerde meydana geldiği bilinmektedir. 26-27 Şubat 2017 tarihlerinde, Başkan Mesut Barzani’nin, Türkiye ziyaretinden, hemen, kısa bir süre sonra meydana geldiği yine bilinmektedir. İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Kürd karşıtlığını PKK/KCK eliyle yaşama geçirmesi, günümüzde yaşanan çok önemli bir süreçtir.
YBŞ komutanı Seyd Hasan’ın, Irak kimliğini korumak için Kürdistan’la savaştık demesi, PKK/KCK’nin, Kürdistan hükümetine silah vermeyin diye Avrupa’ya çağrı yapması, süreci açıklayan gelişmelerdir.
YBŞ’lilerin bir kısmı, ‘biz Kürd değiliz, Ezidiyiz’ demektedir. Bunlar Saddam Hüseyin döneminde rejime koruculuk yapan Ezidilerdir. Bunların küçük bir grup olduğu söylenmektedir. Ezidi uzmanları, ‘biz Kürd değiliz, Ezidiyiz’ sözlerinin Kürdçe söylendiğini de vurgulamaktadır. Bu, Baasçı ideolojin, Ezidi düşüncesini, Ezidi toplumunu, nasıl etkilediğini de ortaya koymaktadır. Bu, Baas Partisi’nin Ezidileri, kendi kendilerine yabancılaştırdığını göstermektedir.
PKK/KCK bağımsız Kürd devletine karşı olduklarını vurgulamaktadır. ‘Amacımız, Türkiye’yi, Ortadoğu’yu demokratikleşmektir” demektedir. O zaman, şu soruyu sormak önemlidir: Türkiye’yi demokratikleştirmek için gerilla mücadelesi gerekiyorsa, Türkiye’nin Akdeniz, Ege, Karadeniz yörelerinde, iç kesimlerinde, Trakya’da vs. neden gerilla yok ? Neden hep Kürd şehirleri yakılıyor, yıkılıyor? İnsanların, kendi kafalarıyla düşünmeleri, süreci sorgulamaları önemlidir.
Güney Kürdistan’daki Kürd hükümetinin, Türkiye ile ilişkilerini, ‘Güney hükümeti, Türkiye’nin Kürdistan’da yaşattığı zulmü destekliyor’ şeklinde değerlendirmek sağlıklı bir değerlendirme değildir. Bu ilişkileri, ekonomik, diplomatik ilişkiler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu konuda Çetin Çeko’nun, AKP ve KDP başlıklı yazısı, süreci açıklamaktadır. (www.nerinaazad.com 11 Mart 207)
(Not: Bundan önceki yazıya (İki Kürd) Kürdçe imla kurallarına uyulmamış, şeklinde eleştiriler yapılmıştır. Bu eleştiriler haklıdır. Kürdçe yazım kurallarına uymak elbette çok önemlidir. Bilgisayarda, e,i harfleri üzerine şapka işareti koyan bir program vardı. Ama bu program silinmiş. Bu yazıda da böyle eksiklikler olabilir. Okuyuculardan özür diliyorum.)