×
Ayrılıkçı Yazılar
İsmail Beşikçi
Ayrılıkçı Yazılar
Ana akım Kürd siyasal hareketi, ‘ayrılıkçı’ olmadığını, yemin- billah ederek döne döne ifade etmektedir. Bu yaranmacı tutumun, Kürdlere küçücük bir hayrı yoktur. Fuad Önen (1954, Derik) Ayrılıkçı Yazılar kitabında hep yol yürüd...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (1167)


Seyidlik-Şeriflik
İsmail Beşikçi
Seyidlik-Şeriflik
‘Soyum Ehl i-Beyt’ tir demek,  ben Arab’ım demektir. Ehl-i Beyt ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’i, kızı, Hz. Fatıma’yı, damadı ve  amcasının oğlu Hz.  Ali’yi, Hz. Ali’nin oğulları Hz. Has...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (637)


Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
İsmail Beşikçi
Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
Dünyanın dört bir tarafına savrulan Yahudilerin, 2000 sene sonra, 14 Mayıs 1948’de bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğunu belirtmiştim. Bu yurtseverlik Kürdlerde yok. Bunca savaşlara, bunca sürgünlere, aslı...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (846)


Doktor Said
İsmail Beşikçi
Doktor Said
Gerek Aysel Çürükkaya, gerek Selim Çürükkaya, tören sırasında çok önemli konuşmalar yaptılar. Ama konuşmalarını Türkçe yaptılar. Bu, kişi olarak bende biraz burukluk yarattı. Çünkü bu ulusal ruh kavramına aykırı bir tutumdur. Ulusal ruh, ulusun anadi...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2630)


30 Eylül’de Seçim
İsmail Beşikçi
30 Eylül’de Seçim
Kürdler, Kürdistan 16 Ekim 2017 sabahında, çok büyük, çok ağır bir darbeyle karşılaştı. Halbuki, 25 Eylül 2017 referandumu sonunda çok başarılı bir sonuç elde edilmişti. Bu çok olumlu sonucu bozmak için hasım güçlerle işbirliği yapmak, gizli anlaşmal...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2732)


Geleceğini Belirleme Hakkı ve Kürdler
İsmail Beşikçi
Referandum ilanından sonra, sık sık yapılan bu açıklamalar şu anlama geliyordu. Siz  Kürdler, kendi geleceğinizi belirleme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz. Siz kendinizi yönetemezsiniz.  Siz şimdiye kadar h...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2408)


Afrin savaşı uzun sürecek
İsmail Beşikçi
Afrin savaşı uzun sürecek
Avrupa’yı Avrupa yapan bazı değerler vardır. Ama Avrupa, Kürd/Kürdistan sorunlarına bu değerlerle yanaşmamaktadır; Ortadoğu’nun otoriter, baskıcı, ırkçı, mezhepçi değerleriyle yaklaşmaktadır. Bu bakımdan 1920’lerde kurulan Kürdlere,...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2971)


Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
İsmail Beşikçi
Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
Tarihte, Kürdler için ‘Yiğit bir halk’, ‘Kahraman bir halk’ ‘Gözünü budaktan esirgemeyen bir halk’ gibi ifadeler, kavramlar kullanılır. Kürdlerin davranışları bu tür nitelemelerle dile getirilir. Kürdler, başka bir...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3045)


Kürdler Zoru Başardı
İsmail Beşikçi
Kürdler Zoru Başardı
Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a,  Komel’e rağmen, YNK’nin,  Ala Talabani, Bafil Talabani  gibi bir kesimine rağmen,  ABD’ye, İngiltere&rsqu...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2887)


Güvenlik...
İsmail Beşikçi
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Kürdlerin ulusal istemleri, bu doğrultuda geliştirdikleri mücadeleler her zaman, Irak’ın güvenliği sorununu, bu sorun çevresinde gelişen endişeleri gündeme getirmektedir. Bu istemler, bu mücadeleler, sadec...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (2366)


Page 1 of 17First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
21

Kimlik, insanın toplumsal varlığını diğer insanlardan ayırt eden belirtiler, nitelikler ve özelliklerdir.  Bu nitelikler, belirtiler ve özellikler o insanın belirli bir kimse olmasını sağlar. İnsanların bir kimliği olduğu gibi, halkların, milletlerin de kimliği vardır. Bir halka, bir millete kimliğini veren en temel etken dilidir. Dili varsa o halk, o millet  vardır, dili yoksa o halk, o millet şu veya bu  nedenlerle dilini kaybetmişse, o halkın, o milletin varolduğunu söylemek bir avunmadır.  Amin Maolouf,  Ölümcül Kimliklerkitabındabuna kimlik dili diyor. ( Çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yay. 7.bs. Ocak 2001, s.108-109, 113)

 
Demokratik bir toplumda, insanlar, çeşitli örgütlerin, çeşitli grupların üyesi olabilirler.  Sinema sevenler derneği, göçmenler derneği, yazarlar derneği, gazeteciler derneği,  işadamları derneği, üniversite öğretim üyeleri derneği, resim koleksiyoncuları topluluğu vs.  İnsanlar bir siyasal partinin, bir sendikanın üyesi de olabilirler. Bir spor kulübünün, bir futbol takımının taraftarı da olabilirler. Bütün bunlar da insanların kimliklerinin oluşmasında rol oynarlar. İnsanlar, çeşitli derneklerde,  sendikalarda, siyasal partilerde, çeşitli gruplaşmalarda yer alabilirler. Bütün bu karmaşık ilişkiler içinde insanların kimliğini oluşturan, kimliğe şekil veren temel unsur dildir. İnsanın anadilidir. Bunun için buna  kimlik dili deniyor.
 
Kimliğin oluşmasında dinin de çok önemli bir rolü vardır. Fakat dil ve din karşılaştırıldığında  kimliğin oluşumunda rol oynayan en önemli unsurun  yine dil olduğu söylenebilir. Amin Maolouf, İsrail’in İkinci Dünya Savaşı sonunda millet olarak ortaya çıkışının önemli bir dinamiğinin, İsrail Devleti’nin ortaya çıkışına yön veren  temel etmenin modern İbranice olduğunu söylemektedir. İsrailliler, modern İbranice sayesinde,  kendilerinin milli bir dille donatmışlardır.  Amin Maolouf şunu da vurgulamaktadır:  “Kırk yıl İsrail’de kalıp da Sinagog’a adımını atmamış bir kişi, bir anda toplum dışına atılmayacaktır.  Orada kırk yıl yaşayıp da,  İbranice öğrenmek istemeyen birisi içinse aynı şey söylenemez.” (s. 108)
 
Kürt kimliğinin oluşmasına şekil ve içerik veren temel unsur, inkar  ve imha siyasetidir. Bu politikayı anlamaya, kavramaya çalışmak,  bu politikayı uygulamanın nedenleri, politikanın nasıl uygulandığı konusunda düşünmek, Kürt kimliğinin oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kimliğin oluşmasında temel unsurun dil olduğunu, anadil olduğunu ifade etmeye çalıştık. Kürt kimliğinin oluşmasındaki temel unsur ise, Kürtlere ve Kürtçe’ye ilişkin olarak yürütülen inkar, imha ve ret siyasetleridir.  Kürtlerde toplum bilinci ve tarih bilinci yaratan en önemli etmen bu ret , inkar ve imha  sürecidir. Bu süreç duyguların ve düşüncelerin oluşmasında etkili olan  bir dinamik olmaktadır.
 
 Türkiye’de Kürtlere ve Kürtçe’ye yönelik ana politika asimilasyondur. Asimilasyon en temel olan devlet politikasıdır. Bu, kökleri Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine, İttihat ve Terakki yönetimine kadar  uzanan bir politikadır. Cumhuriyet’le birlikte daha bilinçli, daha kapsamlı ve daha yoğun bir şekilde uygulanan bir devlet politikasıdır. Asimilasyon yani Kürtlerin Türklüğe asimilasyonunu gerçekleştirmek için her yol mübah sayılıyor. Kamu yönetimi, okul-eğitim kurumları, basın-medya, asimilasyonu sağlamak için etkin bir şekilde kullanılıyor. 1920’lerde, 1930’larda gerçekleşen ayaklanmalardan sonra, şeyhlerden, toprak sahiplerinden, aşiretlerden bazı geniş aileler sürgün edilirdi. Yani bu aileler, yerlerinden-yurtlarından, toplumlarından koparılır, Türkiye’nin batı taraflarına küçük küçük birimler halinde parçalanarak savrulurlardı. Sürgün edilenler arasında,  ayaklanmaya katılmayan, hatta şu veya bu şekilde,  devlete destek veren aileler de olurdu.  Siirt taraflarında Bişare Çeto, Diyarbakır taraflarında Cemilpaşazadeler bu tür ailelerdendi.  Bu ailelerin de sürgün edilmelerinin temel nedeni, belirli bir bölgedeki Kürt yoğunluğunu azaltmak isteğiydi.  Ailenin parçalanması, bu parçaların, batı yörelerinde,  Türk nüfusun yoğun olduğu yerlere serpiştirilmesi asimilasyon için, aile bireylerinin davadan  uzaklaştırılması için elverişli bir durum yaratıyordu. Bu sürgünlerin aile bireylerinde,  kadınlarda, çocuklarda, ne kadar derin travmalar yarattığı açıktır. Bu süreci Cemilpaşalar’dan Nejat Cemiloğlu şöyle anlatıyor:  “Kürt olduğumuzu, zulüm gördüğümüzü  asimile edildiğimizi çoğumuz biriliz ama, Cemilpaşazadeler’den, Türkiye’de olanların hiçbiri,  Kürt sorunuyla, ‘Kürtçülük’le uğraşmamıştır.”  (MalmisanijDiyarbekirli Cemilpaşazadeler  ve Kürt Milliyetçiliği,  (Avesta, 2004, s. 402)  Nejat Cemiloğlu, 1926’da ve 1936’da,  ailenin nasıl sürgün edildiğini,  sürgünlerde yaşadıkları mağduriyetleri,  anlatmaktadır.  (s. 396 vd.)
 
 Bişare Çeto’ya sormuşlar:  Sizin aile ayaklanmaya katılmadı, hatta, devlete yardım bile etti. Ama sizin aileniz de sürgün edildi. Sizler de sürgünlere gittiniz. Bu konudaki  duygularınız nedir?  Bişare Çeto şöyle demiş:
 
Bişare Çeto, kerida keto...
 
 Beylerin eşeğe binmesi çok ayıp bir şeydir.  Rastlanabilecek, olabilecek bir şey değildir.  Hele hele bir de eşekten düşmesi... Bişare Çeto, eşekten düşmüş gibi olduklarını, hayatının sonuna kadar, birey olarak, aile olarak bu ayıpla birlikte yaşayacaklarını anlatmak istemiş.
 
40-50 yaşlarındaki Kürtler, kuşkusuz daha ileri yaşlardaki Kürtler, çocukluk dönemlerine  ilişkin anılarını anlatırken, şöyle konuşmaktadırlar: “İlkokula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum. Öğretmen, sınıfta, okulda Kürtçe konuşmamamız için çok yoğun baskı yapıyordu. Sınıfta, okul bahçesinde Kürtçe konuşanlara durmadan ceza veriyordu. Kulaklarımızdan tutup kafalarımızı duvara  çarpıyordu.  Ellerimize, tırnaklarımızın ucuna cetvelle vuruyordu...”
 

 



 
 
 
 
 

Kürtçe’yi unutturmak ve Türkçe’yi öğretmek için çok yoğun bir gayret var.  Bunun için her yol mübah sayılıyor. Mesleğe yeni başlayan genç bir öğretmen de  şöyle bir şey anlatmıştı :  Bingöl taraflarında bir köye tayin edilmiştim.  Mesleğe yeni başlıyordum. Okulda çok şey eksikti. Duvarlarda, çatıda, pencerelerde çok büyük sorunlar vardı. Kırtasiye eksikti. Çeşitli olumsuzluklar, olanaksızlıklar vardı. Öğrencilerle, ailelerle rahat ilişki kuramıyordum. Kürtçe konuşuyorlardı. Bu sorunları, Bingöl’e gidip Milli Eğitim Müdürlüğüyle konuşmaya karar verdim. Bunun için, okulun, bina olarak  gereksinimleriyle ve kırtasiye gereksinimleriyle ilgili bir liste hazırladım. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bunları karşılayacağını düşünüyordum. O zamanlar çok idealisttim. Milli Eğitim Müdürü’yle görüştüm. Müdür beni dinledi. İhtiyaç listesini inceledi.  Daha sonra bana şunları söyledi:  ‘Hoca, bizim öğretmen olarak senden istediğimiz çok basittir. İki şey istiyoruz. Bu iki konuyu öğretmeni istiyoruz. Birinci olarak onlara Türk olduklarını, Ortasya’dan geldiklerini öğret, buna bağlı olarak Türkçe öğret. O ilkel dillerini konuşmalarına engel ol, o ilkel dillerini  unutmalarını sağla,  bunun için her türlü önlemi al. Türk olmanın mutluluğunu yaşamalarını sağla... İkinci olarak da onlara Müslüman olduklarını, din kardeşi olduğumuzu öğret. Bunları öğret yeter, gerisi teferruat, önemli değil. Bunları öğretmek için de listedeki malzemeler gerekli değildir.  Müdür bunları söyleyerek listeyi bana verdi. Müdür Türkiye ve Ortaasya haritalarının olup olmadığın da sordu. Bunları temin etmem gerektiğini söyledi. Odadan sessizce çıktım. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım.’

 

 
Olay 1970’lerin ortalarında cereyan ediyor. Kürtlere, Kürt çocuklarına, Türkçe’yi öğretmek, Kürtçe’yi unutturmak için her şey yapılıyor. Kürtleri, Kürtlükten ve Kürtçe’den uzak tutmak için her türlü önlem alınıyor, uygulanıyor. Kürtler ve Kürtçe aşağılanıyor, horlanıyor. “Kürtler ilkel bir aşirettir, çapulcudur, eşkiyadır.” Kürtçe ilkel bir dildir. Bu  ilkel dil yazı dili falan değildir. Kürtlerin, medeniyetle,  çağdaşlıkla buluşması için, bu ilkel dili unutması,  modern bir dili örneğin Türkçe’yi konuşması gerekir.  Kürtler, ancak Türkçe aracılığıyla çağdaş medeniyetle buluşabilir.”  “Kürtçe denen bu ilkel dil 30 kelimesi bile olmayan bir dildir, daha doğrusu bir ağızdır.” 1971’de, 12 Mart rejiminde,  Diyarbakır’da, Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen Devrimci Doğu Kültür Ocakları Davası’nda, askeri savcı, iddianamesinde  yukarıdaki görüşü de dile getirmişti. Askeri savcının bu iddiasına karşı Musa Anter, “gıt gıt gıdak diyen tavukların bile otuz kelimesi var,  Kürtler ve Kürtçe neden bu kadar aşağı görülüyor...” demişti.
 
Buradaki önemli sorun şudur: Kürtler ve Kürtçe böylesine yok sayılınca, görmezlikten gelinince, fiili olarak, bu toplumsal ve dilsel kategorileri yok etmek  için çok büyük çabalar sarf ediliyor, çeşitli baskı mekanizmaları kullanılarak operasyonlar yapılıyor. Bu inkar ve imha söyleminin, bu operasyonların, bireylerde, ailelerde, toplumda derin travmalar yarattığı açıktır. Kürtlerde, kimlik, Kürt kimliği, işte böyle bir inkar ve imha sürecinde oluşuyor.
 
 Dil aslında, insanlık durumuyla, insanını doğal durumuyla ilgili bir sorundur. Her insanın doğal olarak bir dili vardır.  Doğarken sahip olduğu, anasından, ailesinden öğrendiği bir dil, anadil. Bu bakımdan dil, insanını varoluşunun bir göstergesidir, dil, insanın varoluşuyla ilgili bir durumdur. Tek başına ele alındığında dilin politik bir yönü yoktur. Ama bir halkın dili, bir insanın dili, bir siyasal iktidar tarafından, bir devlet tarafından ısrarla yok sayılıyorsa, halk da ısrarla dilini, kültürünü savunuyorsa, bu çelişkiden  artık politik bir sorun da ortaya çıkar. Devlet, siyasal iktidar, bu dili yok etmek için, dilin konuşulmasını, yazılmasını, öğrenilmesini, öğretilmesini, yaygınlaşmasını engellemek için, geniş kitleleri, yerlerinden yurtlarından kopararak sürgün etmek dahil her yola başvuruyorsa, bu da  artık, politik hale getirilmiş sorunun derinleşmesine neden oluyor.
 
Demokrasi sadece siyasal partilerin olması, belirli aralıklarla, örneğin dört yılda bir genel seçimlerin yapılması, parlamentonun olması gibi bazı mekanizmalardan ibaret  değildir. Demokrasi aslında, değerlerin savunulması için gereklidir. Sayılan mekanizmalar demokrasi için elbette gereklidir fakat bu mekanizmalar her zaman değerleri savunmak için yeterli olmuyor. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, özgürlük, ifade özgürlüğü bu temel değerlerdendir. İnsanın kendi anadilini özgüce kullanabilmesi de bu temel değerlerdendir. Ama, Türkiye’de bu mekanizmaların, bu değerleri, evrensel değerleri  koruduğu, güçlendirdiği söylenemez.
 
1980’lerin sonlarında, Bulgaristan’da, orada yaşayan Türklerin isimlerinin  Bulgarca isimlerle değiştirilmesini amaçlayan, yani Türkleri Bulgarlığa asimile etme amacında olan bir politika izleniyordu. Türkiye’de bu politikaya gerek devlet, gerek sivil toplum kurumları çok yoğun tepki gösterdi. Bu, basında-medyada, üniversitede, kamu yönetiminde, siyasal partilerde, sendikalarda, yazarlar arasında vs. yıllarca süren bir politika, kampanya oldu. Türkiye’de gerek devlet, gerek sivil toplum kurumları, Bulgaristan’daki Türklerin Türklüğünü, Türkçe’yi savunurken, Bulgarlaştırılmaya karşı direnişi savunurken,  insan hakları belgelerini, uluslar arası insan hakları kurumlarını, bir bakıma da evrensel değerleri savunuyorlardı. Kürtler, Kürt dili vs. olduğundaysa, terör kavramı, terör ilişkileri gündeme getiriliyor. Birbirine zıt bu değerlendirmenin, iki standartlı bu düşüncenin Kürtlerin zihnini açıcı bir işlev olduğu  kanısındayım. İşte Kürtlerde kimlik, böyle bir inkar ve imha süreciyle birlikte gelişti. İnkarın, reddin, kimliğini oluşmasındaki rolü büyüktü.
 
İnkar, ret ve imha süreçlerinin nasıl işlediğine biraz daha yakından bakılmasında yarar vardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan, özellikle 1960’lardan sonra, Asya’da ve Afrika’da sömürgeler bağımsızlıklarına kavuşmaya başladı. Bağımsızlık mücadelesini yürüten örgütlerle, metropol ülke yönetimleri arasında şöyle bir ilişki vardı. Bağımsızlık  mücadelesini yürüten örgüt,  mücadelenin belirli bir aşamasında,  siyasal isteklerini  bir bildiriyle, metropol ülkeye  açıklıyordu.  Metropol ülke yöneticileri,  bildiride dile getirilen bu istekleri inceliyor, onlara şu veya bu şekilde cevap veriyordu. Bu, “şu şu konuları görüşmem ama şunları görüşebiliriz…” şeklinde bir cevaptı. Bu, dikkate değer bir tutumdur.  Diyaloga, diplomasiye değer veren bir tutumdur.  “Şunları görüşmem, o konularda taviz vermem söz konusu olamaz ama şunları görüşebilirim” demek,  görüşmeler için kapıyı açık bırakmak anlamına geliyor. Afrika’da, 1960’lardan sonra, sömürgelerin bağımsızlığa kavuşması hep bu yöntemle gerçekleşmiştir. Afrika’da silahlı mücadele sonunda bağımsızlığa kavuşanlar, sadece Cezayir ve Portekiz sömürgeleri, yani Angola, Mozambik ve Gine Bisseau olmuştur. Afrika’daki öbür İngiliz, Fransız ve Belçika sömürgeleri, hep, ulusal kurtuluş örgütleriyle metropol ülkeler arasında yapılan anayasal görüşmelerle  bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Bugün Afrika’da 50’nin üzerinde ağımsız devlet var.  Türkiye ise, Kürtlerden gelen bütün istekleri  bilmezlikten, duymazlıktan geliyor, bunları hiç dikkate almıyor,  bütün kapıları kapatıyor. Sorunu, orduyla, jandarmayla, polisle çözmekten başka bir şey düşünmüyor. Baskı politikaları ise sadece çözümsüzlük üretiyor,  sorunları daha da derinleştiriyor.
 
 Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Gelişmesi
 
 Bu noktada, Türk milliyetçiliğinin doğuşuna ve gelişimine  kısaca göz atmakta yarar vardır.  Türk milliyetçiliğinin doğuşunda ve gelişmesinde, Tanzimat döneminde,  Rusya’dan gelen Türk aydınlarının büyük rolü olmuştur.  Rusya’dan gelen bu aydınlar Kırım Türkleri’ydi ve Azeri Türkleri’ydi. Mirza Fethali Ahundzade (1812-1878), İsmail Gaspıralı (1851-1914),  Hüseyinzade Ali Bey (1864-1942),  Ahmet Ağaoğlu (1869-1939), Yusuf Akçüra (1876-1935) gibi Tatar ve Azeri aydınlar, Rusya’da yaşamlarını sürdürmede zorlandıkları zaman, Osmanlı yönetimine sığınmışladır. Mirza Fethali Ahundzade, Hüseyinzade Ali Bey, Ahmet Ağaoğlu, Azeri Türkleri’ndendi. İsmail Gaspıralı Kırım, Yusuf Akçura Kazan Kürtleri’ndendi.  Bu kişiler Rus drespotizminden, Panslavizmden  şikayet  etmekte, bu kavramlar etrafında gerçekleştirilen uygulamaları eleştirmektedirler. Panslavizmin Çarlık Rusyası’nda  toplumsal ve siyasal alanda, ana akım olduğunu, Rusya’da, Kırımda. Kazan’da, Azerbaycan’da Kırgızistan’da, Türkmenistan’da yaşayan Türklerin Ruslaştırılması için çok yoğun çaba gösterildiğini dile getirmekte ve bu süreçleri eleştirmektedirler.  Panslavizmin Türkleri Ruslaştırma çabalarına karşı, Türkçe şiirler, oyunlar, hikayeler, incelemeler yazıldığı Türkçe eğitimin kurumlaştırılmaya çalışıldığı anlatılmaktadır. Panslavizmin Ruslaştırma uygulamalarına karşı ayakta kalabilmek için çok yoğun bir çaba harcandığı belirtilmektedir. Ruslaştırma çabaları, bunun yarattığı sıkıntılar çok zengin olgulara dayanılarak  dile getirilmektedir.
 
Günümüzde, Türkiye’de aydınlar da, yukarıda isimleri belirtilen kişiler için benzer değerlendirmeler yapmaktadır.  Bu Türk aydınlarının,  Rus despotizmine karşı mücadele ederek Türk dilini, Türk kültürünü,  Türk toplumunu ayakta tutmaya çalıştıkları, böylece, Türklerin Ruslaştırılmasına engel oldukları söylenmektedir. Rusya’da Türkçülük akımının gelişmesinde,  Müslümanlık anlayışının da çok büyük bir rolü olmuştur. Kazanlı din ve tarih uzmanı olan Şehabettin Mercani’nin, Cemalettin Afgani (1839-1897), Muhammed Abduh (1849-1905) ve Muhammed İkbal’in (1876-1938) görüşleri  Rusya’daki Müslümanlar arasında hızla yayılmıştır. Bu görüşler, kısaca, “Müslümanlar, Batı’daki gelişmelere ayak uydurmalıdır” şeklinde dile getirilebilir.
 
 Bu sürecin Kürt sorunuyla ilgili çok önemli bir yönü vardır. O da şudur. Rusya’dan Osmanlı’ya sığınan, daha sonra da Türkiye’de yaşayan bu kişiler devlet bürokrasisinde de önemli görevler almışlardır.  Örneğin Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura gibi aydnlar,  devletin Kürtlere karşı geliştirdiği asimilasyon politikalarının saptanmasında ve uygulanmasında, önemli görevler almışlar, önemli roller oynamışlardır. Rusya’da Türklerin Rus asimilasyonuna karşı çıkanların,  baskılardan dolayı Rusya’yı terk edenlerin, Türkiye’de Kürtlerin Türklüğe asimile edilmelerinde gerek fikri düzeyde, gerek uygulama düzeyinde görev almaları tarihin bir ironisi olabilir.  Rusya’da, Panslavizme karşı çıkmışlar diye  bu kişileri öven Türk milliyetçilerinin,  Kürtlere karşı geliştirilen asimilasyon politikalarını şiddetle desteklemeleri, yine, üzerinde  durulması gereken bir konudur.
 
 
 
Doğu’da ve Batı’da birçok araştırmacı, Türk milliyetçiliğinin doğuşu ve gelişimiyle ilgili incelemeler yayımladı. Bu incelemelerde, Rusya’dan gelen, Kırım, Azeri ve Kazan Türkleri’nin rolü üzerinde de durdu.  François GeorgeonTürk Milliyetçiliğinin Kökenleri, -Yusuf Akçura (1876-1935)-  çev. Alev Er, Yurt Yayınları, 1986,  David KushnerTürk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876-1908) Çev. Şevki Serdar Türet-Rekin Ertem-Fahri Erdem, Kervan Yay. 1979,  Uriel Heyd,  Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çev. Kadri Günaay, Kültür Bakanlığı Yay. 1979, Masami Arai, Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği, Çev. Tansel Demirel, İletişim Yay. 2000
 
 Bu incelemelerde, Kürtlere, Kürt sorununa ilişkin değerlendirmeler yoktur. Rusya’dan gelen, Osmanlı’ya/Türkiye’ye sığınan aydınların, Türkiye’de Kürtlere karşı geliştirilen asimilasyon politikalarında oynadıkları role ilişkin değerlendirmeler de yoktur.
 
 Rusya’da Türklerin Ruslaştırılmasına karşı çıkışla, Türkiye’de Kürtlerin asimilasyonuna destek oluş arasında bir çelişki olduğu, iki standartlı bir düşünce yaratıldığı açıktır.  Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimleri gibi sosyal bilimler ancak, bu çelişkilerin çözümlenmesiyle zenginleşir, gelişir. Bu çelişkileri, bu durumları görmezlikten gelmek, yok saymak, bilimsel gelişmeyi dondurucu bir etki yapar.
 
Bu tür  değerlendirmeler Ali Engin Oba, (Türk Milliyetçiliğini Doğuşu, İmge Yay. 1995), Yusuf Sarınay, (Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları 1911-1931 Ötüken Yay. 2.bs. 2004), İbrahim Bahadır, (Ümmetten Millete Türk Ulusu İnşası (1860-1945) Kalan Yay. 2000), Füsun Üstel, (İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (1912-1931)  İletişim, 1997 ) gibi araştırmacılarda da yoktur. Yusuf Akçura’ nın, (Tükçülük, Türkçülüğün Tarihi Gelişmesi, Türk Kültür Yay. 1978, Yeni Türk Devleti’nin Öncüleri,  1928 Yılı Yazıları, Kültür Bak. Yay. 1981)  gibi incelemelerinde de  doğal olarak yok.
 
 İnkar, imha ve ret operasyonlarına karşı  Kürtlerin, özellikle okur-yazar Kürtlerin, yüksek öğrenimli Kürtlerin tutumlarının incelenmesi de gerekir. Çocukluk anıların anlatan bu Kürtler, ilkokula başladıklarında, tek kelime Türkçe bilmediklerini vurguluyorlardı.  Günümüzdeyse, yüksek öğrenim gören,  doktor, avukat, mühendis, öğretmen, muhasebeci-mali müşavir olan, müteahhit olan bu Kürtler, kamu yönetiminde çalışan Kürtler, daha doğrusu bunların önemli bir kesimi artık Kürtçe konuşmuyor, konuşamıyor. Kürtçe yazamıyor, Kürtçe kitapları, gazeteleri vs. okuyamıyor. Çocuklarıysa babalarının mücadelesinden bile habersiz.  Babalarındaki heyecan çocuklarında hiç yok…
 
 Bu bakımdan yüksek öğrenimli bu Kürtlerin bu tutumlarının da ciddi bir şekilde irdelenmesi, eleştirilmesi gerekir. Bu, elbette, Kürtlerin nerede yaşadıklarıyla da yakından ilgisi olan bir durumdur. Türkiye’nin metropol kentlerinde yaşayan Kürtlerle, Kürt coğrafyasında yaşayan Kürtlerin tutumlarının çok farklı olacağı açıktır.
 
 
 
20 Haziran 2007
 
Bu yazı www.gelawej.com sitesinden alımıştır.
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Konferansa Pirsgirêka Kurd li Tirkiyê
İsmail Beşikçi
Tirkiyê derbarê Pirsgirêka Kurd de zêdetirîn mijara ku tê qisetkirin ‘çareserî’ ye. Bêguman her tim kurd li ser ‘çareserî’yê diaxifin, kurd ‘çareserî’yê munaqeşe dikin. Lêbelê beriya ‘çareserî’yê pêwîst...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3589)


Êdî Kurd Dîroka Kurdan Dinivîsin
İsmail Beşikçi
Yek ji encamên girîng ên şerê çekdarîyê ev e ku, di nêv kurdan de hîşyarbûneke manewî daye destpêkirin. Rastîya wê, ew proseya ku ji salên 1960î de zîl dabû li dema şerî û piştî wî hê bêhtir geş bû, belav bû û kok berda erdê. Di roja îroyîn de li nêv...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3630)


Bûyera Dr. Friçê Duyem
İsmail Beşikçi
Di manşeta rojnameya Hürriyetê ya roja 21 pûşper 2007 de nûçeyek hebû. Sernavê nûçeya nûçegihan Özgür Ekşiyî “Lobîcîyê Veşartî Hat Eşkerekirin” e. Taner Akçamê ku li Zanîngeha Minnessota profesorê dîrokê ye, eşkera kirîye ku, ew kesê ku e...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3841)


Têgihîştinên Neteweperweriyê
İsmail Beşikçi
Dema ku pesnên neteweperweriya tirkî didin, pê re jî bona wê bizava neteweperweriyê ku di nav kurdan de aj dide, dibêjin “cudaxwaz e”, “paşverû ye”, “nîjadî ye” û hwd. e, bi vî awayî ev bizav tê xirabkirin. [Dibêji]...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3292)


Komeleya Piştgirîya Jiyana Nûjen Çi Dide Kurdan?
İsmail Beşikçi
Li Tirkiyeyê demokratîkbûn pirseka girîng e. Beşdarîya bo Yekîtîya Ewropayê û pêkanîna demokratîkbûnê, amanceka bingehîn a hukûmetan e. Wekî mînak, hukûmeta Partîya Edalet û Pêşveçûnê (AKP) carînan behsa vê amancê dike. Demokratîkbûn jî, ji rûyê polî...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3482)


Li Ser Têgeha “Ez kurd im, lê ne kurdçî me”
İsmail Beşikçi
Beşek ji kurdên ku vê sloganê tînin zimên, li hemberî vê şîroveyê jî derdikevin; dixebitin bidin zanîn ku em ji bo kurdan gelek tiştî dixwazin. Dibêjin, “Ez ne kurdçî me lê ji bo kurdan gelek tiştî dixwazim…” Dîsan dibêjin, “...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3782)


Pirsa Sereke Di Pirsgereka Kurd de
İsmail Beşikçi
Di vê axiftinê de ez dê hewl bidim xwe da ku li ser vê mijara bingehîn rawestim. Qonaxa bingehîn a dîrokî ku Pirsgirêka Kurd jê hasil bûye, qonaxa Şerê Cîhanê yê yekemîn e, yanî qonaxa pevçûna parvekirinê û piştî wê ye ku meriv dikare bi kurtahî bibê...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3939)


Têgihiştina di Derbarê Kurdan de, Têkilîyên Leşker û Hikûmetê
İsmail Beşikçi
Tirkîye, dewleteke xwedî îdeolojîya fermî ye. Di dewletên ku xwedî îdeolojîya fermî de tu cûdahîya dewlet û hukûmetê tune ye. Di îdarekirina dewletên wiha de, di dereca yekemîn de, yê ku biryar dide û birê ve dibe, sazîyên paraztin û meşandina îdeolo...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3513)


Sîstema Dewşîrme
İsmail Beşikçi
Di vê helwestê de, bi raya min sedema sereke, pirsgirêka mulk e. Gelê herêmê, mirovên ku herêmê xuya ne, xwedî mulk in. Weke mînak erdê gelekan heye. Jiber vê  yekê jî li ser gel bandoreke wan eşkere heye. Yekî ku li herêma xwe xwedî erdekî pir ...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3451)


Têgihiştin û Nîqaşên di Derbarê Pirsgirêka Kurdan de
İsmail Beşikçi
Taybetmendîya vê pêvajoyê ya herî girîng, ew e ku dewlet û hikûmet qet xwe rexne nake û bi paşeroja xwe re hevrû nabe. Ez bawerim dewlet û hikûmet di vê mijarê de bi himet in. Dewlet û hikûmet plan dikin bêyî ku xwe rexne bikin, bêyî bi paşeroja xwe ...
Hejmara şirova (0)   Lê nerin (3279)


Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies